24 Temmuz 1937 CUMHURÎYET Meşrutiyetin ilânı Selânikte mahşerî bir kalaba Frangın yeni sukutunun sebebleri lığın heyecanlı tezahüratile karşılanmıştı Şahsî hatıralar Sesim o kadar kısılmıştı ki, konuşa O sıralarda Üçiincü ordu müşürlüğü yaveriydim. Bırkaç gündür, müşürün mıyordum. Güneş batmış, elektrikler yanından ayrılmıyordum. Mabeyinle yanmış, fakat halk yerinden oynamıyor, müşirlik arasında önce şifreli, son saat balkonlara çıkan, arabalar üzerine at lerde şifresiz, hep makise başında mu lıyan birçok hatibleri ardı arası kesil habere edilip duruyordu. (Merkezi u meden alkışlıyordu. Serkilden indim, kendimi gösterme mumî) deki arkadaşlardan kımseyi göremiyordum; Selânikte neler geçtiğıni meğe çalışarak, halk arasından süzül bilmiyordum. Yalnız o gece (temmuzun düm, tramvaya binerek eve geldım. Ye22 sini, 23 üncü perşembe gününe bağ mekten sonra Müşürün evine gitmeden lıyan gece) şehrin işlek sokaklannda önce (Merkezi umumî )nin toplandığını duvarlara kâğıdlar yapıştırıldığını, sa bildığım Manyaszade Refik Beyin evibahleyin halkın bu kâğıdlar önünde ne gittim. Onlar, jelâtin levhalar üze toplandığını, polisin halkı dağıtmağa ve rinde çoğaltılan kâğıdları ha bire mü kâğıdları koparmağa çalıştığını sonra hürlüyorlar, zarflıyorlardı. dan öğrenebildim. Manastır (heyeti Derinden bir mızıka sesi.. Biraz sonra merkeziye) si, daha o sabah, yüz bir evin önünde bir gürültü. Çıktım, bak top atarak meşrutiyeti ilân etmişti; fa tım: «Refik Beyi isteriz, Refık Beyi!» kat Selânikte yalnız halkın, aralarına Halkın arzusunu Refik Beye yetiştir karışan cemiyet muharriklerine uyarak, dim; o, balkonda görünür görünmez, sokakîan doldurmağa başladığım, öğle bir alkıştır koptu. Manyaszade birkaç den sonra kalabalığın gıttikçe arttığını söz söyledi, halka teşekkür etti. tşinin çavuşlardan öğreniyordum. çoğluğundan bahsederek müsaade aldı, Saray, öğleden biraz sonraya kadar içeriye girdi. Halkın önüne düştüm, onları dörderli telâş gösterdi; sonunda Müşüre sordu: •Şerketmeab Efendımiz, bu haller kar yürüyüş kolu nizamına koydum, mızı şısında son çarenin ne olduğunu soru kayı başlanna geçirdim. Rumeli Vilâ yor.> Müşir (İbrahim Paşa) «kanunu e yatı Müfettişi Hüseyin Hilmi Paşanın sasiyi ilândan başak çare yoktur> ceva konağına yöneldik. Paşayı aşağıya in bını verince, saray susuyor, bir daha dirdik. Halk, zaten akşam üstü kanunu daire telgrafınm manipülâsyonu ses çı esasinin ilân olunduğunu büdiren Makarmıyor. Fakat Müşürün yanından ay beyin telgrafından haberdardı. Hüseyin rılamıyorum; dışarıda olan biteni hep Hilmi Paşa: «Efendiler, Şevketmeab efendimiz... derken «kahrolsun!> haykırçavuşlardan öğreniyorum. maları yükseldi. O devam etmek istiyorAkşam üstüne doğru, büyük bir kalabalığın (Olimpos) meydanına doğru du. «Efendi'r, bu lutfu padişahî...» kimyürümekte olduğunu duydum. Artık se dinlemiyordu, «kahrolsun!» lar biryerimde duramıyordum; ne olursa ol biri arkasını bırakmıyordu. Zavalh Hüsun, bu kalabalığın arasına ben de karış seyin Hilmi Paşayı yukarıya çıkardılar; mak, ben de mahreklik yapmak istiyor biz de, gene sıralanarak, Müşürün ko dum. Müşirden, dışarı çıkmak için, kor nağma yöneldik. Müşürü çağırdılar; O, ka korka müsaade istedim. cHaydi git, indi; halka, yerinde birkaç söz söyledi. oğlum, senin de istırahate ihtiyacın var. «Yaşasın Müşür Paşa!» diye bağıran Müstacel bir şey olursa çağırtırım> de halkı, dağıtmak bana düştü: «Haydi, çocuklar! dedim, yarın daha çok işiniz var. di. Başımda püskülüm, göğsümde kor Şimdi rahat edin.» Mızıka önde şehre donlarım dışarı fırladım; yürümüyor, doğru yüriidüler: koşuyordum; koşmuyor, uçuyordum. Dünyada emsali adim yaptık bugün bir Tramvaya atladım, doğru (Olimpos) inkılâb! meydanına. (Kristal) kahvesine var Bu marşı, doktor Rifat o gün yapmış. madan, tramvaydan inmek zorunda kal Udî Ahmed de hemen bestelemişti. dım. (Olimpos) meydanı dolup taşmıştı. Kâzım Nami DURU Iğne atsan yere düşmez bir kalabahk vardı. Meydanda aralar üstünden Kristal kahvesinin üstündeki Cercle de Salonique'in balkonundan halka nutuklar yağıyor, halk da çıldırasıya bir alkış tufanile onlara cevab veriyordu: YaşaFransız bandıralı Providence vapurile sın kanunu esasi! Yaşasın meşrutiyet! dün akşam şehrimze dört yüz kadar SuYaşasın vatan! Yaşasın millet! Dikkat ettım: En çok «yaşasın vatan!> deni riyeli seyyah gelmişlerdir. Beyruttan vapura binerek Fransaya giden yolcular ayordu. Boyum küçük olduğu için halkın ara rasında dört ay evvel istifa eden eski Hasından süzüle süzüle Cercle de Salo leb valisi Mehmed Nebi ile Makalla Sulnique'in kapısma kadar gelebildim; tanı Salih bin Galib ve Sultanın veziri içeriye daldım; beni hemen balkona al Bahadur Hab Sheih Ali bulunmaktadır dılar. Bir arkadaş, söyleniyor, bağırı lar. yordu. Neler diyordu? O vakit gönlü Makalla Sultanı ile refakatindeki vezir mün derinliklerine giren bu sözler, ne 45 gün şehrimizde kalacaklardır. Sulta yazık! Bugün hafızamda bir iz bıle bı nın Ankarayı ziyaret etmcs de muhtemelrakmamışlar. Bu sözler, elbette en son dir. otuz iki yıl süren bir mazlumiyetin ferEski Haleb valisi ile diğer Suriyeli yolyadlarıydı. Arkadaşlar, beni öne ittiler, cular bu akşam Marsilyaya hareket ede «Kâzım, sıra senin! > dediler. O güne kadar, bu kadar büyük, bu kadar «mah ceklerdir. şerî» bir kalabahk önünde değil, ancak On esrarkeş yakalandı iki yüzü bulmıyan bir toplantıda söz söylemiştim. Fakat, düşünmeden, sar Hürriyetiebediye tepesi civarmdaki sıntıcı heyecanlarla o güne kadar içım Ahmedın tuğla harmanında bazı kim de biriken acıları, o günün ve hele ya selerin toplanarak esrar içtiği haber arımn saadetlerini, bağırdım. Nekadar lınmış ve boraya anî bir baskın yapıl söyledim, bilmiyorum; fakat sesıtn ça mıştır. tallaşmağa, işitılmez bir hale gelmeğe Baskın sırasmda Hüseyin, Adem, Habaşladı! lid, Mehmed, Yahya, Kemal, Hayri, Şimdi, aşağıdan bana, «yaşa, millet Perviz, Cemil, İsmail adında on kişi esyaveri! Var ol, millet yaveri> diye ba rar içerlerken yaklanmışlardır. Halid isminde bir adamm da esrar ğırıyorlardı. Ben, bir anda mutlakiyet idaresinin bir zabiti değil, hür ve mes keşlere yardım ettiği anlaşılmıştır. Suçlular hakkında tahkikata devam ud maşrutiyet idaresinde millet yaveri edilmektedir. olmuştum. Ilk yirmi üç temmuz Iktısadî hareketler ANKARA MEKTUBLARlı Suriyeden gelip geçen yolcular İki haftadanberi gayriresmî bir su rette Fransız hükumetinin kontrolu altında ıstikrar peyda eden Fransız frangı iki gündenberi gene sukut etmeğe başladı. Son günlerde Londra borsasına bü yük mikyasta Fransız frangı arzedilmeğe başlanmıştır. Bu fazla arz karşısında sukut etmeğe başlıyan frank üzerine Londra borsasında çok büyük ve süratli muameleler cereyan etmiştir. Fransız hükumeti buna mâni olabilmek için kat'iyyen bir tedbir alamamış ve bu vaziyete sadece seyirci kalmıştır. Ecnebi gazetelerine bakılacak olursa Londra borsasında frangın bu fazla arzın sebebi Fransamn bugünkü siyasî vaziyeti hakkında halkta mevcud em niyetsizlikten iîeri gelmekte imiş. Fransız Devlet bankası müdürü Labeyri'nin azledilip yerine Fransız bangerlerinin •* . a a • mümessili olan Fournier'nin Devlet banAnkara stadyomunda kalabahk bir gün kası müdürlüğüne tayin edilmesi ve bullkbahar at yarışlan, geçen mevsim, sı olan bu muazzam ve modern stadyom, na benzer daha bazı hâdiseler, bangerler gene Fransamn idaresini eline alıyorlar, hemen bütün Ankaralıları Hipodroma artık Ankaralılara dar bile geliyor! diye amele arasında bir galeyan uyan topladı. Bu sekiz hafta içinde, yirmiden §imdi, hiç şüphesiz aralannda Hipoddırmış ve ameleler Chautemps kabine fazla müşterek bahis gişesi önünde, en rom ve stadyomun müdavimleri de bulusini sımsıkı ellerinde tutabilmek için aşağı yüz bin liralık bilet oynandı. Ba nan kafileler, gene ayni asfaltın üzerinde, yeniden birçok taleblerde bulunmağa hislerin, müşterek bahislerin, çifte bahis Ankara garına akın ediyor: Uğurlan başlamışlardır. Şimdi Fransada bütün lerin sonunda cüzdanlan boşalanlar dahi, mak veya uğurlamak için. amele her tarafta başkaldırmış ve her Ankarayı bu mevsimde bırakmak, yeni koşu mevsiminin açılmasmı dörtgözgün hükumetten yeni yeni şeyler istile bekliyorlar. Zaten, her kayıbm sonun gezme, dinlenme ihtiyacı yanında, biraz yormuş. Bu vaziyet karşısında tabiî halkın da, imdada yetişen teselli, bahse tutuşan âdet, biraz da moda olmuş sayılabilir. Chautemps kabinesine karşı olan iti da acı bırakmıyordu ki... Kime sorsanız, Tam bir aydır, günün suali değişmedi: Ne vakit gidiyorsunuz? madı da sarsılmıştır. îtimad sarsılmca ziyanma sebeb olarak, attan anlamadığını Ve yahud, hitab edilen zatın mevkiiNevyork ve Londradan Fransaya gel söylemez: «Şanssızlık!», futbol takımlameğe başlıyan sermayelerin de arkası ı için olduğu gibi, burada da baş özür ne, baremine göre: kesilmiş ve Fransadan yeni sermayeler sayılıyor ve gene «sürpriz!» millî küme Teşrif ne zaman? harice kaçmağa başlamıştır. Bahçede, lokantada, yolda, kahvede, maçlanndaki gibi, neticeyi evvelden kesM. TEZEL iremiyenlerin boyuna imdadına yetişti. otobüste, dairede ve evde ayni sual! Bu adeta, şehirlinin şehirliye: Fakat, Hipodromun asıl hususiyeti, Niçin gitmiyorsun, yoksa gidemi ok zarif giyinmiş Ankarah bayanları bir araya toplamasıdır ve her hafta yeni yor musun, bak herkes psdiyor, çaresini bul da gitmene bak! bir kıyafetle. Şehrin kadın terzileri araDemesinden başka nedir ki... sıra mankenlerini de Hipodromun salo Nasıl stadyomu dolduranlar, yalnız nunda teşhir ederler. Ayrı bir eğlence olfutbol meraklılan değilse, Hipodromun mak üzere, iyi bir cazband da, zarif bir tribünlerinde oturup bir tek koşuyu da kalabalığı, koşulardan çok sonraya kaseyretmiyenler varsa, Ankaradan mevsim Dünya borsalarında Fransız frangı dar, Hipodromun büyük kazinosunda alıiçin göçedenlerin arasında sadece «gitmiş dün bir miktar yükselmiştir. Bunun başkoymaktadır. lıca sebebi Fransız hükumetinin frank olmak için gidenler» henüz fazlacadır ve Bugünlerde, mevsim icabı kapalı olan böyle bir yolculuk bilhassa ortahallilere, için ciddî tedbirler almağa başlaması dır. Paristen son gelen malumata göre, iehir stadnu gelince, o da Ankaralılan, acı bir dönüşün başlangıcı oluyoTÎ Fransız hükumeti altın esasına avdete aftalarca tribünlerinde ağırladı. Değerli Ankara ki, yazı «tahammül edilmez» ve frank kıymetini bir Ingiliz lirasına Valimiz Nevzad Tandoğan, açılış günü, olmaktan çıkmış, ne sıtması, ne tozu kalkarşılık 112 frank olarak tesbitine karar bütün halkı, stada çağırmıs ve girişin bemış, bol gölgeliklere, hatta kısmen suya vermiştir. Esasen üç taraflı anlaşmamn dava olduğunu ilân etmişti. Pek kısa bir kavuşmuş, iklimi bile değişmiştir; başka frank için kabul ettiği kıymet de budjar. zaman sonra, birçok kimseler maçlan tarafta, daha iyi bir yaz aramak hulyası, Dün Londra borsasında bir İngiliz liayakta seyre inecbur kaldılar, bazı defa bu şehrin güzelliği eşsiz sonbahannı, sı rası karşılığı frank 133,25 franktan mugişeler, bilet satışını iki gün önceden kes kıntı içinde gcçirmeğe değer mi? amele görmüştür. Dün, îngiliz lirasında da bir yüksel i, hemen bütün şehirlerimizin hâlâ rüyaMEKKt SAİD me görülmüştür. îngiliz lirasına kıymet veren Cumhuriyet Merkez bankası dün bir îngiliz lirasına 627 630 kuruş kıy met vermiştir. İngiliz lirası, Türk parasınm kıymet hesabında esas tutulduğu gündenberi bu kadar yükselmemişti. Cumhuriyet Merkez Bankası hisse senedleri de dün yükselmeğe başlamıştır. Evvelki akşam borsada 85 lirada kapanan Merkez Bankası hisse senedleri dün afkşam 87,5 lirada kapanmıştır. Evvelki akşam 15,05 te kapanan Türk borcu birinci tahvilleri dün 15,25 e kadar yükseldikten sonra 15,20 de kapanmıştır. ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ Mevsimin hususiyeti: Ankara garına akın fc/T Tarihle istihza 1 Osmanlı İmparatorluğunu ku • " ranlar, büyültenler, genişletenler gibi o devleti şirazeden çıkarıp kepaze edenler, küçültenler ve nihayet batı uçurumuna sürükliyenler de en basit bir tarih vazifesini hatırlamamışlar, bizzat tarihi güldürecek bir gaflete kapılıp gitmişlerdir. Osmanoğullan saltanatının hangi yılm hangi ay ve gününde kurulmuş olduğu nun inandırıcı bir vesikaya müstenid olarak sarahat ve kat'ıyetle tesbit edilmemiş olduğunu hatıra getirmek istiyo ruz. Bütün dünya tarihi üzerinde müessir olmuş, kürenin mıhverini değiştirecek kadar önemli hâdiselere kaynak teşkil et miş olan Osmanlı devletinin kuruluş ta rihi, malum olduğu üzere, henüz belli değildir. Su satırlan yazarken yanıbaşımda Netaicülvukuat, Fezleke, Hayrullah Efcndi, Şamcanizade, Hadıkatülmü luk, Müneccimbaşı, Karaçelebizade, Hasanbeyzade, Künhülahbar, Tacütte varih, Mir'atıkâinat gibi bir buçuk düzineye yakın tarih kitabı var. Bunların hepsi (Osmanlıhğın zuhur) undan bahsediyor. Fakat hiçbirinde o zuhurun ayı, günü yazılı değil. Benim ıgörebildiğim baska tarihlerde de bu cihet tasrih edil memıştır. Yalnız Osman Beyın hicrî 699 tarihinde istilklâlini ilân ettiği ittifaka yakm bir ekseriyetle kaydolun maktadır. Hicrî 699 senesi, milâdî 1299 yılına esadüf eder. Atatürkün 1920 yılı nisanmın yirmi üçünde Ankarada Büyük Millet Meclisini açmasile Osmanlı İm paratorluğu batmış sayılmak tarih ba kımından iktıza eylediğine göre o devet tam (621) yıl yaşamış demektir. 2 Osmanoğullarının Türk kızlarie evlenmemeleri, yetmiş iki millete mensub ve nesebleri meçhul kadınlar alarak nesillerini onlardan üretmeleri meselesi de o sülâle tarihinde mühim bir yer ahr. ünkü sülâlenin tereddisi gibi devletin de tarümar oluşunda bu işin kuvvetli teirleri vardır. Bununla beraber Osmanoğullarından bir kısmının ve meselâ Or hanın, Çelebi Sultan Mehmedin, îkinci Muradm analan Türktür. Fatîhin Isfendiyar, Yavuzun da Zülkadiroğullarına mensub birer prensesten doğdukları rivayet olunmaktadır. Fakat Yavuzdan sona Türk sütü emen bir Osmanlı hüküm dan görülmemiştir. Yalnız Birinci Os man, Topkapı sarayında kurulan bu kö:ü an'aneyi kırmak istiyerek Pertev Pa sanın ve Seyhülislâm E*ad Efendinin kızlarını nikâhla almışsa da çocuk yetiştirememiş ve an'aneyi de kıramamıştır. * ** Ey aziz okuyucu, sen de şüphe yok ki Osmanlı devletinin ancak 621 yıl yaşadığını, o devlet hükümdarlarından hiç olmazsa birkaç tanesinin Türk anadan doğduğunu bilıyorsun. Zaten bu, tarihte tebahhur etmeğe lüzum göstermiyen ba sit bilgilerdir. O bakımdan bizim şu iki mevzua temas edişimizi belki ayıblarsın. Fakat acele etme, teenni gösterip sebebini dinle: Dün elimize siyah zemin üzerine beyaz işlenmiş zarif bir mendıli an dıracak şekilde itina ile basılı tantanalı bir reklâm varakası geçti: Yeni ve tarihî bir eserin neşrine başlanılacağını hararete müjdeliyen bir varaka!... Orada Osmanlı devletinin tam 670 yıl yaşadığı ve bu uzun zaman içinde yalnız son hükümdarın bir Türk kızile evlendiği söyleni yor. Işte bu fıkrayı, tarihle istihza eden o iddiayı teşhir için yazdık. Sen de hoş görüver!.. M. TURHAN TAN yomlarından birine gitmeği düşünüyorsanız, size Isviçreyi tavsiye etmem. İsviçre, parası en yüksek bir memlekettir. Viyanaya gidiniz, para da düşüktür, hayat da ucuzdur. Ancak zenginlerin yapabilecekleri seyleri yapmağa kalkışanlara acıyan ve hakkına tecavüz edilmesini hoş görmıyen, kızan bir kafa tutuşla: «Halinizi bilin de işin ucuzuna bakın!» der gibi gülümsüyordu: Hem, kaç ay tedavi icab ettiğini doktorunuza sorunuz. Uzamak ihtimali olur, halbuki siz, hesablarınızı başka lürlü tanzim etmiş bulunursunuz. Çok zorluk çekersiniz. Paranın verdiği kuvvet ve emniyetle fakirlere, orta hallilere acıdığını, onUrm acınacak insan olduklarım yüzlerine vurmaktan utanmadığını gösteren vakur, ve hemen hemen yerinde denebilecek bir küstahlıkla bakıyor; ve sesinin tonu, tavırlarının ağırlığı, bakışlannın pervasızlığile kendi hakkını, zenğinliğin gurur hakkmı müdafaa ediyordu. Melike, onu, suçlu suçlu dinlerken, kulaklan: Avrupaya gitmek, Avrupa sana toryomlarında tedavi olmak, sizin ne haddinize? Bunu akhnıza getirmenin bile gülünc olduğunun, farkında değıl misınız? {Arkast var) • i Ankarayı bu mevsimde bırakmak gezme ve dinlen me ihtiyacile beraber biraz da moda olmuştur Frank yükseliyor Fransız hükumeti altm esasına dönmeğe karar verdi Küçük Sıhhat memurları mektebinin mezunları ı Alman tersaneleri gece gündüz çalışıyormuş Londrada çıkan Daily Herald gazetesinin verdiği malumata göre Danzig deki büyük tersaneler gece gündüz, bilâfasıla çalışarak Almanya ve müttefikleri için harb malzemesi imal etmektedir. Schihau tersaneleri de Almanyada yapılmakta olan Japon harb gemilerine lâzım olan aksamı hazırlamakla meşguldür. bir fazla kapı açılmış gibi, havasını de ğiştirivermişti. Melikenin, bir zaman dedikodu mevzuu olan ve nihayet unutulan hastalığı, tekrar dillere düşmüştü. Onun, sanatoryoma gireceğini duyanlar, acımaktan çok, merak ettikleri için gelmeğe, aramağa başlamışlardı. Bu aranışa, en çok şaşan, Melike idi. Kapı altlarından, pencerelerin pervaz aralanndan, duvar çatlaklarından sızan sular, rüzgâr solukları gibi, gizli ve açık bütün konuşmalann da, dışarıdan içeriye, içeriden dışarıya sızdığmı bildiği halde, Melike, uzak yerlerde oturanlann bile, azacık zaman içinde duymalanna, duyabilmiş olmalarına, şaşmaktan kendini alamıyordu. Ve hepsinin de bir mazereli vardı: Ya köprüde yakin komşulardan biri, uzak komşulardan birile rastlamış; yahud, bir besleme, bir aşçı kadına misafir gitmiş oluyor, ve haber telleri.böylelikle bağlanıveriyordu. Hepsinin gelişlerindeki maksadları, Melike, sezmiyor değildi. Eski arkadaşı Mehlika, onu, çok kıskanıyordu. Mehlika, Şekibi sevmediği, Şekib hakkında gizli bir niyeti olmadığı halde, Melike ile evlenmesini adeta istememişti.Melikenin, kendisinden önce evlenmiş olması, Mehlikayı çıldırtıvermişti. Birbirlerine uzak semtlerde oturmamala Küçük Sıhhat Memurları mektebinden bu sene 25 talebe mezun olmuştur. Yukarıki resim, mezun talebeleri hocaları ve mümeyyizlerile beraber göstermektedir. rına rağmen, pek seyrek görüşürlerdi. Mehlikanın her gelişi, mühim hâdiselerin olduğuna, olacağına alâmetti. Kışın, Melikenin yeni tuvaletinin pek methini duyduğu için, yaz başlangıcında da, radyo aldıklarını söylemek için uğramıştı. Melike, Mehlikanın yüzü kıpkırmızı, telâş içinde gelişine, biraz şaşırmıştı. Mehlikanın ilk sözü: Sanatoryoma gideceğini duydum l Sahimi? diye sormak olmuştu. Melike, onun hakkındaki bütün kanaatine rağmen, bir gün, bir an, samimî olabileceğini düşünerek: Evet, diye cevab verdi. Mehlikanın dudaklan titriyordut Peki, nereye? Melike, gene ondan şüphelenmemişli: Buradaki sanatoryomlardan birine! Mehlikanın yüzünün kırmızılığı uçu vermiş, telâşı sönmüş, göğsünü şişiren soluklar rahatlaşıvermişti: Ben, îsviçreye falan sanmışhm! Melike, o anda, yamldığını ve boş bulunduğunu anlamıştı; halbuki: Daha belli değil! gibi müphem, kaçamaklı cevablarla onu kıvrandırmanın da keyifli olacağını acı acı düşündü. Teyze kızı Samime, Melikenin güzelliğini çekemezdi. Kara kuru; şekil, biçim zügürdü olan bu kır, başkalarının güzelliği, ahmlığı ile meşgul olmaz, aile içindeki bir güzele, kendi hakkını çalmış gibi, tahammül edemezdi. Samime, odaya girdiği zaman, Melike, köşedeki koltuğun yanında ayakta duruyordu. Samime, Melikeyi hemen görmemişti; masanın üzerindeki tablaya sigarasını bastıran kaynanaya merakla sordu: Melike, nerede? Yatıyor mu? Melike, ona doğru gülümsiyerek yü rümüştü: Hoş geldin, Samimeciğim... Samime, onun ayakta oluşuna ve yürüyüşüne inanmıyor gibi bakıyordu; adeta bozulmuştu: Ah, dünyada ne fena insanlar var! Bana, pek mübalâğa ile söylediler, canım. Birseyin yok maşallah... Hemen hemen hiç bozulmamışsın! Biraz zayıflamışsm işte... Renğin de uçulaea ama, az zamanda kendini toplarsın. Wak bir zafiyet..^ Melike, teyze kızı Samimenin: «Birş€y yok. Boşuna yorulmuşum!» diyen gizli bir esefle sarsıldığım anlamakta, hiç de güçlük çekmemişti. Karşılarındaki apartımanda oturan tüccann karısı, istihfafla dudak bükerek açık açık söylemişti: Avrupaya gitmek, size, çok paha lıya oturur... Sonra, döviz çıkartmak da kolay değildir.. Şayed, Avrupa sanator Edebf tefrika : 19 OISARLA Yazan : Mahmud Yesari Bütün kadınlığile kocasmın gözlerinin îçine bakıyordu. Melike, o anda, sevilen, sevildiğini bilen, sevdiğine inanan kadın değildi; Melike, o anda, kocasının her günkü arkadaşı, can yoldaşı, dostu, yakını değildi. Melike, o anda, seven ka dındı. Vereceği habere, kocasmın sevinip se vinmiyeceğini düşünüyordu. însanlâr, kendilerini ne kadar tutsalar, için hassas tellerinden birine dokunulunca ses verme mesinin imkânı, ihtimali yoktu. Şekibin, ya gözlerinde, bir saniye bir kıvılcımın gizli alevinin aksi parlıyacak; yahud, dudak uclarmda, her hangi bir duygunun iç manası, bir çizgi, bir kmşık, bir bükülüş, küçücük, uçucu bir kımıldanışla aydınlanacaktı! Ben, sanatoryoma girmeğe karar verdim. Melike, gözlerini ondan ayırmıyarak bekledi. Şekib, göz bebekkrine iğne batınlmış gibi boş ve manasız bakıyordu; kulaklan sağırlaşmıştı. Melike, tekrar etti: Sanatoryoma girmeğe karar verdim. Bir iki ay yatarım, ne olur? Şekibin gözleri büsbütün sönmüş, ka rarmışü; birşcy söylemek istedi, boğazı kurumuştu; yüzünü buruşturdu, öksür meğe çabaladı, içinin çırpıntısı yavaşlayıverdi, gözlerinden, yanaklarına, iki damla yaş yuvarlandı. Melike, kollarını kocasının boynuna doladı; sevinci soluklarını tıkıyordu: Kalbde yanan en küçük bir ateşin, yü Hayır, gülmeni istiyorum... Sonze, gözlere, muhakkak ışıgı vuruyordu. ra, ben de ağlarun! Melike, bunu çok görmüş ve çok dene 4 mişti. Melikenin sanatoryoma girmeğe karar Karısmın ne demek istediğini anlıyamıyan, ve ne diyeceğini kesdiremiyen Şe vermesi, «kendiliğinden girmek istemesi», kib, boş ve kararsız bir bakışla bekli yalnız kendi apartımanlarının değil, komyordu. şu apartımanlann da, bir fazla pencere, \ I