6 BIR FANTEZİ * HABER — Akşam Postatr Kadınlara az bıyık Pek pek erkeğe benzemek istediniz mi, işte sonu bu- dur... Behirenin bı - yıkları çıktı... ve şimdi bir Meşruti - yet delikanlısınınki gibi burulacak bir ğaldedir... Bu bi- çimde ne sokağa çıkabiliyor, ne de evde arkadaşlarını görüyor. Bunun bilmem a- damakılir kestirebildiniz nit Be- hire bıyıklarını kesmeğe savaştı- ğı için erkeğe benzemiş oluyordu. | Bugünkü erkeklerin bıyıkları var mı ya?.. Fakat kestikçe çıktı, kes- tikçe sertleşti... Önce cımbızla al- mağa kalkmıştı. Sonra usturayı dayayınca, mübarek otlak kendi- ni gösteriverdi... Behire böyle yandı... Ve şimdi dediğim gibi, kapıdan dışarı çıka- mıyor... Bazı genç kızlar ve kadınların üst dudağmdı hani şu ayva tüyü gibi bazı golgalcr görünür, esmer olanlarda bu tüylerin biraz rengi de koyulaşarak ağız kenarlarıma doğru yerlerde birer küçük büküm teşkil ederler... Behirenin de du - daklarını süslemeğe başlıyan bu tüyler sinirine dokunuyordu. Be - hire zaten erkek gibdiir. Bir pan- talon giymediği kalıyor... Meclis - lerde istekli istekli konuşur... ko- şar. Korkak arkadaşlarını gece e- vine götürür... Kim bilir, gene sböyütnerkekler gibi bıyıksız ol - mak ihtiyacını duyduğu içindir ki, üst dudağının tüylerine erkekler gibi ustura vurdu. Ve acısını çeki- yor. * eskidenberi Bıyıklı lıı;lınl;r vardır. Kimi bu bıyıklarını ağda | ile söker, kimi makara tiresile du- daklar üzerinde bir nevi cambaz- lık yaparak bunları alır, gezer to- zardı... Fakat Behire, bıyıkları çıktı diye, ve onları kestiği için daha çok belirdiler diye, neden bu kadar üzülüyor bilmem... Bıyıkla- | manasını gizler. rm nesi var? Hele ra erkeğe daha çok benzemiş olmuyor mu? Erkeğin, bil - hassa genç erkekle- rin — yaşlıların hiç istiyeceğini — san - mam ya — en kız - dıkları şey sakaldır. Behire sevinmeli ki, sakalları çıkmadı... Gene bazı kadınla - yın, yüzünün ora - sında burasında ba- zı yuvarlak benler ve onların üze- tinde püskül gibi — tüyler belirir sarkar,.. Demek bu benler sıkışıp yahut mümkün olduğu kadar bir araya gelip faliyetlerini birleştir- seler, kadmların da aşağı yukarı | bir Tibetli papazınki kadar sakal- ları olacak... * * & Sakal kravatın görünmesine en- geldir. Kulakların güzelliğini ka- par, İnsan seciyesini — gösterdiği söylenen çene kıvrımının bütün Ve bıyıklarla el ele verdiği vakit, sevinerek balık avına çıkan bir deniz kıyısı kafi- lesi gibi birini ötekinden ayırt e - demezsiniz... ..* Bir bakıma ve hele Behire gibi herkesles beraber olmağa, eğlen- meğe, sevintle yaşamağa düşkün bir insan gözü ile bakılacak olur- sa, Behirenin heline acımamak da elden gelmez... Fakat bu ameliyat devam ede ede, yarın, kaşlarını almakta olan gnç kızların da baş- larındaki saç bitimi ile kaşlarının arası bir fundalık gibi birleşeceğini şimdiden — söyliye - yim.., Tüyler, —madem ki azarak çıkıyor... ve insanların gayretleri de âdeta tabiati yenmeğe çalış - | mak olduğuna göre, korkarım, Behire gibiler coğalacak - ve az - | dırılan tabiatin kendilerine vere- ceği şekle mahküm kalacaklar... &* & Şu halde bıyıkları çıkan kadın- lar ne yapsınlar? Aza kani olsun- lar... Hikmet Münir 650 buçuk saat havada kalan tayyareciler onları kestikten son | kapkara | ? | dan? NWoli iNGENELER ARASINDA Hayattan alırnmış hakiki bir macera Yazan: Osman Cemal Kaggısız ikide bir ah çingeneler, vann MTFM'HTT 18385 — çingeneler! diye gelip benim böyle başımı ağrıtma! Sulukulenin Kâhyası Şişboyun Hasan ile Sulukuleli meşhur hanende ve çengilerden Kara Fatma ile kızı — Kulak asma! Onların bütün kat olsun. Yalnız sen darrlma ve çalıp söyledikleri şeyler, hep bil- | ikide bir ah çingeneler, vah çin - diğimiz şeylerdir. Hem onların çalıp söyledikleri şeyleri berikiler onlardan kat kat üstün, kat kat şa- tafatlı çalarlar, — Yağma yok... İstanbulun en meşhur zurnacısı Yakomi Vidoş - hu imiş... — Bunu da kim öğretti sana a çocuk? — Etem öğretti! Za Hıy o Etemın boıııu ııl!.ınılıı ha giğeidüyorer — Sonrı Uıkudulı zurnacı Arap Mehmedin de dünyada eşi yokmuş! — Bir kere Yakomi öleli iki yıl | oluyor. Arap Mehmede gelince; o da artık yaşlanmış, bitmiş gibi - dir. Zurnacı Arap Mehmet zurna- sını hâlâ klâsik çalar. Halbuki bu- gün Sulukulede, — Ayvansarayda öyle zurnacılar vardır ki.., ğ — Ha, bana Etem söylemişti. Sulukulede de cok meşhur bir Bü- yük İbo varmış... — © da klâsiktir. Onun da mo- dası geçmiştir. Bugün Sulukule - /| nin en iyi zurnacısı Şahin, Ayvan- saraym en iyi zurnacısı Çakır E- mindir. — Peki, sen bunları nereden bi- liyorsun? — Ben bunları mektep arka - daşlarımdan öğrendim! — Hangi mektep arkadaşların- . — Malüâm a, ben eskiden İğri - l kapı Merkez Rüştiyesinde oku - muştum. Burası Ayvansaraya ya- kın olduğu için benim bu mektep- te çalgıcı çocuklarından yedi se - kiz arkadaşım vardı ki bunlardan bir kısmı bugün hâlâ piyasada a- | lautrka çalgıcılığın en ileri gelen- lerindendir. İçlerinde udi mi is - tersin, kemani mi, kanuni mi, ha- nende mi, klarnet mi? Madem ki öyledir, şunları bir akşam bir araya toplayıp da bizim evin bahcesinde dört başı bayındır bir âlem yapsak! Hem | bu bahane ile onlarla ahbap olur, Tayyare ile havada hiç yere inmek sizin 653 saat 30 dakika kalarak dünya rekorunu ktran Amerikalı Key kardeşlerden bahsetmiştik İki pilot bu muvaffakiyetlerinden son ra büyük bir şöhret kazanmışlardır. Resimde, tayyarecileri 27 gün havada kaldıktan sonra yere inişleri sırasında karı ve çocuklari le birlikte görüyorsunuz ben onlardan yeni yazacağım e - serler, besteler için birtakrm mo - tifler alır, sonra da onlara alaf - ranga öğretirim! — Hay senin hayaline ben turp sıkayım! — Niçin hayal olsun? — Peki, hayal olmasın da haki- geneler! diye gelip benim böyle başımı ağrıtma ! — Bir daha ağrrtmam! Ancak yarın son dafa olarak benimle bir- likte Vidosa gelmen şartile! — Sen şimdi beni dinlersen Vi- dosu filân bırak da yarın akşam birkaç arkadaş olup sandalla Hey beliye gidelim! — Yapma da Vidosa gidelim! Ydengilenmmt! * Bu imkânı yok, ben gidemem sözü üzerine bizim sinirli genç ar- kadaş tekrar somurttu ve bir iki dakika kadar yanımda sessiz o » turduktan sonra gene hiç ses çı - karmadan hiddetle fırladı, gitti. Gıdığ © gidişti. Ne ertesi günü, ne daha ertesi günü ve gece hiç görünmedi. Üçüncü gün Köprü - nün Boğaziçi iskelesinin üstünde kendisile karşılaştık. Koltuğunda keman kutusu vardı. Hızlı hızlı Buğaziçi iskelesinin merdivenleri- ne doğru gidiyordu. Uzaktan beni gördü, görmemezliğe geldi. Anla- dım, kızgınlığı daha geçmemişti. Yanrmdan suratla geçerken sesle- necek oldum. Ancak tabiatini bil- diğim için bundan caydım. Çünkü bizim genç, tabiat manzaraları i- le musikiyi pek seven, sana! ruhlu arkadaş, çok sinirli bir gençti. Belki de benim kendisine seslenmem ile Köprünün ortasın- da herkese karşı bar bar bağıra - rak koskoca bir pot kırar, hem kendini, hem beni oşacıkta mas - kara eder, bırakırdı. Koltuğunda kemanla Boğaziçi iskelesine inişinden belli idi ki za- vallı bugün de Büyükdereye gidi- yor; bize avaz aydımlık, çok dur - gun gecede ilk olarak bir Çingene ninnisi dinleten çocukla dul kadı- nı aramağa koşuyordu! *v. Ben, o gün öğleden sonra Ba - kırköyündeki akrabalarıma git - miştim. Akşam üstü Bakırköyün- den eve tek atlı bir briçka ile dö - nüyordum. — Ben Bakırköyünden çıktığım zaman zaten çok bulutlu olan hava kireç ocaklarına yak - laştığımız vakit büsbütün karar - mış, biraz önce uzaktan çakan ha- | fif şimşekler şimdi gözlerimizi ka- | maştırmağa ve biraz önce derin - lerden tatlı tatlı gelen gök gürül - Bi KRA e CV UD S Z N tüleri şimdi tepemizde gümbür * demeğe başlamıştı. Ben, arabaci" V — Çal kırbacı biraz, yol ala * 'km! Dedikçe o gülümsiyerek: i — Aldırma, diyordu, yaz yağ * | murudur, geçer. Hem şeker deği * | liz ya eriyeceğiz! Evet, şeker, tuz filân değildik; | gel gelelim boşanacak yağmur dâ | öyle pek kıvır zivir yaz yağmurlar İrma benzemiyordu. — Haznedar çiftliğinin oraya yaklaşınca elâ gözlüm birden şarladı. Hem öyle bir şarlayış ki birkaç dakika için” de yamaçlardaki daracık hendek- ler birer çağlıyana döndü. Artık beygir de, arabacı da, ben de sır" sıklam kesilmiştik. Biraz ilerideki Haznedar çiftliğine sığınmaktan başka çare yoktu. Demin bana: — Şeker değiliz ya eriyeceğiz! Diyen arabacı artık beygiri ça- la kamçı sürüyor; genç, dinç hayr van da arabayı alabildiğine koş * turuyordu. — Biz tam Haznedara bükülürken yağmurun hızmdan önünü çok iyi göremiyen hayva « nn ayağı bir taşa takıldı ve takık masile birlikte zavallı hayvan o * raya kapaklandı, Şimdi durumumuz çok güçleş « mişti. Hayvan © bardaktan boşa- nan yağmurun altında o kadar ça" baladığı halde kapaklandığı yer- den bir türlü kalkamıyor; aşağıya atlıyan arabacı, boyama fesinden akan vişneçürüğü renkli sularla yüzü gözü pancar turşusuna batı" rılmış gibi yerde debelenen hay - vancığın kayışlarını sökmeğe ça * lışıyordu. Şimşekler, gök gürültü- lerittam tepemizde gittikçe artı * yor, önce sicim gibi başlıyan yağ* | mur gittikçe çamaşır ipi kalınlığı” nı alryordu. Vakıâ çiftlik binası ile kahve olduğumuz yere ancak iki üç da“ kikalık bir yerdi; — gel gelelim © kadar hızlı bir yağmurun altınd& arabacı ile beygiri o halde bıra* kıp oraya doğru koşmayı bir tür- lü kendime yediremiyordum. Bir- den nasıl oldu bilmem, yerde iki dizüstü kapaklanmış olan hayvan kalksın diye sahibinin sırtına in - dirdiği birkaç şiddetli kamçı üze- rine olanca canını dişine taktı, a- cı acı kişneyip kudurmuş gibi ol « duğu yerden fırladı ve fırlar fır * lamaz da arabacının elinden diz * ginleri kurtarıp Vidos köyü ile Davutpaşa kışlası arasındaki boml baş tarlalara doğru alabildiğine arabayı sürüklemeğe başladı. A- man yarabbim, o ne dehşetli, o ne korkunç, o ne akla, hayale gelmez bir gidişti. Şimdi bile bu hal gö * zümün önüne geldikçe tüylerim hâlâ diken diken oluyor. İçinde bulunduğum bu dört tekerlekli nesne sanki araba değil, beni bir kasırga hızı ile sürükleyen kor * kunç bir ecel beşiği idi. Esaset | bozuk olan yolda bizim bu kudur” muşçasına gidişimiz her adımda beygiri biraz daha ürkütüyor; (Devamt var)