| 11 HAZİRAN — 1985 göreneceserecRETEEArKELAEEAEER.z Yazan: ; Kadircan Kaflı î Cirit oynadılar. Dört nal giderken sırtüstü dü- #ecek gibi şaha kalkıyorlar, sonra Sütün hızlariyle — birdenbire ileri atılıyorlardı. Bu sırada karşı - larmdakilerine — fırlatıyorlar, ci ritler havada aslık çalarak ellerindeki uçları sivri çomakları gelirken birdenbire atlarının karın larına yahut boyunlarına eğilenler görülüyor, bazan da bunlardarı bi- ri çomağı havada yakalıyor, göz $ıp kapa sacak kadar bir zamanda Onu karşısındakine fırlatıyordu. Argun bunları annesiyle baba - sının arasında, fakat " biraz geride olan kolte” :da heyecanla sayr- * diyordu, Ara sıra annesiyle bakışıyorlar- dı. Sonra bu iki bakış, biraz yan tarafta ve Argunun sağında, ayak- ta duran Tekinin gözleriyle birleşi Yör, anlaşıyorlardı. Argunla Tekin, demin kılıç ©- Yunları yaparken birkaç defa, bü- Yük ateşlerin yandığı yüksek ocak- lara doğru at sürmüşlerdi. Böyle- likle boylariyle ocakların boyları- ni yoklamışlardı. Oradan, tutuşmuş — birer odun Parçası almak — ve ateşsiz ülkeye Biden yolun ağzındaki insanların üstünden birer yıldırım gibi aşmak kolaydı. Lâkin — iki genç de bunu yapmak için henüz vaktin pek er- ken olduğunu düşünüyorlardı. Za- ten Camuka onları — geceyarısı o- huncaya kadar bekliyecekti. Hazar Han oğluna döndü: — İyi dövüşüyordun!.. SDedi: NURAŞ cerrekilk — Ondan daha iyi dövüşen yol tu, Diye ilâve etti ve sordu: — Oğlumuz bir dişi gibi yetiş - Memiş, değil mi? Hazar Han karısına sevinçli ve Mesut gözlerle baktı: — Evet, umduğumdan daha erkek... Cirit oynayanlar epeyce yorul - Muşlardı. Birer birer meydandan çekildiler. Daha sonra yâ ya dövüş: l!!. güreşler ve oyunlar yapıldı. Güneş tepeye gelmişti. Herkes de acıkmıştı. Kızarmış etler, iyice Bişmiş ekmeklerin başına geçerek Yediler. Köpüklü kımızları içtiler Ve Hazar Hanla Ulcay ve Arguna ettiler, Öğleden sonra güneş biraz yana düşünce, kalenin ilerisindeki bü - Yük çayırda, koşulara daha kala - 5& kümeler arasındaki kılıç ve Sirit oyunları başlıyacaktı. çılgınca eğleniyordu. Hanla karısı saraya çe - | kiııir kaç saat sonra, artık yemek- | diler. in ve etlerin piştiği ocaklar sön- .—. yiyecekler ve kımızlar çayıra ğllıııı;tı. Borular ve davullar b durmadan çalınıyor, — gençler k Hazar Hanla karısı ve — oğlu Kdi de büyük çayırdaki yerleri - Oturmuşlardı. e ortasma büyük keş - taşlardan yüksek bir ocak ya - .hlbmyı kocaman bir ateş WI. b .qllllr.e gece de devam edeceği böyle yapmak gerekti. :'i— sevinçli ve coşkundu. L& akat Argunla Tekin ve Ulcay, bir şey görmüyor gibiydiler .. kızlar halka yaparak dansedi - | 'dı. ULUS KIZI noae (ERETSEm | nıyordu. Bir an önce meydana a- Bütün — gönülleriyle gu kocaman ateş yığınından bir parçayı ateşsiz | ülkeye götürmeyi ve orada çoğal- tarak en uzak ufuklara kadar da - gıtmayı düşünüyorlardı. En usta binicilerin kılıç oyun - İarı epeyce uzun sürerdi. Bir ada- man başı yarıldı, bir. başkasının kalkanı parçalanarak kolu kemiği- ne kadar kesildi. Bunlar küçük şeylerdi. Kimse aldırmadı.. Şimdi yeniden cirit başlamıştı. Bu, sabahkinden daha yamandı . Koca çayırda kovalayanlarla kaçarların, biribirinin — etrafında dönen kasırgalardan farkları yok - tu. Şurada bir at devrilircesine yan geliyor ve birdenbire doğruluyor gene ileri atılryordu. Orada bir at başıboş vetek başına meydanı dört dönüyor, fakat bir kaç dakika son- ra onun karnından — yukarıya bir adam başı fırlayınca herkes şaşiırı- yor ve alkışlıyordu. Öte de bir at sola eğilirken üstündeki adam sa « ğa doğru boylu boyuna yere uza - nıyordu: — Düşüyor! Düşüyor! .. Derken atlının doğrulduğu, doğ rulurken de yere düşmüş olan bir ciridi alarak karşısındakine yıldı - rım gibi attığı görülüyordu. Bütün bunlar, seyredenleri yer - lerinde hoplatıyor, onların yaptık- larını taklide sürüklüyordu. Vakit geçtikçe Argun sabırsızla- tılmak, ne yapılacaksa, yapmak ve büyük maksada varmak istiyordu. p Atılmak, ne yapılacaksa yap - “mak ve büyük maksada varmak istiyordu. — Baba!... — Söyle!... — Ben de ciride çıksam... Ulcay, göğsü derinden deri- ne şişip inerek oğluna baktı. Hazar Han, cevap vermedi. Belki de istemiyordu. Argun, susmadı: — Tekinle beraber, şu kabada- yıların hepsini yenebilirdim. Dedi. Hazar Han, oğlunu baştan a- yağa kadar süzdü. Tahtına daha iyi yerleşti. Övünen bir sesle ce - vap verdi: — Yenersin!. — Fakat — onlar yoruldular. Biraz sonra yarış ola-| cak, onu kazanabilir misin?.. Argun, istemeksizin — Tekinin yüzüne baktı. Onun gözlerinde, | arkadaşımızı yalnız başına bırak- HABER — Akşam Postası Bununla beraber kaçmağı aklı - mızdan bile geçirmiyorduk. Çün - kü bunun faydasız olduğunu bili - yorduk. Kaçtıktan sonra yakalan - ' dın mı, cezası pek pahalıya mal olurdu. Nasıl oldu bilmem; dört arka - daş biribirimizden hiç ayrılmadık. Ve birlikte olunca çektiğimiz zah- metleri pekte — hissetmiyorduk. Ilk acemilik çağını atlatmış oldu - ğumuzdan, bu tecrübe hoşumuza gitmeğe başlamıştı. Artık Boliv yalılarla karşılaşmağı âdeta özlü - yorduk. Cepheye doğru olan yolculuğu- mMmuz, aşağı yukarı bir gezinti gibi geçti. Bu yolculuk sona erince ca: nımız sıkıldı. Eskiden bir Bolivya istihkâmı, şimdi de seferber Para- guvay ordularının genel karargâhı olan Portin İsla Poi'ye vardığımız zı söylediler, Burada bulunduğumuz günlerde küçücük — cemiyetimiz maalesef parçalandı. — Arkadaşımız Ralf Malaryadan çöktü, onu kaldırıp bitli, pis ve hasta dolu bir saman - lığa götürdüler, Burası sözde hasta ne idi; karyola — namma bir şey yoktu; zavallı hastalar taş döşe - meler üstüne serilmişti. ise cepheye gönderilecektik. Fakat mak istemiyorduk. Bu işe bir çare bulmak meselesini Andoniya bı- | raktık, Bir gün öğleden sonra Ral: fi ziyaret ederken — Andoni sivil hayatta kendisinin çok iyi arkadaşı olan bir doktorla karşrlaştı. Uzun uzadıya — görüştüler. Neticede de bizim Andoni doktora emir neferi oldu ve böylece Asompsiyon şeh - | rine gönderilinceye — kadar Ralfi göz altında — bulundurdu. Zavallı Ralf Malaryadan — iskelet haline dönmüştü. Adoni doktorun yanınmda kaldı ve onunla birlikte hastane hastane dolaştı. Sonraları birleştiğimiz de bana anlattığı — tecrübeler, cild dolusu tutacak kadar çoktur. Bu esnada biz Deymonla bir - likte üstümüze düşen — vazifeyi kendi yüreğinden geçeni okudu ve: — Her şeyde bana güvenebi - lirsin baba!... Dedi. Güneş ufka epice inmişti. Ate- şin kızıllığı çoğalmış ve gölgeler uzamıştı. Meydan boşaldı. Şimdi koşu başlıyacaktı. Bu koşu, yalnız koşmaktan iba- ret değildi. Biraz da avlanmaktı. Otuz kadar atlı, ufak bir hen - değin önünde sıralandı. Bunların ortalarında Argun, Tekin yan ya- na idiler. Aralarında — konuştu - lar : — Tam vakti!.. — Fırsatı kaçırmıyalım !.. Daha yavaş ve kulaktan kula - ğa devam ettiler: — Ateşin — yanından geçer - k!n... Ateş onlardan yüz adım kadar yapmak üzere gezgin bir müfre - eee vemim ZeT MAT n o aa LA ileride idi. — Biraz büyük ve iyice tutuş- muş olanını alalım. — Hepsi de o kadar güzel ya- nıyor ki... — İğşler iyi gidiyor!.. Onlar, ateşsiz ülkenin yoksul insanlarının çocukları idiler. Şim, di, onlar için koşacaklardı. İkisi de her zamanki al atları- na binmişlerdi. Atlarının başla - rını güçlükle tutabiliyorlardı. Bu sırada koşunun olacağı yol üstüne, tam ateşin yanına doğru diri bir ceylân getirdiler. Bu çe - vik hayvanın kırmızı derisi pırıl, pırıl yanıyor, dört yanından onu bağlayan ipleri koparacak, yahut uçlarını tutanları — sürükleyecek sanılıyordu. Bir boru öttü. (Devamı var) Geriye kalanlarımız dâ, nerede [ Hakiki bir macera ZORAKİ ASKER Paragvay-Bolivya harbinde başımdan geçenler Türkçeye çeviren: Ahmed Ekrem Tüfek kurşunları tepemizdeki yap- rakların içinde vizlamıya başladı.. No. 3 Taarruz başlayınca ben hemen zeye verildik. Şakonun yağmurlu| pek te değer yeri yoktu. mevsimi başlamıştı. Bütün mınta - ka kocaman bir bataklık olmuş - tu. Yağmur hiç durmadan, bardak- tan boşanırcasına yağıyor, biz de boyuna kemiklerimize kadar 1s - lanıyorduk. Şunu söyliyeyim ki: Paraguvaylı askerler, — dayanıklı ve yapıları sağlam — kimselermiş doğrusu... Bunlar ne kadar ıslak olduklarına ve vaziyetin kötülü - ğgüne hiç aldırış etmiyorlardı. Ben havaya sövüp saydıkça onlar sa-| dece pişmiş kelle gibi — sırıtıyor ve (hele sabır) mânasına gelen “Paçiyençya,, diyorlardı! Bolivyalılarla ilk karşılaşmam, öyle düşündüğüm gibi pek te bü- yütülecek bir hâdise olmadı. Bir ormanın içinden geçiyorduk, Tü - fek kurşunları tepemizdeki yap - rakların içinde vızlamağa başla - dı. Adamlarımızdan birisi çığlığı basarak yere yuvarlandı. Ben he: men bir ağacın arkasma sığındım ve artık son dakikalarımın gel - miş olduğunu sanarak, istemedi - gim halde her yanım zangır, zan- gir titriyor, çenelerim takır tukur birbirine çarpıyordu. Bununla beraber, hiç bir şey olmadı. Kurşunlar — tepemizde - deki yaprakları biçmeğe devam etti. Çok geçmeden bizim arka - daşların ateş etmeğe başladıkla - rını duydum. Büyük bir dikkat ve| ihtiyatla başımı ağacın gövdesin-| den dışarıya uzatarak düşmanın nerede olduğunu keşfetmeğe uğ - raştım. Önümüzdeki — ovada bir kaç hayvanla bir iki adam yerle - re serilmişti. Yüz kadar — Bolivya atlısınımn dört nala uzaklaştıkları- nı gördüm. Yüzbaşımız ileri emrini verdi. Ağaçların arkasından çıkarak o- vada yerlere serili olan cesetlere doğru ilerledik. Yaralı — olanları; esir aldık. Öteye beriye dağılmış tüfeklerle cephaneleri topladık. Bizden de iki yaralı vardı. Düşmanla ilk temasım işte böy- bir ağacın arkasına saklandım. Fakat ben bu ilk patırtıda oldukça kor- ku geçirmiştim ha!.. İlk kurşun yağmuru yüreğimi epi gümbür - detmişti doğrusu... Yılım mütebaki kısmını Şako- da geçirdim. Düşmanla bir çok çarpışmalarda bulundum. Fakat ilk müsademede korku damarla - rım çatlamış olduğundan v artıli fazla tabansızlık göstermedim. * Finans bakımından Paraguvay cılız bir ulustur. Silâh ve cephane satm almağa pek gücü yoktur. İşte bunun için düşmandan ele geçirilen silâhlar çok hoşa gitmektedir. Kazanılan bir savaşta fazla silâh elde edil - mezse, kumandanlar bunu bir za- fer saymıyorlar! Bizim bağlı bulunduğumuz a- lay, boyuna şuraya buraya koş - turulan gezginci bir kıta idi. Yap- tığımız savaş ta açık ovada hare- kât harbi idi. Önümüzde en çok yüz kişi ta- rafından tutulmakta olan , Boliv- yalıların Fortin dedikleri küçü- cük kaleler vardı. Bunlardan bi- risini kuşattık mı, dövüşmeden evvel içerdekilere haber gönde « rir ve teslim oldukları tazkdirde *ok iyi muamele göreceklerim ve Hosdoğra asompsiyona gönderile - ceklerini, teslim olmazlarza yanı- mızdaki toplarla taş üstüne taş br rakmamak şartile her şeyi yok e- deceğimizi bildirirdik. Bu haberler ekseriya iyi neti - celer verirdi. Düşman kıtaları tes- Km olduktan sonra, silâh namına ne varsa, toplar ve kaleyi yer yü- zünden traş ederdik. Esirler, ele geçirilen silâhlarla birlikte ve mu- hafaza altında geriye genel karar- gâha gönderilir, — biz de ikinci Fortine doğru yollanırdık. (Devamı var) aS HAZIRAN le olmuş ve böylece bitmişti. E- Deniz gezintimizin ğer savaş denilen kanlı hepsi böyle ise, bunun işlerin günüdür İzor İA İaaygyyyllNeda gggi KDYN BR ada n İ BK