3 Mayıs 1935 Tarihli Haber Gazetesi Sayfa 6

3 Mayıs 1935 tarihli Haber Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

eT , şey yapmak elimden gelmez.. — Zavallı Mecdiciğim.. ! — Tabit değil mi ya? Seni oka- | dar severim ki... Kendi kendime ne hayaller kurmuştum.. — Senin yüksek mekteplerde okuduğunu, fevkalâde tahsil ettiğini biliyo - rum., Lâkin, seven bir insan için, | bütün bunlar mânialar değildir. Genç kız, ne cevab vereceğini bilmiyormuş gibi, müphem bir işa- | rette bulundu.. Erkek yeisle devam etti: — İşte, belli ki beni hiç sevmi - yorsun.. Bu vaziyet karşısında bir — Tesellini bulursun, Mecdi.... Senin kadrini, kıymetini anlaya - cak bir kıza, hayatta elbette rast - larsın.. O, sana, beni unutturur. —Unutmak mı?.. Bunun as- lq kabil olamıyacağını sanıyorum. Mubakkak olan bir şey varsa, se - nin arkandan ben de bir yere gi - deceğim.. Artık burada oturamı - yacağım.. — Niyetin nereye gitmek?. .— Herhalde İstanbulda kalmı - yacağım.. Elimde mesleğim var - ken nerede olsa hayatımı kazana - [hlîrmı İzmirde — yapılar varmış, Ooraya gideceğim.. Zannedersem, |. Bir haftaya kadar yola çıkarım ... :— Bundan babama - bahsettin mi?, — Hayır, henüz bir şey söyle - medim.. Doğrusu, sana üzüldük - ten sonra, bir de bana üzülecek ... »Zira, beni de evlâd gibi sever ... Bir kaç gün sonra söylersem, dar - beler arka arkaya gelmemiş olur.. Bu sırada, Bedriyenin sesi işidi- Hiyordu: — Haydi çocuklar.. Samiye: — Yemek odasına — dönelim... Delikanlı, göğüs geçirerek: — Evet, gidelim.. Genç mürebbiye, — eşiğe doğru Henüz bir adım atmıştı ki, delice bir hareketle, Macid, onu, belin - 'den yakaladı. Başını — omuzuna doğru iğdi. . Su sözleri kekeledi: — Allaha ısmarladık, Samiye - Giğim, Allaha ısmarladık.. Şuna e- “min ol ki, seni, ökünciye kadar se - WYeceğim... F çei » Samiye, bu — kucaklanmadan Kkurtulunca, sinirli bir halde, yan odaya çekildi. Erkek, bacaklarmda bir kırık- Hık hissediyordu. Cesaretini ta - mamiyle kaybetmişti. Bavulun ü- zerine kendini bıraktı. Ağlamağa başladı... 'Beş dakika sonra, Bedriye, de- Tikanlının ortadan yok — oluşuna hayret ederek evi dolaşınca, onu bavulun önünde diz çökmüş, ipe Tüzumsuz döğümler yapar bir va - ziyette gördü.. Gözlerinin kırmızılığını sakla - mağa uğraşarak: — Hanım teyze! - dedi.- Şim - diki tüccarlarda namus kalmadı . Sözde bu ipi yeni aldık, değil mi? [ Halbuki, işte, üç defadır kopuyor. — Tabii oğlum. .Nasıl çekiyor - sun, baksana.. İp değil , halat ol - sa kopar vallahi.. .Haydi gel, kah- xen hazır oldu, iç.. Gideceğiz.. — Veli Pııılın muıebbıye ge- | laı hanım ııuuıu ,değil mi? Bir Aşkın Hikâyesi Hi 5'.'::!:!:_*._.:__[ | dan epeyce soğuk bir rüzgâr esi - | sa, ilk defa olarak yalnız seyahat ——— ——— — —— —- Ağa kılıklı bir adam, trenin ge- tirdği yolculara bakarak genç kı- zı gözüne kestirmiş, ona yaklaşa - rak bu suali sormuştu. Reşadiye denilen mevkiin biraz ötesindeki Armutlu istasyonunda idiler. Veli Beyin çiftliği Reşa - diyeden öteye, alabildiğine uzanı- yordu. Gece yaklaşmıştı.. Garp tarafın- yordu. Doğrusu, Samiye, kendi - sini karşılayan biri bulunmazsa diye hayli üzülmüştü. Bu dağ baş- larında ne yapardı?. Ne kadar ol - ediyordu. — Evet, benim.. . dandı.. — Bavulunuz var mı? , Kız ,arkasından gelen bir çocuk hamalın taşıdığı bavulu göster - di: — Eşyam bundan ibaret! - dedi. — Pekâlâ, efendim, şimdi ara - baya yüklerim. . Araba, şurada, istasyonun önünde duruyor. Lüt - fen bininiz, ben de hemen geliyo - | rum, — Peki... İstasyondan çıktılar.. Samiye, beyaz bir tek kısrağın çektiği mi- nimini bir köy arabası — gördü .. Yüreğinde bir hüzün duyarak, bu arabaya bindi.. Bavul, arabaya yerleşti. haveket. etti, . — . ...i L n aa Küçük ve seyrek evlerin arasm- dan geçiyorlardı. Burası âdeta bir köydü. Hem de hayli bakrmsız bir köy... Gökte kara bulutların o- luşu, manzaraya büsbütün bir hü - zün veriyordu. Genç kız, yüreğinin daraldığını, boğazına bir şey tıkandığını his - sediyordu, TArabanın — zaten oturacak iki yeri vardı. Bavulu arkaya koy - muşlar, ağa ile yanyana oturmuş- | lardı. Hiç birşey — konuşmadan gidiyorlardı. Çok geçmeden, Armutlu köyün- den çıktılar. Şimdi artık, alabildi - ğine bir kır ve tarla — manzarası içine girmişlerdi . Nihayet, ağa: — Küçük hanım, bizim buraları size yarayacak.Göreceksiniz, nasıl kanlanıp canlanacaksınız.. - dedi.- Istanbulda ben de yirmi sene otur- dum.. Oranın ne olduğunu - bili - rim.. Tozdan dumandan geçilmez. Burada toz olsa bile, yangın yer - lerinin külü ile karışık — değildir. Dağlardan, kırlardan gelir.. Her- diye mırıl - Araba | kes bayılır amma, — İstanbulu hiç sevmem!, - dedi.. Samiye: — Evet, çok bakımsız şehirdir! * diye baştan savma bir cevab ver- di.» Köy desen köy değildir, şehir desen şehir değildir. Bu cevab, ağayı cesaretlendir - dı *Kendi adının Hasan dayı ol - duıunu söylemekten başlayarak, efendilerine dair tafsilât verdi. Veli Paşa bu civarın âdtea de - rebeyi imiş... Çiftlikler, çubuklar, herşey yerindeymiş.. Paşa, oldukça az konuşan, bü - tün ömrünü avda, yılııl ormanlar- daki keresteliğinde geçiren bir a- | dammış.. (Devamı var) HABER — Akşam Posfasr Yakın Tarihten 3 MAYIS — 1935 Kanlı Yapraklar ittihat ve Terakkinin eski Çankırı kâtibi mes'ıfırlçı Cemal Oğuz anlatıyor; No. 9 — Doktor muayenesi Ben emindim.Fakat biri çuvaldızdan daha büyük olan | Beni bir kovuşa götürdüler, boş bir karyola gösterdiler. Ben hem soyunuyor hem diğer kovuş sa-| kinlerine bakıyorum. Bunalrın i- çinde bazı ahbaplar da göze çar- | piyor. Allah rahmet eylesin, İtti- | hat ve Terakki müfettişlerinden Kilisli Cemal, garnizon kuman- danlarından binbaşı Kâzım, İzmi- rin Yunanlılar tarafından işgalin- de Bergamada müdafaa cephe- sinde çalışırken ayağından yara- lanan ve İstanbula getirilen yüz- başı Hamdi bu dostlar arasında... Bunların hepsi mevkuf... Kapı- mızda iki süngülü duruyor. Biri- birimizi hayli zaman var ki göre- memiştik. Eski çilekeş arkadaşlar orada toplanmıştık. Oturduk, ö- teden beriden dertleştik, Fakat, ben vazifemi hiçbir zaman unut- mıyorum, Tatlı tatlı konuşurken | saçmalamaya başladım. O zaman arkadaşların yüzleri buruşuyor, bana acıyan gözlerle bakarak bi- rer birer karyolalarına çekiliyor- lar. Onlar henüz bu ge- lp geçici kizin de — uydur- ma bir. şey olduğunun — far- | kında değiller. Bu sırrı hastanede yalnız sertabip Talât biliyor. Fa- “kat o da ser verir sır vermez takı: mından bir adam. Onun için hiç endişe duymuyorum. Kovuşa ilk yattığım gün hâdi- sesiz geçti.Bir aralık koridora çık- mıştım. Karşımızdaki odanın ö- nünde de iki süngülü asker duru- yordu. Yanımda bulunan Kilisli Cemale usulca sordum: — Kim var karşıda? Ayan reisi Topal Rıfat paşa!.. O tarihte Rıfat paşa hayli çök- müş, eli, ayağı — tutmaz bir hale gelmişti. Kalbinden, midesinden, barsaklarımdan hasta idi. İtilâfçı- lar, buna rağmen adamcağızı ya- ka paça ederek deliğe tıkmışlar, fakat, hastalığı — endişe verici bir hal alınca — nâsılsa acıyarak — hstaneye kaldırmışlardı. Ertesi günü vizite saatinde ben gene vaziyetin icabına göre rolü- mü oynamağa başladım. — Hasta- ne içinde İtilâfçıların, İngilizlerin adamları — olmasa işe bu kadar dikkat etmeğe lüzum kalmıyacak. Beni nasıl olsa kurtarırlar. Fakat, hastanede bile adım adım takip ediliyoruz, en ufak bir hareketi- miz gözden kaçırılmıyor. Ben ya- tağımda ileri geri söylenirken içe- ri, emrazı akliye ve asabiye mu- tahassısı doktor Nâzım Şakir gir- di, Arkasından da iki asistanı yü- rüyordu. Doktor, karyolaya yak- laştı. Dikkatle beni tetkik etmeğe başladı. Ben söylenmelere devam ediyorum. Nihayet yatırdılar, mu- ayeneye başladılar. Doktor Nâ- zım Şakirin bu muayenesi hayli uzun sürdü. Ben doktorun haki- kati anladığına emin idim. Fakat işime devam etmekte fayda vardı. Nihayet belkemiğimden su alarak asabi hastalığımın sebeb ve men- şeini öğrenmek istediler. Bu iş be- nim için çok ıstırablı oldu. Bizi arkaüstü yatırdılar. Asistanlardan hakikatı iğneyi hazırladı. Belkemiği üze- rinde bir nokta varmış, iğneyi o- raya batırdılar, nihai şevkiden su | alınırmış. Işe başladılar. Ya aksi tesadüf; yahut asistan acemi ola- cak... Koca çuvaldızı bir iki kere belime batırdı çıkardı. Fakat ye- den kurtulma bahâtesin. taham- mül ettim. Dişlerimi sıktım. ba- kat batırmalar tekerrür edince da- yanamatdım. Serde delilik de! var. Başladım bağırmağa: — Siz beni öldürmek için emir aldınız değil mi? Belime zehir şı- rınga ediyorsunuz. Utanmazlar, hainler!... Doktorlar benim bağırmaları- ma aldırış etmediler. Suyu aldı- lar. Yatağa uzandım, Acımdan si- nirlerim bozulmuştu. Yarr baygın- lık arasında kendimden geçmişim. Doktor Nâzım Şakir hergün ko- vuşa geliyor, beni muayene edi- yor, İlâcımı veriyor, enjeksiyonu- mu yaptırıyordu. Bu iş o kadar in- tizama girmişti ki yavaş — yavaş 1 de alıştım. Hattâ hastalığıma iç.n için inanmağa başladım. İn- madığı zamanlar olur. Aylardan- beri hayatım eksilmeyen bir ruh buhranı içinde geçmişti. Hayatı- nın arzusuna rağmen kendisinden zuülümle, işkence ile almacağını bilen bir adamımn şuur ve iradesin- de tabiilik olur mu? Hergün yeni bir facianın şahidi olan gözlerim, hergün yeni bir fe- lâket duyan kulaklarım hassasi- | yetlerini kaybetmiş, sinirlerimde | eski kuvvet kalmamıştı. Bu vazi- yette bulunan bir adam — elbette hasta sayılırdı. Bittabi bu hasta- lık, uzvi bir rahatsızlık değildi, bir maneviyat bozukluğu idi. Buna birazda delilik — demek hata olur mu?7 O halimde yalancı deli rolü yapan ben, o zaman o ahval ve şe- rait içinde pek aklı başmda, irade- sine sahip bir adam — sayılamaz- dım. İşte bu gibi telkinlerle yavaş yavaş hastalığımı benimsemiştim, Gümüşsuyunda mevkuf arkadaş-| ların yanında bir ay yattıktan son- ra beni iyileşmiyen bir deli oldu- ğum için emrazı akliye — kısmına geçirdiler. Burada da bir süngülü nöbetçi beni bekliyor. Günler — geçiyor. 'Tedavimiz devam ediyor. Dışarda serbest kalmış birkaç arkadaş her- gün ziyaretime geliyor. Onlardan Bekirağa bölüğünde bıraktığım arkadaşların vaziyetlerini haber alıyorum. Bu sıralarda İstanbul iş- galin bütün facialarma, rezaletle- rine shane oluyor. İtilâf kuvvetleri meydanı boş bulmuşlar, - silâhsız bir kalabalık karşısında namus ve şeref bahasına da olsa ellerinden geleni geri koymıyorlar. - İtilâfçı- lar, şenaet yolunda onlardan bir adım daha ilerde yürüyorlar. Bu arada bizim de birer birer temiz- Tenmemiz için tertibat — almıyor- Bir gün bir haber aldık: — İlyas Sami azıtmış, Toptaşı- Nazım hayli Şakirin sürdü. anladığına bozmadım na kaldırılmış. (Sonra da timar- haneden çıktı ve kaçarak kurtul- du.) Aradan kısa bir müddet geçti. Bir gün beni sertabibin odasma götürdüler. Muhterem doktorla karşı karşıya oturduk ve konuş- mağa başladık: rini bulamadı. İlk acılara ölüm-| — Dıvanı harp örft riyasetinden | kâğıt geldi. Senin muhakeme edi- NP “Silmiyeceğini soruyorlar. cevap v diniz? — Şimdilik buna imkar: teraai dığı cevabımı verdik. Ellerine sarıldım, teşekkür u tim, Vartayı atlatmıştık. Fakat bir hafta geçmedi, gene sertabibin önüne çıkarıldım: — Senin hakkında yeni bir h- ğit geldi. — Ne yazıyor? — Divanı harp, bütün İttihat ve Terakki kâtibi mes'ullerini bir a- rada muhakeme edecekmiş. Senin de onlar meyanında mutlaka bu- lunmana lüzum gösteriliyor. — Ne yapacaksınız? — Hastaneden şüphe etmeme- leri lâzım, Onun için seni bir dok- tor refakatinde mahkemeye gön- dereceğiz. Vettayrkienöm sertaramissiştder Çarnaçar giyindik. Yanımıza, o za- man asistan olan doktor Etem Vessafı verdiler, İki tarafımızda süngülü muhafızlar olduğu halde divanı harbe gittik. Divanı harbi örfi Eski Harbiye Nezaretinin — şimdiki Üniversite | binası — Süleymaniye tarafmdaki ayrı dairei mahsusada - çalışıyor» du,Ben divanıharp binasına gi- rer girmez saçmalamağa — başla- drm. Doktor da güya beni azarlı» yor, paylıyor, kollarımı tutuyor- du. Fakat bir odada yalnız kaldı- ğımız zaman biribirimize dilimizi çıkarıyor, gizli gizli gülüyorduk. Dvanı harp heyeti daha — toplar: mamıştı. Bizi diğer kâtibi mes'ul- lerin bulunduğu bir odaya soktu- lar. Canciğer dostlarım hepsi ora- da idi. Fakat hiçbirisi bana yana- | şıp boynuma sarrlmak - cesaretini | gösteremiyordu. Hepsi düşünceli idi. Divanı harpte verecekleri ce“ | vapları tasarlıyorlar, bazen bu ce- vaplar üzerinde biribirlerile isti- şarelerde bulunuyorlardı. Niha- İ yet muhakeme salonuna çağrıldık. | Süngülü askerler arasmda - toplu bir halde içeri girdik. Bizim için tahta sıralar konmuştu. Bunlara sıralandık, oturduk. ” Z (Devamı var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: