27 Eylül 1934 R _Hl!lE_R — _nkum Postasi Şehirde gezintiler : Çikan kitaplara bir bakış Tehlikeli bir yolda yeni bir kitap Yazan 1934. “Dikenler ve vecizeler,, Çubukçu oğlu Sıtkı Bey fiatı 30 kuruş. La Rochefoucouki'un 1678 de on | yedinci asır - Avrupasına açtığı, kendisinden sonra nihayetsiz zekâla- rın tecrübe ottikleri tehlikeli bir yol- yeni bir kitap daha çık - mış bulunuyor. Vecize edebiyalının Hazreti Sü - leymandan beri başlıyan tarihini bu- vada anlatacak değilim, Sadece, Sina dağında en korkulu tehlikelerle karşılaşan — Misirlı Pey - gamber Musa'nın vecize edebiyatına baş vurduğu gibi, Arapların, Kuran ve Hadis hükümlerinden sonra, en muhterem mevkü, gene — vecize ede- biyatına verdiğini görüyoruz. La Rachefoucauld, orta çağın bü- | yük karaltı ve dalgınlık günlerinden | sonra, bu terkedilmiş ve unutulmuş o- | lan şeye, Mme de Ia Fayette'nin sa- lonlarında birden bira dokunmak ar- | zusunu düyduğü zaman, bu' hareke- ti, vecize edebiyatını yeniden mey- dana Ççıkarmiya kâfi geliyordu. Ve artık vakit vakit, Napolyon bile onu tecrübe edecekti. | Vecize edebiyatının bugünkü şek- E, bir çok esas noktalarını La Roche fo- ucauld'un — tabiatinden alnuştır, ka « naatindeyim. — Richelieu — aleyhindeki tertiplere karışmış olan ve bir çok si- yasi — mücadelelerden mağlüp çıkan La Rochfoucould, hayata karşı hiç bir yakit kendisini tatmin edememiş bir adamdı.. Mme de İa Fayette ve Mme de Sable'nin salonları, hayata karşı duyduğu bu aksülâmeli, istediği — ka dar işliyecek derecede tam bir geçit yeriydi. Ve, on yedinci asrın hassa - siyetine fevkalâde âmil olan salonların La Roche foucauld'un tabiatindeki hu- şuneti büyük bir tehekküm ve zarafe- te çevirecekleri de muhakkaktı. Bununla beraber La — Roşfokonun hiç bir vakit tashih edilmediğini de söylemek istemiyorum. Kitabınm — da- ha akabinde, Labrier vecize edebiya « tımı tamamiyle modernize — ediyordu. Bugün, Avusturyalı Aleksander Engel' in eline —geçen vecize edebiyatı | ne halde bulunuyor? — Her halde, bu | yolda yeni bir şey yapıdabildiğini zan- | netmiyorum. Belki de Aleksander Eıı- zel, vecize edebiyatmı bir meslek ı haline getirmekle, — ölüme doğru da ' sürüklemiş olabilir. Hiç olmazsa, Vecize — edebiyatını | vakit vakit istihkar eden, lüzumsuzlu- gunu ileri süren, yahut, dünya için- ve da, bugün, Berlinde “Alba, eşsiz kadın” deni- len bir kadın, herkesi hayrette bırak- maktadır. Vintergartende — numaralar yapan bu kadım, agziyle, elleriyle ve ayaklariyle ayni zaman zarfında' yazı yaza bilmekte, hesap yapabilmekte - dir. Bu urrada ağzına bir fırça almak- ta, el ve ayak pın-nıldırmı fırçalar takmaktadır. Diğer taraftan bu kadının dimağı fevkalâde bir faaliyetle işlemektedir. On parmağı ile birden bir çok rakam yazarak, çetin hesaplar yaptığı görül- müştür. Siyah bir tahta üzerine yazı ve rakam tesbit etmeden, fırçaların - cunu — beyar boya dolu bir tenekeye Şstırıyormuş! | dar daima bir hakikat de yeni bir fikrin katiyen doğamıya- cağı iddiasında bulunanlara, çok — ke- reler ayni hudutlar içinde kalan ve- cizeleriyle hak da kazandırmış olabi- | lir. Bununla beraber, bu iddiaların sa- hiplerine, Vecize edebiyatının klâsik. Teşmiş kalıplarımın da hak kazandıra- bileceğini göz önünde tutmak lâzmn- dır, Vecize edebiyatı yüzlerce seneden- beri mekanizmasında hiç bir fedakâr - hk yapamamıştır. Onu kullananlar, daima, an'anelerine, en büyük bir sada- katle sarılmışlardır. Bu itibarla, ve- cize edebiyatında çalışanların, ayni fi- kirleri, çok kereler ayni klâsik hatlar. la dolaştıkları görülür. Vecize Edebiytmı bugünkü klâsik şekilden çıkaracak, yeni bir yol bulu- namaz mı?,, Belki!.. Sadece gazete ve mecmuaların gündelik sütunların- da boş yerler kalabildikçe, Vecize e- | debiyatmın hiç bir vakit yer yüzün- den kalkabileceğini de ümit etmedi- Kimi ilâve ederim. Hd DAĞ DY Bize gelince, Vecize edebiyatını bizde ilk defa tecrübeye kalkan Ce- nap hayatında tamamiyle fantezi bir adamdı. Büyük kudretini zekâsının bu fantezi arzularına harcayan Cenap, gideceği yolu, ancak son zamanlarda bulabilmişti. Ve bunu, şiddetle tami- re çalışıyordu da.. Vecize edebiyatı- mı tecrübeye kalktığı vakitler, zekâ ve zerafetine karşı, — onu, biçilmiş bir kaftan gibi kendisinde hazır bul - muştu. Fakat Cenap, düşüncelerin - de —en mütereddit olmasa — bile, en tartılı bir adamdı. “Sağnak altında gülenle ağlıyan birdir.,, diyen Cenap, vecizelerine biç bir vakit “Vecizeler,, ismini vermemiştir. Sadece “Serseri fikirler,, demiştir. Ve — taşıdıkları muhtevayı “fikirler,, kelimesile teca- vüz edilmez bir siper haline koymuş - tur. Bugün, Cenap ve Agâh İzzet Bey- lerden sonra, Türkçede Vecize edebi- yatına yeni bir kitabın daha ilâve e- dildiğini görüyoruz. —Bu kitapta, Vecize edebiyatının esas unsurların - dan biri olan ince tehekküm'ün istih- kar edilmediğini itiraf ederim. Çubukçu oğlu Sıtkı Bey, bu ince tehekküme çok kereler yaklaşmış ve onu kitabında hakikate getirmek için de çalışmıştır. Sadece, kendilerine göstermek istediğim bir taraf var: Vecize edebiyatında, şimdiye ka- bina - edilip zimani bile olsa bir netice — çıkarıl - | mıştır. Bununla, her vacize, mutlaka kat'i bir esasın üzerine kurulacaktır. demiyorum. Mutlak hükümlerin bir gün değişebileceğini, Vecize edebiya- temr yapanın göz önünde bulundurması lâzımdır. Yalnız, biraz evvel de işaret terkedecek olursak, vacize tamam de- gil,, ancak, her hangi bir düşünce- den ibaret kalır. Fakat gene de. miyorum ki, bu düşünceler yerinde ve doğru değildirler; sadece vecize e- debiyatından dışarı — çılalmıştır, —diyo- rum. Nitekim, hayatımızda büyük mev- kileri olan darbımeseller bile, bu hu« dudu aştıkları için birer vecize sayıl- mazlar, Çubukçu — oğlu Sıtlı Be yin ise bu hududu ekseriyetle aştığını gördüm. Bununla beraber, tek bir sözü, bü- yük bir cilde tercih edenler, bu ki- tabın içerisindeki muvaffak parçalar- la, bir kütüphaneyi doldurabilecek ka- dar sayısız kitapları karşılarında ha- zar bulacaklardır. Kenan Hulüsi Yurttaş, Tasarruf için en kârlı ve en & min yatırım yeri olan Ergani bakır İ Battı ikramiyeli —dahili istikraz C. tertibi tahvillerinden al. M. I. ve T. C. Hani hatırlarsınız: Eskiden | yollarda, seyir yerlerinde dolaşan | seyyar ve portatif panoramacı - | lar vardı. Bunlar, önlerindeki manzara kutularının içinde bulu- Yüksek kaldırımda çikolatacilar nan muhtelif ve tuhaf manzara - ları, çoluğa çocuğa şöyle seyretti - rirlerdi: — Al gözüm, seyreyle, Ameli - kan (Amerika) kralının Niyagara | şelâlesinde balina balığı avlama - | sını! | — Al gözüm seyreyle, Afrika | ormanlarındaki buva yılanlarının | filleri yutmasını! — Al gözüm seyreyle, dünya | güzeli matmazel pandispanyanın mutfakta soğan soymasını! Benzetmek gibi olmasım. ama | bugün ben de size İstanbulun muhtelif yerlerini tıpkı o eski sey- yar panoramacılar gibi seyrettire- ceğim! Varan bir: — Al gözüm seyreyle, Yüksek Kaldırımda işporta ile çikolata satanları! Bu çikolatalar hem süt- kü imiş.. Hem şekerli.. Hem kay - maklı.. Hem fındıklı.. hem de üs - telik ikramiyeli.. İçlerinde hiç boş yokmuş.. Yüzlüğü veren hem çi - kolatayı alryormuş hem de ikra - miyeyi.. Parası olan alıp yemeli, can beslemeli.. Olmıyan da karşı- | dan alık alık ağzını açıp esneme - || Tiyimş.. Varan iki: — Al gözüm, seyreyle, Kurtu - luş taraflarında gezen seyyar'fo - toğrafçıyı.. Bakmız, bir eli sandı- ğın üstünde, bir eli objektifte, re- . -— lef Zam çok uzun boylu bir delikan- Iidır. Babast da uzün bi tır. Fakat, boyca oğlu babasını geçmiştir. Bu uzun boylu genç, bir tetkik se- yahatine çıkmıştı. Seyahat — sırasında Çine de uğramıştır. Resimde, onu Pe- kiİn sokaklarında bir gezinti yanarken- Çinli bir çocukla yanyana görüyorsu- gea sim alryor. Aldığı resim de nedir biliyor musunuz?. Evin penceresi- ne asılmış, eski bir hırka ile enta- ri resmi.. Bu resimleri niçin mi a- lıyor?, Durun, onu da söyliyeyim ! | Bu evde tam elli yaşında bir mat. mazel vardır. Ayda bir seyyar fo- | toğrafçıları çağırıp pencereye astı- ğı şu entari ile hırkanın bir resmi- ni aldırır. Ve bu resimleri şimdi Amerikada milyarder: zannettiği nişanlısma gönderir. t Bunlar, der, benim gelinlik hırs kamla entarimdir. Sen o uzak gur bet diyarında benim gelinlik hır- kamla entarimi kokladığın vakit aynen benim kokumu alacak ve beni unutup orada Amerikalı kız- larla evlenecek misin! (Mazhar Osman beyin kulak- ları çınlasın!) d üea ddd Fotoğralcı ne yapıyor? yazıda okuyunuz! Arka tarafı gözlüyor, neden? Varan üç: A R — Al gözüm, seyreyle, arka ta- rafa dikiz geçeni! Eğer aradaki adam olmasaydı, || biraz önce ağız dalaşı yaptığı he- rifle alt alta, üst üste döğüşüyor - “| du. Öteki korkup uzaklaştığı hal- 3 do bu, hâlâ hırsınt alamamış, peşi s'ra aynasız bir dikizle herifi sü - züyor ve arada bir bağrıyor: — Yarma oğlu yarması!.. Ke - restenin ekstrası!.. Hırt dedikçe dayan sağına sıfırı avalin!.. Vay yağr alınmış kaymak altı beyim vayl.. Vay garnitürü kendinden Ke - şanlı kompostosu vay!., Nasıl, bu şive ve lehçeyi be - ğendiniz mi?. Buna argonun en /| son ve modern şekli derler. Varan dört: — ÂAl gözüm, seyreyle şu kuru kalabalığı! Buna bizim memleket- te halis muhlis, yani hiç su katıl- mamış kuru kalabalık derler. Ka- dın erkek, çoluk, çocuk toplanmış tıpkı bir hokkabaz, canbaz, pe - rendebaz, kukla, karagöz, orta o - yunu seyreder gibi, meydanm or - Istanbuldan dört pansaroma Al gözüm seyreyle, Amelikan Kralı- nın Niyagarada Balina avlamasınl!.. tasında meraklı meraklı bir şey seyrediyorlar. — Bunlar acaba böyle ne seyre- diyorlar?. Diyeceksiniz?. Hiç köprü üs Kuru kalabalık! tünde filân görmediniz mi, hani birisi parmaklığa yanaşır, denize bakarken öteki de acaba ne var diye onun yanımna sokulur, derken arkalarından iki kişi daha yana - şır, bunları görünce dört beş kişi daha yanlarına dizilir. Böylelikle beş dakikanın içinde köprünün parmaklıkları yüzlerce — insanla dolar. Sonra da acaba ne var?. derken muzibin biri çıkıp: — Bir şey yok canım, şirket va- puru bir martıya çarpmış, ahali onu seyrediyor, diye alay eder. | İşte bu gördüğünüz kuru kalaba - lık da onun başka türlüsü.. Muzibin biri, cuma günü, şehir dışmda, mahalle — köpeklerinden ikisinin kuyruğuna birer gaz tene- kesi bağlayıp ortaya salvermiş, hayvanlar tenekelerin gürültüsün - den ürküp deli gibi oraya buraya koştukça öteki köpekler de etraf- Tarmr sarmışlar, boyuna havlıya - rak onları kovalıyorlar. İşte bizim kuru kalabalık da oraya birikmiş, bu maskaralığı merak ve hayretle seyrediyorlar. Şimdilik bu dört panorama ye- ter.. İcap ederse ilerde başka da gösteririz!. OSMAN CEMAL | Rusyanın — en meşhur ve en çok hoşlanılan palyaçosu Durov, yetmiş iki yaşında olarak ölmüştür. Bu adam, sadece bir palyaço değil- di, Herkesi güldürmekle kalmazdı. Ay- ni zamanda hayvan besler, terbiye e- der, yetiştirirdi. En vahgi* hayvan « ları bile yola getirirdi. Sovyet hükü « meti, bu huşusta da faaliyet gösterme- si maksadiyle, onun emrine bir engti. tli tahsis etmişti. Şimdi de mezarı hü- kümet hesabına yaptırılmıştır. Resim, o, vahşi bir hayvanı uyşal- Jaştırırken alınmıştır,