HABER'in Hikâyesi Gece yarısıydı... izbandut sakal... Elleri nisbetsiz derecede Zavallı kadın — demir parmak-| büyük... Parmakları kütküt... San- lıklı bir kafeste kapalı vahşi bir ki her birinden kan damlıyor. hayvan gibi — saçları perişan, göz-| leri korkudan büyümüş bir hılde,l odasında dolaşıyordu. Ara sıra kulağına akseden müt- hiş feryatları duymamak için, ken—! dini yatağa atıyor, kulaklarını yumruklariyle tıkıyordu. Bir aralık kapı açıldı. Çok sadık oda hizmetçisi yavaş- ça içeri girdi. — Zavallı hanımcığım!... Senin bu betbaht halin yüreğimi parçalı- yor.. Emin ol, çektiğin istirapların aynini ben de çekiyorum... Fakat bu menhus yerde seni yalnız bı- rakıp gitmektense burada korku ile ölmeği tercih ediyorum! dedi. — Benim sadık Mari'ciğim!.. Emin ol, sana, ölünciye kadar min- nettarım... Sen, benim tesellimsin. Eğer sen olmasaydın, çoktan ak- İrmı kaçırırdım... Deli kocam, be- nim de vücudumda, o biçarelere yaptığı tecrübelerin aynini yapar- dı... Ah, ne kadar betbahtım... A nam, babam, beni, para hırsıyla, ba azgın doktora verdiler... Uç se- nedir, yalnız gündüz uykusuyla vü cudumu dinlendiriyorum... Gecele. yin, kâbuslar, beni deli ediyor... A- yaklarma kapandım: Yapacağı tecrübeleri gündüz yapsın dedim. Fakat gündüz ışığından korkuyor. Gecenin karanlığı ve süküneti,| onun katil damarlarına kuvvet ve- riyor... Biçare kadım, bunları hem söy- Jüyor, hem de hıçkırıyordu. Bu esüüdü;, müthiş bir feryat, Cortalığı çınlattı. Hizmetçiyle hanımı, korkuyla biribirlerine sarıldılar. Kapı, hız- la ârdına kadar durdu. Odaya ü-| çüncü bir kadın. girdi:. Girmedi;| hayır... Sanki bir topun ağzından atılmış gibi fırlayıp atıldı. Bu zavallı insan, ameliyat ma- sasından kaçmış. kanlar içindey- di. — Aman... Bayıltmadan kesme- yiniz... Ölüyorum... Kurtarın.. di- ye dört dönüyordu. O dakikada, eşikte, 1zbandu! gibi bir herif belirdi. Yanında bir| de muavini vardı. Kanlar içindeki kadını yakala- yıp zorla götürdüler. Hizmetçi ancak o zaman hanı- mın bayılmış olduğunun farkma| vardı. Telefona koştu. İ — Beyefendi... Yetişin... Hanı- mefendi bayıldı! dedi. İki dakika sonra, odaya, ilk i- ki ızbanduttan daha korkunç, ze- bani gibi biri girdi. Kırk, kırk beş yaşlarında ka- dardı. Kan çanağı gibi vahşi ba- kışlı gözler... Sert kıllı çember bir YALRNT TaNINMIŞ SATIŞ DEPOSU: Safuzade Mehmed Emin-Hak- kâkoğlu Silfkeli Rahmi-Mersin Ankara: Hüseyin — Hüsnü - İzmir: Tursun Eşref . Samsun Hiç acele etmeden, yavaş ya -l vaş, karısına yaklaştı. Bir sırtlan leş seyreder gibi, onu, uzun uzun süzdü. Sonra, cebinden bir şırın - ga çıkardı. Bir pikür yaptı. Ve, kalım, dik bir sesle: — Mari! yatır yatağa! emrini verdi. Şimdi artık uyur ve benim işlerimle meşgul olmaz... Bu vaka üzerinden bir ay kadar bir zaman geçmişti. Mayıs ayının en güzel günüydü. Villânın şekli, gölün sathına ay- nen çıkmıştı. Ne fevkalâde manza- raydı bu... Gölün öbür tarafında, genç bir ressam, tablosunu yapmakla meş- guldü. Bir aralık, gözü sulara di- kildi. Villânm penceresinde, uzun saçlarını bir havlu ile kuruluyan bir kadın görmüştü. Güzel kadı- nın da ona baktığını farketti. Göz- lerini yavaşça kaldırdı ve kadının letafeti karşısında hayran oldu. Ona, tapıyor gibi baktı. İlk de- fa olarak, yeni hislerle yüreği tit- redi. Ayni duygular, penceredeki kadında da uyandı. —Uzun uzun bakıştılar. Şimdi artık, bu, böylece, her gün devam ediyordu. En nihayet doktorun karısı, sadık hizmetçisi- ne sırrını söyledi. Mari: — Hanımcığım! Zabani işitir- se hepimiz mahvoluruz... Ben, bir felâketten korkuyorum!... dedi. Fakat, gene, hanımının ricası. na dayanamıyarak, ilk aşk mektu- bunu, ressama götürdü. Birkaç hafta mektuplaştıktan sonra, şuna karar verdiler: Res- sam, kadının teyzesinin oğlu gibi Villâya gelecek... Ertesi sabah, ressam doktora: — Aile çok merak etti de, be- ni gönderdi... mukaddemesiyle zi- yaretinin sebebini anlattı. — BİTMEDİ — Yazan: N. B. HABER — Akşam Postası * Aliye yaptıkları Yazan: O —İ— Kaymakam önce tereddüd et - miş, sonra izin vermiş ve o yüzler- ce tulumbacı, öğleye — bir saat on beş dakika kala Çiroz Alinin ta - butunu omuzlayınca — tam öğle vakti Eyübe getirmiş.. Getirmiş amma, cenaze öyle herkesin ce- nazesi gibi gelmemiş, cemaati teş- kil eden ve içinde bir çok da Hr- ristiyan yahudi bulunan yüzlerce tulumbacı onu, öğleye yetiştirmek için tâ Bakırköyden Eyübe kadar (Açık ayak denilen bir tulumbacı yürüyüşü ile getirmi-şler ki bu ka- dar uzun yolu o kadar — insanın hem de omuzda tabut olduğu hal- de hep açık ayakla yürümesi tu - hambacılık sporunun en güçlerin - den biridir.) Çiroz Alinin cena - zesi, çiçekli ve çemenli bir bahar günü İğrikapı dışarısından geçer - ken İslâm ve Hiristiyan evlerinin pencerelerinden kopan kadın çığ- lıklarmı anlata anlata bitiremiyor- lar. İşte bu Çiroz Aliki o eski — çal- gilr semai kahvelerinin en namlı bülbüllerinden biri idi, ve onun okuduğu semailerle maniler arka- daş ve omuzdaşlarından - hiç bi -« rininkine benzemezdi.. Ne yazık ki gerek Çiroz Ali, Acem İsmail, Zil İzzet zamanından, gerek onlar dan bir öncekilerden ve gerek on- lardan sonra — yatişanlemden — kis çoklarının mani, semai, — koşma, destan, kalenderi gibi bir çok e- serleri meydanda — olduğu halde Çirozun kendi içinden gelme, kendi düzdüğü bir tek manisini bile bulamadım.. Geçen yıl İstanbul Halkevinin çıkardığı (Halk biligisi) mecmu - asında bu mani, semai, koşma, di- van, yıldız ve kalenderilerden pek azını neşretmiş olan ve Çiroz Aliyi hayal meyal — hatırlryan meşhur eski semaicilerden Otakçılarlı Ce- vad, bana bir kere sahibi pek belli olmryan bir semaiyi Çiroz Alinin semaisi olmak ihtimali var diye gösterdi ise de ayni semai - nin Dertli İbrahimden sonra ge - len Tavukpazarı saz -şairlerinden birine aid olduğu ihtimali de var- | dır. Başta da söylemiştim ki on doku- zuncu asrın pek anlı, sanlı üstad saz şairi Dertli İbrahimden sonra gelen belli başlı san'atkârlar kim- lerdir? Pek tanımıyoruz. Yalnız gene dediğim gibi Otak- çılarlı Cevad ile hâlâ sağ olan ba- zı arkadaşlarından — öğreniyoruz ki: Gedai, Derunt Ahmed, Peri - şan Halil, Girani gibi bazı kimse- ler var ki bunlar Dertliden sonra gelen Tavukpazarı saz şairleriyle daha sonra onların yerlerine ge - çen semaiciler, maniciler arasın - da bir çeşid köprülük etmişlerdir. Edebiyat ve edebiyat — tarihine dair özlü, dolgun — eserler sahibi olan — (Nüzhet Sadeddin Ergun) her ne kadar bir Gedayiden bah - sediyor ve eserlerini neşrediyorsa da bir rivayette Beşiktaşlı, bir ri - vayette Üsküdarlı olduğu söyle - nen ve semai kahvelerine devam eden sonra bu semai kahvelerine bir cok semailer, koşmalar, nefes- ş PŞ TORŞERN KUN / ' gaa YK VAS RAS VK ÖU 'TULUMBACI | EDEBİYA |T Tulumbacıların“ince. hastalık,, dan ölençil orijinal cenaze meraâa SMAN CEMAL KAYGISİ Sağdan rak:; başlıya- Galatanın en göz- de tulumbacıların- dan Fethiyeli A gâh; meşhur kaba- dayı tulumbacılar dan Lâz Zeki, Ba- latlı Güzel -Hasan, Galatada en büyük semai kahvesini yıl- larca işleten ve tu- lumbacıların peşin- den beygir üstünde dört nalla yangma giderken Voyvada- da rakibi Çolak Ze- keriyya tarafından tabanca ile öldürü- len — Kasımpaşalı Nuri, Galata — tu Tumbacılarından Kürt Süleyman daha olmak gerek.. Çünkü benim bu dediğim Gedaiyi — tanıyanlar ve kendisiyle görüşenlerden hâlâ sağ olan semaiciler var. Halbuki Nüzhet Sadeddinin Gedaisini on - lar pek tanımayor, hatırlamıyor - lar. Deruni Ahmede gelince: Bu a- dam, hâlâ Balatta kahvecilik — e- den ve bir zamanlar tarawvurun en meşhur — manicisi, koşmacısı, semaicisi olan çarıkçı Etemin us- tası imiş... Bu adamın: Düşme davaya.. — Ahır kavgaya.. Girme araya.. O bedlerdeniz! Silâh çekmeğe.. — Yakıp yıkmağa. Yıkıp gitmeğe — Nöbetlerdeniz!. Diye yıldız. usulünde — okunan bir manzumesini genç semaiciler pek beğenir, yüksek tutar ve on - dan türlü türlü anlaşılmaz mâna- lar umarlarmış. Gene bir çok manici ve semaici- lerin kendilerine büyük bir üstad bildiği Perişan Halil ise — semai, koşma, filân gibi şeylerde pek o - kadar kömil bir vasıta — değildir, fakat manide tam anlamiyle usta- ların ustasıdır. , Bilhassa, nerede olursa — olsun irticalen mani söylemekte bunun kadar erbabı. yoktur. Meseleâ: Perişan Halil balıkçılık, celeplik, falan gibi şeylerle — geçinir, fakir bir adammış.. Bir gün Topkapıdan iki yaşında bir dana almış, önüne katmış, Tophane mezbahasma gö- türüyormuş.. Tam Galata köprü - sünden geçerken Perişan Halilin yedeğindeki gürbüz dana oradan anası, ablası ile geçmekte olan se- kiz on yaşlarında bir çocuğun ko- huna hızlıca boynuz yapıştırmış, çocuk ta feryadı salıvermiş.. Derken ahali Halilin - başına üşüşmüş.. Halil de hemen köp- rünün parmaklığına — yaslanıp, elini şakakğına — dayamış, yanık bir sesle hemen şu maniyi yapış - tırmış: “Adam aman.. bu ... dana.. Vurdu dana subyanı, boynuzları budana (budanmaktan emri hazır) Çıktı artık — gözümden sizin olsun bu... dana!.,, V. memi hiter İltnari: amiainmea * 9T NİSAN 1885 — savuşmuş.. Koşmalar, kalenderiler, lar, mariler, varsağiler h ğu gibi, yazıldığı — gibi d doğruya söylendiği halde mani denilen bu maniler h dam aman!)diye başlar on söyrenişte fakat mânaca ayrılan bir ki bu manilerin kafiyesidirı' lenir, arkadan, asıl mani va yazulş ve mısra okunurdu. Perişan Halilin en dilde * manilerinden biri de Beyi? rıhtrmında balık tutarken V" bire başına dikilen devrin şedid bir © bar adamımın ipini çocuğun anasınım eli! 1 turup tabanları kaldırmış, söylediği manidir ki, bunu o anda irticalen söy!” olsaydı, belki beline bir t yip buz gibi suyum içinde ? HK bir kış banyosu Halil elindeki olta ile bal? ken başma meşhur silâhşö larm en sertlerinden biri &! — Manici Perişan H sin be?. — Benim!. . Denizin bir iki karış © de sağa sola — çalkanan YF yassı, yumuşak ve beyazdâ | suna benziyen şeyi göster” | — Çabuk, demiş hiç & şunu ayak yap, (kafiye V) mani söyle, yoksa M' soluğu !.. Halil hemen elinden © rakmış ve saniyesi sani; niyi bastırmış!.. — Nasıl bastırmış?- Diyeceksiniz.. Onun ğ ci mısramı söyleyeyim de sormaymnı: Adarm aman .... “Pek beğendim ortayf g ,ıııî Ğ (Ortaya çıkan yeni N” 4 zünden anlaşılıyor ki © ( velerin en büyük mani v* 4 tanıdıkları Perişan Halil ? liğin kaldırılması ve ilânı sıralarmda Tavu”f | kahvelerinin henüz ç&" şekline girmek üzere bir zamanın (D | ( ! çeen 19 .-