Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.
— KUKU A T T —— O ” aP tagenye eT a Z, vr UU ' d, İ aa * : AA ü ee di PF Yâöazam: HALİDE EDİB - 405 “Allah selâmet versin, yavrum.., “Rabia abla, çok kalma ha...,, “Ayol ne oluyorsunuz? Hacca gitmiyor yal,, Bu, Rabiann Sinekli Bakkaldan ilk ayrılışı. Siyah atlar uçar gibi sokaktan geçti. Cüce arkalarından bir maşraba soğuk su döktü. Penbe ile Rabia arabada, mek- tepleri tatil olmuş çocuklar - gi- biydiler. Köprü, Galata... Niha- yet gözlerini açıp kapamadan Be- bek. Mabeyncinin yalı kapısını si yah setreli iki uşak açıyordu. Si- yah atlar, yokuşu uçar gibi tır- mandılar. Evin önündeki boşluk- ta siyah, yaşlı bir halâyık ayakta | onları bekliyordu. O, Penbe ile arabadan çıkınları, bohçaları çı- karırken, Rabia durdu, etrafı sey- retti. Batıydı. Koy, mor , lâal bir havuz gibi. Üstündeki renkleri bir sihirbaz üfledi, soluverdi, suların üstüme lâcivert gölgeler indi, gök- te yıldız serpintileri belirdi. Rabia, bu güzelliği yadırgadı. İçini çekti. Döndü, eve girdi. Taş- lıkta renkli bir fener yanmış. İki odanın biri Penbenin, taş oda mut- fak. - İkinci kata. |beşialtı b“'m.&k ınerdıvenle çdnlıyor Sofaya bir masa koymuşlar, yemek odası yap- mışlar. Karşılıklı iki büyük oda var. Hepsi camlı köşk gibi. Hep birbirine bitişik pencereler. Bura- sı, mabeyncinin, okiıyan, 'yazan, ve muııkı;ınas bir iki isim sahibi ecdıdı tarafından yapılmış. Ki- Ooo hem de Rabianin en çok-ıevdiği kitaplar... Hep ta- riE...AEvliyaÇelebi, Naima .. Sazlar var... Ud, tef, piyano!.. tap var... “Açık pencerenin önünde dur- du. Boğaziçi gecesi siyah bir ipek perde gibi karşı kıyılara iniyor. Karanlığın serinliği Rabianın ya- nan yanaklarmda,. Ufuklar şekil- leri ancak sezilen sırtlar, ağaçlar ve sularla çevrilmiş. Hepsi, en a- çık duman renginden, abanoz gibi siyahlığa kadar varan gölgelerin içinde yüzüyor gibi. Osman bu güzelliğe bayılacak. Fakat Rabianın içine - gariplik çöktü. Burnunun direği sızlıyarak Sinekli bakkalı özledi. Bütün hu- dutları elle tutulan, gözle görülen, küçük sokak. Bu dumanlar, bu el- den, gözden kaçan ufuk ve karı- şık şekiller... Etraf. bomboş, İn- sandan hâli. Halbuki Sinekli bak- kalda mahalleli şimdi akşam na- mazından döner, biribirine sesle- nir.., Yoğurtçular geçer... Rabia, ömründe bir köşe daha dönmüş gibi. Köşeleri o hiç sev- mez. Dönerken insan asıl kendisi- ni arkada bırakır, köşenin bu ta- rafında başka bir insan ölüverir. Fakat arkada bıraktığı (kendisi) de peşini btrakmaz. Her köşe dön- inekli ölmektir,” !—IABER — Akşam postası — 25 SONKÂNUN — 1936 kkal ( Nakil, tercüme ve iktibos hakkı mahiu.. -.. en önde, en eskisi en arkada... Ard arda yürüyen bir sıra in- san... İşte bunların hepsi birden bir tek Rabia. Karanlıkta bir düdük öttü. Si- yah, uzun bir sekil, baştan başa ışıklar içinde bir vapur koyun ka- ra boşluğunda, ipek suları yırta- rak geçiyor. Osman bunda ola- cak. Rabia merdivenleri atlrya- rak indi. Evin önündeki boşlukta durdu bekledi. Nihayet çakılların üstünde ayak sesleri. “Osman, sen misin?” “Beni mi bekliyordun, Rabia?,, Bir gölge yaklaştı. Rabianın ince kolları gölgeyi sımsıkı sardı. Osman düşündü. Rabia bu akşam bambaşka bir kadın. Aşina muhi- tinden ayrılır ayrılmaz, mütema- diyen etrafına saçtığı, dağıttığı benliği hep bir araya toplanmış. Belki ilk defa burada Osman Ra- biaya tamamen sahip olacak, Kal- bi gümbür gümbür atmağa başla- dı. Sofada üç kişi, hep kendi dü - şünceleriyle baş başa, sessiz sada- sız yemek yediler. Yemek bitince üçü de dışarıdaki sükütu dinliyor gibi yerlerinden kalkmadılar. Ve birdenbire, bariton bir ses dışarı- da, (Müse) nin “Ayrılmak biraz. şarkısını — söylemeğe başladı. Rabia bir şey hatırlamağa çalı- şarak yüzünü buruşturdu. (Devamı var) TEŞEKKÜR — Gureba hasta- hanesinde tedavim — esnâsında göstermiş oldukları hazakat ve ihtimamdan dolayı Doktor Os - man Şerafettin, Ekrem ve yüzba- şı Hasan ve başhemşireye teşek- kürlerimi alenen bildiririm. ALİ ZAYİ — 334 senesinde İstan - bul İmalâtı harbiye usta mekte - binden aldığım tasdiknamemi za- yi ettim, Yenisini çıkaracağım - dan eskisinin hükmü olmadığı i - lân olunur. İstanbul Seyrüsefer muha- sebesinden Recep yörük YAZAN: Leylâ, arkadaşı Nerminden intikam almak fırsatını bulmuştu. Yılmaz İ KOLALI İSHAK FENRDİ , _=ğ_' “Şu gezel ellerinizi öpmeme müsaade eder misiniz?,, diyerek... Leylâ, Nerminden nasıl intikam alıyor? Leylâ o gece Şakirin tevkif o - lunduğunu anlayınca, günün bi- rinde kendisinin de aynı âkibete uğraması ihtimalini başlamıştı. Yılmazı kırmak istemiyordu,. Rakı sofrasını mezelerle do- natmıştı. İçinden pazarlıklı insanlar gi- bi, nihayet Yılmazın da hakkın - dan geleceğine imanı vardı; Deli gibiydi... — Ah, Yılmaz beyciğim... Bu gece sinirlerim o kadar bozuldu ki... Diyerek, biribirini , . tutmıyan cümlelerle itidalini- muhafazaya çalışıyordu. İ Yılmaz bey: İ — Şakir gibi yakışıklı bır kaca- dan ayrılmak kolay değil, Leylâ hanım! Fakat, insan mükaddera- ta boyun iğmeli.. Madem ki yapı: lacak bir şey yök... Beyhude üzül. mek, ağlamak neye yarar?! Diyerek, Leylâyı avutmak ve sinirlerini yatıştırmak istiyordu. Yılmaz o gece epeyce içmişti. veklerlâreizlil döşli VA oswr ea - sersemleşiyor, bayılır”gibt olayor' sofra birden bu sersemliği gidi - yor.. Aklı başına geliyor ve gül- meğe başlıyordu. Yılmaz bey Leylânın kokain çektiğinin farkında değildi. İspirtonun tesiriyle, aralarında- düşünmeğe ki dostluk biraz daha derinleş - mişti. Leylâ: — Yaftın Şakiri tevkifhanede görebilir miyim? — Sizin ona bir yardımınız dokunamaz mı? Diye soruyordu. Yılmaz, Leylâya son cevabını vermişti: — Şakir, tanınmış bir adamı yaralamıştır. Benim elimden hiç bir yardım gelmez. Necdet beyin iki maruf vekili var. Onlara han- gi kuvvet tesir yapabilir? Şakiri İi KÜ BAA LA ğildir. Cuma günü tevfikhanenin ziyaret günüdür. Herkes gibi siz de gidip görebilirsiniz! Leylâ, Yılmazdan ümidini kes- mişti. Rakı kadehini eline alarak sor- du: — Şakir en ışagı ne kadar ceza yer..? — Beş sene... Leylâ içini çekti: — Beş sene... Ben beş sene son- ra ihtiyarlamış olacağım, — Beş seneden daha az ceza yiyeceğini zannetmem. Çünbtü Necdet beyin yarası çok ağırdır. Vurduğu kamanın ucu tamam ye- di santim içeriye g'rmiştir. Bu ha- sapça yedi sene ceza görmesi İt - zım. — Her santim için Öyle mi? Gülüştüler, İçtiler... İkisi de susuyordu. Vakit çok geçti... Saat üçü bulmuştu. Yılmaz bey: — Mahkemedeki şehadetiniz . den dolayı size bir hediye almak istiyorum, dedi, ne istediğinizi so- rabilir miyim? bir senv... teşekkür ederim! .- Şimdilik neye ihtiyacım olduğunu ben de bilmi- yorum. Ne alırsanız memnuniyetle kabul ederim. — Demek intihap hakkını ba- na veriyorsunuz? - — Yılmaz rakısmı içti: — Ben, riyasız olarak söylüya - rum, sizin kadar , kibar ve gözü tok bir kadın görmedim. Sizin iyi- liklerinizi ölünciye kadar unutmı- yacağım ! f İ Leylâ bu iltifatı görünce, hatı- rima bir şey gelmiş gibi, birden gözlerini süzerek Yılmazın ağzı - na bir meze uzattı: — Ben de şimdiye kadar, sizin gibi nazik ve merhametli bir za- bıta memuruna rastlamamıştım..! — Almanyada çok duygulu ya- ni merhametli kimseleri zabıta mesleğine almazlar. Malüm ya, ben de orada tahsilimi ikmal et * tim, Bilhassa vazifebaşımda (kâ* nun ve adalet) ten başka bir ş€Y düşünmem, — Sizden küçük bir tavassut rica etsem... — Elimden gelirse esirgemem: — Benim akrabamdan genç bif çocuk var. Yüzü gözü açılmamı$ bir genç. Darülfünuna devam ©* diyor. Bir gün nasılsa, Şişlide Nermin isminde bir kadmna kanıl: mış. Kadın, şeytan mrı şeytan« Kurt mu kurt. Çocuğun ailesi ba: na yalvarıp duruyor: Zavallı gen ci bu aşiftenin el'nden kurtarmak mümkün değil mi? Yılmaz bey gülerek s'garasın! tellendirdi: — Bundan daha kolay ne vııl'ı a canım! Siz hemen bana bu ka- dının adresini veriniz.. Yarın .cl" bma bakarım. Leylâ, Nerminin Şişlideki evini tarif etti: — Kumar, kokain, icki.. Her nB ararsanız bu evde., Zevallı çocuk, bütün bunlara alışacak... A'ııaıa bozulacak... Ailesi matem icin * de... Temiz ve asil bir yuvayı fe" lâketten ve yıkılmak tehlikesin * den kurtaracaksınız, Yılmaz bey! K RaKERaAK KWCLERMLİLİNI GÜT GÜTME waü terine yazdı: MA MA | — Hiç merak etmeyin! Ben za' ten böyle batakhanelerin derhal kapatılması taraftarıyım... Yılmaz defterini ceb'ne koyar* ken, Leylânın sol elin' tuttu: — Ah, ne güzel elleriniz varr Leylâ hanım! Bir genç kız elin * den daha zarif... — Yok canım... Nerde © ecki güzel ellerim! Geçen seneye ka * dar hiç bozulmamıştı. Şakirden önceki kocamın zamanında, e'imi sıcak sudan soğuk suya sokmaz * dıim.., Yılmaz gülümsedi: — Elinizi öpmeme müsaa 1? eder misiniz? — Vallahi siz Almanyada çok Almanlaşmışsınız... Bu da soru'u! mu hiç..?! (Devamı var) görmeğe gelince, bu güç bir iş de- KOCAMLA V/ A Tetirka No.25 Sözünü keserek: — Hayır dedim, Vaziyet ayni değildir. VAA savidir. — Bilâkis bunun büyük bir ehemmiyeti vardır. Benim güzellik veya çirkinliğim hakkında geçen Omuzlarını silkerek biraz hırçın: — Benim için ne ehemmiyeti var ki? Benim gus- tolarımı sormaya lüzum görmeden uğraşıyor. — Sonra acı bir gülüşle ilâve etti: — Karımın güzel veya çirkin olması bence mü- epeyce emin olmanız için bir tecrübeye çok lâzımdır, Ayni itiraz her ikimizin ağzından birden çıktı: - — Asla! diye bağırdım. K Arif Nedret: girişmeni? — İmkânı yok! dedi. Noter bu şiddetli itirazlarımız karşısında hiç is* tifini bozmadı; sükünetle: — Şu “asla,, ve “imkânsız,, kelimelerini hele bir kere ortadan kaldırınız. İkiniz de biribirinizi bilmmiy sunuz, Biribirinizi anlamadınız! Bu malüm.. Fakat dükçe bir yeni benlik... En yenisi Noter topuğunu arı sokmuş gibi şiddetle bana bu sözler beni sinirlendirmeğe başlamıştı. Asabi bir döndü, sabırsız ve titiz bir hareketle: sesle: — Niçin? dedi. — Niçin böyle lüzumsuz şeyler söylüyorsunuz? — Çünkü Arif Nedret Bey benim ismimi — alan dedim. sarışın, zarif, şık kadının hoşuna gitmek için bunlearı yaptı.. Halbuki ben?... Daha ilk gördüğü saniyede en küçük izahatımı dinlemek istemiyerek beni kapı dışa- rı etti. İçimdeki derin kine rağmen bu sözlerimi — sesim hiç titremiyerek, dudaklarımın ucunda küçük bir te- bessümle, yavaşça söylemiştim. İhsan Bey gülmekten kendini alamadı. Fakat Arif Nedretin yüzü gene karanlıktı. — Çok kincisiniz, Samiye hanım! Sizin yerinizi tutan kadın hakikaten çok güzeldi.. O sarışındı — siz esmersiniz.. Saçların — rengi bir kadını güzellikten menedeceğini sanmıyorum.. Siz ne dersiniz Arif Bey? — Niçin lüzümsuz olsun? Karısının güzellik ve ya çirkinliği hakkında bir kocanın fikrini sormak bence hiç te lüzumsuz bir şey değildir. — Kocalı.. diye alayla gülmekten kendimi ala- madım, Noter hararetle: — Evet, dedi. siz kanuni ve şer'i bir — izdivaçla evlisiniz. Hattâ'her ikiniz de ailelerinizin arzusile bu- gün evlenmiş bulunuyorsunuz. Bunun için ne Samiye hanımın arzusuü gibi bu izdivacı feshetmelidir, ve ne- de Arif Nedret beyin söylediği gibi ayrı yaşamalıdır. Bunları yapmadan evvel yapılacak çok mühim bir şey vardır. O da; Bir arada — yaşamıyacağınıza evvcice akrabanızın arzusu gibi tanışacaksınız. İkiniz dt iyi kültürlü gençlersiniz. Bu söylediğim tecrübeyi bü bir hüsniniyetle ve halisane yapacağınızdan em .İ Bu işte en doğru ve en mantiki yol ancak ve anti bu tecrübeye girişmenizdir. Dilim tutulmuştu. Gözlerimi çok sakin gdrüng noterden Arif Nedrete, Arif Nedretten notere çe'r;, yordum. Genç adam çok sinirli ve titiz görünüy? Sonra hiddetle: Ş — Beni affediniz, azizim İhsan Bey. Evv” sizinle konuştuklarımızdan bu derecelerde aykıTı: _,4 riç bir teklifte bulunacağınızı hiç beklemiyordum" -(Devamı var) . s'