Celil Tufan allesinin yolculukları Sudan dehşetli korkardı. Suyu ancak — bardak içinde görtüp içmeğe cesaret edebiliyor - du. Yağmur yağdığı vakit, sel alıp ortalığı götürecek — diye yüreği hoplardı. Karlar yağsa, yarın bu karların daha çok yağıp, sonra gü- neşte eriyip evlerin, dağların üze - rinden bir çağlıyan gibi akacağını sanırdı. Akarsa ne mi olacaktı? Celil Tufahın en korktuğu şey, bu çağ- lıyanın herkesten önce onu ve ka - rısınt alıp götürmesiydi.. Yaşama- &ı seviyorlardı. * . * Ama günün birinde Celil Tufan zengin oldu. Celil Tufanı zengin o- hunea, tabil karısı da zengin olmuş- tu.Hattâ daha zengin olmuştu diye bilirim.Çünkü paranın büyük bir parçası karısının elindeydi.Karısı- nın hesabındaydı. Ancak,her ikisi- nin hoşuna gidecek,şeyler üzerin 'de pafayı birleştiriyor ve yaşayı - şın tadını ortaklaşa çıkarıyorlar - dı. Hiç değilse, çıkaracaklardı.. ..» Celil Tufanların zerigin olması havadisi yayılır yayılmaz bütün ta nıdıkları başına üşüştüler. Tanı - dıklar kötü düşünce beslemiyor - lardı. Söyledikleri, Celil Tufanla - rmn iyiliği içindi. Meselâ biri “de - niz yolculuğuna çıkım!,, diyordu. Öteki: — Ben sizin — yerinizde olsam deniz yolculuğuna çıkarım.. dedi. Bir başkası da bir çok eğlence yolculuklarının şöyle bir hesabını yaptıktan sonra, en iyi ve sıhhate yarıyacak yolculuk olarak “deniz yolculuğunu,, buldu... Deniz yolculuğu düşüncesi Celil Tufanın zenginlik rahatlıkları i - çinde korkunç bir hayal gibi dalga lanmağa başladı... Acaba gitse miydi? v .. Tanıdıklar, o zamana kadar a - kıllarından neler geçirmiş ve pa- rasızlık yüzünden yapamamışlar - sa, Celil Tufana öğüt veriyorlar - dı. Celil Tufanın gözünde deniz lev haları canlı canlı oynamağa başla- dı. Ve nihayet bir gün — düşündü: “Ben sudan, denizden neye kor - kuyorum? Neden korkuyoruz... i öldürecek diye mi? Hah hah! üzme öğreniriz be!.. Yüzme öğ- renmezsek, kurtulma yollarını öğ- reniriz. Bunun, neresi zor?1!.,, YUs Bugünden sonra Celil Tufanın ve karısımın kafasına yeni bir yıl- diz dmuı gibiydi. O vakte kadar geçirdikleri — korku ve ıçl g;dı hayat, birden su yemiş bir niger gibi kabarmağa, gelişmeğe başladı.. Denize gideceklerdi.. | şunun gözü önünde, tahlisiye man- tarlarile bahçelerindeki su fıçısı - nın içinde işe başlıyarak suya ve “su tehlikelerinden,, kurtulmaya alışmağa giriştiler. Sonra, iş fıçıyı aştı. Ve mutfa - ğın lcrkoıunu açık brrakarak ora- ya biriken sularda — boğulmamak ustalığını gösterdiler.. Deniz kıyı- sına gidip, ayaklarını suya soktu - lar, Ellerini su içerisinde çalıştır - dılar. Kayığa bindiler. Kayığın i- çinde hoplar gibi yaparak cesaret- lerini pekiştirdiler. Tam bir de - niz kurdu olmuşlardı. Yahut bun- dan yalnız kendileri şüphe etmiye- cek kadar emindiler, *& Deniz yolculuğu günü geldi. Ön ce buradan Karamürsele gitmeği düşündüler, Takunye gibi bir va- pur seçildi. Eşya hazırlandı. De - niz albümlerine uzun uzun bakıl - dı.. Mantarlar, hususi surette yap - tırılmış, kurtarma simitleri; sepet- ler, valizler içerisine kondu. Or - talık, âdeta masmavi görünüyor - du.Deniz! Oh — güzel, sevimli ve cana yakm deniz! Seninle nihayet kavuşacak mıy dık.. Celil Tufan bu hülyalarla oda - sının kapısından — çıkarak sokak kapısında kendisini bekliyen oto- mobile doğru merdivenleri, birer birer inecekken nasılsa birden to- parlandı. Celil Tufan — düşmüştü. Kafasından aldığı büyük yara, esrarlı bir cinayet izi gibi, kendi - sini aldı götürdü. Ve Celil Tufanın — karısı, daha büyük bir yolculuk hazırlığı dene- bilecek birtakım - yüzme dersleri vermek suretile bir timarhane o - dasında eksiklerini tamamlıyor. . .. GERETELETTNİ 1 Doktor - Âli ismail Haydarpaşa hastanesi bevliye mütehassısı Urologue — Operateur Babrâli caddesi Meserret H 88 numarada her gün öğledi sonra saat ikiden sekize kadar. iYmuasazura DOKTOR Kemal özsan Ürolog — Operatör Bevliye Mütehassısı Kraköy HARFR — Akşam Postası VYakın tarihten kanlı yapraklar A İI XİİRK ittihat ve Terakkinin eski Çankırı kâtib mes'ulü Cemal Oğuz anlatıyor- No. 67 Maltadaki İngiliz hastahanesi herşeyi itibariyle mükemmel bir müessese idi. En mütehassıs dok - torlar ve hemşireler — getirilmişti. Servis mükemmeldi, Sabahları saat yedide hastaha - ne hademeliği yapan askerlerden biri odama geliyordu. Eğer ben he- nüz uyanmamış isem öksürük veya biraz takırdı, tokurdu yaparak be- ni uyandırıyor ve elime sütlü çay dolu büyük bir bardak tutuşturu - yordu. Yarm saat sonra şüveyster ziya- rete geliyro, banyonun hazır oldu - ğunu bildiriyordu. Banyo yaptık - tan sonra yarım saat dinlenme ve - riliyor, ondan sonra — İngilizlerin çok ehemmiyet — verdikleri sabah kahvaltısı zamanrı geliyordu. Hastahanenin husust kısmmda büyük bir yemek salonu vardı. Bu- rada İngiliz zabitleriyle — beraber yemek yerdik. Buraya — gelemi- yecek kadar hasta olanların kah - valtıları odalarma götürülürdü.. Size şimdi İngilizlerin sabah kahvaltısı olarak yedikleri, içtik - leri şeyleri şöyle bir sıralayıvere - yim: Çay, süt, kakao, — krzarmış ek- mek, reçel, tereyağı, tatlı sütle pi- şirilmiş buğday —ezmesi çorbası, balık yumurtası köftesi, yumurta - hı domuz pastırması. Bunları yedikten sonra doyma - yıp hâlâ ağız şapırdatanları ve ta- bak tabak jambon, dil, salam ye - yenleri gördükçe hayretten ağzım açık kalır, iştikam kapanırdı. Maltada şunu öğrendim ki dün- yada en fazla yiyen millet İngiliz- lerdir. Ve bu milletin iştihasına hudud yoktur!.. Sabah kahvaltısından sonra bir saat kadar istirahat.. Ondan sonra hastahane bahçesinde bir iki tur... Ben gündüzleri ekser vaktimi şeyhislâm Hayri (efendi) nin ya « nmnda geçiriyordum.. Merhumla dereden tepeden anlatır, — gürbet diyarında dertleşir dururduk. Hayri (efendi) — merhumla bu ikinci mevkufiyet — hayatımızdı. Kendisiyle 328 senesinde, büyük kabine zamanında, bir kere daha tevkif edilmiş, Bekirağa bölüğüne kapatılmış orada bir ay kadar kal- mıştık. O zaman Hayri (efendi), ihtilâttan menedilmişti. Başımna bir felâket qeleecîınden Korkuyor, vehminden bir şey yiyip içmiyordu. Merhum Hacı Adil de bizimle beraberdi. O, bu mübarek zatm haliyle yakından alâkadar o- luyor, kendi eliyle çay pişiriyor ve benimle odasıma gönderiyordu. . Rahmetli hepimizden ayrı bir yerde bulunuyordu. Biz muhafız - Tarı kandırır, odasma girer, rica e- derek, yalvararak bir kaç pisküvi ile bir bardak çayı zor içirirdik ... İşte Şeyhislâm Hayri (efendi) ile dert ortaklığımız tâ o tarihten baş- kyordu. — Ekselsiyor — mağazası Sadede gelelim: Sabah kahval - yanında. Her gün öğleden sonra 2 -den 8 - e kadar.. — Tel; 41235 tısından iki saat sonra hademe ge- ne gelir, elinde bir — fincan sütlü kakao vardım, Bunu da eğer işti a » hanız varsa içersiniz.. Saat yarıma kadar gene istira - hat.. Yarımda — öğle yemeği saati gelmiştir. gidersiniz.. Öğle yemeğinde, sa - bah kahvaltısını gölgede bıraka- cak bir tenevvü ve bolluk vardır!. Et suyu, balık, garnitürlü et ye- meği, sebze, hamur işi, ismini be - ceremediğim bir İngiliz yemeği, hamur işi tatlı, meyva ve koca bir fincan sütlü kahve.... Bu yemeği ancak — saat 1,5 da bitirebilir, odanıaz çekilir, istira - hat edersiniz. — Fakat rahat yok.. Saat üç buçuk oldu mu ikindi ça - yının vakti gelmiştir. Kapınızı vu- rurlar ve: — Kahvaltıya buyurunuz! diye çağrırlar. Bu kahvaltıda bol bol kızarmış ekmek, tereyağı, — reçel, peynir, jambon yer, istediğiniz kadar da kahve ve süt içebilirsiniz. Akşam yemeği saat sekizdedir . Bu yemeğin de öğle yemekleri ka- dar mufassal ve çeşitli - olduğunu söylemeğe bilmem lüzum var mı ? İIngilizler bu kadar — yemekle de doymıyorlar olacak ki gece — Acıktınız. mı? Kakâao ” ve meyva ister misiniz?. ©O kadar yemekten sonra bizden bu suale hiç bir zaman: — Evet! cevabını alamadılar.. Fakat İngilizlerin içinde: | dendir, bilmiyorum.. Gene mükellef yemek salonuna | saat | onda kapmızı vurur vesnrarları — | — Hayır! deyenlerini de görme- dim, Üsküdarda Selâmsızda 48 inci ilk Başına bir felâket geleceğinden korkuyor, vehminden birşey yiyip içmiyordu Şurasmı unutmadan kaydede « yim... İngiliz neferlerine bu kadar fazla yemek verilmez. Sebebi ne - Her halde yokluktan olmamak lâzım.. Fakat askerler zabitleri.kadar mideleri- ni mes'ud edemiyorlar. Biz esaret- te kampta iken İngilizler askerle - rine akşamları yalnız çay ve pek « simet veriyorlardı. Memleketlerin- de günün sekiz saatinde yemek ye- yen bu adamcağızların bu kadar yemekle karınları doymadığı mu - hakkaktı.. Onun için bizden ye - mek isterlerdi. Hattâ yalnız ye « mek değil cigara, harçlık da.. Bunun da sebebi aldık « ları paranın azlığından — değildi. Onların hemen — hepsi, hovarda meşreb kimselerdi. Hafta başında yevmiyelerini alır almaz meyha - nelere, barlara koşuyorlar, ceple - rinde ne var ne yoksa — boşaltıp kampa küskütün sarhoş bir halde ve metoliksiz dönüyorlardı. On- dan sonra bu hovarda — adamlar bir hafta kampta kapanıp kalıyor- lardı. Burada hayatrmız tam bir mah- rumiyet içinde — geçiyordu. İzin günlerini bir mekten talebesi he - yecaniyle bekliyor ve o günü dışa « rıda bir bayram neş'esiyle geçiri - yorduk, Her halde sıkıntrdan olacak, en- semde çıkan çıbanlar gittikçe az - dığı için doktorlar ameliyata ka » rar verdiler ve bana: (Devamit var) mektep talebesi ders — yılı son" münasebetile bir sergi vücuda getirmişlerdir. Yakarıdaki — resimd? bu sergiden bir köşeyi görüyorsun uz. Aşağıdaki resimde ise ayni mektebin birinci sanıf ikinci şube takebesi muallimleri etrafınd , görülmek tedir,