HABER — Akşaâm Postasr Türkiyede ilk “atlatılan,,** Çaklr Eîııinem,ğ türküsile gazete ve gazeteci : Okmeydanında 200 ud, 100 Amw_qan&! Said Edib keman, 50 tanbur, 70 ney TZürk dansörü - ile verilen konser! Ticaret hayatında rekabet et - miyen tek bir müessese yoktur. Fakat gazetelerin rekabeti, bun - larım hiç birine benzemez. Çünkü gazeteler arasındaki rekabet bir ticaret kaygusundan ziyade bir heyecan, bir zevk ve bir sinir me- selesidir. Gazetecilerin rekabeti birbir - | lerini aldatmak ve atlatmakla o hur. Atlatma, her gazetede sık — sık görülebilir. Fakat gazetecinin gazsteyi aldatması, çok nadirdir Türkiyede ilk aldatılan gazete günlük (Malümat) — gazetesi ol müuştur. Bu gazetenin 1901 yılı 18 ey İül sayısında “Üsküdarda bir ci | © nayet,, başlıklı bir yazı çıkmıştı. Malüraat, o vakit en çok — satar gazetelerden biri idi. — İkdam vec| diğer gazeteler, bununla rekabet! * edemiyorlardı. Malümat muhar riri o gün, diğer bütün arkadaş larını Üsküdar cinayetini herkes- ten evvel haber vermekle atlat mıştı. Bu havadis şöyle başlıyordu: “Üsküdarda, Yeni mahallede Haçiğin meyhanesinde dün gece saat altı raddelerinde bir cinayet ika edilmiştir. Şöyle ki: Sabıkai Mükerrere — ashabından ve Rum temaatinden Todori ile refiki Yor-| Bi, mezkür meyhane kapısını kı TT d etreeee Beeresl Hd İgeriye gİrEr Yorgi, hamil olduğu kamayı yat Mmakta olan Haçiğin sağ omuzu ve bacağı üzerine saplar.. ilh...,, Malümat gazetesi sahibi Baba Tahir, sabahleyin diğer gazete - lerde bu havadisi — görmeyince, muhbirine hak ettiği — mükâfatı Fakat meselenin gülünç tarafı, © gün bütün İstanbulda Malümat gazetesinin uydurma havadis ver- diği şayiasının dolaşması ile or- taya çıkmıştı. Bunun üzerine Baba Tahir, he Mmen muhbirini çağırarak ne yap sormuş. © Zavallı muhbir, aldığı mükâ - fatın sevinci ile ne yapacağını şa #Hırmıştı. İkinci günkü Malümat :ıuou:ıi hâdiseyi şöyle anlatmış thum muhbirlerinin kurnaz - Dünkü nüshamızda Üsküdar tinayoti serlevhası altında yazdı vak'a, meğer bir muhbirin ham de komşumuz (İkdam) ga- Zetesinin muhbirlerinden Faruk Efendi naramda imali hile, icadr B ife tab'an meyyal bir muh birin mahsulü hayali — veya mu- hassalai iğfali imiş. biri yave füruş Faruk efen- di evvelki gün gazetemiz muhbir birini görür. Hulüsü ni- Yet perdesi altında gizlediği kâ- lâyı iğfale bir hakikat süsü ver- == için ciddi bir surat takma- , — Üsküdar cinayetinden habe- Fin var mı? beb. sorar. Bizim muhbirimiz| le bir şey işitmediği cihetle Bittabi: — Haşırt!, * Cevabmı verir. Faruk Efendi: — — Öyleise git de öğren... Der...,, Malümat, hâdisenin — bundan sonrasının da nasıl geçtiğini an - latmaktadır. Malâmat muhbiri Üsküdar yolunu tutarken, Faruk Efendi: — İstersen seni oraya kadar Malümat gazetesi sahibi Baba Tahir yormam.. Fakat bir — şartla.. de- miş. — Nasıl bir şart... — Bir ziyafet verirsen havadi- si olduğu gibi söylerim.. — Kabul... Bundan sonra, Faruk — Efendi uydurma havadisi vermip..... n İşte Tüzrkiyede — buncdan otuz dört yıl önce bir gezotosinin ar - kadaşımı aldatması... Bu aldatmmanm bir başka tür. lüsü de bizim mizah — yazıcımın Osman Cemal Kayıgsızın başm- dan geçmiştir. Osman Cemal, “Payitalıt,, ga zetesinde gene mizah yazıları ya zarken, bir gün muhbirler hasta - lanmış, Osman Cemale de muh birlik vermişler.. O valite kadar havadis yazmamış bulunan Os man Cemal, havadisin nereden alındığını bilmediği — için, diğer gazetelerdeki arkadaşlarına koş - muş, © vakit muhbirler, hapizha- nenin yanındaki kahvede birike- rek havadislerini yazarlarmış, Os- man Cemal de havadisleri bura- da arkadaşlarından alırmış. Mizah muharriri bir kaç gün içinde gazetecilik oyunlarını öğ- renmiş ve bir gün arkadaşların - dan birine şöyle bir havadis yaz dırmış: “Bir hafta sonra Ok meyda- nında 200 ut, 100 keman, 50 tan- bur, 80 santor, 70 ney, 350 hanen- de tarafından muazzam bir kon- ser verilecektir!.,, Muhbir bu havadisi yazmış, fakat yazı müdürü, uydurma ol duğunu anlıyarak, muhbire: *“— Sen yarın havadislerle be- raber Osman Cemale şu hadavisi wer,, diye bir kaç satır — yazdır- mış. Yazı müdürünün verdiği ha- vadis şu imiş: “Bu hafta — Çekoslovakyadan gelecek olan Zımbırdakos Kak çovaleski isminde bir büyük müs- teşrik, İstanbulda milli ve tarihi derin tetkikatta bulunacaktır.,, Tabit Osman Cemal, diğer ha- vadislerle beraber bunu da yaz - mış, öbürgün Payitaht gazetesin n dünya seyahatini anlatıyor Konuşub yazan: Hikmet Münir Tepebaşmdaki “Garden,, de- nen gece eğlence yerine girdiniz mi, saat on bire doğru başlıyan varyete numaralarının sonunda gayet çevik, usta ve sevimli bir Türk delikanlışmın genç bir kıılı[ parlak bir ayak dansı yaptıkları- mr görüyorsunuz. Said Edib isimli bu delikanlı firakla çıkryor ve danslarından bi- | rinde tamamen kendi buluşu olan “çakır Eminem,, türküsünü söyle- | mektedir. Bu Türkçe sözlü türkü ile “Step dans, denen Ame- rikan teknikli dansı yapıyor. Bina, alkıştan inliyor... Tekrar tekrar halk önüne çıkarıyorlar.. Gene başlıyor: Eminem, çakır Eminem Gözleri çukur Eminem. Ve bir sürü ustalıtlı ayak dans- ları... * MA LK Bu çok sevilen Türk dansörü ile “Haber,, okuyucuları için ko- nuşmak istedim, Sadi Edib, çok iyi İngilizce, Fransızca, Almanca görüşüyor. Avrupanın — başlıca merkezlerinin hemen hepsini do- laşmıştır. Amerikaya gitmiş, bü- yük tiyatrolarda çalışmış, dans hocalığı yapmış, dans icaet etmiş, caru kazanmış ve işin en mühim 'afı, bu pek çevik bir — çalımla yürüyen hayatı içinde içkiye ken- dini vermekten sakmarak daima dinç ve bir akrobat kadar diri kalmağı gözden uzak tutmamıştır. ü n . « Evine gittiğim zaman banyo- sunu henüz yapmış, gündelik ek- zersizini tamamlamış ve benimle konuştuktan sonra göreceği işlerin hesabmnı yapmakla meşguldü: “On beşi çeyrek geçe (Gar- den) de ilânrmm hazırlığıyle uğ- raşacağım. On altı buçukta karı- mrı sinemaya götüreceğim, on do- kuza doğru yemek, sonra artık gecenin üçüne kadar barda çalışa» rak tekrar yatağa dönmek zama- nr gelir,, diyordu ... Dansör Said Edib mekteplerde epey okuduktan sonra, bir meslek seçmek işiyle karşılaşınca “Garan- ti Trast Kompani,, isimli bir Ame- rikan bankasma girdiğini söylü- yor. Fakat girmesinden üç ay son- ra banka kapanmış, ondan sonra bir bankaya daha girmiş, dört ay sonra da o kapanmış... Said Edib, kendine has şakacı tavrıyle “ban- kacılıkta devam etseydim, piya- sada, değil banka, çeyrek bozacak sarraf dükkânı kalmıyacaktı..,, demektedir. —Anlat, dedim. Sonra ne oldu? — Çok yaşayan değil, çok ge- zen bilir dediler... Gezdim.. Tak- sim bahçesi, Gardenbar, Maksim.. Epey dolaştım. Bir Viyanalı kadı- na rastladım, Ben iddiayı seve- rim; Viyanalı kadın, bir gün ko- de Kakçovaleski uydurması çık - mıştır. İşte Osman — Cemal, ogün bu gündür muhbirliğe tövbe etmiş bulunmaktadır! N. A. — C nuşurken bana “sen her şey olur- sun, fakat artist olamazsın,, de- mişti. “Olurum,, cevabını verdim. Ve on beş gün sürmeden gayet iyi bir konturatla Romanyaya gitlik.. — Fakat on beş gün içinde bu| işi nasıl başardın? — Azizim, Bay gazeteci! Türk çocuğunun elinden bir şey kurtul- | “Sait Edibin Amerikalı iken Türk olan ve şimdi kendisile beraber şçalışan karısı,, Dünyayı dolaşmış Türk dansörü Sait Edip maz, Yeter ki istesin ve dayansın.. Bizim memlekette on yaşma gel- miş en aşağı dört lisan bilen Türk çocuğu vardır. Dünya işlerinin yüzde sekseni kafasındadır. Baş- ka memlekete gitmek niyetiyle bir yere çıksa, ne aç kalır ne de işsiz kalır... Hem, metamı satmasını bi- lir, İşte sana Viyanada başımdan geçen bir hâdiseyi anlatayrm: Vi- yanada Ronaha tiyatrosuna anga- je edilmiştim. Beş gün sonra gi- yinme odama 20 tane Viyanalı genç geldi. Benden artist numara- 81 öğrenmek istediklerini söyledi- ler. Vaziyet müşküldü. Çünkü bil- diğim, ancak bir seri numaradan ibaretti. Hepsine ayni şeyleri öğ- retmeğe kalksam, hem elimdekini onlara verecektim. Hem gülünç S a K olacaktı. Ayrı ayrı şeyler üçcet- mek istesem, bu da bende yoktu.. * . . — Pek âlâ ne yaptın? — Meseleyi, sezdirmemek - ve çocukları başımdan savmak - için adam başına yüksekçe bir para is- tedim. Aksiliğe bakın ki, razı ol- dular, Peşin para istedim. Peki, dediler, Ve hemen ceblerine dav- randılar, Bundan da kurtulmak ve biraz düşünmeğe vakit kazanmak için, “o tiyatrodaki mukavelem sonuna ermeden derse başlıyamı- yacağımı,, söyledim. Böylece yir- mi beş gün kazanmış oluyordum. Ömrümde bu kadar çabuk geçen yirmi beş gün hatırlıyamıyorum. | Yirmi kişi benim istediğim para- ları verdikleri takdirde elime ge- çecek yekün, tiyatroda aldığım- dan 400 dolar fazla tutuyordu. Bu fırsatı kaçırmamaz, hem, numara heveslisi delikanlılara rezil olma- mak istiyordum... SŞ “Aybaşı geldi. Bir gramofon bir kaç tane de Amerikan plâğı aldım. Öğleden evvel, sahnede ders yapabilmek için tiyatro di- rektöründen müsaadeyi elde et- miştim, Buluştuk, Sahneye gel- dik. Gramofonu kurdum. Plâğı koydum, Bir Amerikan fokstrotu çalmağa başladım. Çocuklardan birini aldım.. Anlatmağa başla- yordum. Plâğın bir yerinde o genç- lerden biri bir ayak oyunu yaptı.. Herkesin gözü bende... Döndüm: *“Şunu bir daha yapar mısın,, de- dim... Yaptı.. “Yanlış!,, dedim.., “Canım nasıl yanlış olur, ben bu- nu Hari Rizo'da gördüm,, diyor- du. Hari Rizo İngilterenin en iyi dansörlerinden biridir. Çocuğa, “peki amma, sen profesyönel bir fiğürü, amatörcesine kapmışsın! Onun için kuvvet verilecek yerini bilemiyorsun.,, dedim. Çocuk ta- biatiyle bir şey anlamadı.. O Fiğü- rü bir daha yapmasını istedim, bir daha yaptı. Ve ben de bu fiğürü | kapmıştım. Fiğürün esa«en doğru | ve yerinde olan —kuvvet - verile- | cek yerini— çocuğun bellediği yerden alrp fiğürün başka yerine koydum, Bu değişiklikten sonra © oyunun ©o parçası bambaşka bir şekil aldı. “İşte, dedim. Bu fiğür profesyönelce böyle yapılır...,, a * & Kısaca söyliyeyim, Diğer ço- cukları da böylece deniyerek, on- ların yaptıkları fiğürleri alıp de- ğiştirmek suretiyle yepyeni birer numara ortaya koydum ve kendi- lerine öğrettim, Ayın sonu geldiği zaman hepsi numaralarını öğren- miş bulunuyordu. Fakat en mühim nokta, ben de artist olmuştum. Buradan belki onları aldattığım mânası çıkaracaksm.. Hayıır! Hayır, hayır.. Dünyada moda ve buna benzer bir çok şeylerde ye- nilik denen şey yok, belki tekrar- lama vardır. Danslarda da bir a- yak oyununun ilk yapanını göste- remezsin.. Ne kadar bulsan onu muhakkak bir başkası yapmıştır. Yeter ki kendi vücuduna yaraşa- KDUP- (Lütfen sayıfayı çeviriniz) —iTEN g agik KOLALENRR .