26 Mayıs 1935 Tarihli Haber Gazetesi Sayfa 9

26 Mayıs 1935 tarihli Haber Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

aa BKTT ea —aT a G O * 26 MAYIS — 1935 dircan Kaflı ş Yerinden fırladı.' Önce Haza-| anın ayaklarına kapandı . Sonra dizlerine ve göğsüne sokuldu. De- minkinden daha titrek, daha acık- l bir sesle: — Beni kurtarınız!.. Diye yalvardı. Taş yürekli hakanın yüreğinde Yeni bir duygu daha uyanıyor gı- biydi: Acımak... Sosurun yaptığı kızmıştı. AUlcnyı göğsüne doğru çekerek bir evlât gibi kucakladı. Soma| Sağ elini kaldırdı. Işaret parmaği- İe, Ulcayı onun kollarından almak iÇin gelen adamı gösterdi: — Eevlenme kararını hbozuyos- Yum, Bu herifi tutunuz!.. Diye bağırdı. Sosur, başını kaldırdı. Avını el den kaçıran aç bir ayı gibi çılı.v Ve kanlı gözlerile hakana baktı: — Verilmiş bir adak ve bir buy var!.. Dedi. Hazar han kızdı. Bütün hakav lk gücünü bir araya getiren sesi karşılık verdi: , —$Simdiki buyruğu da ben ve Tiyorum. — Bu haksızlıktır. — Hak ve haksızlık yoktu- H“k etmek vardır! Sosurun dişleri gıcırdadı. Gör İsi döndü ve büsbütün kanland.. ,a“gu yerde bacaklarını gerd. saygısızlığa * şimşek hıziyle kılıcını çekti. No.29 hnd:“d. bir ölüm parıltısı halk 1- 3nrıııçl Hazar hanın — önüne | E&cti. O da kılıca — davrandı. Fa ka dört yandan yetişenler, ondan üce Sosuru sardılar. Birkaç sa- Tiyelik bir dövüş... Birkaç küfü: Ve en sonra, kanlar içinde, soğur Atların üstüne yıkılan başsız bti tövde... T“lıyı Hazar hana fitleyen Yür canavar, gururunun açtığı | Uruma yuvarlanmış, ölmüştü. 'aha demin, parlak hülyalar, n'"t?de hayatın en derin tadını n azgınlıklar ve ümitler co- biy ©, şimdi şu — taşların üstünde Yığın et ve kemikten başka bir D değildi. *_ Ayatta neye güveniyordu aca- K I“Y bu adama, — vücudunun ’f"lndı onu üşüten ve titre- bir ölüm soğukluğu duyarak 'Oordu. L“"hhu duygunun yanında onu iYan, ona ilk defa tanıdığı bir bir duygu da duygu, bir öcün alınmış ol- | n doğuyordu. BiR —109— $ KURT ve BİR CEYLAN Tükli, ölüsünü, bacağından sü N Şarek * götürdüler ve hakana klıranların hepsi gibi, kale- “q:h"' üstünde mazgallardan Uzatılan bir — sırığın ucuna | Ğ1 astılar. z yedi gün kalacaktı. Ha- kamçılıyacaktı. » Yediden yüz yediye kadar Onun karşısına gidip tükü- Iyacaktı. q*l kanlar hâlâ duruyordu; ıı»k.ı“"mıleı»m ayaklarına 'N sonra o ayaklardan dı t:: Yayılıyordu. ölümü, orada bulunan- HABER — Akşam Postası ı_..._..___._. Hakiki blr mMacera v Asiler Adası Turkçeve çeviren : Ahmed Ekrem Tefrika No. | Tarihi âşk ve | larm üzerinde — soğuk bir duılın izlerini yapmıştı. Bir mükâfat ile bir ceza arasındaki — zamanın bu derece kısaldığını, ne görmüşler, ne de işitmişlerdi. Fakat Sosur da hak etmişti. Herkes kendisini bilmeli!.. Hele Hazar hana kafa tutmak... Bu, bir çılgınlık değil de nedir?... Herkes Sosur için: — Delirdi!... Diyorlardı. Lâkin onun — ölümünden sonra ikinci bir ölümün de gene şurada ve gözlerinin önünde olması ge- rekti. Bir yabancı, daha — dün Hazar hanım kalesini onun başına yıkmak istiyen adamın — kızı, hakana $0- kulmuş, ondan — merhamet dilen- mişti. Halbuki şimdiye kadar hiç | kimse Hazar hana dokunmak şöy- le dursun, fazla bakmıya bile cesa- ret edememişti. İşte hâlâ Hazar hanın göğsün- de, gözleri korkudan — patlıyacak gibi yerdeki kanlara bakıyordu. Yurt yasasına göre Ulcayın da çırıl çıplak soyulduktan sonra kır- baçlanması ve boynunun vurulma- sı lâzımdı. Herkes bunu bekliyordu. Fakat Hazar han, — göğsünde bir zavallı kuşun korkusu ile, se- vimli bir ceylân ürkekliği ile tit- riyen Ulcayı daha çok kucaklıyor ve seviyordu. Bu kurt yürekli bire ne olmuştu?.. Asırlardanberi €n titiz bir şekil- de tatbik edilen yasayı bile unut- muşltu o... Hazar han Ulcayı biraz daha bağrımna çekerek uzun ve heybetli gövdesile bir adım ilerledi. Orada hazır bulunanları — baştan ayağa kadar en sert ve bir. çelik yay ka- dar gergin bakışlarla süzdü. Bütün başlar — iğildi ve dizler cidden ölümü adam birden- | titredi. Hazar han gök — gürlemesine benziyen bir sesle bağırdı: — Çıkmız!... Yarın ateşsiz ülkeye gidecek o- lan adamlar, ona birçok genç kız getireceklerdi. Fakat — birer inek kadar iri ve kuvvetli, — birer aygır kadar kaba, ve ancak — hayvanlık hislerine, — hayvan rıyan bu uğursuzları hemen ge- riye gönderecekti. — İşte, hepsi de dişi ve biri- birinin eşi!... Demiyecekti. Artık ona bir oğul verecek olan sevdiği ve beğendiği kızı bulmuş- tu. Ondan başkasını görmek bile istemiyordu. — Sorguçi!... Kapmın eşiğinden çıkmak üze- re olan başvezir geriye döndü: — Buyur hakanım!.. — Bu yıl ateşsiz ülkeye, kız bul- mak için adam gönderme!.. — Baş üstüne Ulu Hakanımız!.. — Gidebilirsin!... Kapı kapandı. Hazarhan seviniyordu. Şimdi yüreğinde, aradığını uzun yıllar- dan sonra bulan -insanların sıcak çarpıntısı vardı. Yalnızlığı, bu beyecanla baş ba- şa kalmak, onu daha — serbestçe duymak için istemişti. Hakana karşı koymak gibi. vr- lardanberi görülmiyen ve görüldü- ğü işitilmiyen bir vakanın oluşu, SREEEAOKTRRDETTTRNNZİ Gemiciler bu adayı begenmışlerdı ki gemilerine suikast bile yaptılar Kaptan Blighin tuttuğu gemi jurnalında şu cümleyi kuyalım: “Adamlarımızla yerliler arasım: daki münasebetler a kadar umu- beraber o- | mileşti ki, kendisine mahsus tyo su, yani en iyi kadın dostu olme yan hiç bir gemici kalmadı,, Tabit ondüleli uzun saldığı iç gıcıklayıcı — kokular, Hindistan cevizi yağı kokularına karışıyor ve güvertede — bayıltıcı bir hava yaratıyordu. Gemicileria söylediği yurt ve daüssıla şarkıla rına, yerli kadınların hırs ve şeh vet damarlarını kamçılıyan türkü- leri karşılık veriyor ve yerlilerin çaldığı dümbeleklere uyan çıplak göbeklerin kıvrılmaları insanın i- çinde söndürülmez ateşler yakı- yordu. Ah o siyah ve yakıcı gözler ! Artık gözlere hiç bir şey görün- işlerine ya- | müyordu: İktisat yapmak — için koklana koklana yenen peksime!- ler; tuzlu domuz sucukları; yosun kokan yıllanmış sular; fırtınalar- da yırtılmış yelkenler; dokuz kuy ruklu sıçanlar hep unutulmuştu .. Yalnız o yakıcı ve — kıvrandırıcı siyah gözler vardı. Ah o gözler, hele o gözler!... En ağır — başları bile çıldırtacak gibi bakan o yal- varıcı gözler!... Ara sıra karaya da çıkılıyordu. Karaya çıkmak, en büyük ziyafet- lere sebep oluyordu: — Hindistan cevizinin sütünde terbiye edilerek kızartılmış domuz etleri, haşlan- mış muz, ekmek — ağacından ek- mek, nadide meyveler, balık ta- vaları ve saraylara yakışacak ye- mekler... Tam altı gün böyle en tatlı rü- yaları andıran bir hayat geçirdi- ler. Yerlilere verilen en küçük he- diyeler, onlardan en büyük feda-; kârlıklarla karşılanryordu. Bu altı ay içinde — ihtiyar İn- ————MMMLM—MLT—LT——.—”—— — canını sıkmamış — değildi. Fakat bu kızış, ikinci derecede - kalıyor- du. Herkes çekildikten ve Hazar hanla yapyalnız kaldıktan sonra, Ulcayın yüreğinde eski korkular uyanmıya başladı. Yavaş yavaş bu yabancı adamın | göğsünden uzaklaşmak, — kenara çekilmek ve hattâ — bir zamanlar tasarladığı gibi en yüksek mazgal- dan kendisini boşluğa — bırakmak istiyordu. Yarın, karanlıktı. Hergün yeni bir felâket ve korku ile karşılaşa- cağı besbelli idi. Acı çekmemek ve kurtulmak için — yalnız bir yol vardı: Ölüm... Hazar han bu duyguların farkı - na vardı. Sesini çıkarmadı. Hattâ kollarını gevşetti ve en sonra genç kızı başı boş bıraktı. Onu saçlarından okşadı: Deminki gök gürlemesine benzi- yen sesin tersine olarak, ince bir bahar yağmurunun, bir sabah rüz- gârının hafifliğile: — Sen, ne kadar cana yakın, sı- cak ve tatlı bir çocuksun!.. saçların | Bir Polinezyalı balık sepetlerini denize atmak — için — hazırlıyor. Bambu kamışından örülen bu sepetlerde balıklar, pişirilinceye kadar diri diri muhafaza edilirler. Balıkçı, avcılık ettiği uzak yerlerden dönerken bu sepetler kayığın arkasında bağlıdır ve su içindedir, giltere hiç kimsenin — aklıma bile gelmedi. O vakitler İngiltere Fran saya karşı sonsuz savaşlarına baş- lamak üzere idi. Bir gece geminin demir zincir- leri kesildi az kalsın karaya bin diriliyordu. Bu işi kimin — yaptığı anlaşılamadı. Fakat bu güzel ada | dan ayrılmamak için her şeyi gö- ze aldıkları anlaşılan düşünceleri- ni adam akıllı — gösterdiğinden kaptanın buna ehemmiyet verme- si lâzımdı. Nebatatçılar işlerini bitirdi. Ek- mek ağaçları kocaman fıçılara di kilerek gemiye alındı ve Bleigh de hareket emrini verdi. Bugün bile bir yolcu tatlı Tahi- tiden ayrılırken yüreğinin parça- landığını hisseder! Hele — orada tam aytı ay yaşamanın en tatlı au- larını geçirmiş olan Bounty tayfa- ları için bu ayrılık güç bir işti. Gemi ayrılırken kıyıya biriken kadınlar tatlı sesleri son veda şar- kılarını söylerken gemicilerin göz- lerinden acı yaşlar aktı. Karınla- rında hiç şüphesiz birer çocuk ta- Dedi. Genç kızın çenesini tuttu. Yüzü- ün kaldırdı. Onun halka halka ışık oyunları içinde pırıl pırıl titriyen yaşlı gözlerine baktı: — Babana çok mu acıyorsun?.. Ulcay, hıçkırarak ağlıyordu. Hazar han onu yeniden göğsü- ne çekti, yeniden saçlarını ve al- nını okşadı; — Ona şimdi ben de acıyorum!. Sen bana ilk olarak acımayı öğ- rettin. Sosurdan pek mi iğreniyor- dun?.. Titrek bir ses, kekeledi: — Pek... çok... — Belki benim — icin de böyle bir duygu ile dolusun?... — Eğer senin gözlerinin içini, mini mini kalbinin vuruşlarını ve bu ılık sokuluşlarını daha önce ta- nımış olsaydım, baban ölmezdi.. Bu seste gururun — ölümü, piş- manlığın titreyişi ve merhametin uyanışı vardı, | En zorlu bileklerde — iğilmiyen bir çelik yayım, alevler içinde es- şımakta olan bu kadınları bir da- ha görmemek üzere bırakıp gil- mek yürekler yakıcı bir işti! ğ Bizde Tahitiyi yelkenli — gemi- mizle terkederken şarkı ve dans- larla uğurlandık. Halbuki içinde bulunduğumuz yıl 1935 di... İşte bunun için Bounty gemisine ada- dan ayrılmanın ne kadar acı ver miş olduğunu pe kolaylıkla kaya- limizden geçirebiliriz. a Katı yürekli ve zalim hiz adam olan tanınmış kaptan Bligh bile, jurnalına şu iki manalı cümleyi yazmaktan vazgeçememiştir: “ Biz burada oturduğumuz müd- detle mütenasip olmak üzere bu- yuna artan bir sevimlilik ve sami- miyetle karşılaşmıştık,,. “Sonra- dan baş gösteren — hâdiseler, bu sevimliliğe bizim de pek bigâns kalmamış olduğumuzu isbat et- mektedir.,, Bligh birkaç gün sonra bunun isbatmı görecekti. Nitekim bir sa- bah kendini geminin büyük sere-« nine bağlanmış buldu!.. ee 3 l Bounty'den dokuz âsi gemici, kadın dolu bir gemi ile Tahiti'den kaçtı! Bitkernin palmiyeleri önünde Tahitiye doğru gittiğimizi düşün- mek ne de tatlı! Evet bu eski vol- kanın kendisi de küçültülmüş bir Tahiti... Takım adalarının üstün- teki ada sanki bir mendile sığ- dırılmış gibi birkaç kilometrelik mesahası olan buraya bütün tefer ruatile yerleştirilmiş.. Biribirinden daha güzel iki a- da.. Birbiri kadar şehvet ce ihti- ras alevleri uyandıran iki iklim fakat bugün biribirinin aksi olan iki âlem... Gemimizin kaptan köprüsüne kadar her yanını istilâ etmiş olan yerliler ellerindeki malları satmak için öteye beriye koşuşuyor. Bun- lar damarlarında ateşli kan cere- yan eden kadınların torunudur. Öyle kadımlar ki Bounty gemisi- nin tayfalarını çileden çıkarmış- lar, tayfalarda Roma tarihlerinde okuduğumuz Sabinler efsanesin! bin bu kadar yıl sonra tekrar - niyerek -umuşamasır- andırıyor- yordu. (Devamı var) diyormuş gibi gidip bu kadınları Tahiti adalarından kaçırmışlar- dır, (Devamı var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: