M Balkanları ölüm tuzağı ve pusu haline getirmiş olan teşkilâlın Tetrik» *” . Dünkü ve evvelki günk | yazıların kısaltılmışı Makedonya komitacılarımın iç yüzü- nli yazan Makedonyalı Stayan Kristof kitabına komitenin en son başkanı | - van Mihailoff'un bir mülâkatile baş « lamak için teşebbüslere girişmiştir. Hiç müldkat vermiyen ve hele yabancı gazetecileri | semtine uğratmıyan, o günlerde dağdan dağa koşarak gizle-| nen İvan Mihailofla görüşebilmek için | Sofyada Umro ajanlarına baş vurmuş, mülâkat fırsatını nihayet bulmuştur. Şimdi komitecileri anlatıyor: Babasiyle kardeşinin birlikte “ öldürülmüş olduğu haberini alan bir adamın hiç istifini bozmaması- na hayran oldum doğrusu! Mi- hailof orada sanki harp cepbesinr de iki neferin ölümü haberini din lemekte olan bir general gibi iim- dik oturuyordu. Ben burada ken- dimin ne kadar crlız ve değersiz| olduğumu anladım! İhtilâleiler arasında, hiç durmadan öldüren ve ölüme koşan adamlar karşısın | AKEDONYA ihtilai Komitesi iz “üz 4 * rabını içti. | yeri Yazan: $toyan Kristof " Umronun kendi elleriyle ölüm şa- Umronun son on yıllık . tarihi Makedonya istiklâli için savaş -| Koimteciler 2 SS| maktan ziyade kendi kendini mah» vetmek olmuştur. | Umro Kısaca Umro adıyle anılan “Makedonya dahili ihtilâl organi-| zasyonu,, Makedonya istiklâl mü-| cadelesinin başlıca âmilidir. Bu iş için kanuni siyasal bütün faa» liyetler dışarıda idare edilmekte| olduğundan adından da anlaşıl - dığına göre Umre Makedonya topraklarında varolmuş, ve ora- da yaşamaktadır. Umro yalnız ve yalnız Make donyayı kurtarıp müstakil bir dev. let yapmak için kurulmuştu. Fas! kat on beş yıldır, daima mevcut olan amca. ilâveten, komitenin vazifesi Makedonyanım bizzat var lığma dair olan inancı idame et- da bulunuyordum. Mihailofla görüştüğümden 8€-| kiz ay geçmemişti ki; meslekdaş ve merkez komitesi (oazasından General Aleksandr Potogercfun öldürülmesini emretti. Bu adam Mihailoftan iki misli daha yaşlı ve Makedonya hareketinde uzun yılarca (çok mümtaz hizmetler Börmüştü Bir falcı olmadığımdan gelecek vak'aları bilememekliğim çok ta- tirebilmektir. o Çünkü bu inanç sür'atle kaybolmaktadır. Make - İ donya sadece tarihi bir ad olmak İ üzereydi; Kapadkya yahut Moes ya gibi bundan iki bin yıl önce va- rolup ortadan silinen devletler gir bi... Böyle olmadığına sebep de Umronun onu öldürtmeğe bir türlü razı olmamasıdır. 1912 den evvel Makedonya Avrupa Türkiyesinin başlı başma bir eyaletiydi. O yılda (Balkan bit bip iş olduğu gibi Umronün son ji hinden ve Mihailofun 5 ö telerden de haberim yoktu. an devletleri Osmanlı imparatorlu » Yunanistanm buyruğu altıma Mibailofun iki erkek kardeşi! düşen parça yavaş yaçaş “Şimali vardı, Ölümü haber veren telgraf bunlardan hangisinin Vurulmuş olduğunu bildiriyordu. Mihai- lof yaşlı kardeşinin öldürüldüğü- BÜ sanıyordu. Nitekim bu zan bor va çıkmadı. Mihâilof söylendi: — Akrabalarımı öldürmeleri, bizi delice bir takım işlere giriş-| Meğe sevketmek için bir tuzaktır!! Fakat aldanıyorlar, biz düşman - tahrikâtma hiç deal! dırış etmiyerek sadece lâzim ve Mmüstacel saydığımız teşebbüslere Birişiriz! * Gelmiş olduğumuz gibi gene gecenin ölü sessizliği içinde Mi hailofu çetesiyle birlikte dağda şehire doğru yola çık- tik. Onu tekrar görmeden evvel birçok hâdiseler oldu. O vakitler lardan başka bir yerde pek tanınmıyardu. O vakitten beri ise Adını bütün dünya gazeteleri her lârafa tanıttılar. Amerika ve Av Tupadan yazıcılarla gazeteciler 6- Du ihtilal sahalarında aradılar; İşlerinden pek azı görüşmeğe mu vaffak oldu. Şimdi bunu yazarken onun Bul taristan Makedonyasmda buyruk VS salâhiyeti mahvolmuş; orada idama ettirilen ihtilâl makaniz - Ması dağıtılmış, Mihailof Tür * kiyeye sığınmış bulunuyor. Ma > #donya dahili ihtilâl | komitesi irk yıllık faal tarihinde binlerce darbe Yemiş olmakla beraber şim: di en $iddetli buhranını geçirmeli tedir. Umro Mihailoftan önce « Van bir çok fiderlerinden hiç biri-| ti tabit ölümle ölmemiştir. Baz İrr savaşlarda öldü, kimisi de Yunanistan,, Sırbistana düşen kı- sım “Cenubi Sırbiya,, ve Bulgar ristanın payı da umumiyetle “Pet- riç bölgesi,, diye tanınmağa baş- ladı. Yunanlılar kendi paylarına dür şen Makedonyanın parçasındaki bütün Bulgarları Slavofov yani Slav dili konuşan Rum olarak ta- nırlar, . Öbür yandan da sırplar kendi Makedonyalarındaki o Bulgarlara “Eski Sırp,, yahut “Cenubi Sırp- lar,, nazariyle baktıklarından a> lığa dair olan muahede hükümle- rine aldırış bile etmezler. Umronun babası Manastır şeh- rinin yakınındaki Marangozlar. köyü Smilov'da doğmuş Damian ! Grueff'dir. Grueff Sofyada dev- let üniversitesinde okumuştur, an- cak kendisinin peşinden koşanlar İ rın bir çoğu gibi oda tabanca ve! hançeri Makedonyaya götürmek üzere talebelik sandalyasını bı - rakmıştır. Bu adam Selânikte Ressen'li İ doktor Hristo Tatârtçef yardımiy-! le 1893 de teşkilâtı kurmuştur. Doktor Tatartçef yz merkez itesinin ilk baskanı olmuş, az ABE Makedonyanın belli başe lı bütün şehirlerinde mahalli şü- beler açılmıştır. Teşkilâtm kılavuzları mektep inuallimleriydi.. Muallim olmr - yanlara bile bulundukları şehir »| lerdeki ihtilâl ve isyan hareket i lerini hiç şüphe uyandırmadan i dare edebilmeleri için birer mu - allimlik verilmiştir. . Grueff de, kendisini Makedonyada mekiep - ler umumi müfettişliğine tayin et - tirmişti ki bu memuriyet onun iş» HABER — Akşam Postası mz Mi ba) YAZAN İSHAK FERDİ Amerikavyaav# kaçırılan Türk Kızı 14 İLKTEŞRİN — 1935 A “Ben ne zaman şampanya içsem, rengim derhal solar!,, Neclâ bu sözleri Fransız doktoruna söylerken, onun kim olduğunu bilmiyordu.. bem e l Aslan Turgut geminin salonun- | dan kimseye sezdirmeden akne) tr. Güvertede kendisi gibi tek tük! dolaşan davetliler de yok değildi. Polis hafiyesi kollarını parmaklı” | ğa dayıyarak bir cigara tüttürdü. Neclânın bu çılgınca hareketi karşısında ne yapacaktı? Onu biraz sarhoş görmemiş ol saydı, parmağındaki nişan yüzü- ğünü Neclânın yüzüne bile fırlat- mayı düşünen delikanlının içinde, Amerikalıya karşı müthiş bir in tikam hissi uyanmıştı. — Nişanlımı baştan çıkarmak istiyen bu Amerikalıya güzel bir oyun oynamak sırası geldi! Diyerek, o sırada yanmdan ge- İ çen bir gemiciye tuvaletin nere- de olduğunu sordu, Gemici güver tenin ortasında görünen küçük bir merdiven gösterdi: — Şuradan aşağıya ininiz.. Ve karşınıza gelen ilk kapıdan içeri- ye giriniz! Aslan Turgut, gemicinin göster diği merdivenden aşağıya indi.. Loş bir koridorda sıralanmış 0- lan dört kapıyı . ayrı ayrı gözden Bu birinin üstünde “K,, harfi yazılıydı. Bu- rası acaba kaptanın kamarası miy» dı? Yoksa yat zabitinin yattığı daire miydi? Polis hafiyesi sessizlikten istifa. de ederek önünde durduğu bu ka- pin tokmağını çevirdi. Kapı ko layca açılıvermişti. Aslan, burada ilk önce duvar- da asılı olan yat sahibinin fotoğ- rafını gördü. — Süslü ve muhteşem bir ka» mara.. e e a e a mmm lerini çok kolaylaştırmıştı. O günlerde Makedonyadaki bü. tün Bulgar mektepleri, İstanbuk| daki Bulgar eksarhanesinin idare:! si altında idi. Nitekim bütün Rum| mektepleri de ayni şehirdeki Rum patrikhanesine bağlıydı. Fakat ihtilâlei teşkilâtla eksar halk ara- sında anlaşmazlık baş gösterdi... Bu makam ahtilâlei bütün hare » ketlere itiraz ediyor ve gerek tah. sil, gerekse siyasalı faaliyetler va- sıtasiyle günün birinde Makedon» yanın kurtulacağı düşüncesini i- leriye sürüyordu. İbtilâlin gözleri kan bürümüş! şefleri bu düşünceye kahkahalar. la gülerek “Bir külenin dua ile hiç bir vakit kendini kurtazamı- hiv bir vakit kendini. kurtaramr yacağını,, söylediler. Aradaki çarpışmanın kökleri sadece tabye © anlaşmazlığından| çok daha derindi. Eksar halk Bul. gar devleti tarafından yaşatılan ulusal bir Bulgar müessesesi idi. Merkezinin Sofyada olmayıp da! İstanbulda bulunması ulusa! pa- litika bakımındandı; nitekim Rum patrikhanesinin de Atinada öleas yıp da İstanbulda oturması aynı! amaç yüzündendi. (Devamı var) İ Diye mırıldanarak kapıyı der- hal içinden sürmeledi. Kamaranın içi büyük bir otelin iyi döşenmiş bir bekâr odasını andırıyordu. Bir kenarda duran karyolanın başına sokuldu. Karyolanın içi karmakarışıktı.. Yorgan ve yastıklar altüst olmuş- tu. Yatağın kenarında takılıp kal mış bir paça bağının ipekli kurde- lâsr... Birkaç firkete... (Çünkü o zaman her kadmın saçı kesik de- ğildi.) Aslan Turgut bu vaziyeti gö rünce, yat sahibi Mister Hopkin- sin akşamdanberi, buraya, da- vetli kadınlardan kimbilir kaç tas nesini düşürdüğünü düşündü.. Tüy leri irperdi. Aslan Turgut, kamaranm içini aydınlatan göz kamaştırıcı elek trik ziyaları altında, omütecessis bir polir gözüyle etrafı / araştır - mağa başladı. İlk önce karyolanın başında duran komodinin üst gözünü çek- ti. Muhtelif renklerde birkaç prw ka.. Ve düzünelerle takma sakal, bıyık.. Makyaj takımları. Boyalar, fırçalar. yetindeki (kıyafet değiştirme) do labında bile bu kadar çok sakal ve bıyık yoktu. Polis hafiyesi bun- ları görünce, kendisini bir tiyat- ronun artistler odasına (girmiş sandı. Mister Hopkins bu makyaj ta - kımlarını, bu prukaları nerede kul. lanıyordu acaba..?! Aslan Turgut bir müddet dü » şündü.. Ve kendi kendine şu ka - rarı verdi: — Bu adam eğlenceye çok düşkün bir Amerikalıya benziyor. Yolda bu prokaları ges mic'lere takıp kendini avutuyor.. Belki salonda oyun falan da oy- nuyorlar! Aslan Turgut, aynanın önüne| geçti.. Kıyafetini değiştirdi. Çe - nesine sivri bir sakal, üst duda - ğımın üzerine uzun bir bıyık ya - pışlırdı Artık onu şeytanlar bile tanı - Yamazdı. Aslan Turgut, şimdi bir Fran sız profesörü tipini almıştı. Ya - vaşca kamaranın sürgüsünü aç - tı... Koridora çıktı . Ve serbestçe! yürüyerek tekrar dans salonuna girdi. Salondaki kaynaşma devam e * diyordu Caz durmadan çalıyor.. Çiftler dinlenmeden dönüyorlardı. Davetliler, iğrenç bir azgınlık işinde, birbirlerini çekip sürük *l lüysrlardı. | Yat sahibi, geç vakit gelen bu sakallı misafiri gündüzden yata gelen genç kızlardan birini baba- sı sanmıştı, İlci akşam önce de böyle bir va- kaolmuştu: Kızının geciktiğini gö ren mütekait bir kaymakam yata gelerek kızını alıp götürmüştü. Mister Hopkins, sivri sakailı a- damın yanına sokulmak İstemi. yordu. Bir aralık saz durmuştu. Başını salonun penceresine da yıyarak temiz hava ile göğsünü şi- şiren Neclâ, birdenbire yanında sivri sakallı bir adamın durduğu» nu gördü. Aslan Turgut, değişik bir sesle genç kadını selâmlıyarak: — Rahatsızlandınız sanıyorum, matmazel? dedi. Size, hazik bir doktor sıfatiyle biraz dinlenmek tavsiye etsem, kabul eder misiniz? Aslan Turgut, bu sözleri, tatlı bir Lyonez şivesiyle fransızca © larak söylemişti. Neclâ, fransızcayı düzgün ko nuşamazdr.. Fakat çok iyi anlar dı. Kendisine yardıma gelen k'bar bir Fransız hekiminin gösterdiği nezakete karşı ilk önce sarlere bas, sıyla teşekkür ederek mukabele e den Neclâ, birkaç saniye sonra, kendisinin ne kadar çok rahasız olduğunu anlamıştı. Sivri sakallı Fransıza dönerek: — Yüzüm çok sarı, değil mi, doktor? dedi. Rahatsızlığımı mu hakkak benzimin uçukluğundan anladınız! Çünkü ben, ne vakit şampanya içsem, veyahut sinirlen. sem, rengim derhal uçar.. Balmu- mu gibi çarçabuk sararıp suluves © XDevama var) Bu Japon satısısı pirinç taşla Aslan Turgudun yeni bir kı -| darını eclamak için bundan yüz. kirs'den başka gören olmamıştı. | silerek kendisine (hoş geldin!) bile demeğe lüzum görmemişti, içlerinde yayar ğişmemiştir. yafetle salona girişini, Mister Hop-” derce yıl önce etalarının yapmı oldeği gibi su dolabını aya” , Fakat, o da biraz sonra omuzunu| le çev'rmekt ,