y HABSER'in a Ka Ü Hikayesi Gümüş madalya B AA — Şu gördüğünüz ant'ka gü- | yadigârı olduğunu söylem'ştim. müş madalya yok mu? Bu, bana | Benim için büyük bir manevi kıy- — hayatımın en acı on beş dakikası- | meti vardır. nı yaşatmıştır. Ben o sırada onun Herkes: — te, kitap okuyabilir, dedikodulara — m'ras kalmıştır. Ben de ölünce oğ — nej gecaat,, yazısı tıpkı tipkisıma. im bilseniz? Üstü bir hayli silik olmasımna rağmen dikkat ederseniz Sultan Reşadın armasını ve “nişanei şe- enat,, kelimelerini okuyabil'rsi - niz, Bunun bana dedemden yahut Başka bir akrabamdan miras kal- “dığını zannetmeyin. Ben bu gü - müş yuvarlağı geçen sene Kapalı çarşıda zavallı iht'yar bir kadın - dan iki lira mukabilinde satın al - dım. Kadın temiz kıyafetli, son- radan düştüğü belli b'r zavallıy - dı. Elindeki son bir iki baba ya digârımı da karnını bir an doyur- mak iç'n satıyordu. Yüreğim sız- hıyarak kendisine para vermek is- tedim, kabul etmedi, Ancak bu eski antika madalyayı iki lira mm- kabilinde satmağa razı oldu. Ben de bu madalyayı garip bir uğur telâkki ettim ve gördüğünüz g'bi © zamandan beri bir gün bile üs- tümden ayırmadım. Bir gün İzmire bir seyahat yap- mak lâzım geldi. İzm'rde hiç bir tanıdığım olmadığı için doğruca mütevazi bir otel bularak ofada yerleştim. İndiğim otelin altında | büyük b'r restoran vardı. Akşam- ları yemekten sonra burada gaze- sahibi olmamayı ne kadar istemiş I kulak kabartabilirdim. İlk akşam da böyle yaptım. Ye- mekten sonra bir kahve 1smarlı- yarak gazeteleri karıştırmağa baş ladım, Salonda benden başka iki zabitdki memur kılıklı adam, bir doktor, bir de hoca ve ne oldukla- rı belli olmıyan diğer beş altı kişi vardı. Her mevzudan gelişi güzel ko - | muşuyorlardı. Derken mevzu dön- | dü dolaştı, uğurdan, taliden bah - sedilmeğe başladı. Bu esnada zabitlerden biri ye - Ieöinin cebinden yuvarlak've par- İak bir şey çıkardı. Tuttuğu şeyi parmakları arasında — çevirerek şunları söyledi: — Herkes bir şeyi kendisine u - Furlu sayar ya? İşte benim de u - ğurum bu gümüş madalyadır. Ba- bam, ve dedem asker oldukların - Ban bu madalya bana onlardan Tuma miras bırakacağım. Gümüş madalya elden ele do - Taşırken benim de elime geçti. Bir Te baktım, bendeki gümüş ma- dalyanm ayni değil m'? Arma, ta- rih, biraz aşınmış olması, “nişa - İyice baktıktan sonra yanımda- kine verdim, böylece elden ele b'r kaç defa dolaştı. Hepsinin yabancısı olduğum- | 'dan bende mevcut olan eş'ni çı - | karıp göstermeyi lüzumsuz bul - mustum. 'Tekrar 1âfa dalmıştık ki madal- yanın sahib' sordu: — Efendiler, madalyam kimde dir?. Bakıştık: * — Biraz evvel sizde idi? — Hayır.. — Hayır.. — Bende de değil.. Gazeteleri, sigara tabakalarmı kaldırdık aradık. Yok, yok, yok.. Janki yer yarılmış, madalya ye- 'in dibine girm'şti. — Muhakkak bulunması lâzım efendiler, Bunun kıymetli bir aile değil mi —Evet, doğru.. Bulmak lâzrm.. diye söylendi, Ayağa kalktık. İs- kemlelerin, masaların altını iyice aradık. Garsonla otelin sahibi de araştırmalarmıza yardım ettiler. | Fakat netice gene ayni: Yok.. Birisi bana döndü: — Affedersiniz beyefendi. Bel- ki farkında olmadan cebinize koy dunuz. Bir baksanız? B'rden bire kızdım. — Niçin doğrudan doğruya ba- na hitap ettiniz? —Hiç, fazla alâkalı göründü- nüz, madalyayı elinizde fazla evi-! Tp çevirdiniz de.. : Doğru idi.. Fakat ben madal « | yayı bendekinin ayni olmasından | dolayı uzun uzadıya muayene et- | miştim, Onları bu sözlerime inan- | dırmak ne kadar — imkânsızdı? | Sonra bunlar senelerden beri bir- * birlerile tanışıyorlardı.. Aralarm- | da yabancı olarak bir ben var- | dım, Elbette benden şüphelenir- lerdi. Yanımdakini göstererek: — Ben bu efendiye verdim.. | dedim, | İşaret ettiğim memur kryafet- | Ti adam sözlerimi tasdik etti: — Evet, bana verdi. Fakat ma- dalya bir çok defalar elden ele | geçtiği için en sonra kimin el'nde idi? Bana verdi mi? Bilmiyorum.. | diye ilâve etti, Bu da doğru idi. Bu sefer de doktor bana hitap etti: — Hak'katen siz madalyayı e - | Vnizde fazla tuttunuz, inceden in- ceye tetkik ettiniz. Herhalde sizde olacak. Daha cevap — vermem'ştim ki hoca da söze karıştı: — Canım beyhude yere ne mü- nakaşa ediyorsunuz? Yalnız bu e- fendi değ'i, belki içimizden bir başkası da farkında olmayarak cebine koymuş olabilir. En iyisi | herkesin üstü başı aranır, İş mey- dana çıkar. Etraftan: * —Çok doğru, çok muvafık söz- leri yükseldi. Vaziyetimi düşününüz. Her za- man olduğu gibi sağ cebimde du- ran madalyayı çıkartıp ta: | — İşte efendiler; bu gördüğü- nüz gümüş madalya demink'nin ayni olmasıma rağmen benimdir. Bundan başka bunun tıpkı bir eşi- | ni üstümde bulursanız almız; di | | yebil'r miydim? Bu söze hiç kim- se iİnanmazdı. Hattâ bir hâkim | bile. Kendim hâkim olsaydım bu vaziyet karşısında mutlaka kendi | aleyh'mde hüküm verirdim. Had- | di zatında zengin bir adamdmm. | Oldukça param vardı. Fakat bun- | larım hiç biri masumiyetimi ispat | edemezdi. Kolleksiyon — merakı | için yapılmış nice hırsızlıklar var- dır. Sonra bu madalyayı nereden aldığımı da ispat edemezdim. Ka- palıçarşı, ihtiyar kadm.. Şüphe | yok ki bu sözlerin kanun karşısın- | da hiç bir kıymet" olamazdı. Her- | kesin benden şüphelendiğini his « sediyordum. Evvelâ doktor ayağa kalktı | ceplerini masanın üstüne boşalttı. Ve madalyanın sahibine döndü: | — Bir de siz araymız. Cepleri- | mi yoklamanıza müsaade ediyo « rum.. Belki kalmıştır. | Arama sırasının nasıl olsa bana (Devamı 164 incide) 4 İ " z HABER — Akşam Postası Bu şehir, bir gecede x. ” 8 İkinelkânun 19035 bin | lirayı nasıl kaybediyor ? Şehir tiyatrosu müesseselerin- den tutunuz da,hemen bütün san- at ve ticaret âlemimizi alâkadar edebilecek bir işten bahsedece- ğim. Uzun bir zamandan beri, bu şehir namına gecede en aşağı 900 — 1000 lira kaybediyoruz, dersem inanır mısınız? İnanınız ki kaybediyoruz! Ve bunu bilhassa kış mevsi- minde kaybediyoruz. Bu kadar parayı istersek, de- diğim fırsatlar her çıktıkça, oldu Bu gibi memleketimizde, hem de “helâlımdan,, alakoyabiliriz. Hem verenler, içlerinde sızı duymıyacaklardır. Hem biz, ken dimize çok yaraşır bir uyanıklık- la bu fırsatı boşuna harcamamış olmaktan zevkalacağız. .. Ortada bir seyyah meselesi var, “ecnebi ziyaretçi,, meselesi diyelim. Bu insanlardan her yıl, memleketimize on binlercesi ge- |* Tiyor. Bu insanlar, ne kadar az paralı, ne kadar idareli surette | yolculuğa çıkmış olurlarsa olsun- lar, gene her gittikleri memle- kette adam başına bizim para- | mızla bir liracık olsun harcayıp, © memleketin hatırasından biraz dağarcıklarıma koymadan dön- Fakat bu adamlar, memleket- | lerini neye bırakıp geliyorlar!? “Gezmek öğrenmektir,, diye umumi bir tabirle, bu işin pek ideal tarafını araştırmağa kalk- madan söyliyeyim ki, bu insanla- | | rın her gittikleri yerlerde kendi- | lerine göre elde etmek istedikle- ri, görmek arzuladıkları bazı mahalli hususiyetler vardır. Hele gemilerinin rotası bu ya- na çevrildi mi, bu adamlar, ken- ! dilerininkinden bambaşka bir â- leme doğru gitliklerini sanıyor- lar. Onlarım, bizim tarihimizi ©- | kumuş, merakla takip etmiş, bel- ki üzerinde imtihan vermiş olan- ları da var,.. Fakat b'raz — aşa- gıda anlatacağım gibi göreceksi- niz ki, bu en makul bile, dünyanın bu ucuna gelmek- le hiç bir umutları boşa çıkma- dan dönmelerini temin etmek mümkündür. . . Gecede en aşağı 900 — 1000 Hrayı bu şehir ticaretinin nasıl kaybettiği yavaş yavaş anlaşılı- yor sanırım. - Ben bin lira diyorsam, bu, fazla para ile oynamadığım ve bundan ileri gitmeğe cesaretim olmadığı içindir. Aslma bakar- sanız, bu bin lira, bir kaç misli yukarı çıkarak gene güle oynıya, muhterem yolcularımızın gönül rızası ve mükemmel — bir emniyetle gene kesemize girebi- lir. Bdi0 - B Buraya en aşağı 500 ecnebi | seyyahla gelen bir büyük Trans Atlantik tasarlryalım... Şimdi, li- man rusumlarımın kalkması için hazırlanmış olan ve yeni meclise de ehemmiyeti noktasından ye- niden teklif edileceğinde hiç insanların | tam | Istanbulda bir şüphem olmıyan maafiyet lâyi- hası tastik edildikten sonra, çı- kacak kolaylık yüzünden bu va- purlardan kim bilir daha ne ka- dar çok gelecek, ve bahsetmek istediğim kazanç fırsatı ne ka- ’ dar daha çoğalacak 1 . . « Evet bir 'Trans Anlantik'in geldiğini tasarlıyalım. Bunun içerisinde 500 kişi var. | Bir gece önce gelmişse, daha ak. | şamken, bir çoğu, yemeğini de dışarda yemek üzere kafiley- | he kendilerini dışarı atıyorlar. Gündüz gelmişse, gene o gü- nün akşamında süslenip püsle dünyanın bu ucanda; gene düns , yanın bu parçasına has kendine görelikle karşılaşmak üzere âde- ta küçük bir maceraya atıyorlar kendilerini... Bu insanlar, bu hazırlığa kat- lanmışken, keselerinde de bir miktar, bu hayalat için para a- | yırmış ve harcamağa hazır bu- | hunmaktadırlar. Ne yazık ki bu insanlardan çoğu, kendilerini tam bir şark memleketinde sanarak, burada, onların ağzıyle söyliyelim (Or- yantal) şeyler görmek isterler. * » * Halbuki biz, bugünkü Türkiye böyle bir temayülde değiliz. Her kesi OLMADIĞIMIZ, BULUN- MADIĞIMIZ. BİR. SAHADA EĞLENDİRECEK, CAK DEĞİLİZ! | Fakat buna karşılık ne olu- | yor? Biz, kendimizden “Oryan- | tal,, bir şey- beklenemiyeceğine ve bunun mânasız bir istek - ola- cağına, pek âlâ inanmış elduğu- muz için, bu yeri tabiatiyle boş bırakmışızdır. Burada, ecnebilere — hâşâ! | yerli malı diye fıkır fıkır göbek | | attıramayız... Burada haykırıp | bağırıp, anlaşılmıyan ve kendi | | başına da ne olduğu pek kestiri- | | lemiyen bir takım “teganni,, ler de bulunmak suretiyle ecnebi | seyyahların “parası boş yere git- | mesin!,, zihniyetine de kapılmak | olamaz.. Şu halde ne yapılacak- | tır? Bu adamlar geliyor. | — Bu küçük ve fani vakit geçir- | me için bir para, bir miktar pa- | ra, bir hayli para daima hazır- | Tanmış duruyor. | Pek &âlâ nasıl hareket edece- giz? ALDATA- | Şurada, eli kalem tutan, sah- , ne işlerini bilen, kafası işliyen, * B S seyyah grupu nip, beşer onar grup — halinde, 4 Şehir tiyatrolarile onlara eser yetiştirenlerin ku- lak vermeleri lâzımgelen mesele karşısında yız sazdan sözden anlıyan, teşkilâtı başarabilir bütün Türk iş ve san- at erbabını bir düşünceye çağrı- yorum, Gelen ecnebi seyyaha, bura- da, yanlış bir. fikirle aradığmı pek tabii surette veremediğimir, vermediğimiz, vermiyeceğimiz i- çin boş durmıyalım... Şehir tiyatroları sahnelerinde denenmiş olan, daha iyi düşünül | müş ve becerebileceğimize de hüsnü niyetim bulunan temsille- rin bir yeni çeşidini yapalım. Burada, buraya has bir şey görmek istiyen seyyah, parası ya boşa gidip iİstediğini almadan esefle dönmek, yahut hazırlamış bulunduğu parayr memleketimiz de hiç harcamadan ayrılikak mecburiyetinde kalmasın! O di 1 Bizde Oryantal dans yoksa; bizde sünepe, uyuşuk, şalvarlı, halhallı şark hayatı yoksa, olma- dığını gösterelim... Olmadığın- dan bahseden bir varlığı; güzel, seyredilebilecek, anlaşılıklı “Su- rette teşhir edelim... Ve bunu is- teyen adam bile bile, gönlü steve seve görerek, hem iyi vakit geçi- werek bir şeyin artık tarihe ka- rışmış olduğunu bilsin.. “Eskiden — böyleydi, — şimdi BÖYLEDİR!,, mefhumu altında büyük ve hiç te soğuk olme yan bir revü hazırlamak, bunu, her seyyahın koşarak geleceği, | zaten tanınmış ve uygun bir yer bulunan meselâ Gardenbar'da bu kış hemen denemeğe kalk- mak, sanırım, işin en basit şekli- dir. Haydi Şehir tiyatrosu ve ona önayak olanlar, bu işe siz başla- yekl . Hikmet Münir Ihsan Yavuz Kadın ve erkek terzisi Bütün gıklar he orada giyin rler Her keseye ve arzuya uygun el« bisenizi — ancak orada — yaptıra« bilirsin'z. Istanbul Yenie postahane kars« şısında Foto Nuf yanında Letatet hanında.