Fakat Fariyani ile Jülyetto tam meyhaneden çıkarlarken, arka ma salardan birinden iki serseri aya- ğa kalkarak önlerine geçtiler. Bun. lardan biri çok genç görünüyordu. Daha yaşlı olan dik bıyıklı, ikinci- si olan gencin kulağına eğilip: | | —bBu Fariyanidir! dedikten sonra hekimbaşıya hitap etti: 3 — Muhterem senyörların iyi si- lâh kullanmasını becerebilen si- — lâhşorlara ihtiyacı olduğunu anlı- i yoruz. Acaba bir de bizi tecrübe ederler mi? Jülyetto bu cür'etkâr bakışlı a- damı, ve yanında çocuk denecek kadar genç delikanlıyı ters ters süzdükten sonra: — Galiba siz de kılızmızı kırıp birer altın kazanmak istiyorsunuz amma, nafile... — O halde cür'etimi affediniz. Dışarı çıkmanıza müsaade edemi- yeceğim. Dik bıyıklı, kara yağız delikan- © hk bunları söyledikten sonra filha- kika sırtını meyhanenin kapısına dayadı. Jülyetto bu şekilde küstahça söz söyliyen ve iş yapan bu serseri kar. şısında ciddi bir hayrete ve mera- ka düştü: — Cür'etin hoşuma gidiyor. Si- ze de birer altın kazandırmağa ka. rar verdim. Sıyırın kılıçlarmizı! i Fariyani bu sırada bir kenara © çekilmişti. Diğer serseriler de me- rakla ayağa kalkmışlar, ve bu mü- . cadeleyi seyretmeğe hazırlanmış- ardı. İki serseri kılıçlarını çektiler. Jülyetto haykırdı: — Haydi! Ne duruyorsunuz? Bana hücum ediniz! — Hangimizi istiyorsunuz? — İkinizi de birden.. — Bunu kabul etmiyoruz, Biz hiç bir vakit iki kişi bir kişiye hü- cum etmedik. Bu söz bütün meyhanedekileri| © Şaşırttı. Jülyeto da şaşırmıştı: 3 — Ben hiç bir vakit çocuklar-| la döğüşmem.. Öyleyse sen gel! Daha yaşlı olan dik bıyıklr ser- seri de bir kenara çekildi. Hayret! Jülyettonun çocuk dediği ve © — Şarpışmaya tenezzül (etmediğini söylediği genç serseri Jülyettoya © hücum etti, > Bu ne cür'etti? Fakat genç serserinin hiç şakası yoktu, Hamlesi o kadar kat'i idi oki, Jülyetto da çarnaçar kendisini müdafaa etmeğe mecbur oldu. Baş ta Far'yani olduğu halde bütün kahvedekiler bu bir geyik gibi at- yan, zıplıyan ve kılıcını bir şim- şek gibi kullanan gence hayret- *e bakıyorlardı. p Genç serseri Jülyettoya sordu: — Nasıl? Hâlâ benim çocuk ol- duğuma emin misiniz? © Jülyetto nefes nefese cevap ver- i; — Hayır, hayır! Genç serseri şimdi Jülyetto ile kocaman bir fare ile oynıyan kü- © — şümencik bir kedi gibi oynuyordu. | Tekrar sordu: b — Acaba istediğiniz evsafı haiz miyim? — Tamamiyle,. — Beni angaje etmek fikrinde misiniz? — Eğer isterseniz!, t pi — Pek Alâ öyleyse... Genç serseri geri çekildi. Fakat) Tefrika No.66 Yazan:M urad Sertoğlu bu sefer de kara yağız olanı müt- hiş kılıçını çekip Jülyettonun önü- ne dikildi. — Arkadaşım liyakatini isbat etti. Şimdi sıra benim. Haydi ba- kalım! Fariyani birdenbire müdahale etti: — İstemez.. Tecrübeye lüzum yok. Nasıl silâh kullandığınızı gör. dük. İkiniz de makbulümsünüz. İki serseri bu son söz üzerine e- ğilerek derin bir reverans yaptı- lar. Şimdi yalnız pazaryık meselesi kalmıştı. İki rahip kıyafetli adam- la iki serseri bir masanın başına geçtiler. Ve alçak sesle konuşma- ğa başladılar. Fariyani meyhane- ciye emretmiş, bütün meyhanede- kilere birer şarap ikram etmişti. Meyhanedekiler bu ikramdan do- layı kendisini saygı ile selâmladık- tan sonra yeniden kendi işlerine dalmışlardı. İşte konuştukları: — Kimsiniz siz? — Babalarımız Sicilyalı iki or- tak tüccarmış. Fakat bir takım a- damlar bizi para koparmak için daha palaz kadar iken aşırıp Rodosa götürmüşler. Fakat bu sr- rada her nasılsa babalarımız iflâs etmişler. Haydutlar da bunun ü- zerine bizi Rodosta terketmişler. Orada bütün serseriler gibi çöp- lükte ve ahırlarda boğuşa boğuşa, döğüşe döğüşe büyüdük. Bir gün bir takım serseriler, bizim iyi kr- Jıç kullandığımızı keşfettiklerin den bizi korsan yaptılar. Birçok defalar Mısıra, Antal - yaya, Giride gittik, geldik. Akde- nizi karış karış öğrendik. Son ola- rak Rodosta tüccar Feodonun ge- misini ele geçirmiştik. — Feodon mu dediniz? — Evet.. — Floransalı Feodon değil mi? — Ta kendisi., — Mesele çok mühim. Yemin e- derim ki bu gemi nefis Kıbrıs şa- rapları doluydu. (Devamı var) WZAN: İSHAK 72 Şoför Şakir Leylânın adını duy- 5 KOCALI FERDİ dukça diş gıcırdatıyordu: » — Ah şu kaltağı bir ele geçirsem, etlerini - Buyurun hanımefendi! Pa - saportunuzu şimdi kaydettirece - ğiz! Nereye ineceğinizi söyler mi- | siniz? Emir Sait lâfa karıştı: — Nereye ineceğimizi ben bir- az önce söylemiştim. Kararımızı değiştirmiş değiliz. Bu sırada ser komiserin önün- de duran telefon şiddetle çalma- ğa başladı. Komiser telefonla kısa bir ko- nuşmadan sonra, Emir Saide dö - nerek: — Polis müdürü sizinle görüş- mek istiyor! Dedi, buyurunuz te - lefon başıma... Emir Sait telefonun önüne o- turdu., Bütün maskeleri aşağı indiren şu kısa konuşma sırasında Leylâ, hayatında ilk defa, ateş içinde eriyen bir kurşun külçesinin eri - yip çökmesi gibi sarsılmış, titre - miş, ve olduğu yerde mıhlanıp kalmıştı. Emir Sait telefonla konuşuyor- du: — İskenderiyeden selâmetle döndüm, Müdür beyefendi!... Ah, iltifatımıza teşekkür ederim be - yim, bendeniz sadece vazifemi Yaptım... Sonra birden telefonun yanın. dan ayrılarak Leylânın yanma doğru yürüdü ve suratmdaki sa - kalını çekerek kopardı: — Ey şimdi açıkça konuşalım, Leylâ Hanım! Yılmazın İstanbul. | dan İskenderiyeye kadar sizi pe - şinizden kovalıyacağını hiç um - madınız, değil mi? Leylâ işte şimdi, hayatında ilk defa olarak müthiş bir tuzağa dü- şürüldüğünü anlamıştı.. Tam ma - nasiyle beyninden vurulmuşa dön. | cımbızla koparacağım! müş bir halde oturduğu “yerden bir türlü kımıldayamıyordu. Yal. nız, karşısında birdenbire Yılma. zı görünce, küçük dilini yutarca « sına bağırdı: — Bravo, Yılmaz Bey... Emir Sait rolünde o kadar muvaffak oldunuz ki!... Başka bir şey söyleyemedi.. Leylânın sinirleri gevşemiş ve o - turduğu koltuğun içinde bayılıp kalmıştı. Leylâyr çabuk ayılttılar, Aylardanberi kendisini Mısır. da adım adım takip eden Yılmaz Bey, Leylânm başı ucunda Azrai| gibi duruyordu. Leylâ yavaşça gözlerini açtı. Sağma soluna şaşkın şaşkın bakındı. Leylânın gözleri hâlâ Azerbay- canlı Emir Saidi arıyordu.. Ve korkulu rüyadan uyanır gibi göz- lerini uğuşturarak sordu: — Rüya mı görüyorum acaba... Emir Sait nerede? Yılmaz Bey cebinden iki ke- lepçe çıkardı ve gülerek Leylâya uzattı; — Ellerinizi veriniz, hanım! Sizi beş kişinin katili olarak, ka - nun namma tevkif ediyorum! 3üncü kısım Leylâ hapishane- ye atıldıktan sonra. Tevkifhanedeyiz.. Mühendis Ziya o sabah erken uyanmıştı. Şoför Şakir yarı uyur, yarı uya- nık bir halde yatağında yatıyor- du. Gardiyan Sadullah efendinin KADIN öksürüklü sesi Şakiri de yatağın dan fırlatmıştı. — Haydi. bakalım. Temizlik yapılacak. Herkes yatağını topl#” sın. Mühendis Ziya kovuşun kapı# önünde duran gardiyanm yapın sokuldu. Elindeki gazeteye şöyle bir göz attı.. Gardiyan Sadullah © fendi gazeteyi okurken: — Amma da yaman bir kadı mış be..! Diye homurdanıyordu. Mühendis Ziya tereddütle sor * du: — Ne okuyorsun, Sadullah b* ba? — Kadın şeklinde yaradılmı! bir tanavarın yaptıklarını okuy©" rum, oğlum! Tüylerim ürpei Ne müthiş kadınmış bu! ği Mühendis Ziya gazetede resmi dikkatle bakınca yerinden hople” dı: — Leylâ... dm! Gardiyan büyük bir tevekkül *9 sükünetle cevap verdi: - — Yakalamışlar.. Dün gece k#” dmlar kovuşuna getirdiler. Kendi # ii İşte bizi yakan k# sini resminden önce gördüm. € 7 zeteyi okumadan. bu genç ve o zel kadına ne kadar acımışi yi silsem, | Ziyanın içinde gittikçe derin!” şen bir sevinç vardı. Fakat, o K#* “ dar heyecana kapılmış, o di ; sarsılmıştı ki.. Gardiyanla başkf bir şey konuşmak imkânmı mamıştı. Boğazında acı bir yaf” ma duydu.. (Göğsü koparçi çarpıyordu. — Demek Leylâ da nihayet 7#" kayı ele verdi ha..?! (Devamı var) Tetfirka No. 72 — Bu işi size vereli çok oldu mu? İhtiyar biraz düşündükten sonra: — Üç hafta kadar oldu dedi, — Sonra? — Efendinin dediği gibi yaptım. Genç kanım» mım uzaktan arkasından yürüdüm.. Hattâ bunu çök boş ve faydasız buldum. Hanımım hergün hep yap | tağını yapıyordu.! Efendi sizi korumak için bunu yap mamı söylediği için işimde kusur etmek istemedim. Her gün gittim. — Demek ki bu casusluk sonradan sizin için bir din borcu gibi oldu. — Yalvarırım sana hanımcığım beni sonuna ke dar dinle. “Bir gün gazinoda bir adam gördüm. Sana çok bakıyor, yaklaşmağa uğraşıyordu. Benim çok şeyler gören şu ihtiyar gözlerim yanılmaz. O bir yankesik ci değildi. Bu hanımcığım için bir tehlikeydi. Ama benim efendiye söyliyemiyeceğim tehlikelerden|, Günler geçti. Adam usul usul yanaşmağa uğra" şıyordu.. Her gün sana selâm alıyor, gülümsüyordu. Kendi kendime söyleniyordum. Onun sana yolladığı gülücükleri, saymak için benim yerim (burası değil diyordum, Karısını koruyacak, erkeklerin kem gözle rinden kurtaracak Arif Nedretti. Ben sevgili hanr mirseri başka çeşit iyitiği için geldiğimi sanıyordum. Hanımımı çök beğenen bu parlak, bu kibar delikan anın meramını önüne geçmek benim gibi bunak ve zavallı ihtiyarın işi değildi. Lâkin gene efendime bir sey söylemeğe korkuyordum. Onun sana karşı yap» lacak kocalık borçları olduğunu anlatacak bir yol bulamadım. Bu borçları benim gibi bir ihtiyarın boy nuna yükletmek yerinde bir iş değildi, — Sonra ne oldu? — Daha ne söyliyeyim ben böyle ne yapacağımı düşünüp dururken o yağız delikanlı işini başkasma İwralmadı, Kendi işini kendi gördü| Seninle konuşmağa Yeltendi! Kizarıp bozardın, çok fena şaşırdın!.. Böyle şeylere alışık — 'değildin! Bu utangaçlıkla kendini koruyamıyacaktın.. O zaman. — O zaman? — Efendimi buldum.. İhtiyar halimde böyle bir işten artık bıktığımı söyledim, Adamın genç bir kar rısı olunca, kendisi de pinton olmadığı vakit kar sını kendi sakınır kendi korur dedim. İhtiyar durdu. Tabii olmayan bazı vakaları ha- tırlayarak iki ellerini kavuşturdu. Sonra sesle devam etti: — Ben efendiye bunları söylemeye başlarken bana gülümsüyordu. Ama sözlerimi nasıl ki bitirdim süratr tarılmıyacak kadar değişti. Bâkişları kötüleşe &i. Sinirleri gerildi. Yüzü öyle bozulmuştu Ki körke tum.. Bana bir sürü şeyler sormağa başladı, Hepsini öğrenmek istiyordu. En ufak işleri bilmek istiyordu. Ben yalnız şunları söyliyebiliyordum: “— Efendi bir şey yok. Vallah. billâh iş.senin sandığın gibi değil. Yalnız ben istemiyorum. Hem ben ihtiyarım, Bu benim harcım değil. Hanım çok genç, gok güzel.. Benim zamanımda Ookocalar daha açık göz olurlardı. Karılarımr övle yalnız başına gazi nolara, bahçelere salıvermezlerdi.,, yavaş bir Omuzlarımı silkiyordum. İhtiyarın bu münasei* siz sözleri beni sinirlendirmeğe başlamıştı. — Anlaşıldığına göre Arif Nedret senin bu #” lerini fenaya çekti! İhtiyar başımı eğerek yavaş bir sesle? — Evet ihtiyar Ahmetağa bir avukat gibi Wf lemedi.. Ama ne olursa olsun hanımın arkasında zetmek benim işim değildi. — Sonra? N — Daha ne söyliyeyim hanımerğım?.. Ona gin İş yüzünü anlatmak istemiyordum, Yalnız han” uygunsuz hiç bir şey yapmadığını, bütün kabahs' 0 rin karılarını gelişigüzel bırakan kocalarda ol söylüyordum. > Tekrar gözlerini kapadı. Buruşuk yüzünde “ tarip bir mana vardı. Yavaş sesle: w — Efendi kendinden geçti.. Artık kendini tüt9 yordu. Öğrenmek için, beni söyletmek için. tap Cümlesini bitirmeksizin yüzünü iki ellerile mıştır. Endişe İle sordum: si “ — Peki? Ne yaptı? Hafifçe titriyerek nefes gibi bir sesle — Bana vurdu... — Vurdu mu! Ah! Alçak. Mertçesine itiraz ederek: bir * — Hayır hanımcığım hayır! Efendi fena dam değil! Ama ne yaptığını, ne ettiğini bilmiyo Sizi çok seviyor. Seven bir kocanın yüreğinde tu tez doğar. Gayri'htiyart yaptığım bir başımı salladı: (Devamı var; itiraz hareketi j İ £3