15 MART — 1936 Uçurtma Beyaz iskarpinleriyle bir ku: gibi şen ve oynak koşuyor, uçurt- mayı havalandırmak için kocasına | yardım ediyordu. Cemili pencere- ye çektim: — Bak, doktor, dedim, çocuk-| luktan hevesini alamamış bir çift Hava kararıncaya kadar onla | rı seyrettik. Koştular; çığlık, kah- kaha attılar, Uçurtmaya binbi marifet yaptırdılar, Nihayet mini mini yavrularını ellerinden tuta rak evlerine döndüler. Cemil Pencerenin önünden çe kilirken: — Ne zaman bir uçurtrra gör. sem, dedi, çocukluğumun ilk sev- gisini hatırlamamak imkânsızdır. Ve yemekte anlattı: On bir, on iki yaşlarında iki komşu çocuğu idik. Göztepede ©- turuyorduk. Hemen her gün bu-| luşur, yazın bahçedeki salıncakta kolan vurur, kışın kartopu oynar, fakat sık sık, her hangi bir vesile| ile ortaya bir münakaşa, bir dar - gınlık çıkarmadan ayrılamazdık. Onu sinirlendirmekten © kadar zevk alırdım ki, bazı günler ağ - latımcaya kadar uğraşır, sonra| yaptığıma pişman olurdum. Gül de beni O kızdırmağa (çalışırdı amma benim kadar ileri gitmez, Canımın sıkıldığını anlar anla - vaz bahsi değiştirirdi. Bir Mayıs günü uçurtma sev -| dasına kapıldım. Renk renk kâ- gıtlar, değnekler, ipler, çirişler AE EAA aa ya ans beee mMâyı meydana getirdim. Hava Şök sıkıntılı idi. Tek bir yaprak kımıldamıyordu. Bir türlü uçurta. madığım uçurtmayı koşarak yük- seltmek için kendimi kıra salıver- dim, Koştum, koştum. Nasıl oldu bilmem, ayağım bir çalıya mı ta- kıldı, ne oldu, yüzükoyun yere yü- yarlandım. Alnım bir taşa çarmış- tı. Can acısiyle kendimi kaybet - tim, Ne kadar baygın kaldığımı bilmiyorum. Gözlerimi açınca baş ucumda Gül'ü buldum. Elinde bir mendil, alnımdaki yaradan akan! kanı durdurmağa çalışıyordu. Ba- kışlarında telâşla karışık öyle e katli bir alâka vardı ki, canımın| Ağısını unutuverdim. Alnımda o -| Bun mendili, eve döndük. Bir haf- ta yataktan çıkamadım. Bu kazadan sonra, artık biribi. rimizi hiç kızdırmadık. Arkadaş. lığımızan rengi değişivermişti. O- hun yumuşak ellerini her dakika alnrmda duyuyor gibi idim. Gö - #üme bir uçurtma ilişiverince Gülün o günkü bakışları gözümün önüne geliyordu. Mehtaplı bir gece, Kızıltopra- ğa kadar uzun bir yürüyüş yaptık. O gece dudaklarım ilk defa Gül ün yanaklara dokundu ve söz - İeştik. Evlenme çağma gelince, ikimiz de başka eş aramıyacak - tık, Fakat zaman plânımmızı altüst *tti, Gülün babası Anadoluda bir Vazife aldı. Bende mesleğimin işlerine gömüldüm. Bir gün ondan uzun bir mektup Aldım. O zamana kadar Gülün bu içli, görüşleri ve duyuşları bir kız olduğunu anlıya- Mamıştım. Mektubunda, ilk tanış. ağımız günlerden başlıyarak se - melerin tatlı aşkını, en şiirli hatı - Talarma dokunarak, öyle canlan - dırıyordu ki, bu kâğıtları şimdiye kadar belki yirmi defa okudum. Sevgiye susadığım zamanlar, elim hemen bu mektuba gider. Bize uğradığım bir gün, bu yazıyı sana da okuyayım. Mektubun son satırları ezbe - rimde gibidir: “Aradan yıllar geçti. Çocuklu- ğumuzun temiz günlerindeki ço - cukça sözleşmemizi siz tabii çok- tan unuttunuz; fakat benim ak - Irmda. Sözünde durmamış bir ar - kadaş vaziyetine düşmemek için size haber vermek istiyorum. Ben vadimi unutmadım amma bu vadi tutabilecek vaziyette değilim. Ba. bamın seçtiği bir erkekle evlen « mek mecburiyetindeyim. Hâlâ ço. cukluktan kurtulamadığıma belki güleceksiniz, Ne zaman gökte bir uçurtma görsem, başımı bir taşa çarpmış gibi içimde bir acı duyu-| yorum. Bu acı, çocukluğumun en zevkli batırası.,, Evvelki sene, “Yalovaya gider-| ken, vapurda, bana hiç yabancı olmıyan bir kadm yüzü gördüm. Bu kadın Gül'dü. O da beni tanı. mış, renkten renge girmişti. Ko - casından çekindiğini hissediyor - dum. Vapurdan çıkıncaya kadar gözlerimi üzerinden ayıramadım. On beş yaşındaki Gül'ü unuttura- cak güzel bir kadın olmuştu. Göz- ler ifadelerini, manasını hiç değiş. tirmemişti. Bir aralık bana, al » nımdan yaralandığım yünhü ba - kışlarla bile baktı, O akşam otele bir mektubu geldi: “Uzun zamandanberi izini kay- betmiş olduğum en sevgili çocuk- luk arkadşımı, hiç ummadığım bir yerde karşımda görünce ne kadar şaşırdım ve ne kadar sevindim, bilseniz. Sizi bir arkadaş coşkun- luğu ile kucaklamak için kuvvetli bir arzuya kapıldım, sonra birden düşündüm ki, on beş sene evvelki Gül değilim. Yalovadan ayrılır - ken size bir “Allaharsmarladık,. | bile dememek doğru olmıyacağı için bu satırları yazıyorum. Yalo- yada bir ay kalacağınızı bir tesa- düf bana öğretti ve bu tesadüf - ten istifade etmekten kendimi a- lamadım, “Nasılsınız, ne âlemdesiniz? Gene uçurtma uçuruyor musu - nuz? Ayağmız taşa filân takılma» sın, dikkat ediniz, Gül artık size yardım edemez.,, diyordu. Doktor içini çekti: — Mektubunda hiçbir adres yoktu. Olsaydı da ona cevap Yya- zamazdım. HABER AKSAM POSTASI IDARE EVI . Istanbul Ankara Caddesi Posta kutusu : Istanbul 214 Telgraf adresi ; istanbul HABER Yazı işleri telolonu : 23872 idare ve iân 24010 ABONE ŞARTLARI Türkiye | Ecnebi Senem 1400Xr. 2700086. 8 aylık 3 aylık - 1ayık © 2 389 y İLÂN TARİFESİ Ticaret Hanlarının satırı 12,30 Mesmi ilanların 10 kurustur. Sahibi ve Neşriyat Müdürü: Hasan Rasim Us 4 asıldığı ver (VAKIT) matbaası piellicen# feryif e KARSBir TURK Hatıralarını anlatan * EFDAL TALAT asi ie Yazan: IHSANARIF Yunanlı kaptan, arasıra, hiddetten kızarmış gözlerini üzerime çeviriyordu Vapura yanaştık. Mutat olanf muayenemi gözleriyle takip e -| li, sarıklı, beyaz baş örtülü bir im merdiveni Yoktu. oBordasından bir ip merdiven sarkıltılmıştı. Bu merdivenden çıktık, Yunan yüz « başısı benim bu işten vazgeçmem için, her an bir müşkülât icat et- meğe çalışıyor, fakat, ben bunları hissetmemezliğe geliyordum. Ha - ni bazı filmlerde gördüğümüz Al- man deniz korsan gemileri vardır. Bunların babriyeli olan kaptan ve tayfaları büviyetlerini saklamek için bilâintizam âdt gemiciler gi- bi giyinnirler, iŞlebin güvertesin - de, işte böyle, muvazzaf bahriye zabitliği üzerinden akan, fakat kı- yafeti itibariyle sivil bir şilep sü- varisi olarak görünen elli yaşla - rmda bir kaptanla karşılaştık. Yunan yüzbaşısı ile şilebin kaptanı Rumca olarak hararetli hararetli konuşmaya başladılar. Ben birkaç adım geriden bütün dikkatimle onları seyrediyordum. İkisi de asabi bir heyecana kapıl- mışlardı. O günlerde Rumca bil - mek gibi dinlemek de bize çok acı geliyordu. Fakat, karşımdakile - rin konuştuklarını anlamak ihtiyacı içinde; biran, Rumca bilmediği - me çok üzüldüm. Bir kaç lisan öğ- renmiştim. Onlardan her hangi biri yerine Rumca öğrenmiş ol - mayı ne kadar içten bir acı ile is- tedim, Fakat, ne çare ki, onların bu konuşmaları karşısında iste « miyerek sağır kalmağa mahküm - dum, Bu itibarla bütün dikkatimi gözlerimde topladım. O dakika bana yardımı dokunamıyan ku - laklarımm hassasiyetini de göz - lerime verdim. Onların konuşmaları bende do- ğan şüpheyi kuvvetlendirecek bir vaziyette devam edip gidiyordu. Şilep kaptanı, sahilde yunan za - bitinin düştüğü vaziyetten daha berbad bir halde idi. Kollarının şiddetli hareketleriyle Yunan za - bitine mütemadiyen bir şeyler söyliyor, ara srra hiddetten kızar- mış gözlerini bana çeviriyordu. Lisan bilmeden anlamıştım ki, şahsi mesuliyetinden çok korkan kaptan, zabite, beni sahilde neye alıkoymıya imkân bulamadığı için çatıyordu. Sahile baktım. Miralay ağaç - ların altımda küçük bir nokta ha - linde görünüyordu. Nihayet bak - tım ki, onların konuşmaları bit - miyecek. Erkânıharp zabitine İn- gilizce olarak seslendim: — Zabit efendi vaktimiz dar - dır. Tahkikatımızın neticesini bekliyen miralayı bekletmek sizin için de doğru olmaz. Bana gemi - nin ambarlarını gösteriniz.,, Sözlerim, hemen kaptana ter - m, ne Bir açık deniz kersa- nına benziyen Rum kaptan ho - murdanarak önümüze düştü. Evvelâ geminin kıç emkarmı açtılar. Denizcilik ile alâkadar o- lanlar bilirler ki, böyle gemilerde güverteden ambarin dibi hayli derindir. İçeriyi dikkatle aradım. Yunanlılar arkamda duruyorlar, diyorlardı. Bu ambarda, Yunan zabitinin | söylediği gibi, sardalya kutuların-| dan. limonlardan, ekmeklerden başka bir şey yoktu. — Bunu kapaymız, orta am - barı açınız!,, dedim. Sözlerimi derhal yerine getir - diler. Orta ambar açıldı. Burada | da göze çarpan bir şey yoktu. Ba- şa doğru ilerlemeğe başladım. Va- pura çıktığımız ip merdivenin ya | nma geldiğimiz zaman Yunan za- biti koluma girdi ve müsterih ha - line, nezaketine rağmen saklaya .) madığı bir yarı istihza haliyle: — Gördünüz mü, zahmetiniz beyhude oldu. Buyurunuz da ar - tık gidelim, Kolonele gördükleri - mizi anlatalım!,, İ Bana, merdivene doğru yol gösteren zabite kısa bir cevap verdim: — Ben bahriye subay namzedi- yim, Cevabımı anlamamış gibi gö - ründü. Onun şaşkınlığı geçmeden sözümü tamamladım: — Binaenaleyh, gemide bir ü- çüncü ambar olduğunu bilirim. Ve geminin baş tarafına doğru yürümeğe başladım. Biraz evvel benimle istihza etmek istiyen Yu- nan zabiti ağlıyacak hale gelmiş- ti. Hele benim baş ambara doğru yürüdüğümü gören kaptanın hali de görülecek şeydi. Bir an için, her şeyi göze alarak ve her şeyi kaybederek beni öldürmek ihti - yacı içinde kıvrandıkları mubak - kaktı. Hattâ baş tarafta durup şöyle geri döndüğüm kısa bir an yüzbaşiyle göz göze gelen kapta. nın bir lâhza ceketinin altından arkaya doğru uzanan ve benim döndüğümü görür görmez geri çekilen elinin hareketi de gözüm-| den kaçmadı. Soğukkanlılığımı muhafaza et- tim. Ne pahesıma olursa olsun ko-! zumu oynıyacaktım. Herifler, her! ihtimale karşı baş ambarın yerini o kadar güzel saklamışlardı ki, ambar kapağını bir türlü bulama- dım. Onlar karşımda birer mezar taşr gibi hareketsiz duruyorlardı. — Baş ambarı açtırınız. Zabit, bu kati isteğimdeki mak- sadı kavramak istemiyerek ve ari» fans tecahülden gelerek: — Gördükleriniz yetişmiyor mu? Dedi. Mevkiimi düşünmeden daha sert ve daha âmirane konuşmağa mecbur kaldım: — Beni bekletmeyiniz ve baş ambarı derhal açtırnız! Kaptan, kumar masasından if- lâs ederek kalkmış bir adam ha - liyle sendeleye sendeleye uzaklaş- tı. Biraz sonra iki tayfa göründü ve başa yığılmış eşyaları çektiler ve ambar kapağını meydana çı » kardılar. İşaretle kapağı açmala - rmı bildirdim. Ayaklarımm di - bindeki kapak açıldı ve bir an| içinde aşağının loşluğu içinde fes-İ | san kalabalığı gözüme çarptı. Hep. si başlarını, belki uzun günler görmemiş oldukları gün ışığma | çevirmişler, korkudan büyümüş gözlerle bana bakıyorlardı. Bir çoğu üzerlerine bir ölüm kâbusu halinde kapanmış olan bu kapa « ğın açılmasmda bir kurtuluş ümi- di arayan telâşlı ve mütecessis, bir çoğu da bu hâdisenin felâket. lerine yeni bir çeşit ilâve edeceği ıztırabiyle müteellim ve endişeli hallerle büzüldükleri karanlık kö- şelerde kıpırdıyorlardı. Hiç birin- den bir ses çıkmıyordu. Hepsinin yüzü limon gibi sararmıştı. Hepsi aç ve hepsi hasta idi. Bir hissi kable'vukuun beni bu acı sahne ile karşı karşıya bırak « ması bana yeni bir cesaret hamle- si vermişti. Bütün kozlarını kay « betmiş bir adam füturu içinde gür vertede dolaşan Yunanlılara ses lendim: 1 — Haydi aşağı inelim de hep beraber bu ambarda ne varsa gö- relim.,, Parmak kalınlığındaki dik ve | dar merdivenden başka, ambara inecek bir vasıta yoktu, Yüzbaşı beraber gelmek istemiyordu. Fa - kat hâdiseler beni kuvvetlendir - mişti, Alay etmek sırası da bana gelmişti, Kendisine bu dar merdi- veni gösterdim: a — Önüme düşünüz aşağıya | ineceğiz. j Yunan yüzbaşısı önde, ben ar. kada kısa fasılalarla merdiveni inmeğe başladık. Sahte şilep kap- tanı olan Yunan deniz zabiti de arkamdan geliyordu. Bu ambarı keşfetmekle Yunanlılara çok za « rarım dokunacağımnı onlar çok iyi anlamışlardı. Binaenaleyh, her an kaptanın arkamdan kuvvetli bir tekme atark beni ambara yuvar « lamasmı bekliyordum. Bu yuvar - lanma beyin üstü olacak ve ben hiç şüphesiz ki, bu ambardan sağ çıkmıyacaktım. Böyle bir hal vu - kuunda acaba ne olabilirdi? Her halde en kuvvetli ihtimal, benim kazaen ambara düştüğümü iddin edecekleri şeklinde toplanabilirdi. Ambara bu kabil düşüncelerin verdiği korkulu.bir heyecan için- de indim. Ben ambara iner inmez, orada bulunanlar, kıyafetimin verdiği bir tesirle etrafrmı sardılar. Bun - larm arasında birkaç imam, ka - dın, erkek, çoluk çocuk bir sürü sivil insan vardı. Hepsi ürkek ba - | kışlarını üzerimde gezdiriyorlar « dı. Hiç birisi bir şey söylemeye ce- saret edemiyordu. Yanımda du. | ran Yunan erkânıharp zabiti ile kaptan tam bir yeis ve nevmidi içinde bizi seyrediyorlardı. Am « barı dolduran bu biçarelerin hep- siyle konuşamazdım. Gözümün kestirdiği bir tanesini çağırdım. (A...) adında olan bu zat, şimdi şehir meclisinin Sarıyer azalarm- dan muhterem bir avukattır. - (Devamı var),