Amerikada grevler yeniden vahim bir mahiyet alıyor Ka Diye kekeler, bana doğru göz- lerini dikerek bir saniye öylece ba kakalırdı. Ancak on yaşındaki bu çocuğun bakışlarında garip bir pa rıltı vardı. Bu ne demekti? Ben o zaman henüz böyle şey düşünmüyordum. Zaten anlamağa imkân yoktu, zira Hatice karde- şine çıkışır: — Defol buradan, miskin!.. Diye kovar, bazan da döverdi. Kim bilir neden, ben de ona kızardım. Fakat o, her fırsatta bu kaba- hatini tekrarlamaktan kendini ala mazdı. Yazan: Kadir Can * * * On iki yaşında idim. Bir gün gene Hatice ile diğer kadın ve kızların arasında kiraz bahçeleri- ne giderken annem dedi ki: — Hayrettin artık büyüdü. Ge- lecek bahara onu bulamıyacaksı- nız! — A, nerosi büyüdü ayol! Ya- şına ne bakıyorsun, hanım teyze? Kız gibi çocuk. Aradan on yıl geçte gene oadan korkulmaz!. Boynuma kadar kıpkırmızı ol- muştum. Başka biri ilâve etti: — Baksanıza, — yeni gelinden farkı yok.. Annem cevap verdi: — Öyle amma babası bu yaz - dan sonra İzmire mektebe gön - derecek... — Yazık, bu yaşta... Ezilir o - rada vallahi!... — Sormayın, ben de biliyorum. Çok söyledim, fayda vermedi. E- fendiyi bilirsiniz, bir dediği — iki olmaz!... Hatice kolumdan tutarak ken- ne çekti: — Bu yaşta yavrucağa eziyet te çektirecekler. Diye söylendi. Sonra kümeden ileriye doğru gittiğimiz zaman ya- vaşça dedi ki: — Ah, İzmire gidebilsem. Dün- ya orada... Burası gibi ölü değil... Güzel elbiseler, saray gibi evler, büyük mağazalar, çarşılar, araba- lar, çalgılar.... Her şey, her şey... Sonra derin bir göğüs geçirdi. Dayımın hasretini çekerken bi- le bu kadar içten değildi. Birden- bire sordu: — Bakalım oradan bana neler getireceksin? — Ne istersen? — İstediklerim o kadar çok ki.. Buraya getirmek mümkün değil, oraya gitmeli!.. ... Haticenin babasınm İzmirli ol- duğunu söylerlerdi. Anlattıkları- ha göre genç yaşında memur ola- rak Eğirdire gelmiş, burada ev- lenmiş, yerleşip kalmış.. Kızının sözlerinde, duyuşlarında, yüzün - de ve elbiselerinde görülen baş - kalığın sebebi bu olmalıydı. Her şeyi kendine o kadar yakıştırı - yordu ki komşular arasında: — Şehirli hanım! Diye anılırdı.. Basma entarili, bol — çarşaflı, çizmeli ve pabuçlu yaşıtlarına gö- re sahiden kibar b'r kadındı. Bu - nun için dayımın ölümünden son- ra onu istiyenler olmuştu. Fa - kat Hatice hepsine de dudak bük- müş meçhul bir şehzadeyi bekli- i yormuş gibi kabul etmemişti. ğ Melek ve Şeytan Sonbaharda ondan ayrılacak - tım. Günler geçtikçe birbirimize daha derinden bağlı olduğumuzu hissediyordum. Yalnız hislerimi bir türlü ona belli edemiyor, ga- rip bir koku içinde şaşkın yaşıyor- dum, Bir akşam bahçeden geç dön - dük. O gün, ne kadar eğlenmiş - tik. Gölün kenarında Hatice — ile her zamandan daha çok başbaşa kalmıştık. O, beni daha çok hır- palamıştı. Gece erkenden uykum — geldi. Odama çıktım. Soyundum. Yata- ğa girdim. Her zaman olduğu gi- bi oturacak ve ellerimi dizlerimin üstüne koyarak dua okuyacak ha- Tim yoktu. Okuyup dört tarafıma üflemedim. Ağırlaşan göz ka- paklarımı zorlamadan yattım ve uyudum, Güzel bir yaz günü, kendimi o zamana kadar görmediğim yeşil bir kırda buldum. Ne vakit, niçin ve nasıl oraya geldiğimi hatırla - mıyordum. Zaten bunları düşünmeğe mey- dan kalmadı. Etrafımdaki hayret verici güzelliklere dalmıştım. Sağımda, solumda ve önümde yükselen dağlar vardı. Filiz ren- gi çamlar göklere — yükseliyordu. Yerler, baştan başa kuş tüyü ka - dar yumuşak çimenlerle, çiçek - lerle bezenmişti. Sayısız menek - şeler, gelincikler, çeşit çeşit kır çiçekleri, kara toprağa ipekli bir rop işlemiş gibiydi. Orada her türlü yemiş ağaçları görüyordum. Her çeşitten olgun yemişler sanki: — Bizi koparınız ve yeyiniz! Diyorlardı İstediklerime ermek için yorul- mak değil, sadece elimi uzatmak yetiyordu. Yer yer beyaz pınarlar akıyor- du. Eğildim, içtim. Mevlüt şerbe- tine benziyordu. — ALh, ne iyi! Seren Dedim ye bol bol içtim . — Annemin ve hocalarımın anlat- tığı ve ona kavuşmak için bütün arzularımıza, heveslerimize kös - tek vurduğumuz cennet, her hal - de burası olmalıydı!.. Yalnız bir aralık arkama dön - düm, Orası birdenbire alçalıyor, kararıyor ve derinliğin sonu gö - rünmiyordu, Ayaklarımın ucun - da yükselerek aşağı bakmak is - tedim, Doğruldum ve göz attım. O ne karanlıktı; o ne derinlik- H! Bundan başka aşağıdan kor - kunç sesler de geliyordu; İnle - meler, haykırmalar, bir kargaşa - hık, bir acının ve ölümün gürül - tüsü.. Bakmamla geri cekilmem bir oldu. İniltiler ve çığlıklar kesil - di, Kulaklarıma yalnız — kuşların cıvıltıları, pıinarların — şriltıları, yaprakların hışıltıları ve mısıl mı- şıl esen rüzgârın ninnisi geliyor- du. Birdenbire önümde sayısız in- sanlar gördüm. Hepsi de genç ve güzeldiler. Gürbüz delikanlılar, beyaz elbiseli kızlarla kolkola ge- ziyorlar, gülüyorlar, koşuşuyorlar, yemişlerden yiyorlar, prnarlardan içiyorlardı. (Devamı var) HABER 15 memleketin 935 —- güzellik İ_qg]liçesi Ha AM S GA gG d d Iktısat Vekilinin dikkatine! Avrupadan gelen sirke ruhuna mani olmalı! Bu asit, hem esnafa zarar veriyor, hem halka, hem de Türk bağcılığına... İstanbulda on beş yirmi — sene evvel — meşhur turşucular ve sir keciler — vardı. Halkımız — bun- ların nerede ol - duklarımı — bilir- di; ona göre davranırdı. Halbuki şimdi Tahir Efendi bunlar pek - sey- rekleşti. Turşu ve sirkecilerin yüz de sekseni asitten yapılıyor. Muh- terem belediye reisi Muhittin Be - yefendiden rica ederiz; bahusus seyyar turşucuları ansızın bir kon trol ettirsin; vaziyetin vahameti anlaşılacaktır. Sirkenin halis üzümden yapıl - maması, yalnız hile yapmıyan es- nafı ve hileye kanan halkı muta- ESNAF z x <M Ce ea cılığımıza da darbe vuruyor, Umum sirkeci ve turşucu esnaf tarafından 15 Ağustos 934 tarihi - le Ankaraya, İktisat Vekâletine bir lâyiha gönderilmişti. Avrupa- dan memleketimize ithal — edilen sirke ruhu, yani asit mevzuu bah- sedilmişti. Henüz bir ses çıkmadı. Bunun neticesini dört gözle bek - lediğimizi, gazeteniz vasıtasile vekil beyefendiye arzederiz, Ortaköyde, Uncu sokağında 47 numarada turşucu ve sirkeci Müf- tü oğlu Tabir ! değir me nin de, bakkal — Hilmi Efendi ne diyor: & — “İstanbul bele- ! diye encümeni gıda — maddesi satanların — saat dokuza kadar a- çık olmalarına 4 Ağustosta karar Hilmi Efendi vermişti... 12 gün kadar evvel yeniden bir karar verdi: Mevaddı gıdaiyeden başka mevat satanlar saat 7 de ka panacaktır. Bu karardan sonra Beyoğlu, İs- tanbul ve Üsküdar tarafları saat 7 zarrır etmekle kalmıyor; ayni za- | den sonra yenilmiyecek maddele- <e d YEİSÇCİ | ayni olmalıdır.. y Kadıköy—Yel | ğ rin üzerlerini kapamak sureti” gene mevaddı gıdaiye satışına * vam ediyorlar. öt Kadıköyünde ise şaat tam 7 dükkânlarımızı kaparız. Biz de diğer semtlerdeki esnaf gibi, #'Üi maddesi olmıyan eşyanın i'ıı='1J kapamak istedik.. Fakat müı"ı etmiyorlar! Tahtaperde ile “du etmemize bile razı olmuyorları" Eğer belediye encümeninin * rarı yalnız Kadıköyüne ıııılııll'ı se pek âlâ! Yok, eğer bütün İs! bula ait ise, tatbikatta her Tayyare piyango u Hde gee'y ee , Müdürlüğünder' Şartnamesi mucibince 35 t0" kalburlanmış yerli Kriple n,d’ Kömürü mübayan edileceğindi, taliplerin 8 Eylül cumartesi Ud j saat 14 buçukta komisyona mirt KA UA S AA GAS U SĞ CN caatları. | Zayi Kadıköy — İçerenköyü 16 ilk mektebinden 70 No, ve | 6 — 934 tarihli aldığım namemi kaybettim. Yenisini racağımdan eskisinin hükmü ,madığını ilân ederim. (3021) Tahsin Efendi oğlu Mehmet, Sami V$ U