Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.
zevce Naciye bir müddettenberi ko- 'î casının h..linde bir değişiklik gör- mekteydi. Arif son günlerde sinir- li ve kederli görünü;or, ikide bir : düşünceye dalıyor, kunuşmak is - - ftemiyordu. | — Nen var? ; Diye karısı sordukca canı büs - | bütün sıkılmış bir tavırla başını sallıyor, : — Hiç! Bir şey yok! ; Diyordu. Naciye ısrar etmiyordu. Bir gün sabah kahvaltısından sonra Arif Crgarasını yakmak üzere iken ka- rısına döndü: — Naciye, dedi, seninle on beş |— gün kadar şöyle seyahate çıksak .Dasıl olur? Gideceğimiz yeri seç - Meni sana bırakıyorum, Ne der - sin ? Genç kadın sapsarı oldu, koca- $ına hayretle baktı: — Ne münasebet? Bu seyahat böyle birden neden icap etti? — Biraz değişikliğe muhtacım. Hem hava tebdili yapmış oluruz. Bunda şaşacak ne var? Te Naciye titredi “bir aşk inkisa- — Tini wnutmak için olacak!,, diye ha :uşundu Sonra itiraz etmek iste - | i: e — Peki amma işlerin ne ola- ıx tak? CÂrif omuzlarını silkti: | — Na slur M.ukl’ Oıı beş gun | dinlenmeğe hakkım yok mu? 4 e ç & [E Kacası gittikten sonra Naciye Uzun müddet düşünceli kaldı. onra kararını kalktı. Yarım saat sonra lüks bir apar- timandan i içeri giriyordu. vererek ayağa | — Bayan Selma Kâmil bura - a mı? Kendisini mühim bir me- Sele için muhakkak görmem 1â - llm_ Bir dakika sonra Naciyenin a - Yakta beklediği salona sarışın, Sok Şüzel bir kadın girdi, Bu, Sel. idi. Naciyeye sordu: — Ziyaretinizin sebebini öğre- hebilir miyim? ' Naciye yenmeğe muktedir ola- —f'dığı bir heyecan içindeydi, si- Türli bir tavırla: — Maksadımı kısaca anlata - Ülm dedi. Siz beni tanımazsı - bız, fakat ben sizi gayet iyi tanı- Yörüm. İşte bunun içindir ki, siz- :e bir hizmet istiyeceğim. Çünkü n Arifin karısıyım. Selma kekeledi: bi — Eğer elimden gelen bir şey- — Öyle bir hizmet ki, reddet - - Yeceksiniz, ve edemezsmız' li 5— Knrşuındakımn gözleri içine - “Farak devam etti: — Çünkü kocamın metresi ol - | %uu biliyorum. lma müdafaaya geçmeğe te- Düş etti: — Rica ederim, ne münasebet! — Naciye sözünü kesti: Ş — Beyhude inkâra kalkışma - ' ız Her şeyi gayet iyi biliyo - 'üı buraya size ahlâk dersi vermek için gelmiş değilim! Dulsunuz, is- tediğinizi yapmakta serbestsiniz. Bunun için sizin hususi hayatınız beni hiç alâkadar etmiyebilirdi fakat... Selma bir inkâr teşebbüsünde daha bulunmak istedi: — İftiralara aldanmiış olacak- sınız ! — Hangi iftira? Dört senedir kocamın metresi olduğunuzu bili- yorum. Yani Arif benimle evlen - meden evvel bile sizi tanıyordu. Ailevi vaziyetler dolayısiyle be - nimle evlenmeğe mecbur kaldı amma sizinle olan münasebetini kesmedi. Çünkü sizi hakikt bir aşkla seviyordu, beni ise... Naciyenin boğazında bir hıç kırık düğümlendi. Fakat teessürü- nü yenebildi ve: — Bir ay evvel kendisinden ay- rıldınız, diye tekrar söze başladı, çünkü başka birisiyle evlenme!: istiyorsunuz. Bu evlenme olmıya- taktır. Selma hayretle Naciyeye bakı- yordu. Bu kadın ne demek istiyor- | du sanki... Naciye bu hayreti sezdi: — Teklifim gayet basit, dedi, kocam sizi seviyor. Ayrıldığımnız - danberi müthiş bir keder içinde. Sizsiz yaşayamıyacağını anlıyo - rum. Işte bünün İçtirdir hi, oisi görmeğe geldim. — Peki amma ne yapmak isti- yorsunuz? Selma şaşkınlıktan büyüyen gözlerle ziyaretçi kadına baktı: — Kocanızla barışmamı siz mi istiyorsunuz? Siz, yani karısı? — Evet, çünkü onu ben de se- viyorum. Saadetini isterim. — Fakat evlenecektim, ilâni - haye Arifin metresi olarak kala - mazdım; onunla evlenmeme de imkân yoktu. Hayatımı mahvede- ceksiniz! — Bana ne? Siz kocamı almak. la benim hayatımı mahvetmedi - niz mi? Selma başını önüne eğdi, mağ- lüp olmuştu, ve Naciye kocasmının saadetini temin ettiğinden emin olarak rakibesinin yanından ay - rıldı. Nakleden: Fahire Muallâ HABER AKSAM POSTASI “ADARE EVi Istanbul Ankara Caddesi Posta kutusu : İstanbul 214 Telgraf adresi : İstanbul HABER Yazı İşteri telofonu : 23R7? idâare ve ilân 1 24370 ABÖONE ŞARTLARI Türkiye Eecnebi Senelik 1400 Kr. 2700 Kr. 6 aylık 730 » 1450 » 3 aylık d00 » BO0 «&« * aylık 5o < 300 » - İLAN TARİFESİ Ticaret ilânlarının satırı 12,50 Resmi ilânların 10 kuruşğtur. Suhibi ve Neşriyat Müdürü: Hasan Rasim Us Basıldığı yer (VAKIT) matbaası u A N d n $ i İi . & b '—' Natie d dlatklir li MAi İ z SAD A İti Kü İA S n AAA lli MWMJMJ.H d : , TÜ VÖA Hatıralarını anlatan : EFDAL TALÂT Yazan: İHSAN ARiİ ” Önünde süngülü bekleyen dar bir dolap içinde hapsolunacaktım ! Üç buçuk sene mektepte en u- fak şekilde cezalandırılmamış ve bir gün bile izinsiz kalmamıştım. Ne yapacağımı bilmiyordum. Bir gazete için izzeti nefsimi bu ka - dar yaralayanlara karşı içimde müthiş bir iğbirar vardı. Bir kitap alarak teneffüshane- de bir kenara çekildim. Kitabın yapraklarını çeviriyorum. Gözle - rim satırların üzerinde dolaşıyor, fakat okuyamıyorum. Ve bu satır- lar bana hiçbir şey söylemiyor. Kafam mütemadiyen işliyor; muhayyilem durmadan çalışıyor. Ve orada, bağrına kadar düşman girmiş esir vatanın kan ağlatıcı halini gösteren kızıl manzaralar, bozuk bir sinema şeridi gibi akıp gidiyor. Ne yapacağım? Kararım kati: Memleketle alâkadar olduğum için beni cezalandıran bir idare - nin elinde yaşamıyacağım. Vatanım ölürken ben istikbal mi bekliyeceğim? Fakat bu üç cezalı günü sabır ve tevekkül içinde geçırmek lâ - ZIM... Birinci gün öğleden sonra nö- bet kamarasından çağırıldım. Ni- hayet en korktuğum şey başrma geliyordu: Riyazet hapsi: Riya - zet hapsi, yatakhaneler arasında bu iş için hususi surette yapılmış olan bir dolap içinde geçiriliyor - du. Bu dolap girenlerin ayakta kıpırdamadan düracakları — bir tarzda yapılmıştı. Ancak nefes al- mağa müsait küçük bir deliği var- dı. Mahpuslar bu dolaba sokulur, kapı kilitlenir, önüne de süngülü bir nöbetçi dikilirdi. Bu feci vaziyetli hapsi düşüne- rek nöbetçi kamarasına doğru gi- derken, suçumun ya benim aklımın alamadığı kadar büyük olduğu - nu düşünüyor, yahut da, bana bu cezayı verenlerin karşılarında bir zabit namzedi bulunduğunu unut- tuklarını tahmin ediyor; her iki ihtimal karşısında acı duyuyor - dum. Nöbet kamarasında, şimdi An. karada deniz mübayaat bürosun - da bulunan Binbaşı Bay Hulki — ©o zaman mülâzım idi — nöbet- çi bulunuyordu. Kendisi benim hakkımda iyi hisler besliyordu. İhtimal ki, beni mahküm eden di. vanıharp heyetinden cok daha başka türlü düşünen ve benim duygularımla yakından alâkadar olan bir adamdı. Bu itibarla bir süngülü neferin nezareti altında böyle riyazet hapsi geçirmenin bir zabit namzedine ne kadar ağır ge- | leceğini takdir ediyordu. -Ben ona ayni şeyleri söylemek üzere yutkunurken o yavaşça şu emri verdi:. — Yukarı cık, dolabın önünde on dakika bekle ve geri gel. İçim minnet ve sşükran dolu o- | larak nöbet kamarasından uzak - laştım, İkinci gün nöbetci zabiti olan Bay Saim de bana ayni müsama- hayı gösterdi. izzeti nefsimin teselli -Hiç olmazsa korunduğunu düşünerek buluyordum. Fakat, üçüncü günü iş değişti ÖO günkü nöbetçi zabiti beni bu allahınm belâsı dolaba sokmakta ısrar etti, Girmek istemedim, Ce- bir kullanacağını söyliyerek teh - ditte bulundu. Ben zaten mektep ve meslek | hayatını kafamda söndürmüştüm. Bir günüm kalmıştı. Bu günü be - lâsız geçirmek daha iyi olurdu. Haşin zabit karşısında başımı eğ- dim ve böylelikle, sırf hamiyet hislerinin tahrikiyle bir gazete al- dığı için genç bir zabit namzedi bu karanlık dolaba bir mücrim gi bi sokuldu; kapısına da bir sungu Kü dikildi. Dördüncü günü sabahı hazır - landım. Yanmma mümkün olduğu kadar fazla çamaşır aldım ve ilk vapurla İstanbula geldim. ÂAnnem beni bekliyordu. O da bu cezadan benim kadar mütees - sirdi. Fakat teessürü cezadan do- layr değil de, bana yapılan haksız muameledn ileri geliyordu. Eşin, dostun, arkadaşların ardı arası kesilmiyen ısrarlarına rağ - men bir müddet daha mektebe de- Kaem Hü İA a | vam ettim. Fakat içimdeki büyük iğbirarı bir türlü söküp atamadım. Ve size asıl mevzula yakından a - lâkadar olmamasına rağmen taf - silâtını verdiğim bu hâdisenin te - siriyle mektepten ayrıldım. Bir se- ne sonra izinli çıktığım mektebe bir daha dönmedim. İstanbulda işgal devam ediyor- du. Hiçbir Türk zabitinin kılıç taşımağa ve zabit ünifaormasiyle gezmeğe hakkı yoktu. Böyle ya - panlar takibata, ekseriya da ha- karete maruz kalıyorlardı. Bu se - bepten dolayı biz ekseriya evleri- mizde toplanır, dertleşirdik. Evet, dertleşir ve talihsizliğimize, bed- bahtlığımıza ağlardık. Biz ne na- sipsiz zir nesildik ki, bu günleri de görüyorduk. Genel savaşın yıllar süren mahrumiyet ve felâketinden son - ra bu zelil ve meşum günleri de yaşamak kaderde varmış... Ekseriya, benim Kumkapıdaki evimizin üst katında toplanırdık. Yakın arkadaşlarım arasında, şimdi. Roma ataşenavalı olan sınıf arkadaşım Fahri, rahmetli Şeref, Emniyet sandığı baş mu - hammini olan o zamanki bahriye- li Burhan her zaman bana gelir - lerdi. Bir gün gene bu arkadaşlarla bizde toplanmış, görüşüyorduk. Vaziyet kötü idi. Ufuklar bu - lutlu... İstikbal meçhul... Ne ola - cak? Vatanın, milletin hali ne ©- lacak? Bunu doğru olarak kesti - ren yok. Her kafadan bir ses çıkıyor. Bizim mesleğimize ait rivayet- ler de muhtelif... Herkes bir şey söylüyor. Bir rivayete göre, bahriye büs- bütün kaldırılıyordu. Diğer bir rivayete göre ise, | mevcut yedi yuze ındırılecıktı. lebat : W N ı A Üaf l aa ONT F a Üçüncü bir rivayete bakılırsa, — arzu eden meslekte kalacak, iste- — miyen ayrılacaktı. Biz arkadaşlarla henüz kati bir şeye karar vermemiştik, Hepi- miz kara düşüncelere dalmış öte- — | den beriden konuşuyorduk. f Bir aralık kapımızın önünde bir — otomobil durduğunu duyduk. Ve kapı kırılırcasına çalımmağa baş- — ladı. Annem aşağı koştu. Biz ne —— olduğunu anlamağa çalışryor, fa - —— kat henüz aşağıya inmek için bir ; İ harekette bulunmıyorduk. b Çünkü, o sıralarda Türk evleri — muhtelif bahanelerle sık sık basır —— İryor ve bizim gibi gençler İngiliz- — |— ler tarafından alınıp götürülüyor- — du. Biz aramızda konuşurken an - nemin: — Efdal, biraz gelir misin? — Diye seslendiğini duydum. Sırtımda resmi esvabım vardı. Aşağıya indim. Bir İngiliz başça- — vuşu, bir tercüman, bir Türk poli- —— si ile iki sivilden mürekkep bir ka- —— labalık beni bekliyorlardı. M Sivillerden birinin mahallenin — | muhtarı olduğunu sonradan öğ - —— rendim, Diğeri de ev sahibimiz o- —— lan bir Rum bakkaldı. Ev sahibi- — mizi ancak bir iki defa görmüş - — tüm. Bana her tesadüf ettiğinde — çekingen tavırla selâmlar verir alelâcaip bir adanıdı. $i Başı örtülü olan annem, İngiliz — polisinin yanındaki tercümana bir —— şeyler anlatıyordu. Beni görünce — işi kendisi şöyle izah etti: n — Oğlum, ev sahibimiz evin ki- — rasını üç aydır vermediğimizi ba- —— hane ederek İngiliz polis mahke - — mesine müracaat etmiş, hakkımız- — da bu mahkemeden bir de tahliye —— kararı almış... Şimdi bu efendiler, & | bize, bir saat müsaade ediyorlar —— ve derhal evi boşaltmaınızı isti -’,_î: İskekie Ydt Sdein bi H madım olmakla beraber, üç aydır. — kiranın verilip verilmediğini açık — 've yüksek bir sesle sordum ve bu. | sorgumun akabinde gözlerimi ev — sahibine diktim. Gözlerini bu ba « — kışlarımdan kurtarmak için der « —— hal yere eğmişti. Belli belirsiz tit. — riyordu. Belli idi ki, bu iddiası ya- — landı. Ve biz o zaman misaline —— pek çok şahit olduğumuz bir ifti - — raya maruz bulunuyorduk. Sualime annem de teessür için- — — de şu karşılığı verdi: .. — Oğlum, bilirsin ki, kirayı üç — ayda bir peşin olarak veririm. E .- — limdeki kontratta imzası da var —1“; *ğ dır. Bilmiyorum, bu adam böyle — bir iddiada bulunmağa nasıl cesa- '* ret edebiliyor?,, ü 7 Vaziyet anlaşılmıştı. Asabıyeı- ten titriyordum, İngiliz tercümana — döndüm ve: h- — Çavuşa söyle! Ben bir zabit — namzediyim, Binaenaleyh, ancak — bir zabitle temas edebilirim. Bu — evin mesul erkeği de benim. Omın | için, beni zabiti kimse onun yanı - — na gotunun , dedim. (Devm