o yefrikaNo.SZ Yaz Valero dışarı çıkarıldığı zaman baygın bir balde idi. Kafasından aşağıya bir teneke su döktüler, el- lerini, ayaklarmı bağlıyan ipleri kesip bileklerini uğdular, Ancak on dâkika sonra kendisine gelebil-| di. Derhal yanındakilere işi an- lattr. Ve şövalye Dobüssonun a- rattığı iki Türkün kırmızı sakallı Jakla toprak altı yolundan kaçtı- ğını, bunların gemi ile derhal Ro- dostan ayrılacaklarını söyledi. Ve halsizlikten tekrar bayıldı. Bunu duyan şövalyeler derhal kimi atile ve kimi yaya olarak Ji-! mana doğru seğirttiler. | ğe AKDENİZDE KORSANLIK Tünelin içinde koşarlarken Ka: ra Hasanla kırmızı sakallı Jak ko- nuşuyorlardı: ” — Ne diyorsun? Valeronun ipi- ni gevşettin mi? Çok fena yapmış- sın. Şimdi kurtulur kurtulmaz bizi| haber vereck. Süratle kaçmalıyız. Tünelin öbürtarafı deniz kena- rında hali bir kayalığın arasma çı- © kıyordu. Buraya gelince tahta ba- "cak orada kaldı, Diğer haydutlar hiç vakit geçirrreden denize gire- rek karşıda, karanlıkta büyük bir gölge gibi görülen bir gemiye doğ- ru yüzmeğe başladılar. Tünelden en sonra çıkan Kara Hasanla kır- mızı sakallı Jak da durmadan de-| nize daldılar. Gemi o kadar uzakta değildi. Fakat yavaş yavaş süratleşin bir -rüzgâr'denizi kabartıyor, ve dak güler yüzmeyi güçleştiriyordu. Bu gemi on, on beş kişilik kü- çük ve hafif bir tekne idi. Tek de- mir üstünde duruyor, ve-üzerinde hiç bir ışık görünmüyordu. Biraz sonra gemiye tırmanan adamlar göründü. Bu sırada Kara Hasan. la kırmızı sakallı Jâk da geminin yanına varmışlardı. Kara Hasan sordu: 5 Geminiz fena değil. Hem ye- ni, bemde yollu galiba. — Evet, taliimiz varmış. — Nasıl tali? Gemi sizin değil mi? — Yooo... — Peki, ya ne olacak? Gemiye tırmanırlarken © kırmızı! sakallı Jak cevap verdi: — Şimdi görürsün, Yukarı çıktıkları zaman uzakta sahilde birçok meşaleler göründü. | Kırmızı sakallı Jak: — Hiç vaktimiz yok. Hemen ba! reket etmeliyiz. Haydi çocuklar, | bir konuşalım. ım, sonra dümeni kırarız. Kine — Şeyi de sormak istiyordum. Kuzurı bu gemi sizin değil mi? — Değil. , — Peki, kimin ya? — Emin olun ki bunu ben de bilmiyorum. Fakat beni takip e- derseniz öğrenebiliriz. — Sözlerinden bir şey anlamı: yorum, — Mesele pek basit. Tünelin ağ- zından çıkınca çocuklar karşıda en yakın olarak demirli olan ka- dırgaya yüze yüze vardılar. İçine atladılar. — Sonra.. — Sonrası işte gördüğün gibi... Gemi elimize geçti. — İçinde kimse yok muydu? — Yok olur mu hiç. — Peki, ne oldu bunlar? — Ne olacak canım? Ellerini, kollarını sıkı sıkıya bağladıktan sonra kim ne yapabilir ki? Gelge- lelim öbür messleye.. — Yani para işine değil mi? — Evet. İşte Rodostan ayrıl dık. Italyaya doğru yola çıktık. Bu sözler üzerine Genç Ali eli- ni muşamba ceketinin cebine sok- tu, Küçük bir kese çıkardı. Kese- yi açıp avucuna bir şeyler doldur- du. Avucunu açtığı zaman gecenin karanlığında pırıl pırıl yanan taş- lar göründü. Bunlar halis pırlanta - lar idi, ve kıymeti hiç yoksa on bin altın ederdi. Kırmızı sakallı Jak bunları gö- rünce kendisini tutamamış ve gay- ri ihtiyari: — Ahl Diye haykırmiştı. Genç Ali sor- du? — Ücretini hemen istiyor mu- sun? — Hayır, hayır şimdi istemem. Adamlarım bende böyle bir hazi- ne olduğunu öğrenirlerse muhak- kak beni öldürürler. İyisi mi sizde kalsın, Gördüm, siz para hususun- da gayet namuslu davranıyorsu- nuz. Ben de adamlarıma parayı o- rada alacağımızı söylerim. Haydi şimdi aşağı kamaralarımıza ine lim de şu esir edilen nöbetçilerle (Devamı var) YAZAN: —68— İSHAK FERDİ Ingiliz polisi, Mis Nelsonu zehirle- yen yılanın sahibini bulmuştu. Zeynep bunları anlatırken, Leylânın yüzü Demişti. Demek ki, Miz al Mısır gençlerini manen zek'rliyen | bir kadındı. Leylâ onu öldürdüğü ! için, ufak bir teessür bile duymı - yordu, Ayni zamanda Prens Öme rinde bu kadınm pençesinden kurtulduğunu düşündükçe sevini » yordu. Zavallı Leylâ hatrlamıyordu ki, İngiliz Entellicens Servisinin bir çok Mis Nelson'arı vardı. O gidince, yerine derhal bir başka kadının geleceğini, Ömeri öteki gibi takip edeceğini düşünemiyen Leylâ, şimdi Prens Ömerin serve | tine de kavuşacağını sanıyordu. Bir ipucu ..! Ertesi gün, Leylâyı görmeğe gelen Zeynep anlatıyordu: — Sana müjde vermeğe gel -| dim, yengeciğim! O Ağabeyime musallat olan İngiliz kadınını ze- hirli bir yılan sokmuş... Leylâ, bir şeyden haberi yok - muş gibi davrandı: — Ey, sonra?... Ölmüş mü?.. — Hem de nefeci bir ölüm, Onu bugün merasimle otelden kaldıracaklarmış. İyi ki, ağabe - yim bu hâdise esnasında burada yoktu. — Burada olsaydı da ondan şüphelenmezlerdi. — Fakat bu çok garip bir ze. hirlenme vakası.. İngiliz polisleri dündenberi soruşturmadık adam brrakmamışlar. Mis Nelsonu ze - birliyen yılan, otele başkalarınm ayağiyle gitmiş, diyorlar. Hattâ bugünkü gazeteler bu hâdiseye ait bir ip ucu bulunduğunu da ileri sürüyorlar, — Tuhaf şey. Mısırda yılan, gö- rülmemiş bir mahlük mudur? Ba- zan sokak aralarında dolaşan yi - lanları öldürürken rastlamadınız mı? — Şehir dışında amma,. Sökakta doğrusu, — Ya cadde ortalarında fellâh- larm oynattıkları yılanlara ne dersin? bulunur rastlamadım sapsarı oldu! İngiliz polisi de bu yılancı ml İarı arayıp bulmuş. Bunlardan öl tanesi, dayağı yeyince bülbül gib: söylemeğe başlamış: (İki gün ön. ce hizmetçi krirkir bir kadın ben- den zehirli bir yılan satın aldı!) demiş. Leylâ bu sözleri işitince? — Ne meraklı bir sinema mev- Diye mırıldandı. Büyük bir alâka ve dikkatle Zeynebi dinli. yordu. Zeynep başımı açtı.. Saçlarmı düzeltti.. Sözüne devam etti: — Bu hizmetçi, fellâha epeyce para vermiş. Yılanları alıp git - miş. Fellâhı Bristol oteline götür. müşler.. Garsonlar tarafından öl . dürülen yılanı sahibine göstermiş- ler: “Sattığın yılan bu muydu?,, Fellâh yılanını görünce tanımış: “Ta kendisi... Zavallı Ceylânım!,, diye bağırmış, — O halde bu cinayette siyasi! bir parmak var. İngilizler gene is. tiklâlci gençleri sıkıştıracaklar, —O kadar şiddetli takibat yapıyorlar ki.. Sokaktan geçen! * Bütün müslüman kadınlarını tet - kik ediyorlar. Fellâh hizmetçinin kıyafetini tarif etmiş. Zaten otel kapıcısınm verdiği eşkâl de, fel - lâhın tarif ettiği eşkâle benziyor - muş. — Koskoca Kahirede binlerce hizmetçi arasından bunu nasıl bu- lacaklar?.. Ben bu işi bir hizmet - çinin yapabileceğini sanmıyorum. — Yılan oynatan fellâhı polis müdüriyetinde tevkif etmişler. Yakalanan hizmetçileri ona gös - teriyorlarmış. — Fellâh kendi başımı kurtar mak için, nihayet bir hizmetçinin başını yakacak: (İşte budur!) di. yecek. — Demekle kurtulur mu baka. ım? Bu işi meydana çıkarmak için, İskenderiyede bulunan meş - bur polis hafiyesini Kahireye da - vet etmişler. Mister Tomson bu İ di.. Ne kadar geç kalsa, g€ gün Ömer ağabeyimin de gelmesi umulur, — Acaba İngilizler onu da s0”* guya çekerler mi dersin? — Şüphesiz. Otel Bristolda çoktanberi beraber yaşadıklar! bir kadının ölümü elbette Prem Ömeri de alâkadar edecektir. — Prens Ömerin o kadını hi$ sevmediğine sende benim gibi inanır mısın, Zeynep? — İnanırım.. Çünkü ağabeyi “ min (Entellicens Servis) tarafın * dan takip edildiğini ben de öğren” dim. Bu kadının meşhur bir <cas9* olduğunu herkes söylüyor. Onda” yakasmı urtardığına çok sevin * dim. Leylâ, Zeynebe bir likör ikra” ederek: i — Kusura bakma, yavrunı! d€ i di — Her şeyi yoluna koyamadık" ; Sana şimdi bir çay hazırlamak if terdim amma.. Başım o kadar 9 rıyor ki.. Yerimden kımıldamağ? vaktim yok, K Zeynep likörü içerken: j — Anana.. Ben yabancı mıy” yengeciğim? yi Diye söyleniyordu. Bir aralik : Zeynebin gözü yerde ye kol düğmesine ilişti.. Yavaşça re iğildi ve Leylâya sezdirmedö”. düğmeyi yerden aldı. a i « — Ah. İbrahimin düğmesi. gi Diye mırıldandı. Zeynep başi retle dudağını bükerek, kendi | kendine: — İbrahim dün gece eve gel“ yi medi.. Acaba burada mı kaldı?! Diye düşündü. Düğmeyi ça çantasına koydu.. Leylâya dör dü: — Dün gece Ibrahim eve gr medi, yengeciğim! Hepimiz WE. rak ediyoruz. Onun şimi rk | dar sokakta gecelediği vaki gelir, yatardı. Bu sabah iz ler, İbrahimin > eve gelmedik, ni söylediler. Hepimiz merak” düştük. Acaba — izm geçmiş olmasın?! — Buna diyeceğim yok. Zaten | akşam Kahireye geliyormuş. Bu - (Devami var) >. i Tİ Lİ ti if 3 S / ” TET ZE 75 çabuk demir alın! Yelkenlere ası- ln! Korsanlar sağa sola koşuşmağa başladılar. Biraz sonra gemi yavaş ya: vaş hareket etmeğe başladı. Ka- ra Hasan hâlâ bir şey anlamıyor- du. Bu sirada yanına gelen Genç Ali de kendisi gibi bir şey anlamı- yordu. Nihayet makara sesleri duyuldu. Ve açılan yelkenlerin dal galanmasiyle yarılan denizin fışır- tısı iyiden iyiye yol almağa başla- dıklarmı belli etti. Sahildeki me- şaleler gitgide ufalıyordu. Bu sırada kırmızı sakallı iki Türke doğru yaklaştı: — Şimdi dümeni ne tarafa doğ- Du kıracağız? Pateraya mı? 2 mi — Hadi hadi! Bana böyle ne oluyor? Tçetimde —ğalYaya var eliniz? bu tuhaf, bu hazin düşünceler nereden doğuyor? — Evet. Yalnız dümeni hemen| Kendi kendimi hırsla görmeğe uğraşıyordum. Sahte | ala- bir ifet göetermeksizin müşterek bir aşkın heyecan. Se LE Eeee a.i çiftleri gören kalp çabuk müteessir olur! saadetlerinin niçin benim yüreğimi sıktığını” d ancak onlar gittikten sonra anlamıştım. çğsl Ne Kk sahnesini içerimde yaşatıyordum: Şu kadının yerinde olmak ister miydim? Sıcak büseler vadeden şu erkek ağatmdan aşk tebessümleri almak ister miydim?.. Bu tasavvur tepemden turnağıma kadar beni sarstı. Pob!,. Şu dudaklardan buse almak mı? Ha yır! Hayır! Asla. Onun sesinin hiç bir yumuşaklığı bana o soğuk şivesini unutturamaz Dudaklarmın kiç bir tebessümü çok iyi bildiğim o müstehizi kıvrımları silemez! Gerç kızlık külyalarımı dolduran güzel er- kek kanunun bana zorla bağladığı şu kocaya zerre kadar benzemiyor. Öyleyse bu kadına imrenmiyor- dum. Şu halde beni birdenbire saran bu acı hisler ne- reden geliyordu? Dirseğim masada, çenemi kapalı avucuma 'daya- miş, gözlerimi parlak çiftler üzerine dikmiş karma- karışık düşünceler girdabına dalınıştım. Kımıldanan bir sandalye gürültüsü, sürekli bir ipek hışırtısı, küçük ve yumuşak adımları takip eden sert erkek adımları işitildi. Arif Nedretle metresi salondan çıktılar. Onların hitibirlerine yakın silüetleri bara şu hük © mimt yalnızlığı içerisindeki ba beşte ei erki. mümivetle dikkate değer bir $*Y — Yirmi yaşında olup da biribirine dolanmış geşen me ii lie ? $ ad iri (Mİ ii imrenmek, ne kıskanmak ve nede teessüf V8 Hayır! Ben yirmi yaşımdaydım ve yag Kocama metresi ile tesadüfümün bizim e pi muamelemizi değiştirmediğini söylemeğe ) üğümü pik * tur. Arif Nedret benim kendilerini gördü miyordu, Ben de hiç bir şey söylemedim. de tl Pİ Mutadından daha soğuk bir söz, daba bâreket, daha kayıtsız bir bakış, daha > kârşısında derhal öteki kadına gösterilen Yi, sevimli hareketleri mukayese ediyordu” m t Hergün birlikte yaşadığım halde cı kaldığım bu adamın karakteri bakimi bir sürü iyi veya kötü düşünceler bu mw birlikte sürüklenip gidiyordu. Bir si gan, benim için çok ehemmiyetli bi e ve şüncelerime ve tereddütlerime kat'i Seg Arif Nedret o akşam çıkmamıştı, ak88”” a LAĞİ Tetirka No. 58 Sanki bürün düşüncelerim ve duygularım kalın bir sis tabakası altında buğulanıyormuş gibi içeride bir şeyler oldu. Bu kadın gibi bu erkek tebessümünü, şu gözlerdeki tatlı ışıkları tutuşturmasını bilemedi. ğim için kendi kendime içerliyordum. Aes atı düşünüyordum: Namuslu ve saygıya lâyik'meşrü kadına gösteri len hakaret, istihfaf, kayıtsızlık... Şu düşkün kadına gösterilen âşk, itina, saygr.. Sonra düşüncelerimin bu kadar karışıklığından sıkılarak kendi kendime söylendim: — A. Yoksa şimdi de kamlesnç me olacağım? Bu olacak iş mi? Kanunun bana zorla verdiği bir koca. nın karısı bile olmak istemedim. Birdenbire bozulan muvazenemden O kuruntuya düşerek zorlanıyordum: Jak