Yunan kralı Konstantinin Aşk Mektupnarn Türkceye ceviren- A E Sevgilim, Buradan öbürgün, — Cumartesi sabahrı ayrılacağım, Atina ile La-| rissa arasında kendi postamı tan- zim etmem lâzımgelecek. Çünkü âdi muhabereler iki şehir arasın- da tutulmaktadır. Kıtaların top - lanması ve toplanma merkezleri hakkında dışarıya malümat sıza - cak diye okadar korkuyorlar - ki. Askerlerin ailelerine — yazdıkları mektuplarda, nerede bulunduk - larını, kuvvetlerinin ne kadar ol - duğunu bildirmeleri ihtimali var- dır. Bu mektupların hepsi bir ara- da, oldukca, malümat — verebilir ve alâkadar olanların da kulağına gidebilir. Maslahatgüzarla her ta- rafta casusları var. — Muhasemat henüz başlamamış — olduğundan yunlar maalesef hâlâ buradadırlar. Avrupanın bize karşı ateş püs - kürmesine diyecek yok! Bu dev- letlerin riyakâr oldukları da hiç| söz götürmez! Günden güne daha gok can sıkıyorlar doğrusu! Hiç olmazsa “hakikati,, bir söylese - ler, Meselâ kendilerine engel ol - duğumuzu, bizden daha güçlü ol- duklarından, kendi öz evimizde işlefimize düzen vermemize mâni olmak için bu kuvvetlerini kulla- nacaklarını, henüz Türkiyeye ait birçok işleri istismar — ettiklerini ve bunları elegeçirmemize hiçbir veçhile müsaade etmiyeceklerini açıktan açığa söyleseler... Gerçi bu pek kaba olur, fakat samimiyetleri olsun az çok say - gıya değer. Fakat ha ar böyle bir samimiyete cesaretleri — yoktur. Avrupadaki Türk - topraklarında vaziyetin kötü olmasının bizi alâ- ke€ar edemiyeceğini söylüyorlar, (dikkat ediniz ki Türkiyenin Av- rupa — topraklarında Rumlar, oturanlar Bulgarlar ve Sırplarla Almanlar, Fransızlar ve Ingiliz - lerdir) ıslahat y.. —.ası için Tür- kiyeyi tazyik edeceklerini ileriye sürüyorlar (şurasını da aklınızda tutunuz ki, otuz senedenberi ay- nı şeyi söyleyip dururlar ve hiç - bir vakit yapmazlar) ve her hal- da hattâ savaştan sonra bile Os - manı İmparatorluğunun tamami- yeini muhafaza edeceklerini de söyküyorlar — (diplomasinin eski klâsik cümlesi!). Hesmm rica ederim bunu kim söy lüyor? Bundan dört yıl önce Bos- na Herseği yutmuş olan Avustur- ya? Tamamiyetini muhafaza et - mek istediği bu aynı imparator - hağun iki vilâyeti. Ve şimdi aynı imparatorluğun göğdesinden par- çalar kopararak Trabulusgarbla Libyayı yutmağa uğraşmakta o * lan İtalya da bu havayı çalıyor. Kendilerine gelince, muhafaza edi'cek tamamiyet — yok, bu söz ancak bize karşı icat edildi. An - cak müttefiklerimiz, sağlam bir tesanüt gösterecek olurlarsa, on- ları şaşkınlığa uğratacak birşey- ler gösterebiliriz. Allaha ısmarladık - sevgilim, ben daima seni düşünüyorum, — hele şimdi vaziyetin bu kadar güçleş- tiği günlerde — azıcık olsun beni düşünüp bana iyi şanslar dilemez misin? Bu bana sandet getirecek- tir ve gerçekten buna muhtacım, Bütün istikbalimin, hattâ hayatı- 7 mın bu işe bağlı olduğunu biliyo- rum. Âziz ellerinden öperim. Tino Trende 12 Birincieşrin 1912 | Sana trende yazmağa çalıştım. Fakat işte mektubun baş tarafın - daki yazıda göreceğin — gibi, bu -| nün — imkânı olmadı. — Tren o kadar sarsıyordu ki... İşte Larissa'da, huduttan an - cak onbeş kilometre mesafede - yim, Ödevim. burasını göz göre- ek mesafeye kadar cevreli - yen dağlar kuzev (simal) tara - fında Türkiye ile bizi ayırmakta olan duvarı teşkil etmektedir. Eğer Tanrı merhamet eder de, dilerse gelecek haftanım sonlarına | doğru bu duvarı aşıp öte yana ge- | çeceğiz! — Burada bulunuyoruz; hadiseler çok — süratle biribirinin peşinden koştu, — Dış Bakanının dün bana istasyonda söylediği gi- bi Larbm herhalde Cuma günü patlak vereceği anlaşılıyor. Birisi geldi, mektubu — kestim; bu defa bir tayyareci, — uçağıyla bomba atmak tecrübelerinde bu - lunmak için yardımımı istiyor.Se- kiz uçağımız var; Türklerin hiç yok. Saçma sapan yazdığını söyle - diğim halde, ben hiç de öyle bul - madım. Bir ülkenin hükümet ida- resini, kendi —evinin — idaresine benzetmekte seni çok haklı bulu- yorum. Ancak ev idaresinde in - san çok daha serbesttir, — çünkü| asri fikirlere göre hükümet işine burunlarını sokanların sayısı ikin- | cisinden çok daha fazladır. | (Devamı var) Eski Yunan Kralının sevgilisi Kral Kons ı Prenses Saks Vaymar, | hamidin Kâğıthasse çayırında bir şatosunun bahçesinde HABER — Akşıın Postası —T UT HUN ÇiNGENELER ARASINDA Ne 19 Yoksa bu bizde şimdiye kadar! hiç eşi görülmemiş olan bu çinge - ne hokkabazı, yahut sihirbazı mıydı? Bu düşüncelerle o gece yatağın içinde dönüp dururken vaktiyle duymuş olduğum gibi İs: tanbulun pek meşhur çingene fal- cılarından Kâhtane köylü (Afi - tap) geldi. Afitap denilen bu genç çingene karısı — Abdülâzizin son günlerin- doğru #:hzade Abdül - aklıma falına bakmış, kendisine: — Üç ay sonra tahta çıkacaksı- nız! Demiş ve çingenenin bu szzü tam üç ay sonra gerçekleşmişti .. Yolda Etemle birlikte gelirken A- fitabın bu işi aklıma gelmiş olsay- dı, bur4> © yüzüü ona sorup belki de an lardım.. / Ftabım oynadığı rolün Köpoğlu çingene, bir, bir buçuk saatlik yolculuk içinde beni nasıl| meraklara salmıştı |.. O kösele suratlı, eli, yüzü, kolları, göğsü türlü — biçimler de| dövmelerle dolu sırım gibi herif' © gece bile rüyama girdi.. Sözde| gene birlikte gece vakti Bakırkö - yünden Topçulara doğru geliyor -| muşuz.. Yolda lâf falcılığa - filân| dökülmüştü. — Derken sulak bir Prenses Saks Vaymar, Sarmato | bahçesine geldiğim vakit | benim geldiğimin farkında olma. | elindeki deftere göz gezdiriyor A | du. tantinin, o zamana göre son ııodıl obuıobıluıdc | dığı için şimdi ona meram anlat- Hayattan alınmnmış hakiki blr macera *Yazan: Osman Cemal Kaygısız 5 Çıngene kızı Abdülhamidin tahta çıkacağı günü üç ay önceden haber verinişti sazlığın başında kaplumbağa çıkmıştı.. —Etem bu kaplumbağayı görünce hayvana çingenece bir şeyler söylemiş we kaplumbağa — bunları — duyunca: ! koynundan çıkardığı bir klârnet » önümüzA bir[ le: *Todilerde çengi çıkar,, “Nazik dilber, hem şivekâr,, Kantosunu çalmaya, Etem de kırmızı kuşağının arasından - çı- kardığı koskoca bir ayıyı bu ma -| kamla oynatmaya başlamştı! .. * * * İki gün sonra, — hiç akla, fikre gelmiyen bir iş oldu. Ben daha ev- de sabah çayımı içerken kahveci çırağı kaprya geldi, küçük bir zarf uzatarak : —Bunu, dedi, İrfan Bey - (bi- zim arkadaş) gönderdi. Çabuk ce- vabını istiyor!.. Zarfın içindeki kâğıtda şöyle yazılıydı: “Bana bak, arkadaş!.. Maksadım barışmak değil; sa - kın aklına öyle bir şey gelmesin'. Ancak seninle çok ciddi ve çok ö- nemli (ehemmiyetli) bir şey gö - rüşmek istiyorum.. Bu, benim için bir haytiyet meselösidir. Kahve - nin 'bahiçesimde bekliyoram; ' gel görüşelim !.,, Adını yeni öğrendğiniz ve ken- disini çok önceden bir hayli tanı - mış olduğunuz bu sinirli arkada - şım İrfanın bazı kereler en ufak bir şeyi nasıl büyüttüğünü, habbe- yi nasıl kubbe yaptığını, buluttan nasıl nem kaptığını ve arasıra bu yüzden nasıl — patavatsızlıklara kalkıştığını çok iyi bildiğim için kahveci çırağına: — Peki, dedim, beklesin, beş on dakikaya kadar geliyorum. Çırak gülümsiyerek: — Yok, dedi, cevabını kâğıdın arkasına yazsın, imzalasın dedi. | — Peki, diyip kâğıdın arkasına | beş on dakikaya kadar geliyorum, | diye yazdım, gönderdim. Sanki akşamdanberi bende dü- şünce azmış gibi başıma bir de bu| Deliye lâf anlatmanın ü bilirsiniz; gelgelelim, bizim çok hayalsever arkadaş bir bakıma yarımca delilerden sayıl- makta da bir hayli üzüntü ve sı- kıntı içinde kalacağımı hesaplı - yordum. On dakika sonra kahvenin sözde mış gibi davranarak dalgın dalgın | Usul usul yanına sokuldum birdenbire omuzunun başında du.- rup merhabayı bastırdım: — Merhaba Irfan! O, sanki beni şimdi birdenbire görmüş gibi sert sert yüzüme ba- karak: — Merhaba, dedi, iki dost, iki ahbap arasında karşılıklı söyleni- len bir kelimedir. O ise ki şu da.- kikada seninle benim aramda ne, bir dostluk, ne bir ahbaplık, hat- tâ ne de bir tanışıklık kalmamış- tır. Onun için merhabayı şimdi bir tarafa bırak da tıpkı bana yedi kat bir yabancı, tıpkı bana yedi kat bir düşman gözüyle bakarak geç, karşıma otur, şu, benim için ağır bir haysiyet işi olan meseleyi konuşalım! — İrfan, senin gene bugün si- nârlerin pek bozuk! -— Yok, rica ederim, mesele hallkolunmadan bana öyle pek tek- lifsizce İrfan diye hitap ede- mezsiniz!... — Peki, öyle ise Irfan bey! Hidedetle: — Alayın da hiç sırası değil! Bu sefer, ben biraz sertleşir gi- bi davranarak: — Peki, o halde benimle ne görüşmek istiyorsanız buyurun gö- rüşelim! | , Karşısındaki sandalyaya iliş - tim, gözlerimi gözlerine diktim. O, bir iki saniye düşündükten sonra söze başladı: . — Ben hangi çingene karısını, yahut kızını seviyor muşum baka- yım? , İşi 6 anda olanca çıplıkhgıylı « kavradım. Arkadaş benimle dar- gın kaldığı bu dört beş gün içinde belki mahallemizdeki başka arka. daşlar arasında onun Topçularda- ki harman yerinde bir çingene kı- zını sevdiğine dair ufak tefek de- dikodular olmuş; © da bunu ben.- den bilmiş; şimdi bu meseleyi ken dince bir haysiyet meselesi biçimi. ne sokarak benimle — ufaktan cenkleşmek istiyor. Ancak ben bu eski, çocukluk arkadaşrmın hu- yunu, suyunu, kafasının ve yüre- ğinin bütün içyüzünü çok iyi bil- diğim için onun bu meseleyi ba- hane edip önce yüksekten atarak, sonra benimle barışmak istediği- nin de şimdi farkında idim. Onun için, kendisinin: — Ben hangi çingene karısmı, yahut kızını seviyor muşum ba- kayım? Diye damdan sapsız balta düşer gibi paldır güldür savurduğu bu sorguya ciddi bir tavurla şu kar- şılığı yapıştırdım: — Eğer bana bu sorguyu sora- cağını bilmiş olsaydım, kalkıp da hiç buraya gelmezdim! — Niçin? — Zira, sen pek güzel bilirsin ki benim dünyada en sevmediğim şey dedikodudur. — Amma bu dedikoduyu orta- ya senden başka kim çıkarabilir; benim harman yerine gidip çinge- nelere çalgı ile bir takım şeyler öğrettiğimi, orada çingenelerle sabah kahvaltısı ettiğimizi senden başka kim bilir? — İlâhi çocuk, güleyim sana! Kim biliri var mı, orada bizi sek sen kişi gördü yahu ! — Seksen kişi gördü amma bunların hepsi yabancı idi. (Devamrı var)|