Haber'in hikâyesi — Yeni şapka aldın ha! Hem de, hasır bir şapka... Zavallı Hüseyin, karısının bu karşılayışı üzerine — şaşırmış, ne "Bir kelime söyliyebiliyor, ne de kapıdan içeri girebiliyordu. Karı - sı ise boyuna söylenmekteydi: — Bu senin yaptığına israftan başka bir şey demezler. “eçen sene aldığın hasır şapka daha du- ruyor... Yenisini almağa sanki ne lüzum vardı... Sonra ben bir şey istesem parasızlıktan mağa başlarsın.. Hüseyin, o akşam yatmak vak- ti gelinceye kadar hep bu sözleri işitti. Fakat artık karısınımn böyle huylarına alışmış olduğu için pek te aldırmıyordu. Sessizce yemek yedikten sonra gazetesini okuma - ğa koyuldu. * “dem vur- Ertesi sabah, perdenin arasın - dan geçerek gözlerine vuran kuv - vetli bir güneş ışığı onu erkenden uyandırınca aklına ilk gelen şey gene yeni şapkası oldu: — Hava güzel.. diye düşündü, böyle bir havada eski ve ağır me- lon şapka ile sokağa çıkacak de- ğilim ya... Yarım saat sonra güzelce traş olmuş, açık renk bir kıravat tak - mış, yarı karanlık koridorda ası- İr duran yeni hasır şapkasını gi - yerek sokağa çıkmıştı. Oh, bu ha- fif şapka ile ne rahattı!.. Hem de tam başma göre seçmişti, hiç ya- bancılık duymuyor, kendisine bu şapkayı senelerce giymiş te alış- mış gibi geliyordu. Çalıştığı daireye varımca, biraz geç kâldığı için, şapkasmı alelâ - cele portmantoya asarak hemen i- şinin başma geçti. Evi uzak geldiği için, öğle ye- meklerini dairesi civarındaki lo - kantalardan birinde yemek muta- dıydı. O gün de öğle paydosu ol- duğu zaman şapkasını başına ge- çirerek loktanya gitti. Yemeğini iştiha ile yiyip, kahvesini içtikten ve bir de cigara tellendirdikten sonra, ağır ağır yerinden kalktı. Lokanta sahibile ahbapça konuş- tu. — Şapkam!.. Şapkam nere - de? Garson atıldı: — İşte burada efendim... Bay Hüseyin telâş — içindeydi. Şapkasının bıraktığı yerden sırra kadem bastığını birdenbire far - ketmişti. — O şapka benim değil... Bak- sana o sapsarı olmuş eski bir şapka.. Benimki yep yeniydi, da- ha dün almıştım... Lokanta sahibi, Bay Hüseyini yatıştırma ğa çalıştı: — Kusura bakmayın Bay Hü- seyin... Başka bir müşteri yanlış - hıkla sizin şapkayı almış olacak. Farkına varınca her halde geti - rir. . — Yeni şapkayı verip eski şap- kayı almak için öyle mi? Bu za - manda böyle adam nerede aca - ba.. Şu şapkanın haline bakın, sap sarı olmuş, hele kurdelâsı mutfak bacasından farksız.. Zavallıyı en çok üzen şey, evde karısının kendisine söyliyecekle - rini düşünmesiydi. Karısı muhak- kak budalalığını iddia — edecek, şapkayı almasını, kaybetmesini ve nihayet lokanta sahibine ödetme - hikâyesini her fırsatta başına ka- kacaktı. | — Eski şapkayı hiddetle yere ata- | rak çiknedikten sonra, bir daha bu lokantaya ayak atmıyacağını bağırarak çıktığı , gitti. » * » O akşam eve döndüğü zaman, Bay Hüseyin, kabahat işlemiş bir çocuk vaziyetinde idi. Maamafih karısına bir şey hissettirmemeğe çalışıyordu. Şapkasını elinde tu - tuyormuş hissini vermek için iki e- BABER — Akşâm Postatr kan Yakın tarihten Yeni şapka ittihat ve Terakkinin eski Çankırı katibi mes'ulü Cemal Oğuz anlatıyor; No. 54 9 HAZİRAN — 1928 li yaprakla ödk e LAĞ Ve göz yaşları içinde bana ve - lini arkasında tutar bir vaziyette içeri girdi ve karısına şapkasının yokluğunu farkettirmeden yukarı- ya çıktı. İki dakika sonra kapı çalınıyor- du. Hüseyin, karısına hoş görün- mek için hemen yerinden fırlayıp aşağıya koştu. Gelen bir çocuktu. Hüseyine bir paket uztarak: — Ustam özür diledi, bizi af - fetsin diyor. Yeni bir şapka aldı, kaybolanın yerine kabul etsin di- ye rica ediyor. Sahneyi tasavvur — edin! Yeni şapkayı getiren çocuk kapıyı ka- patıp gittiği zaman Hüseyin, ka- rısımın yüzüne bakamıyacak ha - le gelmişti. Karısı ise yukarıdan ne koşulduğunu işitmiş, hemen a- şağıya inerek söylenmeğe başla - mıştı: — Şapkanı demek çaldırdın? Hangisini? — En yenisini... Dün hasır şapkayı.. — Ne diyorsun yahu! Yeni şap- kan dolapta duruyor. Ben dün ye- nisini saklamış, eskisini meydana çıkarmıştım. — Eskisini mi? — Eskisini ya.. Bak sen farkı- na varmadığın gibi loktanda da aldığım şapkanın eski olduğunu anlama - mışlar... Şapkan daha yeni de- mekte haklı değil mi imişim? ». & & Hüseyin, sükütu muhafaza et - mekten başka çare göremedi. Ye- ni şapkasile her gün lokantaya gi- diyor. Yalnız, yemekten sonra ver diği bahşişin miktarını biraz art- tırdı. Böylece haksız yere aldığı şapkanın parasını — yavaş yavaş ödeyerek vicdanımı bir yükten kur- tarmağa çalışıyor. F.M. HAZİRAN Deniz gezintimizin | günüdür AA gpgygllAPA Te gagaz T Nİ gp ggi TÜRMıyyagelP AAt ga Cazband arıyoruz Gezintimiz için bir cazbanda ihtiyac vardır. İsteyenler gene a - yın 14 üncü cuma gününe kadar mürcaat etmelidirler. Kiralık büfe 23 Haziran 1935 pazar günü yapılacak olan büyük deniz gezin- timize tahsis edilen Akay Şirketi - | nin (Kalamış) vapurunun büfeleri kiraya verilecektir. n Talip olanlar en çok ayın 14 ün- cü cuma gününe kadar idarehane- mize müracaat etmelidir. mesini hep budalalığına delil sa - | WtpyyyyaftiilİüyoygaptlİYCDN ıgyyjyaaADÜİNpggyygyANAREAAK ggg yacak, ömrü oldukça bu şapka | çılgınlıktan başka ne da etmeden çıktı, gitti.. Ben de ne- ticede teklifi kabul — edecektim.. Fakat, hiç olmazsa, mahud ziyafe- tin! İki bin lira ile yapılmasını, olmazsa üç bin lira ile iktifa olun- masını isteyecek, karıma da böyle bir teklifte bulunmasını tenbih e- decektim.. Fakat o beni bile dinle- meden kararımı vermiş, çıkıp git - mişti... » Odama bezgin bir halde çıktım. Gene rahmetli Mehmed — Ali beni karşıladı.. Halimden — geçirdiğim deruni buhranı hissetmişti: — Yahu, dedi.. Nedir bu üzün- tüler? Kendini harab ediyorsun. . — Karım geldi, konuştuk.. Be - nim fikrimi almadan, beş bin lira rüşveti vermeği muvafık bularak, teklifi kabul ettiğimizi bildirme - ye gitti. — Eh sağlık olsun! Bu suretle kurtulacaksın ya, sen ona bak! .. Fakat ya ben ne olacağım.. Benim yedirecek param yok ki.... Ak saçlı, ak pala bryiklı arka- daşım bu sözleri söyledikten sonra çocuk gibi ağlamağa başlamıştı .. Kendi derdimi unutarak ona acı- mağa başladım.. Ellerini tutarak öpüyor, onu teselli edecek sözler süöylüyarduma. ——— — — Merak etme kardeşim! Bu işte ben yalnız değilim.. Senin de muamelen benimki ile birlikte bi - tecek.. Kurtulursak ikimizde bera- ber olacağız.. Seni bırakmıyaca - ğıma yemin ederim. Mehmet — Aliye söylediğim bu sözletin teselli için söylenmiş ale- âde kelimelerden başka hiçbir ma- nast yoktu. Ben kendimin bile kur- tulacağıma daha kanaat getirme - miştim. Gözleri — kapalı bir vazi * yette mukadderatımın bizi sürük - lediği yolda yuvarlanıp - gidiyor - duk. Kendi vaziyetinden ve istik- balinden şüphesi olan bir adamın başkasını kurtarmayı düşünmesi olabilirdi. Maksadım, maneviyatı tamamen çökmüş bir halde bulunan bu bed- baht ihtiyarı teskin etmekti. İse ki, sözlerim, - bizim dertli arkadaş üzerinde iyi bir tesir yap - | tı. Önu bırakmıyacağım hakkında: k teminatım kendisine bir iksir gi- bi tesir etti. Bayağı canlandı; göz- lerinin rengi yerine geldi, solgun yüzü penbeleşti. Boynuma sarıldı, beni bir kardeş sevgisiyle sıktı ve öptü. O dakikada içim burkuldu. Kendi kendime şöyle düşündüm: — Bu ihtiyar adamcağızı, ümi - de düşürmekle günah mı işliyo - rum? Yarmın acı hakikati kimbilir onun hasta vücudunda nasıl bir ak sülâmel yapacaktır. Bu hayal inki- sarına, bu rüh çöküntüsüne ben şse- bep olacağım. Fakat, kimbilir? (Meşimei şebden) neler doğar. Öyle olmasa bile son saatlerini o- na huzur içinde — geçirtmek, onu tatlı umutlarla ıstırabım ağırlıkla- rından kurtarmak neden günah ol- sun... Ben bunları hayatımın elli — senesini let kapsnda — hizmet geçiren bu namuslu düşünürken, ihtiyar — Arkadaşlarımızın birkaçını alıp götürdüler, ikisi öldürüldü, bi kısmı ise asıldı. dev- sessiz sessiz. ağlamasna devam e | lar. Kırbacın indiği yerler pll'n“ı diyordu. gibi kabarıyor ve kıpkırmızı kl'i: len bu kabarıklardan — sicim kanlar sızmağa başlıyordu. Dayağın ilk başladığı dıkiklllf' da, havada —aslıklar — çalark bif kavis yaptıktan sonra çıplak et Ü zerinde şaklıyan kırbacın her da” besini acı bir çığlık takip ediyo” du. Bu çığlıklar dakikalarca, git * tikçe hafiflemek suretile, devam * diyor ve nihayet tamamen kesili * yordu. O zaman ortada kanlar, l’" reler içinde yatan hareketsiz bif vücut kalryordu. Yaptığımız araştırmalardan öf reniyorduk ki buraya düşenler V€ işkence edilenlerin ekserisi kabö” hatsiz, yahut kabahatleri belediy? cezasını müstelzim masum kims€ ” lerdi. Tavuğu baş aşağı taşıdığı, trafi” vaya atladığı, sokağa tükürd için burada günlerce aç brrakılaf ve her sızlanışmda — adam dayak yiyenlerin hesabını Allah bilirdi! O zaman öç çıkarmak, intikarf almak çok kolay bir iş haline İ'l $ mişti. Hasmile başa — çıkamıy#” kimseler veya herhangi bir hhd’_ Jeşiriyle intil — nn di ler için yapılacak çok lı—ı;l.ıywı vardı: İftira... Ş — Bu adam İngilizlere küfretti Kemt| — Şu adam (Mustafa yaşasın) dedi. — Ahmedin bana borcu vardi vermedi. — Mehmet Katinama lâf attı! Bu kadarcık bir söz, onların YF kalanmaları ve Arapyan hanma F kılark hangi kanunla iş gördw ri anlaşılamıyan bir heyet tarafıf dan muhakeme edildikten hüküm giymeleri için kâfiydi. le borç iddiaları öyle kepazelik lini almıştı ki, hergün yirmi zavallı bu yüzden Arapyan getiriliyor, sonra sediye ile M neye kaldırılıyordu. , » * İngilizlere teslim — edilişimizin, | Arapyan hanma tıkılışrmızın yir - mi yedinci günü olmuştu... Arka - daşlardan bir kısmı Maltaya sürül. müştü. Bir ikisini alep meçhul bazı yerlere götürdüler. Akibetlerinden haber alamadık. İki tanesi Anado- lu yakasında bir yerde — kurşunla öldürüldü. Birkaç — kişi de tekrar Nemrut Mustafanın eline teslim e- dildi. Bunlardan da bir ikisi yağlı ipten boyunlarnı kurtaramıyarak göçüp gittiler. Arapyan hanmda siyasi mevkuf olan kala kala ben, Lâzistan mebw su Südi, Mehmet — Ali kalmıştık. Bir de, ismi hatırımda kalmamış (Sultan) Reşadımn başkâtipliğini yapmış ihtiyar bir adamcağız var- dı. Onu bir müddet sonra serbest bıraktılar. Bu zat Arapyan hanm- da az kaldı. Kaldığı müddetçe içli dışlr dost olmağa — vakit bulama - mıştık. Onun için neden getirildiği ve sonradan neden — serbest bı - rakıldığını öğrenemedik. Südi de bir müddet sonra Mal- taya sürülünce, biz Mehmet Ali ile tekwar hashasa baldık Artık burayı eskisi kadar yadır gamıyorduk. İnsan dünyada neye alışmaz ki? Günler ayni yeknasak- lhık içinde geçiyor. Hergün bir ha- ber, bir müjde bekliyoruz. Burada işkence kabilinden vakalar eksik olmıyor. Hergün müteaddit dayak ziya fetlerinden haberdar oluyor, bun - ların bazılarını gözlerimizle gö - rüyoruz. Artık bizim de ruhumuz katrlaşmıştı. — Asabımızda — eski hassasiyetten eser — kalmamıştı. Çırçıplak edilmiş zavallıların ko - ridorda bayıltıncıya — kadar nasıl dövüldüklerini biz de kapı aralı- ğından seyrediyorduk. Adamcağızları yarı beline kadar soyuyorlar, sonra üzerine bir bak- raç su döktükten sonra dövüyor- he (Devamı var) İki gün evvel Pariste bir kişinin ölümü ve on kişinin yaîd"ğ biten bir yangın olmuştur. Üç ton benzin yüklü bir kamyon * ederek op birdenbire ateş almış, havaya yükselen aleüler etraftaki evleri | tutuşturmuştur. Dört ev yanmıştır. j