— Fena değil ama baba, ben Everest dağını daha büyük sarırdım. Büfu — Nişanımızı bozmak — iatiyorsan bunu açıkça söyle. lk kavga Balayında idiler.. Karı ile koca —— heraedense samurtup.duruyorlar » dı.. Meseleyi tatlıya bağlamak için Lütfü karısına dönerek: — Azıcık sertçe davrandım aK liba?. Dedi. Bunun üzerine kadın: — Azıcık mı ya? Çok kabalık €ettin doğrusu?. — * Karşılığını verince, erkeğin ca- nı sıkıldı; kızgin bir sesle: — Hayır, hiç de değil!. 'Dcdi ve münakaşa evet, ve ha- yır sözleriyle hayli uzadı.. Belliki kadın inadından vaz geçemiye - cek; mesele daha çok çatallaşa - caktı.. Bu da erkeğin işine gelmi - yordu.. Bu şekilde barıştılar: — Peki karıcığım kabalık et - memiş olduğumu söyle ben de ku- surumu itiraf edeceğim.. — Haydi dediğin gibi olsun şe- kerim; hiç de kabalık etmedin!. — Öyle ise sana karşı olan ka- balığımdan çok müteessirim ci - cim !.. duyuyorum. Hasta — O ses göğsümden gelmi . vor doktor! Beş dakikadanberi tele - Ffon çalıyor! n | Sağır doktor — Gayri tabü bir ses :ı::düçıni karım — zannediyor- fakir adamım, benden zarar ve ziyan istemeyin! CESARET Cesaretini, kahramanlığını, so- MARA şe;—-% ğguk kanlılığını anlata anlata biti- n remiyordu. — Geçen gece eve hırsız geldi- ği zaman beni görmeliydiniz! dr! — di, merdivenleri dörder indim. İ Ne kadar korkak olduğunu bi- len arkadaşı dayanamıyarak sor- du: — Hırsız tavandan mı - girmiş- H? Bir çare İki yaşlı adam, başka bir şehre gitmiş olan oğullarının kendileri- ne sık sık mektup yazmadıkların- dan şikâyet ediyorlardı. İçlerin- den biri dedi ki: — Ben çaresini buldum. — Nasıl yapıyorsun? — Yazdığım mektuba “oğlum sana zarfın içinde on lira gönde- riyorum,, diyorum. — Anlamadım. — Zarfa para koymuyorum. Hemen mektupla soruyor! BOI'Ç ıu”_ı:: l:kl;aüı — Gazocağını — sön . ür, ü ki . — Zavallı Ahmed gırtlağma | ririm; Ça RARURdar bt or. e kadar borç içindeymiş! — Bereket boyu pek uzun de- Güreşçinin antrenörü — Sersem ! Büktüğün bacak senin bacağın! Fransızca hiç — Niçin Bir sürü para verip mayo . n n bar "';_"—l? Yeliee Sesle görareiei || eX EARAMEA TİSü l demektir' mayol; tor denize girmeği — menetti,| — — Canım hiç olur mu? Elbet bir KDAT mânası vardir — Allah aşkına! Beni yalnız dava edin! Zarar ve :lyan Bir kadın denize düşmüştü, birl adam da bağrıyordu: — İmdat! Karım denize düştü! Kurtarana yüz lira var! Genç bir balıkçı yüz lira lâfını işitince hemen denize atladı, bir kaç dakika sonra kadını sağ sa- lim sahile çıkardı. Fakat yüz lira vadeden adam hiç oralı olmuyordu. Balıkçı vaidini hatırlatınca: — Yanlışlık oldu, dedi, ben de- 4 ZD | Di d /»;/.ı ) I Tahammülü kalmıyan erkek — Se.l ni beklettiğime çok üzülüyorum ka . rıcığım! Fakat takacağım yakayı bir türlü seçemedim! . Halbuki kaynanammış! Balıkçı cevap vardi: — Hakkımnız var. Fakat ben — Bu gürültü ne — Kocam cadde üzerinde fabrika.nın gece bekçisidir. Sessiz yerde u . yuyamıyor! - İİzdivaç mı teklif edecek ? Taksim bahçesinden — çıkıyor - lardı. Kapıda durdular. Erkek genç kıza fısıldar gibi yavaş bir sesle: — Selma, yıllardan beri biribi » rimizi tanıyoruz; öyle dc(?il mi?, Diye sordu. . ü — Evet İhsan! — Artık biribirimizi adamakıl- k: tanıdık.. Biribirimize güvenebi - liriz demek istiyorum.. — Tabit değil mi ya?. İhsan bir müddet düşünür gibi durakladıktan sonra: — Şey.. Beni evime götürecek kadar tramvay parası borç verir misin?. Meteliğim yok!.. İtfalye neferi — Onu — kurtarımamı lâzım... İlk gören benim... Ne arıyormuş ? Adamcağız telefon kulübesinin önünde uzun — uzadıya beklediği halde içerideki — kadın bir türlü | çıkmıyordu. Ne bitmez tükenmez | konuşmaktı bu? Kapıyı itti, başını | içeriye daldırdı.. Bir de ne gör - | sün? Bir kadın elindeki — telefon klavuzunun — yapraklarını habre çeviriyor. — Müsaade ederseniz aradığı - nız nutnarayı ben buluvereyim!, Kadın, klavuzdan başını bile kaldırmaksızın cevap verdi: — Teşekkür ederim.. Fakat ben numara aramıyorum ki.. Karde - şimin yeni doğan çocuğuna güzel bir ad arıyorum!, . Fransız hapishanesinin kapıcısı — içeri girmek yasaktır, — dışarı çıkın! Yoksa bir polis çağırır, sizi içeri attı , rırım! Maaşıma zam isterimi Muiz, patronunun yanına çı- karak maaşına zam istedi. Patro- nu Mişonaçi bu isteği hayretle karşılayarak cevap verdi : —Oğlum Muiz. Seni severim, zeki çocuksun.. Amma sana — ni- çin zam yapayım? Bak seninle beraber hesap edelim: Günde ancak sekiz saat, bir senenin üçte biri kadar zamanında çalışıyorsun. Demek ki bir sene i- çinde çalıştığın günler 121 — dir. Pazar günlerini bundan çıkara- lrm, ne kalır? 69 gün değil mi? Cumartesi günleri de yarım gün çalışıyorsun. Bunun için de 26 gün çıkarırsak geriye 43 gün kalır. Her gün yarım saat öğle pay- dosu var. Bunun için de 13 gün çıkarırsak 30 gün kalır. Her sene 14 gün izin alıyor- sun, bunu da çıkaralım ne kaldı? 16 gün değil mi? Sonra resmi tatil ve bayram günleri de var ki aşağı yukarı se- nede 12 gün tutar. 16 dan 12 çı- karsa ne kalır? 4 değil mi? Sen de benim gibi bilirsin ki bir senede hiç olmazsa 4 gün Mu- sevi bayramı vardır. Şu — halde bunları çıkartmak lâzım.. Ne kal- dı, kocaman bir sıfır değil mi? ,Sen hiç çalışmazken ne yüzle benden zam istiyorsun?.. — Sardalya kutusunda biraz zeytin. yağı bırak, birazdan güneş yapacağım... a banyosu