HABER — Aksam postası 9 SONTEŞRİN —1905 Kaya Oğlu Tabiatla, vahşi hayvanlarla ve birbirleriyle boğazlaşan insanların heyecanlı romanı /n kli Bakla yazam: 7 AYM ela del 36 Fakat en çok şaştığı şey hiç musı- ki bilmiyen Tevfiğin sesindeki adetâ vahşi ahençe, bütün seyirci- lerin hayranlığı idi. Rabia, perde arkasında tef ça lar, cüce ile beraber, cinler, peri- ler ve ismi olmıyan “göstermelik, , ler, perdeye çıkınca, murtusunu, iniltisini, vızıltısı hülâsa her lâzım gelen pürültüle- rini yapardı. Perdenin önündeki iskemlelerin birinde dalma başına küçük gelen fesivle Persprini otu- rur, arkada, hasırm üstündeki ço- cuk alayı arasında Vehi:i Dedenin uzun külâhı görünürdü. İkisi de sallana sallana gülerlerdi. Fakat bahçeyi en çok çınlatan Rabianm şakrak kahkahasıydı. Son gece Tev'.k, küçük seyire - lerine bedava şeker dağıttı. Onla: da dükkânm önüne yığıllılar oyuncak davullarını vwa vura Ra mazana ve Tevfiğe “İşte geldi işte gidiyor, beyitini bir ağızdan söy- liyerek veda ettiler . (Nihayet ellerinde fenerlerini aşağı yukarı sallıyarak kırık kaldırmalarını, çö- ktik saçakları yer yer aydınlatarak geçtiler, gittiler. Vehbi dede , ar kalarından : oa'arm ho- “Her şey an, an nur içinde, son ra daimi karanlık... İşte geldi, işte gidiyor... İnsanm ömrü, kâinetın hayatı nur içind: bir an görünüp, sönen hayal... Bir gölge oyunu!,, dedi. Misafirler yukarı çıkmca çin- gere Penbe ile Şevket ağa ellerin de yemiş. tepsileriyle geldiler. Mutfakta onlara yemiş, kahvaltı hazırlanırken yukarda her akşam- dan fazla bir muhabbet havası esiyordu. Kimi cigara içiyor, ki- mi hâlâ gülüyor, Tevfik koca bi: mendil ile alnını siliyordu. Dede dedi ki: “Peregrini, dostum, Tevfik kâ- ğıt parçalarını yaşatırken, fikrin maddeye ne kadar hâkim olduğu: nu düşündün mü? Fikir gidince in. sanda kâğıt gibi cansız, mânasız oluyor. Bu akşam “İsâ, nın şu sözlerini hatırladım: “Allah ölü) lerin değil, dirilerin Allahı!,, Peregrini ömründe ilk defa fel- sefi bir bahse girmek istemedi. O, Tevfiğin cinleri, perileri oynatır. ken çıkardığı sesi taklide çalışr yordu, Galip diyordu ki: “Beni dinleyin, çocuklar. Bu bin senelik Karagözü zamana uyan kıyafetlerle yenileştirsek... Mese lâ kızıl sultanı ve avenesini per- deye çıkarsak, cinayetlerini, re zaletlerini, zulümlerini teşhir et- sek, memleketinde ihtilâl olur mu dersiniz?,, , Cücenin gözleri evlerinden fır- ladı: “Galip bey, padişaha dil uzat. ma, yoksa hepimizin derisini diri diri yüzerler, içine saman doldu. rur, güneşe asar, kuruturlar.,, Tevfik çenesini kaşıdı: (Wakil, tercüme ve iktibas hakkı mahfuzdur.; “Nafile üzülüyorsun, Rakım. Bu zamanda deği! büyüklerin tak- lidini yapmak, insan kendi karısı- nın taklidini yapsa, sürüyorlar Ben İstanbulda yaşamak, İstan. bulda ölmek istiyorum.,, Zaten bağırmaktan kısılan sesi, hemen hemen işitilmiyordu, gör leri dolmuştu. Birdenbire girdiği hapishaneyi, çektiği sefaletleri ha- tırlamıştı. Kapının aralığından, elinde tabak, sofadan geçen Rabi» ayı gördü: “Benim gibi cahil, kimsesiz ada- ma,büyüklerin teveccühü lâzım, her işin başında, kıçında büyükle re dua...,, Fakat, san'atın kudreti ona, ka» fasınm gizli bir köşesinde Zati be- yin Geliboludaki sefahat gecele rinden çıkarabileceği sahneyi dü şündürüyordu. İki ay sonra Kabasakai kıraat. hanesi sahibi dükkâna geldi. Kı- raathaneyi yeni boyatmış, baştan başa kırmızı peloş döşeme koydur- muştu. Haftada bir gece olsun Tevfik gelir, meddahlık eder miy- di? Eski oyuncunun gözlerinde! şimşekler çaktı, yutkundu. Kıra | athane sahibi hemen kabu! edecek zannetti. Fakat gözlerindeki ateş birdenbire söndü, başını salladı kat'i bir sesle: “Olamaz.,, dedi. Bir hafta sonra ayni adam ge- ne geldi. Kıraathanede cuma ak. şamları Karagöz oynatmasını tek: lif etti. Bu defa kara taliinin pen- çesi onu gırtlağından yakalamış giybiydi. “Olur.,, dedi. Xx Rabia babasına gidince bütün mahalle gözünü açtı. İmamın ve Eminenin nasıl vaziyet ulacağını tetkike koyuldu. Fakat Hacı flha- mi efendiyle kızını en çok çeke miyenler bile, onlarm vakur bir vaziyet aldıklarmı, hislerini her ne olursa olsun *le güne renk ver- mediklerini itirafa mecbur »ldu- lar. İmam bir intizar vaziveti güdü- yordu. Rabianın hafızlıktan ka-| zandığı para, pasanın kâhyası va sıtasiyle eline geldikçe Tevfik ve Rabia ile kendini bir nevi mütare- ke aktetmiş farzedecekti. Bil'yor- du ki torununun kazancını ona hiç bir kanun vermiyecekti. Paşa. nın, ve tarafeynin rızasiyle yap tıkları bu mukaveleyi bozmak işi- ne gelmiyordu. Emineye tenbih. leri pek katiydi. Sinekli Bakkal sokağından hiç geçmiyecek, Rabi- adan komşulara hiç bahsetmiye- cek, Selim paşanın karısına — şa- yet sokakta veyahut bir yerde te sadüf ederse — terbiyesizlik etmi- yecekti. Emine bu şartları iste" istemez kabul etti ve ilk aylar Rabiaya beslediği gayzı una, yalnız beş vaktinde beddua etmekle tatmin etti, (Devamı var) İ rüyaya benziyen derin bir kaygısızlık Yazan: Rosny alrd * Türkçeye çeviren: Naciye İzzet — Mamutlar , No.30 uzaklaşır- al < Lİ yi 8 ( N larken gece adamları ii Şimdi ne yorgunluk ne de acı du- yuyordu. Gene yaşamak (sevinci ile sarhoş olmuştu. Durmadan koşuyor * du. Koştu. Koştu.. Yıldızlar dallar a -| rasından sızıyordu. Ağaçlar, yaprak - lar, iğreti otları, çimenler, sarmaşık lar yavaş bir yelle titriyordu . Genç kız kolları açık yere düştü. Yorgun » luk bir yılan gibi her yanma sarılmış, onu yırtıcıların ağzına bırakmıştı. Uyanınca ay İyice tepeye çıkmıştı. Yırtıcı bir kuş iri bir mekik gibi te - pesinde dolaştı, Bir hayvan gölgelerle dolu bir yerde otluyordu. Biraz doğ * ruldu, Çevresinde korkunç irl gölge - ler gördü. En yakınında olanı yedi yaban ö - küzü büyüklüğünde görünüyordu. Kı- zıl yosunlarla kaplı bir kayaya ben - ziyordu. İri bir kaya kümesi gibi baş la başlıyan gövde iri yılanlar gibi bir kuyrukla bitiyordu. Beyaz boynuz lar on geyiğin boynuzları kadar ge - nişti. Gövdesile karnı iri dört ağaç göv desi kadardı. Çiğdem mamutu tanıdı. Onlar milyarlarca yıllardanberi bu odmanlarda yaşıyorlardı. Soyları git. tikçe azalmakta idi. Yaban Domuz o gullarımın kızı kaçtığından beri onları görmüş olmakla beraber şimdi, aym donuk ışıkları altındaki bu görüş bam başka idi. Bütün duygularımı uyuştu - ran bir korku duydu. Gözlerini, daha ötelerde ağaçlar altındaki öteki ma - mutlara çevirdi. Orada ay ışıkları iri damlalar gibi yağıyordu. Bu iri gö * delerin verdiği şaşkınlık o kadar bü yük oldu ki korkuyu unuttu. Birisi o nu küçük bir kertenkele yavrusu gib” ezebilirdi. Korkunç mahlüklar uyu - yorlardı.. Göğüslerinden çıkan, gök - gürlemesine benziyen oluklar bütün ormanı dolduruyordu. Bu öldürücü ormanlarda onlar için korkulacak bir şey yoktu, Ne kaplan, ne aslan, ne de boz ayı onları korkutamazdı, Kargılı, sivri taşlı gece adamları bi Te onları ürkütemezdi. Yalnız onlarla arada bir çarpışan gergedanlar vardı. Bunlar sivri hoynuzlariyle çok kere - ler onların karınlarmı delebilirlerse de mamutlâr da bütün ağırlıklarile onları ezerler, ve hortumlarile O yere çarparak parçalarlardı.. Yalnız bu kar şılaşma o kadar az olurdu ki bu ma - mutlarm soyları onları tanımazlardı bile, Milyarlarca yıllardanberi mamutlar içinde yaşadılar. Bu sıcak © yerlerde! soyları gittikce azalıyordu. Aşağılar - da, sonbaharda suların buz tultuğu so guk yerlerde daha çok (yaşıyorlardı. Yalnız buradakiler bunt bilmezlerdi. Onların kaba, sert beyinlerinde istik - bal kaygısı yoktu. Gelişi güzel yaşı - yorlardı. Yaz zamanları tüylü deri - lerile çok sıkıntılı çok ağır oluyordu. Bu çok uzun günlerde serinlemek için ırmaklara, sulara, göllere girerlerdi.. Sonbahar ayları taze bir yaşamak için de geçerdi. Gün ağarmadan aya donuk bir renk vermişti. Güneşin ilk mrklariyle gökyüzündeki ateş renkli bulutlar a rTasından, sürü sürü serceler geçti. Çiğdem artık korkmuyordu, Mamut -| lar uyanmışlardır. Gexç kız ölüm üy-! kusu gibi ağır bir uyku ile uyurken onu ilk gören birisi yanına yanaşarak koklamağa bosladı. Hayvan kaba duygusile anlamıştı: Mademki bu küçücük mahlik kımıl -| danmıyordu öteki varlıklara dokanan varlıklardan değildi. Bunun üzerine toprağın şu küçük köşeciğinde kendi| haline bırakmağı muvafık buldu.. İ Genç kız uyanmca gene onu kokla | dı. Çiğdem de buna alıştı. Bir kaç| kere korkusuz savuşturulan bir şeye! alışılır. Mamut Çiğdeme ehemmiyet veriyordu: Bir geyiğe, bir atmacaya aldırmadığı gibi. Mamutlar daha otlu bir yere git * mek için uzaklaşırlarken gece adam - Tarı korkusile o da onlarm peşi sıra gitti. Kendini koklıyan Mamutun ya - nında gidiyordu. Ötekiler de yavaş yavaş alıştılar. Hepsi bir kere genç kı zı kokladılar, Bir gün böylece (geçti. Mamutlar kabuklar, taze saplar, çi menlerle otlanırlarken o da kendisine çerizler, besleyici mantarlar, kökler buldu. Ikinci günü sanki aylardanberi ma- mutlarla birlikte imiş gibi sürüye i... yice karışmıştı. Genç kızın kokusuna o kadar alışmışlardı ki onu unutmuş lardı bile, Onlar demek adamlardan daha iyi idi, Hiç birisi onu öldürmeği ona acı çektirmeği (düşünmüyordu. Onlar bir yere bağlanmaksızım orman ları, bataklıkları dolaşıyorlardı. Top- rak rengindeki küçük gözleri her ya. nı iyice görüyordu. Yalnız ince duy * gularile bir korku sezdikleri “vakit vahşileşiyorlardı. Çiğdem onların ya- nında gücü yetmiyenleri boğazlıyan Yaban Domuz oğullarından, Kaplan oğlu gibi adamları bulunan Gökırmak Ilardan çok daha iyi yaşıyordu. Böy. le olmakla beraber ara sıra derin bir tasa varlığını sarıyordu, Kardeşini dü şünüyordu. Yüreğinin gizli bir köşe * sinde dahi vahsi savaşçının düşüncesi yaşıyordu. 2g? Bu iri direkler gibi gövdelerin da - ha yakından yürüyerek, yerden kökler çıkararak, taze fidanları uztarak bel ki onları kendisine daha çok alıştıra- bilir, daha teklifsiz olabilrdi. falnız bu iri kümeler, bu balçık| renkli tüyler, bu yılanlar (gibi kuy * ruklar genç kıza ürküntü veriyordu. Bu bambaşka ayaklar ki bir teki bir arı gibi onu ezebilirdi, Bu düşünceler le onlardan uzakça yürüyordu. Onu korkutacak hiç bir şey yapmadılar. O aralarında bulunmuyormuş gibi dav- randılar.. Gün geçtikçe ırmakta uzak. laşıyorlar, dağlık ormanlara doğru yürüyorlardı. Kardeşinden kendini gittikçe uzaklaştıran bu yollar Çiğde min işine gelmiyordu. Onları bırak - mak gerekti. Gece adamlarının gölge. leri tüylerini örpertiyordu. Kızıl ay, akşam ateşleri, kanlı | haykırışmalar düşünceler varlığını sarıyor, bütün i liklerini donduruyordu. Bir gün doğumu mamutları bırak- tı. Yüzlerce yıllık fri ağaçlar orman. larına daldı. Yalnız kalınca gene bii- gülü bir korku bütün damarlarına yayıldı. İri dallar altında küçücük bir karınca gibi kalmıştı, Mamutların ya- nında İken aldırış etmediği bu sayısız gürültüler, vızıltılar, okaynaşmalar gene korkunç manalarını aldı. Gölge. likler ilenti veren kımıldanışlarla dol! du. Kötü yontulmuş bir karğı, bir de| keskin taşlarla bu pençeler, tirnak * lar, dişler, ağular (zehirler) illerine doğru gidiyordu. Bunlar gene her çağ onu parça - lamaya hazırdı. Su baskınından kaçın dıktan sonra ateşi kalmamıştı. Yanın. daki taslar kivrlerm çıkarmıyordu. Kurtla, sırtlanla, yaban o ayisile, parsla karşılaştı. Kartla sırtlanı kor- kuttu. Yaban ayısı ile pars ona ilişme korkusile oda onların peşi sıra giti diler. Fakat mamutla, gergedanâ de ateşten korkan ne aslan ne de lan karşılaşmıştı. Bunlara çok et zımdı. Bunun için her birisi kendi İl rakları içerisinde uğraşırlardı. B ayıya gelince o da yüksek orman daha elverişli buluyordu. Genç kız ırmağı görerek yolu ladı, Su baskını İle toprak sünger yumuşak ve derindi. Batmak kork! vardı. Gece gene kara ağzımı açıyo! Parçalıyıcı biçimler dolaşıyordu. $ ri, keskin dişler görünüyor, vahşi ler İyice söndürülmemiş biçareler parçalıyordu. Mağlüp vücutlar, ga lerin karınlarında eriyordu.. Çiğdem serçeler gibi sığınacak yer aradı. İri göğüslere, parçalı pençuröle karşı gelebilecek bir tek Kısı vardı. Yaşamak İsteği göğsü olursa olsun kurtuluş umutları ko muştu. Bütün bir gün araştırdıktan ra dik bir kayanın üzerini seçti, W den üç metre yüksekte idi. Yorgun! ğunu dinliyerek kendini karan bıraktı, Kokuyu alan kurtlar yari mışlar fakat o sivri, keskin © kay! trrmanamamışlardı. Sırtlan o salıri yürüyüşile görmeden geçip gitmişti Koku alma duygusu ağırdı. Çok olmakla beraber korkak çakallar kere denemek İstediler. Sonra yür yüp gittiler. Ne olduğu anlaşılamı! yuvarlak bir şekil dahi kayaya € manmağa uğraştı, , Çiğdem geceyarısı uyandı. Du; larını toplamağa uğraştı. Sonra £ uyudu. Gün doğumuna yakın uyai Kayanın dibinde korkunç bir yp duruyordu. Gün doğumunun küçük aydın | ları yıldızlarm ışıklariyle karışı” du. Çiğdem kaya önündeki (yırti kaplana benzetti. Kaplan değildi. yüksek boylu, çok güzel kuvvetli dişi aslandı. Açık renkteki tüyleri, yuvarlak bebekleri onu öteki çizgili, çekik Jülerden ayırıyordu. Yalnız di vaziyet) birdi, Erkeğinden az çok ka idi.. Sabırlı bekleyişle gözetiyo Avın kokusunu daha almamış ol idi. Burun delikleri çakalın, kur ki kadar keskin değildi, Belki de gunluktan , gevşeklikten durmuş birdi. Birdenbire çıkan yavaş bir Y soluğu ona avm kokusunu ald Şimdi biliyordu. Ateş gözleri avm gesini araştırmaya başladı.