o zaman... İhaneti kendisine haber ver mektuplara nefretle bakıyordu. Onları okuyor, tekrar okuyor, iz - zeti nefsini darbelemesinden âde- ta acı bir zevk duyar gibi satırları tekrar tekrar okuyor, öfkesi, kıs kançlığı arttıkça artıyordu. Bu işin hakikat olduğundan ba zan şüphe bile ediyordu. Gözleri -! ne inanmıyordu. Çünkü insanlar - | da daima kendi kendini kandırar bir saf taraf vardır. O bu ha -| lin basma gelmesine bir türlü ihti. | mal veremiyordu. Sonra, öz ben - liğiyle alay ediyor, söyleniyordu: — Niçin benim başıma gelme. sin? Ne fevkalâdeliğim var? Se | zarlar, Napolyonlar bile bu yol - dan geçmiş... 2 ». » | Kâğıtları fırlattı. Bir müddet öyle, dalgın, durdu. Sonra, gene öfkesi alevlendi, Kadmı öldür | mek hevesi, yüreğinde uyandı. Fakat bir ses: | — Öldüremezsin... İşte bunu Yapamazsın! — diyordu. İ Kıskançlık coşkunluğiyle ba - gırdı; | — Öldürmeme cidden lâyiktir. | Her kadından fazla, o buna müs - ' Salim, karısı için neler yapma- Mwşt? Ne kadar onu şrmartmış, o e ve kadar lüks içine boğmuştu. İYİ giyinen kadın oydu. Buna "SMEn ne masraf etse az görür - dün lez oihise istese “altısı birden alırdı. Üstelik onun namı - na bankaya müthiş bir para yatır. merştı. Ve bu parayı günden güne arttırıyordu. Kadm ise, kendisine “daima mültefit ve minnettar görünürdü. , 7 Beni çok şımartıyorsün! — diyerek güzelliğine emin bir ka - m cilvesiyle yeni yeni şımarık - iklar icat ederdi. v. O ne sokulgan kediydi öyle... * Salimi ne kadar sever görü. ler dü, O güzel kafanm içinde ne- Seçtiğini nasıl keşfederdi? Ah, öldürmeliydi, öldürmeliydi... # La : pen ihtişamı ve güzelliğiyle ıdan içeri girdi. Bir kitapta duğu şu cümle aklına geldi: e harbeden bir ordudan çok tehifkelisin, sevgilim!,, uyg amın öfkesi, en hâd devreyi ala, u. Beyni çatlıyacakmış gibi k Bu hiddete ümidi kırılmış | Mi lek katılıyor ve kadmı * 1, ve bir kat daha cazibeli gös- ordu, ka kadm, tereddüt ve kor - kı * 9danın ortasında kaldı, Er. » kısık bir sesle: İng, Alsak,.. Sefil, — diye ba - İle O, müphem, ufak tefek şüp. le kıskançlık kavgası çıkara- erd sözleri söyliyecek erkek İrem değildi. Mutlak hakikati Ky işti. Bir şey biliyordu. N inn bacakları titredi, Ren- adı. Korkuyla büyü - leri, kocasmdan ayrıl - in N homurdandı: : » Sen ölüme ne lâyiksin! agır afih, bu feryatta, öfke tin le beraber, kelimele « Yörga Simi olmadığı da anlagilı Yüreğinde bir his kabarıyor, bu güzel mahlükun velev kaba - hatli olsa dahi, ölmesini günah telâkki ediyordu. Kadın, tatlı bir sesle: — Evet, belki doğru... Fakat... Ve başımı eğerek: — Fakat ben seni seviyorum... Evet, her şeyden çok seni seviyo - rum... Fakat, ne yapayım?. Ka - bahat bende mi?... Yaradılışım bu! Yaklaştı. Küçülmüş, mahcup, müteessir ve tessürünnün içinde büsbütün cazibeliydi. LR mam Erkek, alay ederek: — Beni mi seviyorsun? Senin ağzında aşk kelimesi çürüyor. Fakat, öfkesi yavaş yavaş aza İsyordu. Hiddetini zorla muhafa - za etmek istiyordu. Kadmın mev- cudiyeti, ihanet acısını dahi ben- liğinden kovuyordu. Kadın, büsbütün tatlı bir sesle: — Belki... — dedi.. — fakat i- nan... Hakikati söyliyorum... Seni seviyorum.. Ah, çok iyi biliyorum, yaptığım iş kolay kolay affedil .. raez, Zaten ben kendi kendimi af. fetmedim... Ölünceye kadar ken - dimden nefret edeceğim, Benim gitmemden, senden ayrılmam - dan başka çare olmadığını da bi - liyorum... Ve gideceğim.. Salim! Salimciğim... Canım, benim! An - lamıyorum, bilmem nasıl oldu?... Mukavemet edilmez bir his dahi olup olmadığını tayin edemiyo . rum, Maamafih, irademden kuv - vetli bir şey, beni sürükledi. — Laf... Laf... — Yok, öyle söyleme... Laf de. gil. Ben kendi kendimle konuşur gibi konuşuyorum. Biliyorum ki, bana inanmıyacaksın. Ne desem gene nefret edeceksin. Mademki beni öldürmiyorsun, o halde gide. yim. Fakat, bırak, birkaç saniye daha yanında oturayım. Senden ayrılmak o kadar acı ki... Sen be- nim bir ilâhımdın! Hayatımın en güzel, en temiz, en saf tarafı!.. Asıl saadetim! Ve işte bu saadet © kılıcını Yorginin kılıcına doladı. Tefrika No. 48 Yazan: a da Murad Sertoğlu Kara Hasan bir omuz vuruşta camı kırarak içeri daldı. Ali de kendisini takip etti. Hemen gizli kapının önüne geldiler Maamafih Ali de kendilerinin kurtulmalarına sebep olacak ka - dar zincirleri gevşek bağlamış o lan Yorgiyi yaralamak istemiyor J du. Bunun için seri bir hamle ile Ve bir çekişte elinden aldı. Artık hiç bir kurtuluş ümidi kalmamıştı. Bunugören şövalye hemen yere diz çöktü. Ellerini ka- vuşturarak yalvarmağa başladı: — Asil silâhşorlar, bilirim ki be. nim gibi ihtiyar, ve kuvvetsiz bir adama kılıçla saldırmıyacak dere cede mertsiniz. Size karşı sırf asa- biyetime kapılarak söylediğim söz lerden dolayı beni affediniz. Mer- hametli silâhşorlar! Hasan haykırdı: — Affetmek mi? Bunu asla ü mit etme.. Senin gibi korkunç bir canavarı öldürmek insanlık namı na bir vazifedir. — Ah merhametli, ve iyi yürek. ji Türkler. Sizin ne kadar iyi in- sanlar olduğunuzu, acizlere karşı nasıl muamele ettiğinizi dünyada duymıyan kalmamıştır. Bu esaleti- nizi muhafaza ediniz. Ve beni ök dürmeyiniz. Söyleyiniz! Size her ne isterseniz, ne kadar paraya ih- tiyacınız varsa haber verin, derhal takdim edeyim. Yalnız bana ha- yatımı bağışlaymız. Beni öldür. meyiniz. Size ne isterseniz vere- yim, Bütün Akdenizi haraca kesen, koca Osmanlı imparatorluğuna ka. fa tutan şövalye Dobüsson şimdi i- ki Türkün ayaklarma bir köpek gi- bi sarılıyor, ve yalvarıyordu: — Beni öldürmeyiniz! Beni af- fediniz! Kaybedilecek vakitleri yoktu. Hasan Aliye bir işaret etti. On beş dakika sonra şövalye İnosan da dahil olmak üzere bütün adamları zincire vurulmuştu. Bundan son- ra kapıyı açtılar. Ve dışarıdan tek- râr kapadılar. Şimdi şatonun bomboş koridor. larından geçiyorlardı. Odalarda Tevhit reis, diğer birçok şövalye- met ediyordu. Fakat nöbetçi na- mına şatonun tâ dış kapısında mev cut dört kişiden başka kimse yok- tu. İkisi de seri adımlarla kapıya doğru ilerlediler. Kapıdaki dört nöbetçiyi de nasıl olsa haklıyarak dışarıya çıkabileceklerini umuyor- lardı. Fakat tam merdivenin alt katın. da idiler ki birdenbire dışarıdan bitiyor... Onu aptalca bozdum, | Smmm mahvettim... Âdeta dini bir huşu ile kocası » na uzun uzun baktıktan sonra ya- vaş sesle: — Haydi, gideyim... Fakat bir kere daha seni öpeyim... Kadının hali, sözleri, yüzünün acıklı ifadesi, erkeği yumuşatıyor. du. Yanına yaklaşmasına müsaa- de etti, Kendini öptürdü. Ve bir denbire, büyük bir coşkunlukla onu kolları arasına aldı, sardı: — Gitme, gitme, kal... — diye fısıldadı. Genç kadın, âşıkane, uzun bir nazarla erkeği süzdü; ve: — Hayır, şimdilik gitmeliyim canım... Yarm coşkunluğun geçer. Aramızda kıskançlık (davaları başlar... Boşanalım... Ancak o za- man... Beni affedebilirsin ve tek. rar mesut olabiliriz... mette seğirttiler. Odaları açıktı. İ- lanın yanındaki evde kavga ediyorlar? bir gürültü duyuldu. Kulak verdi. ler. Dişarıdan gelen birçok atlı- lar şatonun avlusuna giryorlardı. ! Hasan, daha doğrusu asıl lâka- biyle Kara Hasan Genç Aliye — bu lâkabı da ona Tevhit reisin a- damları koymuştu — fısladı: — Nöbetçi şövalye bizi aramak-! tan dönüyor galiba.. Şimdi onba- şıyı, diğer muhafızları, ve belki de Dobüssonu arıyacak, hakikati! anlıyacak. | Hakikaten o sırada şövalyenin| kalm sesi uzaktan duyuldu: i — Muhafız onbaşı Yorgi nere- de? — Birinci şövalyenin yanmda.. Kara Hasan devam etti: — Eğer daha beş dakika zindan- da kalsaymışız mahvolacakmışız.. Şimdi vakit geçirmeden sür'atle! şövalye Dobüssonun odasına koş-! malıyız. Birkaç dakika sonra odanın ö-! nüne gelmişlerdi. &nç Ali odaran kapısını açmak istedi. Muvaffak o- lamadı. Kapı kilitliydi. Halbuki aşağıdan gittikçe yaklaşan ayak sesleri duyuluyorda. Hem yalnız bu kadar da değil, ikisine de öyle geliyordu ki sanki zindan istika. metinden de bir takım boğuk ses- ler duyuluyordu. Bu belki bir ve- himdi. Genç Ali sordu: — Neyapacağız? — Kapıyı kırmak için vaktimiz yok. i — O halde. Si — İlk girdiğimiz yolu takip e- deceğiz. Bizim odaya girelim. Hiç vakit geçirmeden o istika- — Tayyare sesi gelmiyor ama kış- AKSAM POSTASI IDARE EVİ Istanbul Ankara Caddesi Posta kutusu : İstanbul 214 Teigr&t adresi ; Istanbul HABER Yazı işteri telotonu : 21879 idâre ve ilân 24370 ABONE ŞARTLARI Türkiye Ecnebi 1400 Kr. 2700 Pr, 730 , 1430 Senelik 6 ayık 3 syik «09 800. * ayi SO , 309 » İLÂN TARİFESİ Ticaret ilanlarının satırı 12,50 Renmi ilanların 10 kuruştur. Suhubi ve Neşriyat Müdürü: Hasan Rasim Us ğ z çeri girdiler, Pencere de birkaç saat evvel bıraktıkları gibi açık bulunuyordu. Hemen dışarı çıktı. lar. Ayni yolu takiben © şövalye Dobüssonun odasına vardılar. Ha- san pencereyi açmak istedi. Fakat İ pencere açılmadı. Şövalye Dobüs. son kapadıktan sonra içeriden de emniyet çengelini takmış bulunu- yordu. ; Genç Ali: — Şimdi ne yapacağız? diye dü. şünürken Kara Hasan bir omuz vuruşta camı kırarak içeri atladı. Ali de kendisini takip etti. İçeri i girdikten sonra hemen gizli kapı- İ nm önüne geldiler. Biraz uğraş- tıktan sonra kapıyı açtılar. Kara Hasan hemen cebinden çakmağını çıkarıp yaktı, Karanlık dehliz gö. ründü. i Tam bu sırada dışarıdan De- büssonun kapısı vuruldu. Ve nö- betçi şöralyenin kalın sesi duyul. du: — İçeri girebilir miyim muhte- rem sinyor? Kara Hasanla Genç Ali vakit kaybetmenin tehlikesini anladık. larından süratle deliğe daldılar. Ve merdivenlerden $essiz, fakat süratle inmeğe koyuldular. Tüneli de ayni hızla geçtikten sonra ağa- em içine geldiler. Biraz sonra da dışarıda idiler. Genç Ali sordu: — Şimdi ne yapacağız? — Doğru Kanlı balta meyhane- sine gideceğit. Genç Ali bu gece o kadar gay» ri tabii ve fevkalâde vakalarla kar- şılaşıyordu ki hiç hayret etmedi. Kara Hasanı takipetmekte devam etti, “ # : Bu sırada Kanlı balta meyhane- sinde şöyle bir sahne geçiyordu. Kırmızı sakallı Jak, Valero hâlâ ayni meyhanede bermutat tahta bacaklı meyhanecinin şarap diye iddia ettiği ispirtolu çamuru bor- ca içiyorlardı. Ve günlerini tama- miyle iki Türke küfretmekle geçi- yorlardı. Ah, yirmi bin altın bağı- ra, çağıra ellerinden nasıl gitmiş- ti? Bir türlü hiddetleri ve kinleri yatışmıyordu. Şimdiki halde Valere anlatıyor, ve kırmızı sakallı Jakla sayısı bir hayli azalan adamları kendisini dinliyordu: — İki şeytanı, daha doğrusu Ancello ile Robertoyu adım adım takip ettim. Ve takip ediyorum. Onlardan intikam almak, ve ge- bertmek benim en büyük gayem- dir. Ve bu gayemde er, geç mu- hakkak muvaffak olacağım. Hele şimdi, bu geceden sonra onlar; eli. me geçireceğim günün pek ziyade yaklaştığını anladım. — Ne demek istiyorsun? — Size haber veryim. İki şey- tan, yani Ancello ile Roberto, ve yahut şatodaki isimleriyle Kara Hasanla Genç Ali bu gece şatodan sir olmuşlar.