Bile bile iâdes! Genç kadın pastahaneden içeri girdiği vakit, halinden belliydi ki, birini aramıyor, fakat sonradan gelmesini bekliyordu. Her sefer olduğu gibi, bu sefer de ilk gelen oydu. Uzak, karanlık bir kö;sds Joşça yer seçti. Masa - nın başına oturdu. Garsona: SE Min'dky ii ağ Eldivenlerini asabiyetle çıkar -| dı. Yanan avularmı mermere da. Yyadı. İçinde bir korku var: — Ya gelmezse... Bu heyecan üç çeyrek saat sür. dü. Nihayet, gilmek üzere kalka cağı sırada “onun,, geldiğini göt | dü. Köşesinden kımıldamadı. El .! leriyle işaret ederek, içinden gel -| e» sahte bir tebessümle gül - Delikanlı, acele etmeksizin, & - deta lâkaydane yaklaştı. Malike - nin elini srktr. Yorgun bir tavırle karşısına oturdu. — Geç kaldım... Hava çek sr — Evet... Hakikaten çok sıcak... Ben de şimdi geldim... Kalkalım “Burası insanı boğuyor. | Delikanlı saatine bâktız >— Haklısın, fakat vaktim yok.. Ancak bir çeyrek kalabileceğim. V salla Niçin bu kadar telâş ediyor p ? Akşam yemeğini be- raber yemek İSin eve geleceğini a Sevdiğini” bildiğim - ı en bir manyonezli ıstakoz hazır Mi Bir de mükemmel pilâvlı indi! Yoksa bu yemeklerden bık- tm mi?... — Pıkar mem? B'lâkis bayı . lim V. : alnız bir iş icin saat sekiz © ranlevilm var. ij Ne çıkar? Ben seni kaça ka- dar istersen beklerim... Daha da olmazsa geç vakit yeriz, supe o lur. Zaten böyle değişiklikleri ben severim, ir sıkarak, boyalı dadak. yle gülümsiyordu. Fakat göz :| lerinde heyecan görülüyordu. Delikanlı, Malikenin yüzüne dan cevap verdi: — İmkânı yok, cicim... Bütün Seceyi de yemek yediğim adamla Reçirmeğe mecburum... Sonra o, “ön vapurla Kadıköyüne geçecek, Ümidi sönmüş bir sesle, kadın. “Ağız yavaşça mırıldandı; — Yatmağa gel. Cevdet, işitmemezlikten geldi. Kadınsa, bu cüretkâr teklifi tekrarlamadı. Üç aydanberi, o, di gece yatmağa gelmiyordu. vaktiyle bütün zamanını | | | giye hasrettiğini unutmuştu. a işte karşısında otu- . Fakat, aralarında , Menlar var. ji Ne barip! Bir erkek, eskiden kar IğI, şımarttığı bir kadının #sında bu derece soğukkanlı tabiliyor. Halbuki bir de aksi bi, düşünün: Cevdet, Malikeye i, » bu kadar alâkayı bile kendi. zorlıyarak, fedakârlık kabi - <n yapıyordu: nar ing ter Artık seni sevmiyorum ! Ye. : Sak demek daha kolay sele - Erkek, kolundaki saatine baktı, kadın, onun elini yakaladı: — Cevdet... Ne zaman tekrar görüşeceğiz? — Bilmem... Şey... Bir küçük seyahat yapmak mecburiyetinde yim... Haftays yola çıkıyorum. — Fakat bir haftalık vakit var... Bugün Salı. — Malikeciğim... Yavrum.. Dehşetli meşgulüm... Tasavvur e demiyeceğin derecede... Vaktim olursa sana telefon ederim... — Pekâlâ... Ne zaman, hangi saatte İstersen telefon et... Fakat bana ya bir öğle, ya bir akşam yemeğine gel, Sesi titriyerek ilâve etti: — Zannetmem ki, bu senin için o kadar müşkül olsun... Zira ben her an seni bekliyorum. — Peki, peki... Mutlaka bir ça-| resini bulacağım. Genç kadın, tuttuğu eli kendi - ne doğru çekti. Hasretle onu öptü. Cevdet, birdenbire yerinden fırladı: — Amma da geç kalmışım. Müsaade »uersen seni beklemiye yim. Ben çıkıyorum. Malike daha fazla ısrar etme - di, . » 4 Bir saat sonra başka bir kadın la karşılıklı yemek yiyorlardı ve erkek bu yeni dostuna anlatıyor - du: — Malikeden nasıl kurtulaca - ğımı bilemiyorum... Mütemadiyen anlamamazlıktan geliyor... Feci... — Doğruyu söylemeğe ergeç mecbur olacaksm! Zaten baştan da onu yapmalıydın. — Artık zemini hazırladım. * Diğer taraftan, Malike, hizmet. çisine telefon etti. Akşama eve dönmiyecekti. Zira “Onun için, hazırladığı yemeği bir başma ye - mek pek hazin olacaktı. Zaten pek tıkanmıştı. Dertleşecek, ken . disini teselli edecek birisine ihti - yacı vardı. Pek sevdiği ihtiyar bir dul arkadaşının evine gitti. Ka . dıncağız, başkalarının aşk mace-| ralarını dinlemeği pek severdi Malikeyi görür görmez sordu: —E... Ne oldu? Kandıramadın. değil mi? Bu akşam da gelmemiş olacak? — Elden ne gelir?.. Zaten şaş. mıyorum, Bu sabah haber verdi - ler; kaç gündür peşine adam tak- mıştım. Her akşam yeni tanıdığı bir kadının evinde yemek yiyor - muş, Manyonezli ıstakozu sevdiği için biraz kandırıım sanmıştım. Geçen sene hiç dayanamazdı. Hem seyahate çıkacağını da söy. ledi, Maamafih, vaziyeti bilerek gittiğim için darbeyi serin kanlı - lıkla karşıladım, Yalnız gitmeden evvel, mutlak bir gün gelmesi için son derece israr ettim. “Hayır,, di- yemedi. Ben, mütemadiyen anla - mamazlıktan geliyor, kendimi ü - mit içinde gösteriyordum. Çünkü bilirsin ya, her şeyi öğrendiğimi farkederse artık bir şeyden çekin-| mez ve o zaman hiçbir bağ kalmı.| yacak.., ». Nakleden: (Hatice Süreyya) Kara Hasanın elinde kılıç çelik bir yılan cibi kıvrılıyordu. Cellât mahvolmuştu. Pa'asiie kendisini korumaya çabalıyordu Şövalye ulur gibi emir verdi: — Gebertin şu mel'unları! Derhal altı kılıç öne doğru uzan dı. Ve zindanda görülmemiş bir çarpışma başladı. İki Türk kılıçları şimşek saçan iki buluttu sanki.. Nasıl sağa sola yetişiyordu? Buna şövalye Dobüs- son da, muhafızlar da, hattâ bun- ların arasında bulunan onbaşı Yor gi de, cellât da şaşıyordu. Hasanın sesi duyuldu: — Son defa teklif ediyorum. Teslim oluyor musunuz? Dobüsson kuduruyordu: — Teslim olmak mı? Ah küs- tahlar, siz pek ileriye vardınız! Göstereceğim size ben gününüzü. Haydi aslanlar şu hainleri geber- tene iki bin altın var. Bu vaad üzerine şövalyenin a- damları yeniden küfürler ederek saldırdılar. Çarpışan kılıçların çe kardığı sesler zindanın içinde kor- kunç akisler yapıyordu. Fakat, hayır.. Nafile! Hiç bir şey para etmiyordu. Hasanın erkek sesi yeniden du- yuldu: — Pek âlâ öyleyse! Alın baka- lam! Iki Türk bir anda ileriye doğru bir hamle yaptılar. İki feryat yük seldi. Bir muhafızla bir cellât ya- mağı yere yuvarlandı. Bir hamle daha yaptılar. Kıhç:| | ler bir daha çarpıştı. İki feryat da. ha yükseldi, Bir muhafızla bir cel hareketlerle palasile kendisini ko- rumaya çabalıyordu. — Al bakalım sana! Kara Ha- san bir doğru hücum yaptı. Kılıcı elinde bir şimşek gibi parladı. Fa kat birdenbire: — Ah! diye havkırırak düştü, Ne olmuştu? Bunu eski ismiyle Roberto ye ni ismiyle Ali de anlıyamadı. Yal nız bir anda Hasanı kılıcını elin- den atmış, iki eliyle yüzünü kapa tarak yere kapanmış gördü. Bunu şövalye Dobüsson da, Yor gi de ve cellât da görmüşlerdi. Şö valyenin zebirli bir yılan ıslığın- dan farksız sesi yükseldi: — Şimdi elime geçtiniz. Ah ah mahvoldunuz. Akibetinizi düşün- dükçe ben bile titriyorum. Size öy-! le işkenceler yapacağım ki, sizi o! şekilde geberteceğim ki aç kurtlar! tarafından parçalanmak, yahut kızgın demirlerle vücudunuzu dağ. layıp şişliyerek öldürülmek bir ni- met gibi gelecektir. Alinin ince sesi yükseldi: * vere | yi) lât yamağı daha yere yuvarlandı | | # Geriye kalan onbaşı Yorgi ile asıl ba rüle Sm cellât sapsarı kesildiler. Ve geriye doğru kaçarak şövalye Dobüsso- | di nun yanında yer aldılar. Bunlar ö-. ge soldan ikinci ile sağdan birinciye mürlerinde böyle silâh kullanan a-| birer mektup var' dam görmemişlerdi. Dobüsson da sapsarı kesilmiş, gördüğü manzaradan dehşetli su-| rette ürkmüştü. Bir an gözlerini kapıya doğru uzattı. Fakat imkânı yok.. Şeytan gibi kılıç kullanan iki Türk tam karşılarında Okapı ile kendileri arasında ve ancak beş a- dım ötedeydiler. Kara Hasanın o, insanı çileden çıkaran kahkahası yükseldi: — Hah, hah, hah! Ne o? Keyfi- niz kaçtı zannederim muhterem şö- valye! — Şeytanlar canmızı alsın! Hay di aslanlar, gösterin kendinizi. Şunları gebertene on bin duka var, kete getirdi. Zindanı titreten kor- kunç bir nara atarak palasını sa- vurarak atıldı. Kara Hasan ile görülmemiş bir şekilde vuruşmağa başladılar. Ha. ra Hasan hâlâ gülüyordu: — Sen de kanına susamışsın ga- liba! Kolları bağlı bir adamın ense sine palayı indirerek kendisin! ö- bür dünyaya göndermek kolay iş- tir, Haydi şimdi göster bakalım kendini! Sâna öyle bir oyun yapa-| cağım ki! Kara Hasanın elinde kılıç çe- lik bir yılan gibi kıvrılıyordu. Cel- lât mahvolmustu. Ancak şaşkın On bin altın sözü cellâdı hare-| Postacı — sahnede durduğunu: bi sıraya dizildiniz değil mi? İçiniz. .— öldüümn bu vazoyu hediye et- | sek acaba nasıl? | — Fena değil ama bu vazoyu bize o hediye etmişti. HABER AKSAM POSTASI IDARE Evi Istanbul Ankara Caddesi Posta kutusu ; Istanbul 214 Telgrar adra$i : istanbul HABER Yazı işleri telofonu YANI idare veliğn 24370 ABONE ŞARTLARI Türkçe Ezmek Benek V4noMr 270046. & aylık 0730 ,, taso 3 avi 400 Boo. * ayi 50 , o 309 İLÂN TARİFESİ Hesret hanlarının Süte, 12,90 mas! Mümlarm VO Kurustur. Sahibi ve Neşriyat Müdürü: Hasan Rasim Us Basıldığı yer (VAKİT) matbaası — O kadar acele etmemenizi bir daha tavsiye ederim. Kahbelikle her zaman parti kazanılmaz. Da. ba evvel sizinle bir erkekle döğü- şür gibi döğüşüyorduk. Fakat ar- tık sizin bir erkek değil | bir kah» be olduğunuzu anlamış olduk. Al bakalım cellât! Bunu bak ettin! Boğuk bir hırıltı yükseldi Ali nin kılıcı cellâdın boğazını deli- vermişti. Cellât hırıldıyarak yere yuvarlandı. ' Cellât bunu hakikaten hak et mişti. Çünkü Hasan ile çarpışırken birdenbire sol elinde tuttuğu mes şaleyi karşısındakinin suratına fır» latmıştı. Bittabi bu beklenilmiyeri hâdise karşısmda Hasan kılıcını atmış, elleriyle yanan yürünü kas patarak yere kapanmıştı. Ve bu hareket şövalyeyi sevincinden kus durtmuştu. Fakat gördüğünüz gibi bu 46“ vinci hiç d» uzun sürmemişti. İlkin ci Türk, palasını yere kapanan Ha. sanm kafasını uçurmak için kaldır. dığı anda kılıcını cellâdın boynuna sokuvermişti. Bu dehşetli manza- ra karşısında şövalye de, Yorgi de İ beş adım geri çekilmişlerdi Onlar bu zayıf nahif delikanlıdan bu des rece müthiş bir hücum ve hamle asla beklemiyorlardı, Ali, hâlâ yerde kapalı Hasana sordu: — Nasılsın Hasan? — Sen kendini kolla Ati! Dik. kat et, bu kahbeler sana da bir o- yun oynamasınlar, — Cevap vermedin, sen nasıl sın? — Ehemmiyetsiz. Yalnız yüzüm biraz yandı zannederim. Sen be nimle meşgul olma, kılıç nerede? — Yanmda.. N Hasan kılıcını kayradı. Önce dizleri üstüne doğruldu. Sonra a yağa kalktı. Sol eliyle hâlâ sim“ siyah olan yüzünü tutuyordu. Ali derhal cebinden bir mendil çıka» rarak Hasana uzattı. Hasan bus nu alarak yüzünü ve gözlerini sil- di. J Büyük bir tesadüf eseri olarak meşale Hasanın ancak bıyıklarmı, kaşlarmı ve kirpiklerini yakmış, fazla ziyan vermemişti. Yerde kan içinde upuzun yatan cellâdı görün- ce vaziyeti anladı: — Hayatımı kurtardın, Ali! des di. — Şimdi bunun sırası değil. Va kit geçiyor. l Bütün bunları korku içinde sey» reden şövalye bir anda iki Türkün yeniden üstlerine doğru geldikleri. ni görünce büyük bir heyecana düştü. Bu sefer de Yorgi kılıcı e« nde olduğu halde şövalye Dobüm sonun önüne geçmişti. Ali hiç va. kit geçirmeden bu sefer de Yorgi ile çarpışmağa başladı. Doğrusu Yorgi bütün kuvvetile ve mabarsiile garpişıyordu. Ve Vue ruşları, hamleleri gayet ciddi idi, Fakat kaç para eder? duran a