Mi” BİR YARASA zy Bir Kıza Aşık Oldu! YAZAN: No.9 — bvet, dedi, Permos manastırı - nın hemen yanı başında (yatıyordu. Eğer bir silâh sesini duymamış olsay- dım vurulduğunu araştırmıyacaktım; çünkü, kazaya uğramış delikanlıda ol duğu gibi toprakların üzerinde üyu- yor gözüküyordu. Bununla beraber, bir dakika yarasını araştırmak iste - dim; fakat hiç bir şey, en küçük bir çürük bile gözükmüyordu. Sadece o - nu getirmek için ittiğim zaman sayık- lıyor gibi sesler çıkarıyordu; ve bu - gün olduğu kadar gözleri kapalıydı. Bir dakika, bu kaza yerini gözlerimle iyice tesbit edebilmek için etrafı a - raştırmak istedim; hemen bir iki adım ötede, kanatları kurşunla delik deşik olmuş bir yarasa yatıyordu. Bununla beraber, yerde yavaş yavaş sürünerek » kımıldadığını görüyordum; ellerimi ona doğru uzatarak avuçlarımın içine almak istedim; fakat ayni dakikada, hür'atlerin en büyüğü içinde birdenbire havalanmıştı; Permos (omanastırının tam üzerinde büyük daireler çizerek “dolaşıyor; ve manastırı (omüthiş bir çığlık içinde bırakıyordu. — Evet, diye kestim, saatin kaç ol- duğunu tahmin ediyorsunuz. Profesör: — Aksam üstü. diye atıldı. Uşak: — Evet, diye konuştu; o akşamdı. — Tuhaf. diye ikisini de önle - 'dim; vaziyet öyle (gösteriyor ki bir korkudan başka bir şey değil. Prvfesör: — Bir korku diye konuştu. Sonra birdenbire: — kızımın sıhhati hakkın- da bana doğru söylemeğe (mecbur - sunuz, diye atıldı. Ansizin geri çekilmiştim. Mecbursunuz.. Bu sesi hatırlıyorum? Fakat hiç bir vakit ona bir ses demek aklımdan geçmiyor. Mecbursunüz!. — Evet, diye konuştum, ve sükü- npetle söylüyordum: Mecburum! Fa - kat bana itimat ediniz. Bir korku- Baş ka hiçbir şey değil. Profesör, kızının ayak ucunda, gözlerini bir saniye kapadı: — Bir kordu. diye tekrarladı; bir yarasa korkusu! Fakat ayni dakikada: — Yirmi senedenberi onu tanıyor- du; diye ilâve etti. Bunu tane tane söylemişti: —Fakat silâh, dedim, attığınız si- lâh seslerini unutuyorsunuz? Uşak! — Zannetmiyorum, dedi; başka bir şey var. Profesör ayni hareketle yanıma gelmişti; kendisinde yaşıyan sırların en büyüğünü kulaklarıma fısıldar gibi: — Unutmayınız! dedi; onu kur - tardığmız takdirde bütün servetimi size derhal vermeğe hazırım! Geceyi profesörün evinde geçir - dim, Sabahleyin kapımın (birdenbire vurulduğunu işitiyordum: — Eğer hazırsanız, Permos ma - nastırmı gezebiliriz. | — Bunu profesör söylüyordu. Üze - rihde beyaz bir iş gömleği vardı; a - yaklarında beyaz iskarpinlerle, daha- ziyade Derbi yarışlarını seyreden bir lord kadar bana şık gözükmüştür. — Nasıl isterseniz, dedim; çünkü onun İstediğinden başka bir şey ya - pamıyacağımı biliyordum. Eylül nihayetinin,Dermos manastırın daki parlak güneşini hatırlıyorum. Yanımda konuşmuşyordu; yahut be-| ni kendi kendime bırakmıştı. Bir çok | sırları arabanın içerisinde çözecekmi- şim gibi o kadar tuhaf bir hali vardı ki, gecenin bütün hâdiselerini unuta- rak, profesörün (birdenbire kendine çekilmiş olan bu tabiatini meraka baş lamıştım. Fakat, geçtiğimiz yollarda her şey, bizim bildiğimiz dünyadan daha başka türlü, garip bir aydınlık içinde gözüküyordu; ve hiç bir şeyi kendi kendime tahlil edemiyordum. Birdenbire, denize inen bir tepe - nin ak tarafında büyük bir vadiyi parmaklariyle işaret etti: — Manastır. diye konuştu; Per - ) ana, Bir tepenin eteğini aönüyorduk. Iki tarafı müthiş kaya (o parçalariyle yukarıya doğru dimdik (o uzanıyordu.! Kenan Hulösi Kayalarm arasında sarı katır tırnak-| İncir ağacı tekin değildir! Söyleyin gun 237 e gelsin geriye! ları gözüküyor; bir iki dağ oyoncası güneşin altında hafif bir rüzgârla sal lanmaya çalışıyordu. işaret ettiği yere, manastırın bin se - nedenberi bir ölüm hayaletinden kurtu lamadığı karanlık vadiye doğru bak- tım; beyaz bir kuleden başka görünür de hiç bir şey yoktu. Sadece, yeni ya - pılmaya başlamış vahşi kulübeleri gi- bi, bir takım küçük ve bodur kulübe - ler gözüküyordu; profesör: — Evet, dedi, Hindistandan getir- diğim kuş çeşitlerinin bulunduğu yer! Kulübelerin etrafını taş bir duvar çevirmişti; ara sıra yüksek sğaç da) lariyle kesiliyor; inişli yokuşlu te - pelerde ona birdenbire yaklaşmışken, vakin vakit uzaklaşıyor gibiydik.. Kulaklarımmn bütün bu dakilar - da birdenbire aldığı vahşi bir musiki - yi, bugün imkânı yok kendimden uzak laştıramıyorum. Vahşi bir musiki. Fa kat hiçbir vakit, bu kelime ile, bana karşı yuvarlana yuvarlana gelen kuş seslerini anlatamıyacağımı da biliyo - rum. Her şey, vakit vakit bir ıslık se - sinde, yahut bir kurşun © vızıltısında olduğu kadar korkulu duyuluyordu. Adeta bir yılanm bir kuş sesinde 15 - lık çaldığını işitiyordunuz. Fakat hiç bir vakit, bir yılanda (olduğu gibi bu ses kesilmiyordü. O kadar büyük bir sahayı baştan aşağı (o kaplıyordu ki, derilerimin dikenleştiğini hissediyor - dum.. Fayton bir dönemeçte birdenbire durdu: — İnebiliriz, dedi profesör. Arabadan atladım. (Devamı var) Hava tehlikesini bilen üyeler Ankara: (A.A.) — Hava tehlikesi- ni bilenler: 8345 Fazıl 9 eylül pazarı İzmir 20, 8546 Osman Niyazi avukat 20, 8547 Ruşen Mustafa ve oğlu (tecimen 100, ayrıca ikiyüz lira bağlanmıştır. 8548 R. Tevfik çoban oğlu çuvaler 20, 8549 Jak İlyazar çuvalcı 20, 8550 Alber Do- eny tuhafiyeci 25, 8551 Palanduz za - de Reşit manifaturacı 20, 8552 küçük Talât Muşkara tecimen 50, 8553 Hay - rullah kara Ahmet oğlu kutu fabrika- sı 20, 854 Primi 25 8555 Osman Nuri İplikçi 25, ayrıca 100 lira bağışlamış - tır. 8556 Mehmet Ali mermeroluk 100, 8557 Yako Biyazar oBencuya 20, Ali Hasan kunduraer 20, 8561 Nazmi top- güoğlu tecimen ve saylav 75, 8562 Ni- yazl Gütgüneli 20, 8563 Muammer N. halı tecimeni 30, 8564 İzmir o ihracat şirketi 20, 8565 Hamdi Bekir gazete - ler baş bayii 25, 8566 Çelebi-Taranto - voğlu 20, 8567 Yusuf Hakkı paşa ça - vuş zade tecimen 20, 5568 paşa çavuş ortağı Kadri 20, 8569 Hayım Alelof sebze komisyoncusu, 20, 8570 Tetik mi mar 20, 8571 Abdül dülgel 20, 8572 Şa- ban Z. Ali Hayrı (otecimen 20, ayrıca elli Mira bağışlamıştır. 8578 Fedeli Ma- lemo ve Loraka tornacı 20, 8574 Ja - kinyon tecimen 75, 8575 Yusuf Gabay ve oğulları 30, 8576 Haskiya Amado 30 8577 H. Cemal kuru yemişçi 20, 8573 Ibrahim Etem yazmacı 25, ayrıca 75 lira bağışlamıştır. 8578 Mizrahi Yuda Karassu vekili 20, 8580 Emin içelli 20, 8581 R. Çukurel saraf o 25,8582B. Y. Albağlı goyacılık 25, 8583 Viktor Ha - yım Piranti tecimen 20, 8584 Süley - man fırıncı 20, 585 o Feyzi saatçi 20, 8586 Mustafa Münür avukat 25, 8597 Bayan Yümniye B. Münür eşi 25, 8588 Ahmet Cevdet hocazade (20, 8560 Ali Rıza hoca zade 20, Necip sadık M, Nu- ri Abdullah zade (manifaturacı 200 ayrıca 1500 lira bağışlamıştır. 8592 Ce. mal molla zade manifaturacı 20, 8593 Akil muharrem usta oğulları 20, 8594 Hüseyin Muharrem usta oğulları Yorgancı 20, 8595 Mahmut Muharrem usta oğulları 20, 8596 Şamlr Şükrü ve kardeşleri Bezzaz 8,000 ve ayrıca daha beş yüz taahhüt, 2,000 lira te - berrii verecektir, Parmaklariyle | NABER — Akşam Postası : EL ÜL — ME İY a ÇiNGENELER ARASINDA No 61 Akşamdanberi bize yalnız me- ze yapmak, tabak çanak yıka - mak, öteye beriye koşmaktan baş- ka hiç birşey yapmıyan ve hiç lâ- kırdıya karışmıyan Tornavida Ha san şimdi lâfa karıştı: — İncir ağacı tekin değildir yahu, gece vakti... Söyleyin şüna, dönsün, gelsin geriye! Etem: — İmkân: yok gelmez, kendi canı istemeyince... Tornavida, ayağa kalkıp o ta - rafa doğru dönerek: — Siz bırakın bana, ben gidip getririm onu!. Etem; — Sakın ha, gitmeyesin yanı - na! — Neden? — Senin anlayacağın o karışık- tar o karışık... Üşmüştür şiaci cin- leri onun başına.. Karışmam son- ra yapmasınlar sana bir ziyan!. Hasan duraklayarak Emineye seslendi: — Haydi kız Emine, kalk, bera- ber getirelim onu buraya.. Emine: — Yaa! Ben cinlerden korka - rım, gidemem.. Bu sefer Benli Lâtife döndü: — Haydi Lâtif ağabey beraber gidip getirelim! , Reha Bey gürledi: — Otur oturduğun yerde be, işin mi yok senin?. Tornavida fena bozuldu ve bu bozulmasının acısını Etemin ayı: sından aldı: — Ulan ayıoğlu ayı, haydi git sen de ağaçların altıma da oradan muzika dinle! Nazlıcığın bu hali Çakır Emineye fena merak olmuştu; bir aralık dayanamadı: — Ben azıcık Nazlı ablanm ya- nma gidiyorum! . Deyip kalktı, Nazlmın yanına yollandı ve Tepebaşında çalınan Karmen bitinceye kadar vrada kaldı, Sonra ikisi de kolkola ve kırıta kırıta yanımıza geldiler, Tornavida Hasan, boyun doldu ru doldurup iri iri kadehle”le su - İ suz yuvarladığı rakıdan artık cı Etemin eski arka daşlarından bir tulumbacı Hayattan alınmış hakiki bir macera Yazan: Osman Cemal Kayşısız vrmıya yüz tutar gibi olmuştu. O. nun için Nazlı ile Emine yanımıza geldikleri zaman Şahin ağaya em- rettiz — Uyuma be Şahin ağa, öttür bakalım şu zurnayı.. Muzikanın üstüne şimdi kabadan bir çifte telli ister.. Haydi bakalım. Râna abla; sen'de tak zillerini de karde-. şinle birlikte fırla ortaya!. Râna Tornavidayı fena payla - dı: — Efendilerin meclisinde uşak- lara söz düşmez.. Tornavida olduğu yerde put ke sildi.. Emine şimdi başımı Nazlmm o- muzlarma dayamış: — Ne düşünüyorsun öyle hazin hazin Nazlı abla?. Diye soruyor, Nazlı da melâl melâl benim yüzüme bakarak: — Geçen yazı düşünüyorum. geçen yazı., Diyordu, Artık sırası gelmişti. Vakia kendi kemanım yanımda yoktu amma Kör Andonun kema- nı daazçok bu işi görebilirdi; hemen Andonun alaturka akortlu kemanma yapıştım ve herkesin: — Acaba ne çalacak?, Diye hayretle bakışları arasın - da Nazlıcın sevgili ninnisi: “Kele kana beşekana,, yı tut » turdum.. Nazlı o gece ağziyle bu- na karışacak oldu. Fakas sonra birden caydı, kolumdan çekerek ayağa kalktı: — Ha kalkasın gidelim, dedi. incirlikler yanma, orada barabar» ca çalıp söyleşelim, bunlar dinle - sin bizi buradan!., Şimdi kalksam bir türlü, kalk - masam bir türlüydü.. Bereket ver- sin, Emine pişkin davranarak be- ni bu güç mevkiden kurtardı: — Haydi, dedi, Nazlı abla mü - saade ederse ben de sizinle gele - yim! Nazlı Emineye gülümsiyerek: — Gelesin sen de yok ziyancı - ğı.. Daha oluruz, memnun sen- den... Emine kendi tefini de aldı, üçü- müz birlikte kalktık; biraz ileri - deki incirlerin dibine gittik. Biz orada alaturka bir todi tiri yosu halinde ninniyi çalarken baktık ki bizim Reha Bey Je taraftan boyuna ahları ofları salı“ İ veriyor; Etem de ikide bir: — Hay yaşayasınız yavukiular rınızla barabar üç kumrular! Diye bağrıyordu. Bizim tiriyö bitince Nazlının aklına şimdi ça" dırda mışıl mışıl © uyuyan küçük şoparcığı geldi ve bize: — Siz, dedi, ha gidin sofra ba” ına, ben de bakayım bir keret ço* cucağıma, geleyim! O çadırlara doğru uzandı, bis de Emine ile geriye döndük.. Yok da Emine kulağıma iğildi: — İrfan Bey, dedi, bu kadın s€ ni seviyor ve benim yanımda seni bu kadar sevdiğini (o gösteren bu kadımın yerinde başka bir !-” olsaydı yokmu ya, inan olsun ki ben bu avşam buralarda kıyameti koparır; bütün mahalleyi ayağt kaldırırdım. Amma ne yapayım ki bu kadın beni bu avşam şunun şu rasmda büyüledi mi, afsunladı mi, ne yaptı yaptı, kendine bağladı» Demin tevekeli demediler onu cinli diye! Hem bilirsin oki bis bunlarla hiç geçinemeyiz; arms bu akşam bu canabetlere kanım 9 kadar ısındı ki.. Öteki Gülizar d8 sıcak kanlıymış amma bu Nazlı * nm hali bu gece bana pek dokum du... — Ortada öyle bir şey yok am” ma, peki bu Nazlı beni sevse bile bundan sana sene?. — Dedim ya, işte; Nazlınm y& rinde şimdi başka bir kadın olmuf olsaydı... — Omu anladık, fakat bunda" sana ne?. İçini çekerek: — Bana ne mi? Cahillikten gek me İrfan Bey, (parmağile göz k#” pağını aşağı çekerek) bize de mi dolma?. — Ne dolması?. — Fustık üzümlü yalancı dol” ma!., — Emine sen neler söylüyor * sun? — Irfan Bey, Râna nasıl benin özbeöz ablam ise bundan böy!“ Nazlı da benim dünya ve ahiret 8? lamdır; bunu böyle bilesin İrfa* beyciğim! — Ey sonra?. — Sonrası ablamm sevgilisi 89 benim neyim olursa olsun artık-* — Yani enişten mi! Demek isti” yorsun?. — Eniştem olsun, ağabeyim ol #ün, dayım olsun.. — Oh, âlâ! Uydurduk., Desen€ ki biz şimdiye kadar sade bsr” mancılarla yalımkat akraba ike” şimdi sizin Reha Beyi de geçip Xİ taraflı çingenelerle <3 oluk! — İrfan Beyciğim, öğün söyle sende Nazlıyı seviyor musun? — Ben bu âlemleri seviyorum! — Nazlı mı daha güzel, Gülizer mı?. — Sen ile ablan daha güzel?- Etem tekrar bağırdı: (Devamı var),