Ha T aa B el ee zit BÜYÜK DEN — Yemin ediyoruz. Yaşasın A- f i Reis!... — Yaşasım!.. Sahildeki kalk, kale?eki asker" | — ler, hattâ Hemza Bey bu manza- va karşısında coşmuşlardı. <— Yaşa!... Sesleri göklere yükseliyordu. Gemi demirini aldı. İ Düğüne gider gibi şen ve mes - ut yola cıktı. Bol bol erzak ve barut almışlar- — dı. Herşey yerinde idi. Yalnız — tapları eksikti. Güvertede onların — konacakları yerler de hazırdı. Bu “ Ceksiği de tamamlayınca artık Ali — ReGisi hiç bir kuvvet yolumdan çe - — viremezdi. — <>Bütün gece gidecekler ve ertesi — gün sabal -erkenden Zantanm gürp sahilinde karaya oturmuş o - — lan Venedik kalyenunun yanına -— varacaklardı. Onu ilk gördükle - | gemisin'n gelerek toplarını söküp — götüreceğini zannetmiyordu. Çün — kkü aradan o kadar zaman geçme- mişti. Onun'a beraber olan ve tay- — falarile kaptanlarını alıp götüren — gemiler de onun toplarını söküp | götürmek isterlerdi. Fakat mevcut — tapların ıiulıımı göre yapılan - tekmelarini böyle sefer- halinde iken dılıı ziyade doldurmayı doğ | — köysan şarkısı söylüyorlardı. l Bu ses, Lepant körfezinin dört bucağına dalga dalga yayılıyor, — denizin enginlerine açılan bir ka - — sırga nin gürültüsünü anılırıyor - 'du. Ş ) Ali Refs kıç kamarada ayakta — Gurüyor, arkasında kalan İnebah- — tiyı, önünde gittikçe — genişliyen — denizi gözden geçiriyordu. Bir zamanlar buradan, babası- nız Yacire vurulduğu Venedik — gemis'nde, esir olarak ayrıkmıştı. — O kara günlerin acısı vakit vakit — İçine çöküyor, kalbini sızlatıyor- — du. Fakat artık kurtulmuştu. İşte | altında tamamiyle kendi malr olan genç bir gemi ve etrafında hepsi birer aslan gibi leventler vardı. Ayni yoldan, ayni açık denize dağru açılıyorda. Gemisine kanat takmak, bir hamlede Venedik'in — tepesine inmek istiyordu. K Sağında Kara Yusuf, solunda — küçük Hüseyin duruyordu. Kara — Yusufun yanında palabıyıklı Te- — vent vardı. Bunun adı Yavuzdu. gelmiş- Fı!:ıı geldiğine dn bıı dela ' olmuştu. i AllReiıoaııyıMımhoy — hu tıknaz, çepçevre 3'yah sakallı, kâlın enseli bir adam gördü. O- nun da adı Tosundu, Yavuzun âr- — kadaşlarmdandı. Deniz savaşla - rııiıblıpı.lıvıuııııkhrınıı — ni kelinin orta yor'nden ikiye böl- — düğünü söylerlerdi. Kulağının ar- — dımda büyük bir yara izi vardı ve H!I—H—Hıu*îmtu — yördü, — Bunun için ona eği! boıunâl-' Mhrd , Küçük Hüseyinin nımlıdıl İZ ROMANI göze almıştı için herşeyi sıra ile üç kişi vardı. Birisi — smrık gibi ince uzun bir delkanlı idi. | Kılıcmın saprna dayanmış, hepsi- nin başmın üstünden denize göz gezdiriyordu. Vakt'le Ali Reis ona: — Adm ne?.. Dediği zaman şu cevabı almış- tez — Deli Mehmet... Son günlerde İnebahtıya ıel miş.. Babası Deli Süleyman ismin de bir korsan im'ş. Vaktile Oruç Ispanyollara esir olmuş. Ondan sonra hızını alamamış. Bunun ü - zerine Deli Mehmet Aydından çıkarak bütün korsan 'manlarmı dolaşmağa, babasırı aramağa baş Tamış. Ali Reis ondan bunları dinle - dikten sonra: — İkimizin de talii birmiş... Deli Melımndin yanında — kaırk yaşlarnıla yüzünde boydan boya bir yara izi görülen, Mustafa is - minde bir adam duruyordu. O da Piyale Paşanın yanında bulunmuş ve Hamza Beyle beraber İnebahtı ya gelmiş... Elinde Malta şövalye- lerine mahsus uzun, düz ve iki ta- rafı keskin, ağır bir kılıç tutuyor- du. İri gövdesinin üstünde, hey- betli bir görünüşü, keskin bakış - ları vardı. Hemen hemen h'ç ko - nuşmuyordu. Soruları şeylere çok nun ve yamanı bir levent olduğu - nu söylemeseydi, kimse bir şey bilmiyecekti. Yavuz diyordu ki: — Baksana, kıltcm sapı boğa - zma kadar geliyor... Şövolyeler o- nu iki elle kullanırlar. Fakat Ayı Muz” *fa, tek elle, hafif bir hançer &8'bi kullamır. Omunla on beş yir - mi kişiy hakladığını gözümle gör- | düm, Sonra bundan daha mühim bir şeyden bahseder gibi gözlerini a- çarak ilâve ediyordu: — Yara açmakta olduğu kadar yarayı sarmakta da ustadır ha!... B'zimı geminin doktorluğunu ya- pardı. Verd'ği ilâçlar bire bir ge - lirdi. Hoş, hele yaraya yaptığı i - lâçların başlıcası kızgın dımıxlı dağlamaktır ya... Hepsi de, bir heykel gibi sessiz duran, ne gözler'ndo, ne de yü- zünde hiç bir kımıldanış görün- miyen bu adama merakla baktı- lar. / Deli Mehmet söze karıştı: — Üyle ise gözümüzü düört a - çalımı da yaralanmıyalım!.. — Evet, evet!.. — Başka çare yok... Gülüştüler. Diğer leventler de gürbüz, gözü pek delikanlılardı. Fakat Kara Yusuf ve küçük Hüseyinle, s0n | defa gemiye alınanlar arasındaki ! hu altı kişi, AH Reisin kumanda | leri Limandan çıkmaırşlar ve uç ta - nknı - Ahııı?u!uvv" | Şahin Yavrusu — Ai — fm : Va e| Ali reis babasını kurtarmak Müzllifi: ömerRiza —İ— Fakat zarfların yaptığı iş ve yardım bununla kalmaz. Zarflar, bir Fiilin tam veya gay | ri muayyen bir swrette bir fiilin kaç kere yapıldığını anlatırlar. Meselâ: (1) George önce found & spar- row nest here, Corc bir defa burada bir serçe yuvası boldu. mam kaç kere yapıldığını ıöıu | riyor. D (2) Jill seldom makes that mis- take, JI nadiren o yanlışı yapıyor. Bu cümledeki seldom yani na - diren fiilin gayri muayyen bir su- rette ne kadar yapıldığını anlatan bir zarftır. Yahut zarflar f'ilin ne derece, ne kemiyette, yapıldığımı anlatır. Misali: (1) You are gü'te wronz. Yani (sen tamamile hata edi- yorsun). (2) Robert scarcely knew whe- re he was gaing. Yani (Robert nereye gittiğini hemen hemen bilmiyordu.) Yahut zarflar bir fiilin ne de - rece muhakkak veya gayri mu- hakkak olduğunu gösterir. Meselâ: (1) Pehaps your mothe let you come. will Yani “ihtimal ki annen — senin | gelmene müsaade eder. (2) Es hall not go, whatewer you say. Yani, sen ne ıleuon de, gelmi- yeceğim! — Yes (evet), No (hayır) da bu çeşit zarflardan sayılırlar. Haki - katte ise bunların her biri bir cüm | d âni tutar. huımplnm!ywiu.Yıvuo—:ımnwmı $ Görülüyor ki sıfat isim iç'n ne ise, zarf ta fiil için odur, Yalnız zarfların vaz'fesi daha büyüktür. Çünkü yalnız fi'llere yardım et - mekle kalmazlar, Bundan başka zarflara da, sıfatlara da, edatla- ra da, atıfelere de, yardım - eder. Meselâ: (1) Mary play the violin extre- mely well, Yani (Meri, kemanı son derece iyi çalar.) Bu cümledeki well (iyi) zarf- tır. Son derece mânasındaki ex - tremely kelimesi de zarflır ve well zarfına yardım etmeketdir. (2) 1 am sure you will be bery brave, Yıni “eminim, çok cesur olacak Bu cümledeki brave (cesur) sıfattır. Very (çok) ona yardım eden bir zarftır. (3) Where we got home me found. Toby, our dog, sitting just outside the front gate, Yani (eve gittiğim'z zaman kö- peğimiz Tob'yi tam evin kaptsnın dşında oturuyor bulduk). Bu cümledek just (tam) zarfı Outs'de (dış) preposition temeli- ne yardım ediyar. (4) Now tell me exacily how it happened. Yani (şimdi anlat bana, tasta- mam nasıl oldu.) Bu cümeledeki How (nasıl) a> heyeti sayılırdı. Şimdiden vaz'fe- | tifedir. Ebactly (tastamam) ona vi bölünmüştü. yardım eden bir zarftır, Hattâ zarflar bütün bir cümle- " $ İhineitinnn Iî'.'!v ——— - — Benim cici tek'rim! — Niçin l önce sen burzaya gelmedin? Eğer sen gelmiş olayda bugün Omikro ölmiyecekti, — Miyav! M'yav! — Hakkın var, Doğru söylü - yorsun. Bilseydin gelmez miydin? | Sen insanları sadece tırmalarım. O da kuyruğuna basanları. Yoksa insanları öldürmezsin. — Miyav! M'yav! — Anlıyorum. Bir kedinin ya - şamasndan ne çıkar? — diyorsun. Bu da doğru. Ortalık gene kartıştı. Gene umumi harp olacak diyor - lar. Devletler harıl harıl hazırla - nıyorlarmış. — Miyav! Miyav! — Keşke uzatsalar. Evet, hak- kın var. Senin üzer'nde — yapılan denemeler uygun çıktı. Son.dene- meler de uygun çıkarsa artık in - sanlar kurtuldu demek. Ama o | güne kadar boğuşmaktan çekine- bilecekler mi? Bilinmez. Azıcık daha bekleseler... — Miyav! Miyav! — Hakkın var. Diplomatlar ha- bire evrensel barıştan konuşuyor- lar, Kaç gez gördük, öğrend'k ki diplomatlar barıştan — konuştular mı? Harbe hazırlanıyorlar demek tir. Hazırlanışı seman altından yürütüp sağlamak için barışı dil- lerine dolarlar. İşte gene her yer hazırlanıyor. — Miyav ? 'Miyavı — İçeriden profesörün sesi: — Omeşa! Omega! Tekir mi - yavlayıp duruyor. Karnı aç, müyor musun? Akşam ciğerini ver! Omega bu sözlere şaşardı. Pro- fesör herşeyi bildiği halde kedice bilmiyordu! Kedinin dediklerini anlamıyordu! Ertesi gün son deneme yapıla- caktı. Tersine kapanmış kavanoz- lardaki ölü hayvanlar — atılmıştı. Yalnız tekir kalmıştı. Omorfo iş kılığına girdi. İğne bazırlandı. Profesör kendi eli ile kediye kedi kolerasının mikrop - larını aşıladı. Tekiri kavanmoza koydular. Hastalık en çok on da - kika sonra bilgeler'ni gösterecek- ti. Üçü de bekliyorlardı. On üçün- cü dakikada kedi birdenbire sar - sıldı. Kalktı, yıkıldı, yarım daki - | ka öylece kaldı. Sonra b'rdenbire doğruldu ve camı — trmalamağa başladı. Kedinin hastalığa tatul - ması ile geçiştirmesi bir oldu. Profesör Zeus'u bir daha — ku- cakladı. Bu sefer Zeusdan #onra Omegayı da kucakladı. O kadar sevinç 'çindeydi. — Oldu bu iş çocuklar! Kediyi üç gün kavanoz içinde beslediler. Ve bulaşmasın diye bir ser! ÂAnt! kolrin şiringa ettiler. Profesör artık karar verdi. İşin iç yüzünü uluslar arası tıp akade- | misine bildirecekti. Bu iş? doktor Zeus'a verd'. Tutturduğu notla - | rin dışma cıkmadan, işi genel bir bakışla anlatacaktı. any money. Yani (maalesef hiç puıı yok.) Bu cümledeki unfortun — ately (maalesef) bütün bir cümleyi tavsif ediyor. Fakat zarflarm 'simler ve za - raftaki bururu dönmek üzero idi. | yi tavsif voya tadil edecek derece | mirlerle hiç isleri yektur. Bu işi (Devamrı var) İ de iş görürler: Un fortdnt ately | haven't got sıfatlara bırakırlar. V Alma v: başka dile çevrm Dev'et vasasınca ko u üdür Her şey hazırlandılıtan — sonra Zeus Cenevrede toplanan uluslar arası tıp akademisini iki saat te- lefonla aradı. Bir karşılık alarna « yınca telefon merkez'ne sardıı. Merkez kısaca cevap verdi: — Bu t#abah akademi dağıldı. | Umumi harp ilân edildiği için bü- [ tün akademiler memleketlerine | dağıldılar. İsviçrede de urmınt — seferberlik ilân edildiği için bume dan artık konuşamayız. Telefon kapandı. Zeus - *dona kaldı. Çeneleri takırdıyor, yüzü renkten renge giriyordu. Profesör korku içinde sordu: — Nen var? Ne oldun? — Hiç.. İnsanlık bir uçuruma yuvarlanıyor. — Ne gibi? Ha, ne gib:?! — Biz burada insanlık icin uğ- raşırken bir kaç saat önce tımum? harb ilân edilm'ş! Profesör de dona kaldı. Ömega güderisini omuzundan düşürdü ve yerden akmeağı unuttu. Düşünmenin sırası değildi. Zeus: — Ben eve gidiyorum, Kapalı zarfımı açacağım. dedi. Profesör dalgın dalgın: — Haydi git. Çabuk gel. dedi. Zeus gitti. Omegaya dönüp: — Bizim zarflar nerede? diye sordu. Şişko dolaptan çıkarıp u - zattı. Proefsör önce kendi zarfını (Zıııı enstitüsü ağır yaralılar hasta evine çevrilecek. Bütün kü- 3 ,4, 6, 11 mu- /| rekley bodrumdaki * | maralı depolardadır. Her lihon-, tuvarda iki asistan, bir muavin bir yardımer — kalacak. Profesör Esoes Zeus ağır yaral evtut. La, bekimliğini alacak.) Ömeganın kapalı - zarfındaki yazı kısa idi: (Profesörün yardımcılığında kalacak). — Omega! dedi. Profesör, has di iş başına! Koridora cıktılar ve on dakika sonra herkes içbâşı etti. Dört saat sonra” bülün enstitü bir hasta evi olmuştu. Kalan kalmış, g'decek » ler pusatlanıp gitmişlerdi. Bütün şehire profesör Esoes'in zehirli gazdan korunma paatilleri dağıtıldıktan başka prenç'p lâbo- ratuvarı yalnız bu pastilleri yetiş- tirmek için gerek olan düzenini aldı. : Zeus akşama doğru geldi: — Otamob'limi askerlik şube - sine verdim. — Zarfımda ne çıktı? Profesörün seşi çatlak ve tit - rekti, — On birinci hücum ordusu - nun Mmerkez hasta evin'n ikinci baş hekim muavinliğine gidyo - rum, Hemen $'mdi bir hasta evi tayyaresi Alanda beni bekliyor. Profesör bol elektrik ışığı al - | tında güzel kız: süzdü. Gözlerinin önüne büyük Zeus geldi. Elli elli | beş yıl önce onu da tıpkı bu kılık ta ve yaralı yattığı karyolanın ya- n başmda görmüşlü . Omorfo profesöre sarılmak ir | tedi. | — Dur! Beş dakika sonma! Aç göğsünü! Zeus hiç bir şey storma: dan göğsünü actı. — Ozrega! Takımları getir! Profesör Ecces kediyi iki ket canlandıran formülü Omarfonun göğsüne şırınga ctu j (Devamr var)