— 25 MAYIS — 1985 "“—“"çlllnî $ Kadircan Kaflı ; İvesveceresamcesesAr eeensnA sesnee Sosur yerlere kadar iğilerekl hakanı selâmladı. | Ulcay ancak yanındaki ihtiya-| Tn zoriyle başını eğdi. Hazar han dalgındı. ı Bir aralık Ulcayın — ak tüller| *İtmda ışıldayan gözlerine, sol. Tun fakat sevimli yüzüne, olgun V8 güzel vücuduna baktı. Daha iyi baktı. “Uzun uzun bakmaktan - kendi- Bi alamıyordu. Bu, yıllardanberi onun aradığı Izdı. Nasıl olup ta şimdiye ka- T bulup getirmemişlerdi. .soıur bu bakışların içinde, ken| i bakışlarının ve kendi yüreğin-| fırtınanın eşini görür gibi ol -| Gene yerlere kadar iğildi. Doğruldu ve sağa dönerek Ui- fayın titriyen elini tuttu. Genç kızın yanındaki ihtiyar Adam çekilmişti. İleride, kalım demir kafeslerin Atkasında, bütün güzelliğile aler- l"'!lı ateşe doğru yürüdü. Orada, baştan ayağa kadar kr- Zllar giyinmiş olan ateş lukçîıı]] sakallı, uzun boylu bir adam Vardı, Onun önüne geldi. Âteşe karşı diz çöktü. Ulcıyın elini sım sıkı tutuyo:, Stun da kendisi gibi yapması için Uuyordu. ı'hdiiüı'ı de yaptırıyordu. ten Ulcay, salonun kalaba- :'.ı'ı sessizliğinde derinden de- aa ürkmüştü. Uykuda yürüyor Tbiyak O da diz çökmüştü. İkisi de baş —'duhr. “.H.—' han hep onlara bakıyot-| li Sorguçuya döndü ve onun iği- *“a kulak vermesi üzerine: t"_î;l'uııym kazı, ateşlen yuı-ı kadar güzel!... Dedi. yğâ:ı:: büyük armağanı almı- * ım |.. — Hakkı değil mi?... Çdı:[;ka_l olmasa siz ona ver hll 1 elbiseli, uzun beyaz sa- 4 adam, nişanlılara yaklaştı Tn arasına girdi. İkisinin de I—:mi kendi elinin üstünde bir- h Tdi ve çok ağır, geniş bir kub- Benl dökülür gibi derin bir sesle Arr söyledi: di x'slııur L. Ulu Hazar hanım sa- l kölesi!.. Ateşin yılmaz bekçi- t ” YAptığın iyi işlerin armağarı &n alıyorsun. Ulu Hazar han: Sonra en çok seveceğin insan h Yanmdaki genç kızdır. O, sana Anettir. Ateşi her — yabancı e!- 'N knI'Iıtlıığıın gibi onu da koru- 'll!_n.. Eğer onu sevmez ve bir k gibi kıskanmazsan, ateş yüz çevirsin!.. Ateş- eğdiler ve sesir » Sert ve çok güçlü, mes'ut karşılık verdi: l': s'neıiiın ve T— Bunları yapmazsam Ateş İh benden yüz çevirsin!.. Or- Ğh kalayım!. , ü :Muli adam bu sefer kı- qu;ndıki erkük, artılkç senln ş . Onun malısın!.. Ulu ha- koruyaca- Ve ateş Tanrıdan sonra, gç Nu — seveceksin!.. Bütün — * yalnız ona bakacak, yal- | yaları ve ümitleri atarak onu ku- Plini kovar gibi elleriyle ULUS KIZI No.28 i savaş romani ; nız onu dinliyecek ve ona sormr- dan düşünmiyeceksin bile... Eğer sevmezsen... Ulcay titriyordu. Omuzları sarsılryor, vücudu bü- külüyor, dizlerinin üztünde salla nıyordu. Ak duvağının ucunu — gözleri- ne götürüyor ve — hıçkırıyorduu. İhtiyar adam — güçlükle sözlerini bitirdi: — Eğer sevmezsen ve hayatınıa ona ait olduğunu untursan, başka- larını düşünürsen, Ateş Tanrı sei- den yüz çevirsin, ateşsiz kalasın! . Bu zavallı kız zaten ateşsiz doğ muştu. Onun yüreğirde ateşsizle- re ateş vermek dileği, şimdi karşı- sında kıvrıla kıvrıla ve kızarmış demirleri critecek gibi yanan alev lerden kuvvetle yanıyordu. Yalnız Sosurun olmak!.. — Onu sevmek!.. Başka hiçbir şey, düşün | memek!., . Korkunç bir şeydi bu... Sustu. Deminki kesik- - hıçkırıklar da kesilmişti. Bir mezar kadar sessiz duran ve kımıldanmıyan salonda yalnız © yaşıyor gibiydi . Başmı kaldırdı. Ondan cevap — bekliyen, geniş göğsünü alevlerin kızıllığına kar- şı şişiren, palabıyıkları, oyukların dan birer canavar gibi bakan göt- leri,kalın ve koyu kırmızı dudak- larile bir cellâda benziyen adamı baktı. Babasımın ölümüne, bütün ulu- sun yoksulluğuna sebep olan bü canavarın koynunda yaşamak . 'Yüreğinden bütün arzuları, hül- TİTETETTNTEMRERLAETANMENENN HABER — Akşanı Postası SS SETMOCENERİ Pitkern adası görülmeğe de ğer bir yer değildi doğrusu.. De nizin dibinden dimdik bir duva: gibi yükselen yalçın ve kırçıl bir yar.. Böyle bir manzaranın hiç d« iç açıcı olmadığnı sanıyorum. An cak biz buraya güzel manzarala: la gözlerimizi şenlendirmek içir gelmedik ki!.. Deniz kılavuzları, adanın yıl dız kıyısında bir koy olduğunu ya zıyorlar.. Dümenimizi yıldız yö - nüne kırıyoruz. Bu koyu arıyor ve yavaş yavaş yaklaşıyoruz.. Eski seyahat kitapları doğruyu yazmış- lar... Bütün — Pasifik Okyano. sunda — bundan — “daha taze yeşillikli — bir — adacık olma. dığını — o söylediğim kitaplar - da okumuştum. - Evct, bir karta! lenin çayır çımenler; — görülecek şey- Hepimiz güvezteye fırladık; gemicilerden bazılırı duydukları şevk ve heyecandan direklerin te- pelerine tırmandılar! Çocukluğumuzun hayalini ge- cıklamış olan Polonezya toprakla- rı işte karşımızda.. Var olduğuna inanılması güç güzelliklerle karşı karşıyayız. Gözlerimizde dürbir- ler, bakıyoruz. Volkan ağızlarını süsliyen Hindistan cevizi ağaçlaı palmiyeler, Avrupa salonlarının *en seçme köşelerinde saklanan süs ağaçları; bunların hepsi ne güzel,| Bunu yapamazdı. Yaşadığı fena günleri ve tüyler ürperten ğeçmişi bir anda yeniden yaşadı. Birdenbire, ölümün haya- boşluğu iterek adım adım geriledi. Yüzlerce göz hep ona bakıyor- du. Bunların içinde Hazar hanın gözleri hepsinden daha büyük bir bağlantı ile parlıyordu. Ulcay, yüzündeki — duvağımı, koparır gibi elleriyle çekti. Yerle- re fırlattı, Sosura son bir bakış attı. Yüzünde kin ve — iğrenmenin, keskin, göze batan çizgileri derin- leşiyordu . Salonun ölüm sessizliği içinde bütün hıncile haykırdı: — Hayır!.. Hayır!... Beni ö!-| dürünüz... .Beni de babam gibi a- teşe atınız., Kale duvarlarından aşağı fırlatınız... Fakat şu canava- rın ellerine vermeyiniz!.. Ağlıyor, çırpınıyordu. Hazar hana döndü. Ona doğru koştu. Bir kaç adım ne füsunlu.. Peki amma ahali nerede?... Az sonra bunların kulübeleri. ni görüyoruz. Kocarman yeşil yap rakların arasına gizlenmiş tahta dan yapılar.. Kıyıda birdenbire bir kayna;- ma oldu. Balina sandalı dediği- miz upuzun kayıklar sahilden sü- rüldü. Hepsi çala kürek bize doğ- ru koşuyor. Ne kadar da çabuk yanaştılar. Merdiven indirmeğe ÇOOaDaC- —a isyan edebildiğini anlayamıyor du. Bir genç kızdan beklenir miydi Hazar hanm bağlantısı çoğalı- yordu. Genç kıza gittikçe artan bir dikkatle bakıyordu. İlk defa, kendi bağrında da bir yürek oldu- ğunu ve bir genç — kız için hızlı hızlı çarpabileceğini anlamıştı. Demek ki böyle zalim, insafsız bir hakan da, yirmi — yaşında se- vimli ve iyi — kalpli bir delikanlı gibi olabilirmiş!... Kimbilir, belki Hazar han da aslında fena bir adam değildi, fa- kat görgüleri onu böyle yapmıştı. Hazar han yerinden kalkacak böyle şeyler yaklaşımca dizüstü düştü. Gözlerinden boşanan yaşlar ve boğazında düğümlenen hıçkırık- lar arasında: — Beni kurtlara verini!.. Beni öldürünüz.. Fakat bu alçak adanı: dan kurtarınız!.. Ben istemem ©- nu... İstemem ben.. Öldürün be- ni.. Diye yalvarıyordu Sosur ilk dakikalarda bu hale! şaşkın şaşkım — bakakalmıştı. Enî son saniyeye kadar kuzu gibi uy- sal olan bu kızın nasıl birdenbire ve şu zavallıyı biraz avutacaktı. Lâkin Sosur ondan önce davran- mış ve genç kızı kolllarından tu- tarak ateşe doğru — sürüklemek, kızıl elbiseli adamın — sorgusuna verilecek cevabı zorla almak iste- mişti. Ulcay bunu anlamıştı. Artık hayatta ne bekliyordu? Niçin susacak ve korkacaktı? Korku, sevdiğimiz bir şeyi kay- betmek kuruntusundan doğar... (Devamı var) ———i HAKIKİ DL ÂAsiler Adası Türkçeye çeviren : Ahmed Ekrem Tefrika No. 2 7 ü H Var olduğuna inanılması guç güzelliklerle karşı karşıyayız, Tahiti, bahçe 5e venlerin cennetidir! yuvasını andıraa bu kayalık küt- Adaya uğramış olan herkes burasını peri diyarına benzetmektediy, Türlü, türlü ve adların» 'ıle işilmediğimiz çiçeklerin göz okşayıcı renkleri, güllerin güzel kokusu, insanı gerçekten hayran edecek ka- dar kuvvetlidir. lüzum yok, taktıkları kancalar - dan, maymun çevikliğiyle yukarı - ya tırmandılar. Zaten eski seya - hat kitapları, karaya yerliler va - sıtasiyle çıkılmasını tavsiye edi yor. Bizim gemiciler, yerlileri gö - rür görmez: — Netip!.. Diye bağırıştılar. — Gelenlerin yüzlerine bakıyorüm. Karşımda duran iki metre boyundaki bu a- dam İngiliz mi, Polinezyalı mı?. Bu sarışm ve kupkuru adam hez halda bir İskoçyalı olmalı; fakatl| üstündeki palasparaları bir İngiliz giyer mi hiç? Adam tıpkı bir İngiliz bahri- ye zabitine benziyor, ona İngiliz gibi mi, yoksa bir yerli ile konu- şur biçimde mi söz söylemeli, bil- mek ki ben böyle düşünürken kar. şıma yaşlı, vakur ve ciddi bir a- dam dikildi. Kendi kendini ingi- lizce olarak tanıttı: — Mister Kristyan... Pitkern a. dası baş hâkimi!.... Kristiyan, kulağa hiç de yaban- cı gelmiyen bir ad!.. Bu ad yıllar- ca müddetle lânetleme olmuş, sü- el (askeri) divanıharp 1792 yılın- da bu adı taşıyan adamı “Haşme!- lâ İngiltere kralının gemisinde is- yan çıkarmak ve engin denizlerda korsanlık yapmak suçuyla,, gran- di direğine asılarak idam olunma- sına hüküm vermişti. Kristyan adı Bounty gemisinin btün tarihiydi ve bunu çok ge> meden öğrenecektim .İşte bun - dan 150 yıl önce cereyan etmiş bir tarihi size anlatıyorum: Bounty'in tarihi On sekizinci yüz yılın sonların- da Ingilizlerin Antil müstemleke- leri, rum içkisini ihtiyar İngilte- renin gemicilerine — çok pahalıya satıyordu. Bu rum da, onu yap- makta olan siyahilerin alımteri ve kanıydı. İngilizler hasislik ve pin tilik yüzünden ve sözde yerlilere hem ucuz hem de besleyici — bir gıda vermek amacıyla ekmek a. ğacını batı Hint adalarında yetiş - tirmeğe tasarladılar. Meşhur İngiliz seyyahı Cook, uğramış olduğu Tahiti adasının bu harikulâde meyvası hakkında, akılları şaşkınlıktan durduracak hikâyeler söylemişti. İIngiliz müstemlekelerinin proja sini kabul eden Britanya hüküme- ti, bu ilâhi ağacı aramak üzere nakliye gemisi Baunty'yi cenup denizlerine gönderdi.:” Geminin kumandası kaptan Öcok'un “eski muavinlerinden, demir iradeli ve tecrübe sahibi bir denizci olan kap tan Bligh'ye verildi. Eski gemici- ler arasında tayfalar devşirildi.. Bunların arasına asil ailelere men- sup deniz talebeleri katıştı. Avrupadan Tahitiye kadar o- lan yolculuk çok iyi geçti. İki ay süren bu yolculukta ahalisi yah nız Penguven kuşlariyle martile: den ibaret olan bir adacık keşfe- dildi ki şimdi bu ada — coğrafya atlaslarında hâlâ Bounty — adını yaşatmaktadır. Yazın çok güzel bir gecesinde Tahiti adasına varıldı. Bounty gemisinin tayfaları da; akşam üstü kalın dumanlarla çev- rili; yağlı bir deniz üstünde mos- mor ve bayıltıcı güzel kokularını ta uzaklara salan bu rüyalar ada. sını, bizim şimdiki görmekte ol. duğumuz gibi görmüşlerdir. O va. kitler henüz “Yeni Cythöre,, ya- ni “Yeni aşk adası,, diye çağırı lan adaya çıkıldı. Yerliler İngilizleri görmekle sevindiler Tout0 diye çağırdıkları kaptan Cook'dan iyi hatıralar sak- lamışlardı. Kaptan Bligh'yi de tanıyorlardı. Yerliler gemiye geldiler. Ker- dilerine bu yabancılar arasında arkadaşlar seçtiler ve ertesi gün- den itibaren ana ile babaları ve kocaları tarafından isteye isteye gönderilen, hattâ itilerek zorla gö- türülen genç kızlarla kadınlar ge- miye gelip yerleşmeğe başladılar. Bunlar, güvertede oynaşıyor, dansediyor, göbek atıyor, fıkır fı- kır kaynaşıyorlardı. (Devamı var)