3 MAYIS — 1985 Tulumbacı — 9— Bunların en ustaları Halit idi ki, hâlâ sağ olan bu çocuk o za manlar çaldığı darbuka ile mum ve lâmba söndürürdü. Yani darbukanın ağzını bir ya nan muma, yahut lâmbaya tutun- ca parmaklarının deri üstündeki çok hızlı hareketinden hâsıl olar rüzgâr darbukanın ağzından çı * karken yanan mumu, yahut lâm - bayı söndürürdü, sonra Halit, dar- buka denilen ve parmaklarla çalır nan o basit dümbelek ile âdeta perdeli çalgıların çaldığı havaları tıpkı notasiyle çalıyormuş gibi ay nen çalardı ki bu, cidden büyük bir meharet saylırdı ve böyle usta darbukacılar çalgılı kahvelerde el üstünde tutulurdu. Bu darbukacı-| larla zilli maşacıların da çoğu lul lumbacılardı. Bunların içinde dc, bazı iyi maniciler, semaiciler var dı. Şimdi gelelim, son olarak mu ammalara: 4 Muammalar bir çeşit bilmeceler! idi ki bunların en zorunu on doku' zuncu yüz yılda Mısır seyahatin -| den İstanbula gelen namlı halk şa iri Geredeli Dertli İbrahim Tavuk pazarındaki âşıklar kahvesinde, hallederek birinciliği almıştı. Bu muammalar çalgılı kahve -| lerde de aynen devam etmiş ve ge'lw ne manicilerin, semaicilerin ara sından çıkan meşhur muammacı - lar bunlarla da hayli uğraşmış ve| şöhret almışlardır. Meselâ mabe | yinci, semaici Zil İzzet, ayni za - manda o vaktin en usta muamma- cılarından sayılırdı. İşte onun (kayık küreği) mana' sına gelen bir muamması: ieçON bir nesne gördüm, sallanır | biruh durur £ Yazan: OSMAN CEMAL KAYGISIZ! *Kim — ona el vurursa — kuyruğuyle sallanır,, “Bunun - canlı oluşu dar - dibinden bağlıdır., *Bu muamma değil, lâkin bir ağacın | dalıdır,, Bu yazı üç;, yahut dört köşe süs- lü bir tahtanın üzerine yazılıp kur- deleler, çiçeklerle — süslendikten sonra kahvenin tavanıma asılır;bu nu halldenlere bir lira, beş İira, sırasına göre on lira mükâfatlar! vadedilir ve bunu kim hallederse| hem mükâfatı alır, hem onun adı| bütün çalgılı kahvelerde aylarca; Küba adasında sık sık i$ na iştirak etmekle suçlu Grei besi muhakme netinesinde idam retile idam olunmuştur. Resimde refakatinde idam $©€ | (bedesten bekçilerinden yanlar çıkar. Bu isyanlardan sonuncusu- instein adlı bir yüksek mektep tale- a mahküm olmuş ve asılmak su- Glebiyah £ Ş | B | ! Semaici ve şair Otakçırlı Cevad çalkanırdı. , 'Tam bu yazım biterken öğren - dim ki bütün bu adamların piri sa- yılacak kadar eskisi ve en ustası Yaylalı Halim ağa) imiş ve gene şimdi öğ rendim ki bunların çok meşhurla- rından (Deli Hakkı) adında - biri daha varmış ve bu adam üç yüz on yılındaki büyük hareketi arzda yazdığı (hareket destanı) ile İs - tanbuldaki bütün fecayii çok te miz bir dil ve çok canlı bir görüşle HABER — Akşamı Postnet Akşam kız san'at mektebi Talebesine aile l' hayatında lüzumlu bilgilerin hepsini öğretiyor Akşam Kız San'atler mektebi- nin son açılan sergisindeyim. Ser- giyi benden evvel görmüş olan bir tanıdık: — Kapanmadan mutlaka git gör... Türk kızının sanatine, aile kadınlığına karşı olan kabiliye- ti hakkında bir fikir edinmiş olur- sun !,, demişti. Bu tanıdığın tavsiyesini yaba- na atmadım ve o akşam üzeri Pe- , rapalas otelinin yanındaki mek- tep binasımnda açılmış olan sergiye gittim. Kapıdan içeriye girince kendimi ışıktan, temizlikten, -şık-| lıktan, sadelikten ve in(inmdınl mürekkep bir âlem içinde buldum. Boydan boya beyaz iş gömlekleri giymiş genç kızlar grup grup top- destan şeklinde mükemmelen an - latmış... Ne yazık ki bu destanı da şimdi kolay bulmak imkânını bu - lamadım. Hattâ ben bu hareket destanını ararken — elime (Zil İz * zet) ile acem İsmailin iki hoş ma - nisi daha geçti, işte onları da ya - zarak sözümü kesiyorum: Zil İzzet 320 yılının hastalık ve düşkünlük zamanlarında bayra * ma yakın bir Ramazan gecesi se - mai kahvelerinin birinde şu mani ile ağlıyarak kibar ahbaplarından eski elbise istemiş: Adam aman... Ki.. Meski... *“İhvanlar ihsan eder cski meski,, “Onların eskileri giymekle eskimez ki!,, Bu da tam benim yazım biter - ken zemin ve zamana en uygun düşecek olan acem İsmailin mani” si: Adam aman.. Ka..çalım... “Müsaadeniz olursa urtık buradan kaçalım,, “Lâkin bizim kaçmamızdan gelmesin halka çalım !,, Osman Cemal KAYGISIZ s oN idam mahkümunun bir. papas hpasına gidiği görülüyor. AAAT GNS KCAR TC LA DS CÖŞ US U NULN | çiçek bahçesinde zannediyor ve | hepsi mektebin genç talebelerinin lanmışlar, aralarında konuşuyor- lar. Hepsine vakar, kibarlık hâ- kim. Beni görür görmez nezaketle karşıladılar ve doğru müdireleri- nin yanına götürdüler. Talebeler müdirelerinden örnek almış ola- caklar, nazik, mütevazi bir Ba- *yan.. İşini gücünü bıraktı, önüme düştü bana sergiyi gezdirdi. Sergi, mektebin altlı üstlü iki salonunda kurulmuş. San'atkâra- e olan tertibatı ve dekorları mek- tebin — resim hocası Mazbar tarafından vücuda getirilmiş... Biz evvelâ üst kattaki salonu dolaş- tık. Altın sarısı renkli zarif eta- jerler, masalar üzerine serpilmiş bin bir türlü kadın eşyası.. Hepsi biribirinden şık, biribirinden gü- zel.”. İnsan kendini bir mektepde değil maruf, profesyonel bir terzi atelyesinde zannediyor. Salonun tam orta yerine Ata: Bürkün ışıklı bir resmi asılı... Bu resmin altr sepet sepet çiçeklerle dolu... Fakat bunların hiç biri sa- hici değil... Hepsi organtinden yapma çiçekler.. Fakat insan on- ları uzaktan görünce kendini bir derin derin nefes almak istiyor. O kadar tabii, o kadar güzel şey- ler.... Roplar, tuvaletler, iç çama- şırları, ipek erkek gömlekleri, ron döşambrlar... Hepsi yerli malı ve ellerinden çıkmış temiz işler.. Bunlar arasında biribirinden gü- zel, son moda kadın çantaları gö- züküyor. Beyoğlu mağazalarında satılan çantalarla bunlar arasında bir fark bulana bin lira mükâfa! var. Hele şapkaların şıklığı.... Kıymetli müdire hem beni gez diriyor, hem de izahat veriyor: —Bunlar hep talebelerimizin el işleri.. Kadınlar kongresine ge- len murahhaslar eserlerimizi çok beğendiler. Bir çok şeyler ıılnı' aldılar. Hattâ Holanda murahhası (20) liraya aldığı bir şapkayı giy- | meğe bile kıyamıyor. —Bunu sizin hatıranız olarak saklıyacağım “diyordu.,, Odaları dolaşıyoruz. Mektep Antep işi, milli nakış gibi — eski Türk san'atlerini ihya etmek için çalışıyor. Şimdiye kadar yalnız Kdi * Ev kadını Esirgeme Derneği ile Hilâliahmer San'at evinde yapılan hesap ve antika işleti burada talebeye öğ- retiliyor. Sergide bu işlerle yapıl- mış güzel bluzlar, çay takımları ve eşarplar göze çarpıyor. Bana, ince kadifeden yapılmış kocaman bir krizantem uzatıyor- lar. Elime alınca, ince uzun rengâ- renk yapraklar çekiliyor, altından içi atlas bir kadın kutusu çıkıyor. Şapka kısmında genç bir bayan son moda bir şapkanın garintür- lerini hazırlamakla meşgul.. Mek- tepte şapkacılık öğrenmiş olan Ba- yan Samiye Hakkı bize güzel ese- rini gülerek uzatıyor. Konuşuyo- ruz : — Artık şapka masrafından kurtuldunuz demktir — Yalnız şapka masrafından değil bir çok masraflardan... Son- ra çok kazandıran bir san'at sahi- bi de oldum. Mektebi bitirir bitir- mez, Beyoğlunda büyük bir şapka mağazası açacağım. yetiştiren mektebin sergisinde.. Akşam Kız San mektebinin sergisinde — la- lebeler yaptık - ları milli elbi - selerle.. at malıdır. Her yaptığı — elbisenin parçalarını saklamalıdır. Bir gün yırtılır, parçalanır. Hemen bu par- çalardan iplik çekerek örersiniz.,, Diğer bir talebe çorapların yan- maması, madeni eşyaların parla- tılması usullerini tarif ediyor.., Müdür odasına girdik. Dinle- niyoruz. Bana talebelerin kırk beş kuruşa mal ettikleri örme şapka- ları, Fötr parçalarından yaptıkla- rı güzel desenli salon yastıklarını gösteriyorlar. — İki sene mektebimizde tahsil eden bir genç kız ideal bir aile kadını olarak yetişiyor. Bundan başka mükemmel surette terzilik, şapkacılık, çiçekçilik, gömlekçilik, kolacılık, pastacılık, örücülük öğ- reniyor. Ve bu işleri kendisi "ya- parak aile iktisadını temin ediyor. — İyi, güzel amma; dedim. Bu mektepler ticarete kesat getire- cek. Eğer bir gün memlekette ak.- Müdire ile aşağı kata indik. Mektebin iş atelyesini geziyoruz. — Bakanlık 1500 lira sermaye verdi. Bir sipariş atelyesi açıldı. Burada müşterilerin beğenecekle- ri modeller üzerine molajlar ha- zırlıyor, bunları yüz kuruşa — satı- yoruz. Biraz dikiş bilen her bayan bu molajlara göre elbisesini dike- şam kız san'at mektepleri çoğalır ve her ailenin kızlarını bu mek- teplere vermeleri taammüm eder- se esnafın hali nice olur. Ortada ne terzi kalır, ne şapkacı; ne gömlekçi kalır, ne kolacı, ne pas- tacı kalır, ne de örücü, lekeci... Müdire gülerek sözümü kesti$ — Bunlardan başka, biz kızla- bilir.,, Oradan yemek pişirme ve pas- tacılık kısmına geçtik. Talebelere dikiş, biçki, nakış, kürkçülük, ev idaresi, resim, çocuk bakımı, Fran sızca derslerinden başka yemek pişirme de öğretiliyor. Masaların üzerine nefis kekler, pastalar sıra- lanmış... Bayan müdire bunlari göstererek dedi ki : — Teessüf ederim ki geç kaldı: nız. Hepsi bayatladı.,, — Zarar yok, dışarda bayatla.| rını yemeğe alışkınız,, diyeceğim. Fakat yutkundum kaldım. Bir şey söyliyemedim. Son olarak ev idaresi kısmını| gördüm. Burada leke çıkarmak, ütü, kola örgü yapmak işleri gös- teriliyor. İki küçük Bayan gelene | gidene izahat veriyor: — İpekli kumaşta mrleke var. Kolay! Biraz yoğurt veya ılık süt içine batırınız. Yarım saat kadar dursun, sonra çıkarıp yıkaymız. Yünlü kumaşınız mı leke oldu? Esans trebantin kullanınız. Güde- ri eldiveniniz kirlendiyse benzin ile siliniz, sonra üzerine manyazi surunuz. Ev kadımı daima ihtiyatkâr ol-| rımızı çarşıya pazara götürür, na- sıl alış veriş edilir; etin iyisi, ba- lığın tazesi, tereyağın halisi, sütün hilesizi nasıl olur; öğretiriz. Bi- zim kızlarımız, başka kadınların süslerine yetiştiremiyeceği az bir para ile bir ev idare edebilirler.,, Ben de size söylüyorum: Ey evlenecek olan gençler! Aklınız varsa akşam kız San'at Mektebi- ni bitirmiş Türk kızlarıyle evleni- niz | İhsan Arif Gökpınar