2 HAZİRAN — 1985 Yazan: | Kadircan Kaflı ; üş’*eıi gün sağnak ve fırtına ye - , en başladı.. —Zatençıplak ve Ü kalan ateşsiz ülkede son Rtıları da yıkıyor, çadırları par - Yor. İnsanları ve hayvanları İN ve rüzgârın akıntısına vere - Tek Yerden yere çarpıyordu. -Fakat Hazar Hanın ülkesi dim - k Ve sağlam duruyordu. Orada - anda, kürkler, dokumalar ve * in kurutulmuş olan etlerin ne - kokuları icinde rahat rahat ya- ı"“'İlı'clı. klarda ateşler yalım yal:m "'"Yor. hamurlar pişiyor, mısırlar Staneler kavruluyor, etler kı- 'Yordu.. Argun bunu bir türlü kafasına u.""'lmıynr. babasının yanına Ülmek, onun ellerine sarılmak, a- Nl.l'mı kapanmak, yalve- üteşsiz ülkeyi kurtarmak - isti - a A'"leıi ona: — Bekle!. Yordu... . Plkıt onun sabrı tükenmişti .. İ korkunç günlerden bir. ak | 1. Ulcay, sarayın — kadınla» da idi. Bazı işler için hiz - & *Çilen, aşçılara emirler — veri - '*du ve Argun da yalnız başına h.’i odasında ve pencerenin ö - dinde durmuş, ateşsiz. — ülkenin N'lulluğımu düşünüyordu. | ,Birdenbire pencerenin önünden Hkildi. ertık kendisini oldukça güçlü 'ordu. Çocuk değil, bir küçük y *'lh'dı Oru Argun, ayaklarının ucuna ba h Sordu: — — Babam nerede?.. |— Odasımda... *'k babasının odasına — doğuv ü ,ı'“du Kapıdaki asker ona selân: Yerdi, Argun sert bir sesle: *'* Babamı göreceğim. Kapıyı Dedi. Pı açıldı. b A'llıllı içeri girdi. k.Pl kapandı. H*Zır Han — kocaman bir ayı 'fqn. uzanmış, ocakta yanan k_ lerin alevine karşı yözlerini Mış, dinleniyordu. kı_ Pinin açıldığını duyunca İg_ iklerini kaldırdı. Argunu gör- noiruldu. Kollarını açarak: — Seni kim gönderdi kuraya? xdlfı oluyor ki odama geliyor- A, Sanki benim değil, Ulcayın 1 Sdun !, Deği, r.::'llln babasının boynuna sa- q—?en, ikinizin de oğluyum İy p e Annem, ne kadar güzel ve q:pli ise, sen de o kadar ya © güçlü ve büyüksün!... ıl*—r Han sordu:; '&ni geviyor musun sen? Ü Elbet.. V&x Fakat anneni daha çok se- £ ŞK, N xsüylıl... Çekinme!.. Böyle hb“% hakkın var. Çünkü hep y "Anındasın. Önümüzdeki ba- Aetık erkekler arasına karı- $ » Yeni sevgiler ve yeni ar- K duyacaksın!... a, fırsatı kaçırmamak için i"llnlıı— da, sağlam duvarların | US KIZI No. 36 bl!ırı çıklı. Kapıdaki nöbetç? ' | yoksul!.. Çok ağrı çekiyorlar. On- gökcercenererALEsEcERKERaSAL AA Tarihi âşk vei avaş romani ; babasının sözünü onun bağrına koydu. — Kollarını boynuna daha güzel doladı. Yü- zünü onun yüzüne dayadı ve de- kesti. Başını rinden gelen titrek bir sesle: — Babal!... Dedi. — Ne var? Söyle!.. — Ben senden bir şey rum. — İstediğini hemen yaparım... Argun başını kaldırdı ve; — Acaba?... Der gibi babasının gözlerinin içine baktı. Hazar Han, bu bakışların yal- varışına dayanamadı: istiyo — Söyle, ne istersen yapaca- | / ğtm. Ben söz veriyorum... Çocuk babasımnın göğsüne biraz! daha sokuldu. Gözlerinde ve yü- zünde hayatın en güzel ümit pa- rıltısı vardı: — Ah!.. Benim istediğimi ya- parsan seni de annem kadar seve- ceğim baba!,.. Belki — ondan da çok... Ah, ne kadar — seveceğimi bilsen, baba!... Seni herkes vecek ve hayat, bilsen ne kadar güzel olacak !.. Hazar Han, durakladı. Kapalı bir perdenin yavaş ya- vaş kalkması gibi, sanki oğlunun istiyeceğini anlıyordu: — Söyle!.. Söyle ne istiyorsun?| Çabuk söyle!... Argun korkmuştu. | Babasmın bakışlarındaki bula - nık renkleri titrek gözlerinde süxz- mek veya parlatmak istiyordu. Küçücük yüreğinin -bütün gü -| » cünü toplayarak yalvardı: — Ateşsiz ülkeye acı, baba!.. Onlara ateş ver!.. Zavallılar pek lar da insandır baba!... Hazar han, yerinde büsbütüa doğruldu. Argunu kendinden uzaklaştır - dı. Alevleri sönen ve korlaşan ate şin karşısında, her an daha kor kunç görünüyordu. Kaşları çatıl- mış, yüzü bir mermere benzemiş Ü. Argunu baştan ayağa — kadar, öldürür gibi süzdü. Gök gürlüyo> gibi haykıran bir sesle: — Sana bunları annen öğreti- yor değil mi? Diye sordu. Sonra hızla kapıya yürüdü. Nö- bet bekliyen askere saray baka nını çağırmasını söyledi. Saray bakanı geldi. Bu adam, eski vezir iyi — yürekli ve ak sa- kallı Arıktan başkası değildi. Hazar Han buyurdu: — Al şunu!... Odasına — kapa ve kiıhuyi yanına sokma!... Tam bu sırada Ulcay, kapının eşiğinde göründü. Nefes nefese, şaşkın gözlerle Hazar Hana bak- tı. Onun çatık kaşlarının altında ki gözlerinde yıldırımlar tutuşu yordu. Yavrusuna koştu. Kucakladı: — Ne var, ne oluyor?. Hazar Han bağırdı: — Tanrı bana bir oğul verdi. Fakat sen onu bir dişi gibi yetiş tiriyorsun ! Birbirlerine sım sıkı sarılarak uzaklaşan ana ve oğulun arkala- rından bakmadı bile.. Birbirine ters iki büyük düşün- ce ile sedire oturdu. Başını avuç- & K ş!::::=:==:nu:=:ıı SS N ee AAA HABER — Akşatm Posfası Hakiki bi 9 —— # Geçitlerin bekçisi Türkçeye çeviren: Ahmed Ekrem AREEESTDDİDİDİTTDEEMUTDNUTUMU NMT No. 1 # $ TEREİMEEEEKİNEEEREETENTERİLAEELAK U TÜNKAMAAA IKLAT Bu memlekette kırk elli yaşına gelebilmek için insanın kolları İngiliz kuman- danı cesetleri ge- tirtmiş, Hintli vela- leri çağırmıştı. ĞU Efgan suurlarında “cana can,. prensibi hâlâ güdülmektle, bura- da kan davaları nesilden nesile intikal etmektedir. — Hindistanda İngiliz ordularına uzun yıllar le- vazım umum Kkumandanlığı yap- , mış olan mütekald Ferid General Sir Mac Zunn bu — hikâyesinde vak'aları olduğu gibi ve hiç süs- lemeksizin anlatmaktadır. Yalnız sırası geldikçe eşhas isimlerin- den - bazılarını değişlirmiştir. Çünkü bunlardan bir çoğu hâlâ yaşamaktadır. * * * “Göze göz, dişe diş!,, Işte eski günlerin medenileş- memiş adam oğullarınca gözeti- len kanunun mukaddes hükümle- Tarının içine aldı ve sessiz — kal- dı. Bunu söyliyen insan, kendi oğ- handan başkası olsaydı şimdi ©- | nun başı omuzlarından düşürül - müş olurdu. Ataş te oğlu da onun — en çok sevdiği iki varlıktı. Onlardan h'ç birinin hatıri için diğerinin ayrı I ğına katlanamazdı. Arık, hiç ses çıkarma:'an geld. ği yola dönmüş, gitmişti. S Üü iki kan kardeş Hazar Han, çılgın gibiydi. Bir türlü gözlerine ve kulaklarmına ina- namıyordu. Asırlardanberi baba lardan oğullara emanet olarak ge- Çen ve soyunun saltanat sürmesi - ne , kuvvetli olmasına sebep olan ateşi kirli ellere vermek ha!.. Bunu kendi oğlu düşünsün!... O evlât ki kendisi ve kendinden önce geçen bütün — hakanlar gi- bi: — Yalnız ben!.. Demeğe mecburdu. Bunu deme- diği gün o da şu sürünen canlı- ların hizalarına inecek, onlara ka- rışacaktı. Kendi arzularına ve inancma göre düşünmiyen oğlunu her han- gi bir insan gibi cezalandırmaya imkân yoktu. Bunu bir han olarak yapsa bile bir baba olarak payma- sı kabil değildi. (Devamı var) sağlam olmalıdır! | sırtında bızlı hızlı gittiğini | büsbütün zorba kişilerdir. Ora- ri.., İngiliz Blücistanında Loralai- ye giden yolun boyunca olan köy- lerde 1929 yılında da ayni sözler bağrılmıştı. Bir kış sabahı Rozegai ile Sin - jabi arasındaki dağlıkta yolculuk | edenler, bir atlının yorgun bir at gör- müşlerdi. Torgav köyünde kuyu başına toplanmış erkek kadın, çoluk çocuğun arasından — geçer- ken bu haberci ayni cümleleri bağı rarak atını dört nala kaldırdı. Hindistanın Efgan sınırı etek- | lerinde bulunan, serhad köylerin- de yaşamak zordur. Buranın a- damları da çetin insanlardır. He- le İngiliz Blücistanının yaban yerlerinde, İndusa giden eski ker- van yolları boyunca oturanlar larda şöyle kırk elli yaşa kadar yaşamak isteyenlerin, başlarını koruyabilmek için kolları sağlam gözleri, pek olmalıdır. Buralarda çok eski çağlarda olduğu gibi şimdi de savaş, öldür- me, ansızın ölüm gündelik vuku- attır. Beyaz adamların daha yu- | muşak olan kanunları buralarda çok yavaş yayılmaktadır. Köyün mini mini çocukları bile bazan yolunu şaşırmış yahut keryandan geriye kalmış küçük bir çocuğu ellerine geçirdiler mi, boğazlayı- verirler. Sınır boyundaki ananelerin en üzücüsü, mütemadi cinayetler ve mütekabil katiller halinde nesil- den nesile devam edegelmekte o- | lan bu kan davalarıdır ki bazan soysal eğlence ve zevkleri bile çekilmez bir yük haline kor. Bri-| tanya sınırları içinde kabile â-| detlerinin hâlâ buyruk sürdüğü kısımlarda da kan davaları gö- rülmekle beraber, kanun korkusu yüzünden bunun icrası zaman za- man geri kalmaktadır. Lorlai'den gelen yol üstünde | şimdi at koşturmakta olan ada- mın bu bağırması işte böyle se- bepsiz öldürmek isteğiyle kaba- dayılığın gösterişinden doğuyordu | Bu serhad mıntakaları daima | anarşi içindedir. Bugünler bir re- is oğlu ve kanun kaçağı olan Gül Can adlı adamın başkanlığı altın- da Kakuvlar, ne olur ne olmaz diye karanlık bir gecede çok sarp bir boğaza gelerek pusu kurmuş- lardı. Şeytan, gözetilen fırsatı ver- mekte geçikmedi. Aşağıda'ci bo- ğgazdan iki atlı Milisle bir melez kâtip ve siyasal memur yüzbaşı Angus Me Laren göründü, Bu ka- file önlerinden bir türlü ayrılmak istemiyen bir sürü kekliğin peşin- den at koşturarak eğleniyor; — sa- bah güneşinden ve bağazın serin . gölgesinden zevk alıyorlardı. Pususunda bekliyen Gülcan i- çin ummadığı kadar mükemmel bir fırsat çıkmıştı. İngiliz hükü- metini temsil eden bu memurları gebertmek suretiyle kendisinin imparatorluğa bile kafa tutacak bir kabadayı olduğunu gösterecek ve böylece kabileler arasında nü- fuz ve sanını pekleştirecekti. Ba- bası da bu işten kimbilir nasıl göğsü kabaracak, duyacağı se- vinç ne büyük olacaktı! Küçücük kafile pusunun tam karşısına gelince üç Efgan tüfe- ği patladı. Burada hedefi vurma- mak ihtimali yoktu. İngiliz zabi- tiyle Milisi atlı ölü olarak yerlere serildiler. Kâtip yaralanmış ol- makla beraber atın sırtında dura- biliyordu. Öteki atlı ile birlikte canlarını kurtarmak üzere dört nala sürüp kaçtılar. Başlarınm çevresinde vınlayan kurşunlara rağmen ilk hudut karakoluna doğ rü hızlı hızlı yol aldılar. Gülcan pusudan çıkarak kur- banlarını gözden geçirdi. Her iki- si de ölmüştü. Nişanlısı hafta so- nuna doğru Londradan — gelecek olan yüzbaşı Angus Mc Lorenle Usterzai kabilesinden atlı Milis Luatfullah.. Gülcan ölünün tabancasıyle termos matrasını kendi kuşağı - na asarken arkadan bir ses bu i- şin pek de hayırlı olmadığını söyledi. Yiğit bir âsi bile yapaca- ğı işin sonunu gözönünde tutma- ğa mecburdur. Şimdi kendisini derin bir düşünce aldı. Öldürmüş olduğu adam umduğu gibi sade- ce'bir alay zabiti değildi. Bu a- dam memleketin idaresine me- mur heyetten siyasal bir zabitti. (Devamı tar) ipenee GÜ eeeti ee BAD d