23 Şubat 1936 Tarihli Haber Gazetesi Sayfa 5

Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

o Zaman-.. İhaneti kendisine haber verc mektuplara nefretle bakıyordu. Onlari okuyor, tekrar okuyor, iz - zeti nefsini darbelemesinden âde- ta acı bir zevk duyar gibi satırları tekrar tekrar okuyor, öfkesi, kıs , kançlığı arttıkça artıyordu. Bu işin hakikat olduğundan ba zan şüphe bile ediyordu. Gözleri - ne inanmıyordu. Çünkü insanlar - da daima kendi kendini kandırar bir saf taraf vardır. O bu ha - lin başıma gelmesine bir türlü ihti- “—Mal veremiyordu. Sonra, öz ben - liğiyle alay ediyor, söyleniyordu: — Niçin benim başıma gelme-. sin? Ne fevkalâdeliğim var? Se zarlar, Napolyonlar bile bu yol - * * » Kâğıtları fırlattı. Bir müddet. öyle, dalgın, durdu. Sonra, gene | © öfkesi alevlendi. Kadını öldür - mek hevesi, yüreğinde uyandı. Fakat bir ses: — Öldüremezsin... İşte bunu Yapamazsın! — diyordu. ğırdı: — Öldürmeme cidden lâyiktır.. Her kadından fazla, o buna müs - tahaktır! Salim, karısı için neler yapma- Mıştı? Ne kadar onu şimartmış, o- e ne kadar lüks içine boğmuştu. r,_u İyi giyinen kadın oydu. Buna f_ğmnn nme masraf etse az görür - g“— M.lhue istese altısınmı irden alırdı, Üstelik onun namı - na bankaya Müthiş bir para yatır- TMıştı. Ve bu Parayı günden güne arttırıyordu, B Kadın ise, kendisine daima © Mültefit ve minnettar görünürdü. . — Beni çok şımartıyorsun! — diyerek güzelliğine emin bir ka - m cilvesiyle yeni yeni şımarık - Iklar icat ederdi. V O ne sokulgan kediydi öyle... h Salimi ne kadar sever görü- dürdü, O güzel kafanın içinde ne- ** gectiğini nasıl keşfederdi? Ah, öldürmeliydi, öldürmeliydi... Öi ö ; Bütün ihtişamı ve güzelliğiyle Sprdan iceri girdi. Bir kitapta “duğu şu cümle aklına geldi: Sen harbeden bir ordudan çok — a tehltkelisin, sevgilim!,, LuıAdnmu'ı öfkesi, en hâd devreyi * ddw Beyni catlıyacakmış gibi h.,“ Bu hiddete ümidi kırılmış .| x'_. Soşkunluk katılryor ve kadını ; l'h bir kat daha cazibeli gös- Yordu, G'mç kadın, tereddüt ve kor - lre.,ıl odanın ortasında kaldı. Er- k * Kısık bir sesle: ürg, Alsak... Sefil... — diye ba - hel*:'.l O, müphem, ufak tefek şüp- Gak ı: kî_lkançlık kavgası çıkara- 'l%d U sözleri söyliyecek erkek - &ı,;f'mfleâiıdi. Mutlak hakikati Khd işti. Bir şey biliyordu. ti üÇt ,n"fı bacakları titredi. Ren- 'N.k: * Bütün yüzünü beyaz bir ' irikıpıadl' Korkuyla büyü - ' h'?o'dug_üderî' kocasmdan ayrıl - ”| AA xîh(’murdandı: Mî ölüme ne lâyiksin! i'i. 'mmekı » bu feryatta, öfke € beraber, kelimele - Kıskançlık coşkunluğiyle ba - | 1 .:mi'“î #lmadığı da anlaşılı - Yüreğinde bir his kabarıyor, bu güzel mahlükun velev kaba - hatli olsa dahi, ölmesini günah telâkki ediyordu. Kadın, tatlı bir sesle: — Evet, belki doğru... Fakat... Ve başımı eğerek: — Fakat ben seni seviyorum... Evet, her şeyden çok seni seviyo - rum... Fakat, ne yapayım?.. Ka - bahat bende mi?... Yaradılışım bu! f Yaklaştı. ' Küçülmüş, mahcup, müteessir ve tessürünnün içinde büsbütün cazibeliydi. İeii u'ı'L*'— İ Si gn Te — - Erkek, alay ederek: , — Beni mi seviyorsun? Senin ağzında aşk kelimesi çürüyor. Fakat, öfkesi yavaş yavas aza. İsyordu. Hiddetini zorla muhafa - za etmek istiyordu. Kadının mev- cudiyeti, ihanet acısını dahi ben- liğinden kovuyordu. Kadın, büsbütün tatlı bir sesle: — Belki... — dedi.. — fakat i- nan... Hakikati söyliyorum... Seni seviyorum.. Ah, çok iyi biliyorum, yaptığım iş kolay kolay affedil .. mez, Zaten ben kendi kendimi af- fetmedim... Ölünceye kadar ken - dimden nefret edeceğim, Benim gitmemden, senden ayrılmam - dan başka çare olmadığını da bi - İiyorum... Ve gideceğim.. Salim! Salimciğim... Canım, benim! An - lamıyorum, bilmem nasıl oldu?... Mukavemet edilmez bir his dahi olup olmadığını tayin edemiyo - rum. Maamafih, irademden kuv - vetli bir şey, beni sürükledi. — Laf... Laf... — Yok, öyle söyleme... Laf de- ğil. Ben kendi kendimle konuşur gibi konuşuyorum. Biliyorum ki, bana inanmıyacaksın. Ne desem gene nefret edeceksin. Mademki beni öldürmiyorsun, o halde gide. yim, Fakat, bırak, birkaç saniye daha yanında oturayım. Senden ayrılmak o kadar acı ki... Sen be- nim bir ilâhimdın! Hayatımın en güzel, en temiz, en saf tarafı!... Asıl saadetim! Ve işte bu saadet bitiyor... Onu aptalca bozdum, mahvettim... Âdeta dini bir huşu ile kocası - na uzun uzun baktıktan sonra ya- vaş sesle: — Haydi, gideyim... Fakat bir kere daha seni öpeyim... Kadmın hali, sözleri, yüzünün acıklı ifadesi, erkeği yumuşatıyor- du. Yanına yaklaşmasma müsaa- de etti. Kendini öptürdü. Ve bir - : kılıcımnı Yorginin kılıcına doladı. Tefrika No. 48 Yazan: Murad Sertoğlu Kara Hasan bir omuz vuruşta camı kırarak içeri daldı. Ali de kendisini takip etti. Hemen gizli kapının önüne geldiler Maamafih Ali de kendilerinin kurtulmalarına sebep olacak ka - dar zincirleri gevşek bağlamış o - lan Yorgiyi yaralamak istemiyor - du. Bunun için seri bir hamle ile Ve bir çekişte elinden aldı. Artık hiç bir kurtuluş ümidi kalmamıştı. Bunu gören şövalye hemen yere diz çöktü. Ellerini ka- vuşturarak yalvarmağa başladı: — Asil silâhşorlar, bilirim ki be- nim gibi ihtiyar, ve kuvvetsiz bir adama kılıçla saldırmıyacak dere- cede mertsiniz. Size karşı sırf asa- biyetime kapılarak söylediğim söz lerden dolayı beni affediniz. Mer- hametli silâhşorlar! : Hasan haykırdı: — Affetmek mi? Bunu asla ü- mit etme.. Senin gibi korkunç bir eanavarı öldürmek insanlık namı na bir vazifedir. i — Ah merhametli, ve iyi yürek. li Türkler. Sizin ne kadar iyi in- sanlar olduğunuzu, acizlere karşı nasıl muamele ettiğinizi dünyada duymıyan kalmamıştır. Bu esaleti- nizi muhafaza ediniz. Ve beni öl- dürmeyiniz. Söyleyiniz! Size her ne isterseniz, ne kadar paraya ih- tiyacınız varsa haber verin, derhal takdim edeyim. Yalnız bana ha- yatımı bağışlayınız. Beni öldür- meyiniz. Size ne isterseniz vere- yim, Bütün Akdenizi haraca kesen, koca Osmanlı imparatorluğuna ka- fa tutan şövalye Dobüsson şimdi i- ki Türkün ayaklarma bir köpek gi- bi sarılryor, ve yalvarıyordu: — Beni öldürmeyiniz! Beni af- fediniz! | Kaybedilecek vakitleri yoktu. Hasan Aliye bir işaret etti. On beş dakika sonra şövalye İnosan da dahil olmak üzere bütün adamları zincire vurulmuştu. Bundan son- ra kapıyı açtılar. Ve dışarıdan tek-| rar kapadılar. Şimdi şatonun bomboş koridor- larından geçiyorlardı. Odalarda Tevhit reis, diğer birçok şövalye- ler ve sayısız derecede kadın ika- met ediyordu. Fakat nöbetçi na- mına şatonun tâ dış kapısında mev cut dört kişiden başka kimse yok- tu. İkisi de seri adımlarla kapıya doğru ilerlediler. Kapıdaki dört nöbetçiyi de nasıl olsa haklıyarak dışarıya çıkabileceklerini umuyor- lardı. Fakat tam merdivenin alt katın- da idiler ki birdenbire dışarıdan denbire, büyük bir coşkunlukla onu kollanr arasına aldı, sardı: — Gitme, gitme, kal,... — diye: fısıldadı. Genç kadın, âşıkane, uzun bir nazarla erkeği süzdü; ve: — Hayır, şimdilik gitmeliyim canım... Yarın coşkunluğun geçer. | Aramızda kıskançlık — davaları başlar... Boşanalım... Ancak o za- man... Beni affedebilirsin ve tek. rar mesut olabiliriz... bir gürültü duyuldu. Kulak verdi. ler. Dışarıdan gelen birçok atlı- lar şatonun avlusuna giryorlardı. Hasan, daha doğrusu asıl lâka- biyle Kara Hasan Genç Aliye — bu lâkabı da ona Tevhit reisin a- damları koymuştu — fısladı: — Nöbetçi şövalye bizi aramak- tan dönüyor galiba.. Şimdi onba- şıyı, diğer muhafızları, ve belki de Dobüssonu arıyacak, hakikati anlıyacak. Hakikaten o sırada şövalyenin kalm sesi uzaktan duyuldu: — Muhafız onbaşı Yorgi nere- de? — Birinci şövalyenin yanında.. Kara Hasan devam etti: — Eğer daha beş dakika zindan- | da kalsaymışız mahvolacakmışız.. Şimdi vakit geçirmeden sür'atle şövalye Dobüssonun odasına koş- malıyız. Birkaç dakika sonra odanın ö- nüne gelmişlerdi. Genç Ali odaran kapısını açmak istedi. Muvaffak o- lamadı. Kapı kilitliydi. Halbuki| aşağıdan gittikçe yaklaşan ayak sesleri duyuluyorda. Hem yalnız bu kadar da değil, ikisine de öyle geliyordu ki sanki zindan istika: metinden de bir takım boğuk ses- ler duyuluyordu. Bu belki bir ve- himdi. Zişe dYE e Genç Ali sordu: ; — Neyapacağız? i — Kapıyı kırmak için vaktimiz yok. y aa — O halde.., ; Ü Ce — İlk girdiğimiz yolu takip e- deceğiz. Bizim odaya girelim. Hiç vakit geçirmeden o istika- mette seğirttiler. Odaları açıktı. İ- ——— - Krş — Tz — Tayyare sesi gelmiyor ama kış- lanın yanındaki evde kavga ediyorlar! Nakleden : (Hatice Sürevval (HABER | AKSAM POSTASI IDARE EVI ) Istanbul Ankara Caddesi Posta kutusu : İstanbul 214 Telgraf adresi: Istanbul HABER Yazı işleri telofomnu : 22872 idare ve ilân 124370 ABONE ŞARTLARI Türkiye Ecnebi Senelik 1400 Kr. 2700 Kr. 6 aylik 730 » 1450 « 3 aylık 400 . — 800 » * aylık 150 « 200 « İLÂN TARİFESİ Ticâaret ilânlarının satırı 12,80 Resmi ilânların 10 kuruğştur. Sahibi ve Neşriyat Müdürü: Hasan Rasim Us Ş#t ü Brarr çeri girdiler. Pencere de birkaç saat evvel bıraktıkları gibi bulunuyordu. Hemen dışarı çıktı- lar. Ayni yolu takiben — şövalye Dobüssonun odasına vardılar. Ha- san pencereyi açmak istedi. Fakat pencere açılmadı. Şövalye Dobüs. son kapadıktan sonra içeriden de emniyet çengelini takmış bulunu- yordu. ğ . Genç Ali: — Şimdi ne yapacağız? diye dü- şünürken Kara Hasan bir omuz vuruşta camı kırarak içeri atladı. Ali de kendisini takip etti. İçeri girdikten sonra hemen gizli kapı- nın önüne geldiler. Biraz uğraş- tıktan sonra kapıyı açtılar. Kara Hasan hemen cebinden çakmağını çıkarıp yaktı. Karanlık dehliz gö- ründü. i Tam bu sırada dışarıdan Do- büssonun kapısı vuruldu. Ve nö- betçi şövalyenin kalın sesi duyul. du: ; — İçeri girebilir miyim muhte- rem sîıâıyor? Kara Hasanla Genç Ali vakit kaybetmenin tehlikesini anladık- larından süratle deliğe daldılar. Ve merdivenlerden sessiz, fakat süratle inmeğe koyuldular. Tüneli de ayni hızla geçtikten sonra ağa- cın içine geldiler. Biraz sonra da dışarıda idiler, Genç Ali sordu: | — Şimdi ne yapacağız? — Doğru Kanlı balta meyhane- sine gideceğiz. Genç Ali bu gece o kadar gay- ri tabit ve fevkalâde vakalarla kar- şılaşıyordu ki hiç hayret etmedi. Kara Hasanı takipetmekte devam etti ; agin? . . * Bu sırada Kanlı balta meyhane- sinde şöyle bir sahne geçiyordu. Kırmızı sakallı Jak, Valero hâlâ ayni meyhanede bermutat tahta bacaklı meyhanecinin şarap diye iddia ettiği ispirtolu çamuru bor- ca içiyorlardı. Ve günlerini tama- miyle iki Türke küfretmekle geçi- yorlardı. Ah, yirmi bin altın bağı- ra, çağıra ellerinden nasıl gitmiş- t1? Bir türlü hiddetleri ve kinleri yatışmıyordu. Şimdiki halde Valero anlatıyor, ve kırmızı sakallı Jakla sayısı bir hayli azalan adamları kendisini dinliyordu: — İki şeytanı, daha doğrusu Ancello ile Robertoyu adım adım takip ettim. Ve takip ediyorum. Onlardan intikam almak, ve ge- bertmek benim en büyük gayem- dir. Ve bu gayemde er, geç mu- hakkak muvaffak olacağım. Hele şinıdi, bu geceden sonra onları eli me geçireceğim günün pek ziyad yaklaştığını anladım. ; —— Ne demek istiyorsun? .— Size baber veryim. İki şey- tan, yani Ancello ile Roberto, ve yabut şatodaki isimleriyle Kara Hasanla Genç Ali bu gece şatodan sır olmuşlar. —- ğ açık

Bu sayıdan diğer sayfalar: