22 EYLÜL — 1985 HABER — Akşam Postası Tefrika numarası: 12 Gecen tefrikaların hulâsası Prenses Anita, nefret ettiği Hızır (Barbaros) öldürmeğe gi derken, göğsündeki bir oya de metini yanlışlıkla kocasının 0 « dasında düşürmüştür. o Şimdi, duvarın şarmaşıkları arasında saklı, aşağıki höbetçilerin biri « birlerine esrarengiz bir hazi «| nenin yerini anlattıklarını din * | diyor: Türk gemicisi, hıristiyan nö » | betçinin merakını tahrik ettiğin. den memnun oldu. Uzata, uzata, yağlandıra ballandıra anlatmak - ta devam etti. Vaziyetinin çok müşküllüğüne rağmen, doğrusu, Anita da, hikâyeyi alâka ile din . Yiyordu. İşte korsanın söyledikleri; — Meğer Anadolu kıyılarında Mermer köyü diye bir müslüman yeri varmış. Büyük yapılarda, pa- dişahın bina ettirdiği camilerde, meireselerde filân çalışan ustala- rm çoğu buradan yetişmeğe başla- muş. Bizans döküntüsü ustalara da yol görünmüş. Bunun üzerine Bizanslılarin elebaşıları, bu Mer - merköylülere fena içerlemişler. İşin hu hisim yakaladığımız ka « ravelâyı kiralryarak, B köyünü basmışlar gözüm... Evleri yakmışlar; taş taş üstünde bırak - marışlar... Bununla da kalmıya - rak, çoluk çocuk, kadın erkek, ki- mi buldularsa, hattâ kundaktaki yavrulara kadar kılıçtan geçirmiş- ler... Meğer bu yakaladığımız ka- ravelâ halkı o katillermiş... Ga - zanfer, hepsini kılıçtan geçirme ğe karar vermiş amma, Ikönce kendi işini gördürecekmiş... Yani, kimsenin bulamıyacağı bir yere hazinesini gizlemek için afsunlu kapı yaptıracak... — Şu afsunlu kapıyı bir türlü anlıyamadım... — Canmm, işte... Taşçı ustaları- na, kayaları öyle bir surette oy - durdu, biribirinin içine, dısarrdan anlaşılmaz tarzda girintili çıkın » tıhı tertip ettirdi ki, ancak dört beş taşı, şuraya buraya, yalnız kendisinin bildiği bir şekilde itin- ce, o koskoca kayalar kolaycacık dönüyor, kapı açılıyor... Lâkin, İsterse yirmi otuz kişi taşları zor - lasın, marifetini bilmeyince, nafi- le... Afsunlu kapı kımıldamaz... Anladın mr şimdi?.. — Anladım... Anladım... Gene yürümeğe ılar, Uzaklaşırken sesleri duyulu » yordu. Anita, ilerlemek için, onla. rın hayli açılmalarını bekledi, — Orada tam üçay çalıştık. Kapının nasıl açıldığını tabit yal nız ustalar biliyordu... Lâkin, on - ları da, katliam cürümlerinden do. layı, işlerini bitirdikleri sırada, kılıçtan geçirdik... — Daha önceden size birşey an. latmadılar mı? — Nereden anlatacaklar? Biri- birimizin dilini bilmiyorduk ki... Çalışırlarken de Gazanfer Reis bi- zi onlarm yanma sokmadı... Biz, iki dağın çatlağı gibi bir yarık v » lm Xa Kes henuz uyumadıy - SA: vee, lah uçurum helindeki mağaraya hazineyi yerleştirdik... Tâ yukarı. sını, tavan gibi yerini bile reis ka" yalarla örtürdü. Belirsiz şekilde kapattı, Öyle ki, iş bitince, burası el sürülmemiş tabii kayalar şekli: ni muhafaza etti. — Peki, adamları nasıl kılıç - tan geçirdiniz?... -— Basbayağı.. Onar ohar ayı- rip ayrı ayrı yerlere götürdük, | mezarlarını kendilerine kazdır - dık... Sonra da... — Anlat, anlat... — Sonra da... Artık çok ileri gitmişlerdi... Sesleri pek hafiflemiğti... Hattâ duyulmuyrodu, Anita: “.— Onlar da beni farketmez - ler...,, diye düşündüğü için, gene eski minval üzere, ilerlemekte devam etti, Şimdi tam Hızır Reisin yattığı pencerenin yanina varmıştı. “— Oh... Açık... İyi tahmin et- mişim...., diye sevindi. Fakat, birdenbire içeri girmek cesaretini gösteremedi: Kulak kabartarak odayı dinle » di... Rüzgârın esişi ilkönce birşey işitmesine mâni olduysa da sonra, pek vâzıh olarak farketti: Gündüzün kendi nezareti altın. da yaptırdığı geniş kuştüyü ve duvara gömük yataktan derin de- rin bir nefes alış hissediliyordu: | “.— Soluyuşundan uyuduğu bel- li. Evet, talihi bu akşam yaver o - layordu. Fakat aceleyle bir hatâ işlemekten çekindi. Zira, n5. betçiler, geri dönmüşler, gene bu tarafa doğru yürüyorlardı. Yüzle- ri dönük olduğu için, hareket ha . linde bulunan bir cismi farkede » bilirlerdi. Hem, odaya girerken yaprakları fazla hışırdatması da ihtimal dahilindeydi. Onun için bekledi. İhtiyar Türk korsanı: — Hazinenin niçin sahipsiz ve ulaşılmaz bir yerde gömülü kaldı- ğını şimdi anladın mı?... — Tuhaf şey... Demek ki, Ga : zanfer Reis, ölürken, esrarını kimseye söylemedi?... — Birdenbire şehit oldu diyo - rum sana... Malta önlerindeyken bir gülle geldi, © aslan gibi, dağ parçası gibi babayiğiti götürdü... Esrarını arkadaşı Yakup Bey bili- yormuş amma, o, daha evvel gene o sıralarda öldüydü. Kardeşi Si » yavuş Reis de vardı, Aynı Malta baskınında o da şehit düştü... Bir vasiyetname çıkar dediler... Çık » madı... Hazine adasını bilerler bir biz acemilerdik amma,'ne ca - hil şeyler olduğumuzu anlattım... Zaten merhum Gazanfer, mahsus- tan hepimizi Allahlıklar arasın - dan seçmişti... İşte bu define, böy- lece, hâlâ, yeri bilinmeden met - rük ve sahipsiz olarak... eğ va Na) Gazanfer Reis, Bizans taşçılarına definenin afsunlu kapısını yaptırdı. Sonra katliam yapmış olan bu canilerin hepsini kılıçtan geçirtti ! Yatağa saplanan hançer... Anita, daha fazlasını dinliye - medi. ei » Fırsatı kaçırmağa gelmezdi. Nöbetçiler, altından m uzaklaşmışlardı... * » Genç kadın, . içerisini dinleyip yataktan hâlâ uzun uzun soluk - lar alındığını farkederek, usulla odaya süzüldü. Bir ân put gibi oracıkta dura » rak bekledi. Yüreğinin çarpıntı - sını dindirmek istedi. Boğulacak gibi oluyor, boğazına birşey trka - nıyordu. Nefes almaktan korku - yordu. Gözünü karanlığa alıştırmak istedi. Fakat buna imkân yoktu. Oda, bir katran kuyusu gibi, sim siyahtı. Tahmini olarak ilerle. mekten başka çaresi kalmamıştı, “ Hem çarpacak bir eşya yok... Yatağın önü boştur... Şam - danla çakmağın durduğu küçük masa var amma, oda arabesk minder tarafında... Hızır eşyanm yerini değiştirmiş yahut yere ken-| İ dine ait öteberi koymuşsa bile gene de çarpıp gürültü çıkarmam... İbtiyatla yürü ir ie Yerler taş olduğu için hiçbir çitırdı çıkmıyordu. Anita yumu - şak terlikli ayaklariyle, her adı - mını binbir takayyütle ve belki birer dakikada atıyordu. Yataktan gelen nefesler, derin, rahat, âdeta çocuklara müyesser bir uykunun saadetini hatırlatıyor da: “— Yolda çok yorulmuş, bel - li... Kendini emniyette sanıp ne güzel uyuyor... Onu uykusunda öl- düreceğim... Fakat, bende o salâ- hiyet var: Kadınım!...,, Gülümsedi: “ — Kafes arkasında kalması i- cap eden bir kadın olduğumu söy. lüyordu... Benden mertlik bekli - yemez...,, Yatağın tam yanma geldiğini hissediyordu. Ansızın dizine birşey çarptı. Ö- dü koparak bekledi. Oh, çok şükür... Nefes alışın temposu bozulma- dı. Hafifçe elini uzatarak bu çar. panm ne olduğunu anlamak iste- di: Bir kılıç... Kabzası içinde du - ran ve korsâanın gündüzün taktığı iğri kılıç. Hızır Reis, demek ki yatağında bile, bundan ayrılmı - yor. Uykuda olmasına rağmen kı - lıçlı! Öyleyse takayyütlü... Tehli- keye karşı hazır bulunan bu ada - mı öldürmek prensesin büsbütün hoşuna gidiyordu. Elini göğsüne götürdü. Hançe - rini çıkaracaktı. Fakat, doğrudan doğruya kabza parmaklarına değ diği için fena halde bozuldu: “— Eyvah... Anadolu oyaları düşmüş... Nerede düşürdüm aca - ORMANIN KiZi i Vahşi hayvanlar arasında ve Afrikanın batta girmemiş ormanla» | rnda geçen aşk ve kahramanlık. heyecan. esror ve tetkik romanı | No goşun Yazan: Rıza Sekib m Orada bir beyin parçası, burada gövdesin- den ayrılmış, kol, bacak, baş, ciğer, barsak doluydu — Fillere karşı koymalıyız!, Diye barbar bağıran raşkanla rı işte şurada bitkin bir halde ya tıyordu. Son nefesini vermesi için aslanın elindeki işini bitirip, yar - dımına gelmesi lâzımdı, Bu da u zun sürmiyecekti. Aslan, karnı deşilmiş bir vah - şinin buduna geçirdiği keskin diş- leriyle bir parça koparmakla meş güldü, Her yaralıdan birer lokma et... Neticede elli lokma... Bu da açlıktan tırmalanan midesini sus- turmak için yeter bir miktardı. Aslan koca başını sallıya salir- ya yaklaştı. Kırpılmış göz kapak- ları altından bunu gören reis son bir gayretle ayağa kaikmak ve kaçmak istedi. Aslan elinden avı kaçan bir kedi çevikliğiyle yetişti ve ufak bir pençe darbesiyle gene yere dü- şürdü. Artık, hiç aceleye lüzum görmeden, yavaş yavaş parçala- masına devam etti, Filler, ortalıkta tehlikeli bir vücut kalmadığını görünce, ken- dilerini çarpışmada teşvik eden seslerin yükseldiği küyuya, daha doğrusu çukura yaklaştılar. Karşa çukurun ağzıada birkaç hortum birden görünce bir sevinç çığlığı kopardı. Filler buna hortumlariyle tram pet çalarak mukabele ettiler, Karşanın söz söylemesine lü - zum kalmamıştı. Birçok defa or. e çukurlara düşenlerin nasıl çıkarıldıklarını biliyorlardı. Çukurun üzerine konulmuş a - ğaçları hortumlariyle kavrıyarak içeriye uzattılar. Fakat ancak bu sarkıtılan ağaçları yakalıyabilmek sıçramakla kabil olabilecekti. E. bululâ Karşa kadar sıçıryamıyor- du. Bu yüzden önce Ebululânm Karşanm yardımiyle © tutunması lâzımdı. Karşa diz çöktü. Ebululâ onun sırtını basamak yaparak yükseldi Omuzuna bastı. Karşa ayağa kalk. tı ve nihayet ağacı yakalamak ka- bil oldu. — Karşa, ben ağacı yakaladım. Sen de benim ayaklarımı yakala? Zıplamakla yetişemezsir:.. Ebülâlâ haklıydı. Bu daracık yerde bu kadar sıçramak imkân- Şimdi Karşa Ebülülâ'nm aya - ğını, Ebülülâ filin hortumuyla yakaladığı sırığı tutuyordu. Ebülülâ seslendi: — File söyle de çekmeğe başla- sm. Karşa; — Çek! diye bağırdı. Fil bunu anlamış ve çekmeğe başlamıştı, Az sonra ikisi de düştükleri çu- kurun ağzındaydılar. Kurtulmuş - lardı. Karşa fillerinin buruşuk hortumlarını okşadı; kocaman diş lerini bir paralel gibi kullanarak ba?.. Çok fena... Çok fena... Bun- lar, benim aleyhimde müthiş bir vesika teşkil edecek... Geceleyin! buralara anlaşılacak. yapmalıyım... Hançeri çekti. (Devamı var) sallandı, sonra hayvanın başına çıkarak kara biy kayayı andıran alnından öptü, öptü, öptü... Karşanm bu sevişi fili âdeta kendinden geçirmişti. O kadar ki kocaman kafasmda birer nokta gibi kalan ufacık gözlerini kırptı; yelpaze kulaklarını salladı, kara taştan işlenmiş koca ön ayakları- üzerinde iki tarafa yalpa vurdu. Bu, onun sevinciydi... Ebülülâ hâlâ filin kafatasm - da, iki kulağı arasında oturan Karşaya seslendi: — Burada kalacak mıyız? Git - miyecek miyiz? — Gideceğiz, merak etme... hele şu kavga meydanmı bir gö » relim, Filin sağ kulağına hafifçe do « kundu. Bununla gideceği yolu işa- “ret ediyordu. Filhakika fil hemen sağa dön - rengini çevirmişti. Hâlâ da köşelerden iniltiler geliyordu. Ölmiyenleri de mi vardı daha? Karşa iniltinin ağar taraf başımı çeyirdi,: © see vera Başmı kaldırmağa” MZ bir yerli ile karşılaştı. Filden indi ve © tarafa doğruldu. Bu, nisbeten hafif yaralı birisiydi. Görünüşüne bakılırsa daha gençti de. Saçları güneşin altmda parıl parıl yanı - yordu. Yeni yağlanmış, yeni süs « lenmiş olacaktı. O, Karşanm kendisine doğru geldiğinin farkıda değildi. Ya « kınında ayak seslerini işitince güçlükle başmı çevirip yalvaran gözlerle baktı, Anlaşılan aslanın hücumundan kurtulan yegâne vahşi bu olacak- & | ç (Devamı var) HABER AKSAM POSTASI (DARE EVI Istanbul Ankara Caddesi Posta kutusu : Istanbul 214 Telgraf adresi: istanbul HABER Yazı işleri telofonu : 28872 idörevelân , < 24810 ABONE ke ir Zarı Ecnebi ios sadB Veri Ça Kr. Saylık İLÂN TARİFESİ Tıcaret ilanlarının. Batır, » gara Mantarının, satın 190 Sahibi ve Neşriyat Müdürü: Hasan Rasim Us Basıldığı yer (VAKIT) matbaası