Şe&icdeqeziuîila'_ Mahmudpaşada bir saat Yol cu yetişin! kalmıyor, bitiyor, çabuk yetiş! Mahmudpaşadan bir görünüş — İstanbulun meşhur vardr? diye bir sual sorulsa ne ce- vap veririz? Şöyle bir düşünelim: Büyük camiler, saraylar, müze- ler, Dikilitaş, Kıztaşı, Sultanah - ! metteki burma taş, — Beyazıt ve Ga'ata kuleleri, Kız kulesi, hisar- lar, surlar, Yerebatan sarayı, Gül- hane parkı, Kapalıçarşı ... Daha, daha.... Bir de Mahmutpaşa yoku- Şikersee Evet, burası da İstanbula mah - susu hususuyetler arasında-sayıla- cak bir yerdir. Bu pazar, İstanbu - lunmazisinden bugüne kadar kal- , Maş bir parçadır. L ğ Haai etmektedir. — Yalnız, dekorda u - fak tefek değişiklikler olmuştur . Buranın vitrinsiz, küçük dük - kânlarının sabit sergilerinde eski- den fes, şam hırkası, sünnet çocu - gu elbisesi, yemeni görülürdü. Şimdi, bunların yerini kırkel * bert, jile, golf pantalonu ve iskar- pin almış.. Gene dükkânların sa- çaklarından yerlere kadar renk rek basma perdelikle, pazenler u- zatılmış.. Yokuşa amut gelen yan sokaklara kumaş parçaları, — top top patiskalar karma karışık yığık miş. — Bunların başına toplanmış çığırtkan satıcılar, yıngında? k_ı'ır . tulmuş bir kaç parça eşyası önün - de tepinen biçareler gibi, kollarını açarak mütemadiyen bağırıp çağ - rıyorlar: D Y“'l;o!cu: Yetiş, kalmıyor, biti- yör altı metresi bir Jiraya.. ğ Yaya kaldırımların üzerine çe- şit çeşit, renk renk kadın, eîke_k. çocuk ayakkapları bir asker ınlı.— zamiyle sıralanmış... Başında biri- si: — Batan tüccarın mallarını bu - raya getirdik.. Çifti dört liraya, di- ye bağırıp duruyor., Buranın satıcılarında hastalık halini almış bir huy var.. alış verişe çıkmış, düğkin d..kknn dolaşan alıcıları değil, gelip ge- çen herkesi çağrıyorlar. Y_ılnıı. bu çağırma Mahmutpaşa esnafı işinde ıopı- inkılâptan ders almış - lar.. Eskiden: Bi — Buyurunuz Hanımefendi!.. Halis, Ingiliz kumaşlarımız yvar, memnun kalacaksınız.. — Beyefendi bir dakika buyurun.. Mallarımızda hile, Yyoktur.... Gibi ekserisi arapça, acemce şöz - ler kullanırlardı.. ;_E'?"— gün dikkat ettim, hemen teşrif huda neleri | — Baylar, bayanlar, geliniz, gö- | rünüz, ucuz, sağlam yerli malla - rımız var, diye bağrıyorlar.. Görü- yor musunuz: Hepsi öz Türkçe.. Geçen gün Mahmutpaşadan yu - yordum. — Bir adım ilerimde kürk mantolu, Napolyon — sapkalı, şık, çıtkırıldım iki bayan gidiyordu .. Birisi benim işideceğim kadar he - yecanlı bir sesle arkadaşına çıkı - şıyordu: — Aman Melâhat.. Beyoğlun - mutpaşaya kadar gelinir mi?, Ya bizi şimdi burada birisi görürse?. Öbürü, pişkin hir eda ile cevap, — Tuhafsın kardeş.. Ne olur sankl,'.. — Bak patiskalardan” 40, | perde'iklarden 25, çoraplardan 30 kuruş kâr ettik. Şimdi döner bu kârımızla bir sinemaya gireriz, fena mı?. Bir sakızcının önünde iki mek- tepli kız münakaşa ediyorlar: — Ben sakız alacağım.. — Aaaa, vallahi ayıp! Sakız | çiğnenir mi? Bari sabret de ileri . Yalnız | | nin bir eli tokattan kıpkırmızı ol- | den çiklet alalım.. Bir aralık arkamdan acı acı bir | ses yükseldi: , — Vatandaş!.. Korkumdan yerimde kalıver - dim... “Acaba ne oluyor?.,, — diye | arkama döndüm. .Bir satıcı işpor - | tadan kucakladığı bir yığm - ipekli çorabı havaya kaldırmış, — halka gösteriyor. .Sözüne devam etti: — Yerli malı kullan!.. Kalbimin çarpıntısı geçmeden bir ikinci gürültü... Dükkânın bi - Ahali üşüştü.. Ben de sokuldum .. iri yarı bir adam, bağırıp çağrıyor: — Beni hırsız ha?. Karşısındaki bodur dükkâncı - muş suratında.. Boynunu bükmüş, ses, sada yok... İri yarı adam küf - rede ede gitti, ahali dağıldı.. Bo - dur dükkâncı — herkes dağılınca şöyle bir etrafına baktı.. Karşıda beni görünce dert yanmağa başla- di: — Dinim, imanım — hakkı için larla pazarlıkta iken dükkâna gir- di. Ne yaptı, etti ise, bir parça kumaşı göğsüne soktu.. Soktu am- ma ben de karşıdan — göz ucuyla gördüm. .Koştum, yakaladım.. Fa- | kat, keşke yakalamasaydım.. Çün- LÜ D ei L v ASA BAD A ee d eeei 3 ö ada sza ni DeDi Bd e tü ü e0i e l ö Üİ SÜ ea d l ça karı çıkarken işte bunları düşünü- | dan kalkıp da alış veriş için Mah- ' ryinde (şrak) diye bir tokat sesi... | Ortada ensesi takkeci kalıbı gibi | zannettin — sen | bu herif yankesicidir.. Ben kadın- | HABER — Akşam Postası ' Vahşi Bo ı_'gas ı! “Bir çift fil, bir çift aslan, üç su aygırı ve gönderiniz!,, Vahşi hayvanların satış piyasası nedir biliyormusunuz? Diridiri aslan (| ve kaplan yakalamaktaki güçlük.. “Bir çift fil ile bir çift aslan, bir su aygırı ve üç timsalı gönderiniz. | Fiyatta mutabıkız!,, Sık sık buna benzer müracaat-| lar karşısında kalan “tcarethane- ler,, memleketimizde hiç yoktur; fakat Almanyanın Hamburg şeh- rinde bir kaç tanedir. Hamburg bu ticaret sahasında dünyanın hemen hemen yegâne şehridir ve Hamburgta adeta bir " “wahşi hâyvanlar borsası,, vardır denilebilir. Bu ticarethaneler Av- rupa ve Amerikanın bir çok şehir- lerinde bulunan hayvanat bahçe -| lerine, canbazhanelere vahşi hay- van tedarik etmekle para kazanır- lar. Bu ticarethanelerin Nevyork- ta, Çinde, Hindistanda, Avustral- yada ve Habeşistanda — şubeleri bulunur. Dünyanın dört tarafına vahşi hayvan sevkiyatı yaparlar. Vahşi hayvan ticarethaneleri- nin yaptıkları iş hakkında bir fi - kir edinebilmek için, yalnız bir ti- carethanenin üç sene zarfındaki satışını gösteren şu rakamlara göz gezdirmek kâfidir: | 1500 aslan, 500 kaplan, 700 leopar, 1500 ayı, 500 fil, 300 züra: fa, 30 gergedan, 800 deve... En kârlı ticaret yollarından bi-| ri olan bu işayni zamanda çok tehlikeli, bir çok insanların — ha-| yatına mal olan bir kazanç vesile- sidir. Bu zorluk ve tehlike ise vah:- şi hayvanların yakalanmasında - | dır. Aslan, kaplan gibi vahşi hay - van adının ne kadar tehlikeli ol -| duğunu söylemeğe lüzum yok... Avlanmaları bu kadar güç olan bu hayvanları diri diri yakalamak ise tasavvur edilemiyecek derece-| de güçtür. Yakalanacak hayvanın zahmete değecek bir para getir - ü hem kumaşı çıkardı attı, hem de suratıma bir tokat indirdi.. Bu tokat yemeseydim, aldırmazdım amma, şimdi esnaf arasında itiba- | ram kırk para oldu. | — Adamcağız daha çok dert döke- | cekti.. Fakat, dükkâna giren ka- | dınları görünce beni de, — tokadın | acışımıda unuttu: — Buyrun bayanlar, buyrun.. diyerek seyirtti.. ! Ihsan Arif Gökpınar | göre değişir. Fakat hepsi için kul- Bir kaplanın sizi öpmesini acaba na- sıl — karşılarsınız? Bu adam pek mem- Run görünmüyor! mesi için genç olması lâzımdır. Çünkü yaşlı hayvanların terbiye edilmeleri çok zor olduğu cihetle bunların piyasası gençlere nisbet-| le düşüktür. Bundan başka yük - sek bir ücretle satın alınacak - bir| hayvan ne kadar genç olursa o ka-| dar fazla yaşıyacağı için ihtiyar hayvanlar bu sebeple de daha az para getirirler. Vahşi hayvanları yakalamak i- çin umumiyetle çelik ağlar kulla-| nılır. Bunun için bir kaç yüz kişi- den mürekkep bir avcı kafilesi Afrikanın balta girmemiş orman- larında bir kaç kilometre murab- balık bir sahanın etrafını çevirir -| ler. Gece olunca bütün kafile el - lerinde büyük meşalelerle ilerle - meğe başlar. Vahsi hayvanlar a - teşten çok korktukları için telâş i-| çinde oraya buraya — kaçışırlar. Muhasara dairesinin yalnız dar, bir noktası ateşle çevrilmemiştir; bütün hayvanlar oraya koşuşur- lar. Fakat orası da gayet kuvvetli çelik tel ağlar türlü — tuzaklarla doldurulmuştur. Bir çokları bu tu- zaklara tutulurlar. İşin güç tarafı bitmemiştir. Şim'î di tuzaklarında kıyametleri kopa-| ran bu hayvanları yakalandıkları| yerlerden çıkarmak, demir kafes: lere koymak lâzımdır. Bu iş hemen daima bir kaç in-!_ sanın hayatına mal olur. Fakat bu beyaz avcılar için hesaba katılır| şeylerden değildir. Çünkü bu va- zifeyi yan'arında — çalıştırdıkları zavallı yerli zencilere gördürür -| ler. Bir kaç zenci ölüvermiş, ne. çıkar? Kendilerinden hesapları ı nı soran yok ya!.. Kafeslere konulan vahsi hay kl vanlardan ancak yarısı sağ olarak Avrupaya varabilir. Umumiyetle diğer yarısı, yolda, iklim değişik-| liği yüzünden ölür. n Hayvanlar, ticarethanenin mer- kezine geldikleri zaman satılabil-! meleri için terbiye edilmeleri lâ - zımdır; aksi takdirde çok para et-| mezler. Bu sebeple vahşi hayvan, ticarethanelerinin ayrıca bu işle' uğraşan adamları vardır. İ Vahşi hayvanların — terbiyesi,| tabiatile, hayvanların cinslerine H lanılan terbiye usullerinin esası şudur: h Hayvan bir müddet aç birakı * lır. Sonra mürebbi, kafesin dışın- dan olmak şartile, hayvara şu ve- ya bu hareketi yaptırmağa çalışır. Hayvan istenilen hareketi yapın - ca mükâfat olarak kendisine bir miktar yiyecek verilir. Fakat hiç bir zaman karnı doyurulmaz — ve mürebbi böylece terbiyeye devam eder. Nihayet hayvan yemeğe hak kazanabilmek için kendisinden istenilen şeyleri yapmağa ' mecbur olduğunu anlayınca kuzu gibi o -« lur. Buna rağmen gene bir aslan veya kaplana güvenilemiyeceği i- çin bir numara yaptırılacağı za - man zavallılara bir miktar afyon yutturmak ihtiyat eseri sayılır. Vahşi hayvanların bu suretle tamamile terbiye edilmiş, bir hale gelmeleri cinslerine göre değişir. Meselâ fok balıkları en güç hare- ketleri bile nihayet altı haftada tamamile öğrenirler. Bir aslanın veya bir ayının terbiyesi ise iki ve- ya üç ay devam eder. Filin terbi - yesi nisbelen kolaydır, — iki ayda gayet uslu bir hale gelir. Fakat gayet zeki olan fil kendisine fena muamele yapılmasına hiç taham - mül edemez, bir an içinde vahşi « leşiverir ve kendisini kızdıran a « damın vay haline! Zavallı bir kaç saniye içinde filin ayakları altın- da yamyassı olur! Bu suretle terbiye edilmiş hay- vanlar satılırken yeni sahiplerine her birinin huyları hakkında ince- den inceye malümat verilir; ne - lerden hoşlandıkları, neleri iste - medikleri anlatılır. Ve hepsinin j ayrı ayrı marifetleri — gösterilir. Pazarlıkta uyuşuldu mu hayvan - lar yeni sahiplerine, daha #ağrusu onlara “numara,, yaptıracak olan canbazhane memurlarına — âdeta takdim edilir. İki tarafın birbirle- rini tanıması temin olunur. Vahşi hayvan piyasası cok oy- naktır. Avların iyi gitmediği se » nelerde fiyatlar çok yükselir, ba - zan çok hayvan yakalandığı sene- lerde fiyat oldukça düşer. Umumiyetle altı yaşında bir su aygırı 3 — 4bin, gergedan 5 bin, terbiye edilmiş fil 4 bin, as - lan 10 bin, kaplan 6 bin, zürafa 3 bin Kira değerindedir. n Ka ü