Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.
V"—'nbe teyzenin döktüğü ilâç bro- İi “den birkaç ziya dalgası geçti. Bah- “Yüyordu. Anlaşılan Penbe - Rakım - &ğır bir örtü gibiydi. Ağabey: y h_hîîı bugün yarın zavallı kadı- YaAZzanm: HALİDE ELİB 133 “ Osman Rakımı tuttu, oturttu: “ “Kendine gel, Rakım amca., Mürdür. Sinir ilâcı... En azgın pe- Filerin sinirlerini bile uyuşturur.,, — Odanın beyaz perdeleri üstün- “çede biri feneri sallırya sallıya yü- kavgasının gürültüsünden hiç biri kapıyı duymamışlardı. _' “Osman kalktı: “Teyze, paltomu ver. Ağabey gelmiş olacak. Ben kahveye çıkı- Yorum.., Sokakta soğuktan parmakları- Nin ucu sızlryordu. Ağabeyle omuz î.müzı yürüdüler. Fenerin ışığın- “da, tepelerindeki kurşun renkli gö- 'ğün daha aşağı, daha tepelerine Öf’i'.'l'u inmiş olduğunu hissediyor- Jardı. Adetâ barut renginde kalm, “Kar fırtınası geliyor.,, dedi. Kahvenin kapısı açılır açılmaz her köşeden “Akşam şerifler hayır Olsun!,, sesleri çıktı. O gece kahve — doluydu. Fakat yüzler pek ıeçilmi- Yor. Cigara dumanı sisi kahvenin heı- kîâşeîîn! bürümüş. Camlar ha- ş '“lm peticeresi gibi terliyor. Tez-| Zâhınm yanmdan fincan tabak tı- .ı“'îlıı semaverden akan sıcak su SSt - Bürültusuna k arıI$Iyor. Çirak elle- rıni kırmızı beyaz yollu peştemalı- nın altından çıkardı, gelenlerin Yüzüne bakmağa bile lüzum his- üü tasden ocağa seslendi: * “Bir şekerli, bir sade. t Kahvenin çerçeveleri, kapı ara- ı'EI sıkı sıkı kapalı. İçeri bir tek hefes hava girmiyor. Keskin bir knhve kokusu, tömbeki ve tütünle, 'Elr bır nefes kokusuyla karışmış, Ü&n damın burun deliklerinden ciğer- ne gu-ıyor Hıııı Osman o akşam az konuştu. Ra- n vaziyeti, anlattığı rüya, so- ._- Aktaki sıkıntı onunla kahveye ka- “ar gelmişti. Bll'denbıre rüzgâr çıktı, kapı, , Çerçeve yerlerinden oynadı. h“keı birdenbire: çu ' “Kar fırtınası. », dediler. ' rlrgm duramadı, kalktı. Rabia Ğ nadan biraz sinirlenirdi, Onun d:“ldekı endişe ve yeis azıcık kahye halkıma sirayet etmişti. ııd“i © mırdar kokulu, ağır hava- "*C Rabianın hayali de Osman- _"'ı * ile meşguldü. Günü artık ı yaracaklar... o——n lıahveden çıkırkan ma'- !efkıt hissetti. Herkes ya- *th': inin kulağına yavaşça: “AlL &hm'- laylık versin.,, diye fısılda- 4 W— feslerini muhıfm için ; "“"' ıkııı de koltuğuna aldı. Fe- S b * ire sönmüştü. Sabit bey ı M““nlundın yakalamış, K3 Tepelerinde saçak- tâ, '*inden koparacak gibi rüz- (Nakili, tercüme ve iktibas hakkı mahfuzdur.) | faktayım. Fırtıma uykumu kaçır- o;eaen gelen nargile| ne bir baca uçup düşmesine mun tazır. Mutfakta lâmba yanıyor. Rakım mangalın başına oturmuş, cigara içiyordu. “Ne haber, Rakım amca?,, “Güzellik... Yukarda çıt yok. İs- tersen otur, Sen de bir cigara tel- lendir.,, “Yok, oıkayım. Belki Rabia uya- nır. Ne rüzgâr, ne rüzgâr!,, “Bir şey İâzım olursa, ben mut- dı.,, Daha doğrusu Rakım o hafta çok az uyumuştu. Üst katta, ima- mın vaktile yattığı odada yatıyor- du. Son hafta zihni, imamın Ra- bianın çocukluğunda oynadığı u- macı rolü ile meşguldü. Bilhassa Rabianın rüyası, çin- genenin hezeyanları bu akşam onu daha hassas yapmıştı. Yukarı çık. sa imam, beyaz sarığıyla karşısına çıkacak gibi geliyordu. Bu akşam beklemeğe karar ver- götüreceklermiş gibi korkuyordu. Şimdi Osmanm yukarda olması o- nu hayli teskin etti. Cigara elinde daldı. Rüya ıörmelıhıh&- Hep Ra-| bia. Uzun örgülerini sallıya sallı- ya, elinde zerzevat sepeti dükkâna geldiği gün. Tevfiğin çılgınlığı.... gal ediyor. Kadm gibi yumuşak kestane rengi gözleri yaşlı: “Kork- ma Tevfik, ben varken Rabianın mine çalışıyor. Fırtına dışarda azıyor. Kiremit- ler birbirine giriyor. Bu takırdı u- yuyan cücenin dimağında eski ra- mazan davullarını canlandırıyor. Mahalle çocukları bir ağızdan ba- ğirışıyorlar: “İşte geldi, işte gidiyor; işte 'el; di, işte gidiyor, dum, dum da, dum dum. Dum dum da, dum dum!,, Kim geldi? Kim gidiyor? Rabia mı? 'Rabiadan fazla rüyasını Tevfik iş-| — kırlına zarar gelmez.,, diye onu te- (Devamı var) _YAZAN; —53— — Aman Ömerciğim, ne tuhaf- sın sen de.. O İngiliz kadınını damla zehirle öldürmekten daha kolay ne var ?! Bir dövüşten sonra.. Bu sırada odanın kapısı çalını- yordu. Leylâ, Prens Ömere cevap ver- meden kapıya koştu.. Birdenbire İbrahimle karşılaşınca küçük di - lini yutarcaşına bağırdı: — Ah.. Siz misiniz? a Leylâ, Prens İbrahimin içeriye de, İbrahim ısrarla odaya girdi. — Vay.. Ağabeyim de burada imiş !... Ömer omuzlarını kaldırarak: — Ne istiyorsun? Diye haykırdı. Ömer kardeşini gm kâ - pürmüştü.. İbrahimin üzerine yü - rüdü: — Odamda ne işin var, alçak? ederek cevap verdi: — Senin ne işin var burada? — O benim karımdır... — Bundan kimsenin haberi yok. Senin karın otel Bristoide ©- turmıyor mu? — O, benim hiçbir şeyim değil. Ben Leylâ ile evleneceğim. Leylâ benim nişanlımdır.. Haydi çık dı- şarıya l.. - İbrahim ;bu ..ıhıhmeam j dışarıya çıkmak mııeden — Nezaket denilen bir şey var- dır ağabey! Ben bir uşak değilim ve seni bayağı bir apaş mevkiinde görmek istemem! İnsanca gel - dim.. Kapıyı vurdum.. Ve evimiz- de misafir bulunan bir Türk hanı- mımnın hatırımı sormak istedim. — Evimizde misafir bulunan bir kimse yok. O burada temelli olarak kalacaktır, anladın mı? İbrahim alay eder gibi bir ta - vırla güldü: — İnsan, alacağı bir kadını ih mal eder de atellerde sakladığı kapatmasiyle hayatını geçirirse Leylâ hanım gibi ince duygulu ve zeki bir kadım buna nasıl taham- / O5KOLALI ISHAK FERDI mül eder? Sen ya çıldırmışsın.. Yahut öteki kadının aşkından ne yaptığını bilmiyorsun, ağabey! Ömerin sabrı tükenmişti.. Göz leri bir an içinde kan çanağına dönmüş gibi — kıpkırmızı oldu.. Kardeşinin boğazına sarıldı: — Alçak! Sen benim işime ne- den karışıyorsun? Sözden anla - mıyan köpekleri işte böyle tekme ile kovarlar... Diyerek kolundan sürükledi.. Kapıdan dışarıya attı. Ömer, İb - rahimden çevik, kuvvetli bir a - damdı.. O kardeşinin üzerine atıl. dığı zaman, Leylâ; — İşi azıştırmayın.. Şimdi yan- gın var diye bağırırsam; bütün ev halkı buraya toplanır.. Rezil olur- sunuz ! Demişti. Bereket versin ki, İb - rahim ağabeyisine karşı fazla te- cavüz ve mukabeleye kalkışma - dan, sadece küfrederek salona çe- kilmisti Ömer kapıyı kapadıktan son - ra, masasının önüne — oturdu.. Hiddetinden yumruklarmımı müte - madiyen masanım üzerine vuru yor ve: — Ben artık bu evde dura mam.. Diye söyleniyordu. » Leylâ, İbrahimin tekme ve to - htlı kapı dışarı altılmasından çok müteessirdi. Fakat, Ömerin bir kere babaları tutmuştu.. Ona İbrahim lehinde ufacık imalı bir söz söylemek bile, kurulmuş bom- bayı ateşlemek kadar tehlikeli o. lacaktı. Zeki kadın bu tehlikeyi sezince Ömerin yanma sokuldu.. müuz alırım! bir Alnına dökülen saçlarını okşamıı ğa başladı: — Kardeşine karşı niçin Bı. kadar sert davrandın, Ömer? Hiç yoktan sinirlerini bozmakta nme mana vardı? Ömer kudurmuş bir aslan gibi kükredi: — Ne yaptığımı, ne söylediği: mi bilmiyor değilim, Leylâ! Ak - lım başımda.. Muhakemem yerim- de. Artık bu hayata nihayet vere- lim.. Ben sana ayrı bir ev tutaca « ğım.. Benimle gelir misin? j — Hemen şimdi.. Ömer geniş bir nefes aldı; - ? —O halde, ben gideyim.. Dost- larımdan birinin boş ve kiralık, hem de mobilyalı bir evi var.. Ü- nu tutayım.. Bu akşam oraya taşı- nırız.. Kâhyasız, üzüntüsüz yaşa - rız, Zaten bu evde kaldıkca nikâ- hrmızm olmasına da imkân yok. Biliyorsun ki annem, bu işe hiç ta- raftar değil. Onun dıhnden de kurtulmuş oluruz. Leylâ sevindi: — Ah, ne âlâ.. Hür ve ıerbeıl yaşıyacağız. Bize kimse karışrmu « yacak.. Bir hizmetçi tutarız.. Hem ben çok iyi yemek de pişiririm, Ömerciğim! Ömerin sinirleri yavaş yavaş yatışıyordu. Onun Leylâdan ayrıl. masma imkân yoktu. Artık bütün dertlerini, gizli üzüntülerini Ley - lâya açmıştı. Ö gün annesinin ya - nından çıkacaklar, ayrı yaşıya « caklardı. , Ömer ayağa kalktı: — Haniya, sen sabahleyin ba- na, o kadından yakamı kurtarmak için yardım edeceğini söylemiş - tin! Bana bu hususta nasıl yardım edebileceğini anlatır mısın? — Aman Ömerciğim, ne tuhaf- sın sen de!... O İngiliz kadınımı bir damla zehirle öldürmekten daha kolay ne var?! ! — Ne dedin.. Zehir mi? — ÜÖyle ya.. En kestirme kur D tuluş volu. (Arkası var) î"_ KOCAMLA b*!beı- gelmişti. Herkesirf zih- VA DEĞ A DA Tetftirka No.53 Her ne olursa olsun ben şimdi onun — azametli ciddiyetine, kayıtsızlığına hattâ benim uyanık ve ha- Taretli hareketlerimin tamamen zıddı olan soğuk tav rına oldukça alışmıştım. Yalnız onda tahammül ede- mediğim şey gülüşünde ve gözlerinde sezdiğim alay. dr! Bu bir çift mavi gözler kayıtsızlık ve istihza ro- lü oynamakta sanki birinciliği kazanmıştı. Bazı za- manlar ince dudakları genç ve parlak bir çocuk gü. lüşüyle açıldığı halde vakit vakit de horluyan, küçül /ten bir istihza ile bükülüyordu. Onun kayıtsızlığı ba- na da tam bir kayıtsızlık vermişti. Bütün hareketle- timi, jestlerimi ve tuvaletimi istediği kadar en buz gi« bi bir tavırla inceliyen bu uzun bakışa dayanabili- yordum. Fakat ille o gülüşü!.. İlle o gülüşül!.. İşte buna bir türlü ahışamıyor ve tahamtmnüil — edemiyor- dum. Bu müstehzi gözler karşısında kıpkırmızı olu. yor, bütün benliğimi şiddetle bir hiddet sarıyor, is- tihfaflarına, beni ansızın kamçılayan alaylarına ken- y N _Woh Oımn her an tepesi-, dimi kaybe,dcı:c_k kadar isyan ediyordum. Böyledakıkalardabendem yınlnmak.onu küç"jmk için ymrdm Sesimin tonu bu isteğimi ona hissettirmiyor de- ğgildi. Sert sözlerimi anlamamazlıktan gelir, hiç bir şeyin sarsamıyacağı iyi kültür görmüş bir adammn kayıtsızlığı ile susardı. Onun bu kayıtsızlığı ve susması — ile benim de hiddetim yatışır biraz sonra bunu unuturdum. Şunu da söyliyeyim ki Arif Nedretin çatısı altında geçir- diğim ilk haftalar hakiki bir sükün içerisinde ve gü- İlk kavgamız öteki kadına ait olan bir robu giy- diğim akşam patladı. Koyu mavi ipekten bu elbise itiraf edeyim ki be- nim bütün vücudumu hoş bir şekilde sarıyordu. Be- ni arkamdaki bu robla görür görmez alnı sanki bir şeyi hatırlamak istiyormuş gibi kırıştı. Sonra biraz sararmış yanıma geldi. Robu işaret ederek — sert bir sesle: — Şunu şimdi arkanızdan çıkarınız dedi. Sanki bir hırsızlık yaparken yakalanmış gibi kıpe kırmızı öldüm. Müthiş bir surette kaşlarımnı çatarak: — Hadi! Simdi, hemen çıkaracaksınız, Size bu kadınr bana hatırlatmamanızı söylememiş miydim! — Düşünemedim... Sözümü keserek: nız. Çünkü hoşuma gitmiyen bir şeyi keyiflendirecekti. Bu sözler beni kendimden geçirdi. Kuru bir 8es- yapmak sizi le: — Yanılıyorsunuz! dedim. Sizin hoşunhzı gidipı -— — Hayırl! Beni sinirlendirmek için bunu yap&- ; gitmiyen şeyler neme lâzım. Böyle sanmakta garip bir surette aldanryorsunuz. — Öyle ise öteki kadınım tenezzül etmediği şeye leri ne diye sırtınıza giyiyorsunuz. Kelime çok zalimdi. Rengim sapsarı oldu: — Siz hakkımda ne düşünürseniz düşünün beııi alâkadar etmez. O kadının elbisesini giymeme gehn- B AMAİA | ce çünkü evinizdeki hanımlık rolünü yapmağa gar- ı__ Ş drobumdaki elbisem yetişmiyordu. Asık çehresinden bir teessür gölgesi geçti. Bf.ıı den bu kadar sade bir cevap beklemiyordu, — Niçin bana söylemediniz? - Acı bir şive ile: — İstemeğe alışık değilim! ç e — Siz söylemeden ihtiyaçlarınızı benim mi iq— fetmemi istiyorsunuz ! — Böyle bir fikir bana gelmedi. Yalnız eviniz- de geçirdiğim birkaç aylık bir tecrübe için kendime © ayrıca bir bütçe yaptırmağı lüzumsuz buldum. (Devamı var) â;i y # ”a rfl İ îı İ