B İ HAZİRAN — 1925 ayı b — Evet!... l — Yalnız olarak mı? ğ — Evet!... — Buna razı olamam Tekin!.. u ben yapmalıyım. — Sön söz mü? sör — Elbet!... -K Kaleye yaklaşıyorlardı. ea Argun atını mahmuzladı. ve Ürt nala kaldırmak istedi. Tekin Birdı: — Dur, senden bir istiye - Seğim!.... d, <P Argun durdu ve: — Söyle!... Dedi. *— Madem ki bu işi benim yap Mamı istemiyorsun, hiç olmazsa Rni yalnız bırakmamalıyım, Be '“ber—bqladık. beraber bitirelim ğ kan kardeşi, hiç bir yerde bi - Tbirinden ayrılmamalı!... Yaşar - İ ı'h de, ölürken de yan yana... Ulcayın oğlu, Tekinin yüzüne devgi ile baktı. Atını ona yaklaşter L Artık dizleri biribrine sürtüyor Kollarını biribirlerinin omuz- k'ma attılar; yüzlerini biribirine 'düler. ? — Yan yana!.. Peki!.. Her za:- tan her yerde yan yana!... Böyle trsa daha atik ve ceşkun oluruz Güneşin ufka vuran son ışık I"'nı karşı birkaç dakika öylece 'ürüdüler. Sonra biribirlerinder Unldılar ve dört nal, şaha kalke> rının üzerinde kalenin avlusu- girdiler . Hazırlıklar bitmek üzere idi. Kesme taşlardan yapılan ve ö âü demir kafeslerle kapanmış ©- 9 büyücek ocaklarda kütükler Mtır çatır yanıyor, kalm duvarlar- & korkunç mazgallarda heybetli İölgeler geziniyordu. | ÂAteşsiz ülke, günün — ölümüyle ş'ülüm sessizliğine gömülüyor, tkat Hazar Hanın ülkesinde ha :l devam ediyordu. Çünkü ateş Yattır. S,O'mek' ateşin sönmesi demek - hîlüm her şeyden zorludur, var- Asıl ve eşsiz hâkim odur. İn- ııs"!l'lır, kördür, sağırdır, duygur ?llr. İyi veya kötü, güzel veya kkü. ihtiyar veya genç ayırmaz alnız körü körüne hükme - *Canlı olan her şey onun, o sar BB . V L SKi iarAt & : lmvvetin oyuncağıdır. ;g —io_'üluı yardımcı olmak kendi « .. ti öldürmektir. - ),lh"ln Han ve onun — yüzlerce gee '_“bılnlın niçin bu çıplak gö- çu Hü görmediler. ğt 4 v böyle düşünüyor, her yer- çe %H'Me, yoksullukla boğaz bo- dövüşmek istiyordu. ek ik — 29 — " İ KUYRUKLU YILDIZ?... n Y :Nı)u sabahı.... ğr Cı': en güzel günü idi. B a _'İl hafif bir rüzgâr, dağlardan y —f' doğru esiyor, çamların ve — )q"çş'kkrinin kokularını getiri- u, nî“"-k Tmeydana yüz kadar ocak ı_nkuxulmu;ıu. Buralarda e hl.ış derileri yüzülmüş olan ge ç : 'ş. l'ıı:ıühr ve diğer av hayvan k" Tiyor, yemekler kaynıyor- 'Ğ:.—' Hanın adamları kalenin WM ve büyük avlunun dış ile ma birikmiş çalgı ve I."lııı #imdiden eğleniyorlardı. Nh Han, Ukay ve Argun- ü i i. — Yalnız |ULUS KIZI Sorguçi ve ihtiyar Arık, askerler- le işçilerin aralarında dolaşıyor * lar, her şeyin tam olmasına çalı - ı şıyorlardı. Öğleye doğru Hazar Han büyük salondan avluya indi. Sırtında, av resimleriyle süslü, ak bir elbise veonun — üstünde de en güzel kurt derilerinden bir kürk vardı. Ayaklarındaki pabuçlar, — altın pullarla bezenmişti. Başına mavi tilki derisinden, bol tüylü bir kal- pak giymişti. Ağır ağır, saray — adamlarının önünden geçti. İki büyük ocağın ortasındaki yüksek tahtına çıktı, oturdu. Biraz sonra Ulcay ıöıiîndü. En önde ihtiyar saray bakanı yürüyor du. Onua ardında Batu ile birkaç kadın daha'vardı. Ulcay avluya indi. Ağır fakat si: nirli adımlarla, sağa sola tatlı ba- | kışlar atarak — yürüdü. Fakat bu tatlı bakışların zoraki olduğunu, biraz dikkat edenler anlayabilir - lerdi. Çünkü yüzü solgun, gözleri kızarmıştı. O da, Hazar Hanıtı s0: lundaki tahtına çıktı, oturdu. Şimdi Argun geliyordu. Arkasında, Tekin ile kendi yaş- larında on kadar — genç, yürüyor- lardı. Hepsi de ileri gelen adam” ların oğulları idiler. Yün elbise - ' ler üzerine ak keçeden yelekler giy mişler, ayaklarıma çizme geçirmiş- I ler, başlarrna demir tolgalar koy- muşlardı. Sol kollarında kalkan - | ları, bellerinde Yürüdüler. — Hazar Hanla Ulcayın dimdik durdular. Kılıçlarını çekti- ler, Havaya kaldırdılar ve selâm- ladılar. Sonra, geldikleri kapınım öznünde bekliyen — atlarına doğru birer kurt gibi koştular, Birkaç saniye — sonra hepsi de meydanı dört dönüyorlardı. Atla- Tarının üstünde rüzgâr gibi uçuyor- lar, biribirlerine — saldırıyorlar, çeşit çeşit tavaş oyunları yapıyor- lardı. Meydanım kenarlarına biriken: ler, onları çılgın gibi alkışlryorlar- di. Biraz sonra beşer kişilik iki kü- meye ayrıldılar. Biribirinin canlarma susuyan i: ki düşmak» gibi savaşa başladılar. Hepsi de yıldırım gibi koşuyor- lardı. Kılıçlar, tolgalarla kalkan - lara çarptıkça kıvılcımlar sazıyor" du. Bir at şaha kalkryor ve arka üstü devriliyordu. Sonra bir baş - bası yüzüslü kapaklanarak sırtın - dakini yere atıyordu. Lâkin düşenlerin kalkmaları i: çin birkaç saniye yetiyordu. Hiç beklenilmiyen bir zamanda kümeler birdenbire biribirinden ayrılıyorlar, kaçar gibi yapıyorlar, sonra bir kasırga bulutu gibi dö - rerek yeniden çarpışıyorlardı. Kılıçlar havada şimşekler çizi- yor, kalkanlar, bu — şinişeklerden yağan yıldırımları karşılıyorlardı. Alkış, göklere yükseliyordu. Bu on gencin arasında Argunla Tekin, her saniye yan yana döyü şüyorlardı. Onların bulundukları taraf karşı tarafa göz açtırmıyor - du. Bir boru öttü ve oyunun bittiğini haber verdi. Şimdi meydana başka atlılar es- ki kurtlar çıktılar. * (Devamı var) di eli üeü eeneri İ lll aa gaBa n ea aa l eee glll eee aĞ e el gel İ D Ş TÜ li K küe d ea ni li lli 5 di ea G ei önünde | | HABER — Akşam Postaşı Hakiki bir macera ZORAKİ ASKER Paragvay-Bolivya harbinde başımdan geçenler Türkçeye çeviren: Ahmed Ekrem No. 2 Ertesi sabah Şakoya Düşmanla ilk karşilaşmamız hiç teumduğum — gibi — olmadı. Gece ilerledi. Isınmak için biri-| birimize sokulduk — fakat nafile. Artık dayanamıyacağımızı anla -| dığımızdan odaya — döndük. Tan yeri ağarırken — açlığın verrdiği sancılarla kıvranmağa başladık, Etrafta yiyecek bir şeyler aradık. Taliimiz varmış: Krşımıza başka bir suç yüzünden hapse tıkılmış bir Romanyalı çıktı, halimize acr yarak biraz kahvaltı verdi. Bu a - dam yemeği müşterek bir ateş üs- tünde pişiriyordu. Yemekten sonra gözlerim açıl- gönderileceğimizi söylediler kalık bir vakit verildi, Sonra limana yürütüldük. Bura: da diğer üçyüz zavallı ile birlikte bir ırmak vapuruna bindirildik. Irmaktan yukarıya olan yolcu » ? luk hâdişesiz geçti. Küçük, fakat 3 dizdiler. Şakoya çok işlek bir limanda bağlıyarak karaya çıktık. Şehrin içinden geçi- rilerek öteyandaki ovaya götürül- dük. Burada kuvvetli tellerle çev « rili ve süngülü nöbetçilerle mah - fuz kocaman bir ordugâh — vardı. Altı kişiye bir çadır düşüyordu. Ça dırlara dağıtıldıktan sonra mutfa- ğa gitmemiz, taliimiz varsa orada midelerimize indirecek sıtak bir şeyler bulacağımız söylend. Birkaç kuru peksimetle azıcık çorba bul- mak için hiç vakit kaybetmedik.. Ertesi sabah — hepimizi sıraya gönderilmeden önce burada biraz talim ve terbiye göreceğimizi söylediler. Ben de rahat birkaç gün geçirebileceğimi: zi sanarak sevindim. Ancak ne ka- dar aldanmış olduğumu anlamak - ta gecikmedim. Sıralar — dağılmadan evvel her kes üniforma, tüfek, fişek, birer de battaniye verildi, Üniforma, “brin,, denilen hafif ve zeytuni renkli birıkumaştan 0: lup bir pantalon bir de gömlekten” ibaretti. Yazın için bu elbiseler hiç , tefena değildi? Fakat kışın acı so- tan sonra hapihsaneye tıkılmış ol- duğumuzu öğrenmiş.. Andoni başımıza gelenleri anla- tınca kadıncağız eve koşarak bat- taniyelerimizi ve satın aldığı bir kaç kalem erzakı getirdi. Gardiya- nı kandırarak Andoni ile ikinci de- fa konuştu ve eşyayı verdi. O gün öğleden sonra saat dörtte Andoni biç daha çağrıldı. Kapıya gitti ve bir iki dakika şonra yanım” da konsolos kâtibiyle birlikte dön- dü, Bu genç, davamızı işitince bü- yük bir samimiyet gösterdi ve bizi dı, çevremi gözden geçirmeğe ve| hemen saldırıvereceğini söyledi. bizimle birlikte getirilen adamla- ra bakmağa başladım. Bunların Aradan tam dört gün geçti. Sa - dık hizmetçimiz her sabah elinde hepsi sefil görünüşlü, kirli yırtık| bir sepet dolusu yiyecekle geldi. pırtık elbiseli adamlardı. Bundan daha haydut görünüşlü insanlara tesadüf etmek — güçtü doğrusu; eminim ki — Paraguvayın en azılı haydutları toplanmış bulunmakta idi. Gardiyanlar bunlara hayvan gi: bi muamele ediyorlardı. Erzakla- rımı ve ateş için birkac parça odu- nu pencerenin parmaklıkları için- den içeriye atıyorlardı. Mahpusla- rin her birisi kendi yemeğini pişir" meğe mecburdu. Eğer tanıştığımız Romanyalı olmasaydı yemek işin de ben ve arkadaşlarım pek yaya- kalacaktık.. Sabahleyin saat ona doğru gar" diyan gelerek bir kadınm bizi gör- mek istediğini söyledi. Önderimiz Andoni olduğundan kadının ne ix> todiğini anlamağa gitti. Gelen ka - dın meğerse ev — işlerimizi gören yerli hizmetçimizmiş; bizi tuttuk- ları zaman br iş için dışarıda bulu- nuyormuş; birçok arayıp taradık- Yiyeceği, Romanyalı arkadaşımız- la paylaşıyorduk. Dördüncü günü öğleden sonra, ertesi sabahı Şakoya gönderilece - gimizi söylediler. Kolumuz — kanadımız kırılmış, umutsuzluğa düşmüştük, Konsolos cenaplarına ne olmuştu? Bizi bu- radan kurtarmağa vakit bulmadan acaba yaka paça gönderilecek miy dik? Saat altıya doğru Andoniye konsolostan bir mektup geldi. Bunu sessiz sessiz okuduk, “Çok teessüf ederim, Fakat bir şey ya * pamıyacağım,, sözlerini görünce yüreğime bir acı çöktü, mideme de bir tiksinti geldi. Andoni de acı acı: — Yurda hizmet mükâfatı! Diye söylendi. Tanyeri ağarırken hepimiz avlu- da toplandık. Adlarımız okunduk- tan sonra, kahvaltı etmek ve pılı- etmenin işte pırtımızı toplamak için otuz daki- nılryordu. Bdi a öi İ S n ÖDe , guklarma karşı beş para etmezdi. Başımıza geçirilen külâhlar güneş için çok elverişli bir başlıktı. Pan- ş$o denilen battaniyeler söz de yün” dü. Fakat bu işte birkaç kişinin e- pey para kazanmış olduğuna emi- nim, Çünkü bana verilen battani - yedeki yün, koyundan değil, fakat pamuk ağacından gelmişti! Üni- formamızı giydikten sonra bir ça - vuşun önüne götürüldük. Hemen bize askerliğin başlangıçlarına da- ir ders vermeğe koyuldu. Bu ders hiç fasıla vermeksizin öğleye kadar devam etti, Öğle üs- tü yemek için yalnız otuz dakika - lık bir ara verileceği söylenince he pimizin suratı ekşidi. Yemekten sonra şiş karınla — talime koştuk. Güneş batıncaya kadar tüfek ta- limleri yaptık. Buçok — zorlu işti doğrusu. İngiliz ordusunda hizmet etmiş olan Andoni bile: — Biz İngiliz başçavuşlarını çok sıkı sanırdık, gelsinler de buradaki çavuşlardan ders alsınlar! Dedi. n Kampta on gün kaldık. Hergün, bir gün evvelisi yaptığımız ışleri tekrar ederdik. Önümüzdeki sev” kiyatla Şakoya gönderileceğimiz söylenince, buradan kurtulacağı - mıza sevinmedik — dersem, yalan söylemiş olurum, Artık Bolivyalılara karşı harp edecek kadar askerliği öğrenmiş olduğumuza inanıyorlardı. İki-gün sonra kamyonlara bindirilerek cep heye doğru yola — çıkarıldık. Bu yolculukta yanımıza muhafız ka- tılmamıştı. Artık Paraguvayın sü: el ruhunu adam akillı kavramış ol- duğumuz ve düşmana doğru biran evvel gitmek için can attığımız sa- (Devamı var)