10 Haziran 1937 CUMHURİYET Dünya nüfusumın 450 milyonu müstehlik İptidaî maddeler meselesini halletmek için iki çare vardır: Ya harb, yahud geniş bir ticaret serbestisi Yazan : Stephen Osusky 3 [•] Henüz pek az bir zaman evvel, sun'î benzin, tabıî benzınden yirmi misli fazla pahalıydı. Bugün, bu fazlalık dört misle inmiştir. Bu meselenin. birkaç sene içinde ticaret sahasında bir hal çaresine bağlanacağma şüphe yoktur. Sun'î kauçuğa gelince, bu meta, ev saf itibarile henüz bazı noksanlar gös termekteyse de, bu müstahsalın sınaî sahada imali işinin harbden evvel fenni tecrübe mahiyetinden ibaret bulunduğu ve bugünse, ekonomık bir mesele halını aldığı bir hakikattir. Terkibi ve sun'î istihsal meselesi, ip tidaî maddelerden mahrum memleketler için hayatî bir ehemmiyeti haizdir. Bu memleketler, sun'î istihsa.li. ticaret sahasındaki darlığa ve döviz fıkdanına karşı kuvvetli bir müdafaa vasıtası olarak tammaktadırlar. Fazla olarak, sun'î istihsal, işsizliğe karşı da müessir bir deva vazifesi görmektedir. Yeryüzünde, iptidaî maddelerin hem tabiisini hem sun'ısini istihlâk edebilecek kadar yer olmadığı tarzında izhar edilen endişeleri biliyorum. Bu baştanbaşa hatadır. Küreiarzı dolduran iki milyar nüfusun ancak 450 milyonu hakikî müs tehliklerdir. Sun'î istihsalât, bazı tabii iptidaî maddelerin istihlâkini tahdid gibi bir netice verse bile, umumiyet itibarile; bunun aksine olarak, yeni yeni muazzam imkânlara yer açmış olacaktır. Endüstn devrinin sonuna gelmemize henüz çok zaman var. Bir hakikat varsa, o da, Avrupanın, elindeki inhisarı kaybetmiş ol masıdır. Avrupanın bugün meşgul olması lâzım gelen en büyük mesele, artık cihanşümul bir mahiyet almış olan istihsal işinde kendisine muvafık olan yeri arayıp bulmaktır. Amerika ve Asya kıt'aları, Avrupa haricinde organizasyon yapmağa başlamışlardır bile. Maliyet fıatı itibarile, Asya ve lâtin Amerika memleketleri, Av rupaya nazaran, içinde bulundukları içtimaî şerait dolayısile pek büyük fevaide mazhar bulunuyorlar. Şu da muhakkaktır ki, Avrupa, diğer kıt'aların ekonomı bakımından mütemmimi bir mıntakadır ve bu vaziyeti muhafaza etmesi müm kündür. Evvelâ, Avrupanın zevki seli mi, inceliği, itidali ve zekâsı an'anevî bir şöhret halinde onun lehine bir amildır. Bunlar, paha biçilmez bir takım fevaiddir. Fakat, bunlardan, diğer kıt'alara karşı istifade edebilmek için, Avrupanın, hayatiyetıni ispat ve istiklâlini izhar et mesi lâzımdır. Bu, son derece ınühim bir noktadır ve Avrupa, bu sayede, yalnız bu sayededir ki, dünya ile elbirliği halinde çalışabilir ve vücudü zarurî bir iş ortağı olabilir. Bu sebeble. sun'î istihsalât meselesini halle uğraşan memleketler, yalnız kendı hesablarına değil, ayni zamanda bütün Avrupa için çahşıyorlar. Bu memleket lerin cesaretini kırmak, hiçbir sebeble irrikâb edilmemesi lâzım gelen muazzam bir hata olur. Avrupayı, toprağının on dan esirgediği iptidaî maddeler noktaı nazanndan iaşe eden kim olursa olsun, Avrupanın gerçekten hâdimi sayılmalı dır. Herhalde, çok muhakkak olan nokta, Göçmen nakliyatı yakmda başlıyor Bu sene yirmi beş bin ırkdaşımız gelecek Bu sene Romanya ve Bulgaristandan göç .edecek olan ırktaşlarımızın nakline bu ayın on besınden itibaren başlanacaktır. Nakliyat için açılan münakasa armator Kalkavanzadeler üzerinde kalmış tır. Ankaradan gönderilen münakasa şartlanndaki tahdidat yüzünden ellerin de boş ve kâfi derecede büyük vapuru olmıyan armatorlar bu münakasaya girememişlerdir. Binaenaleyh bu sene de göçmenleri Nazım ve Hisar vapurları nakledecektir. Bu iki vapurdan biri Köstenceye, diğeri Varnaya gidecektir. Her seferde yüklerinden başka 1500 göçmen getirilecektir. Halk musikisinin seyyar radyosu Aşık âma Veysel en büyük emelini anlatıyor «Herkes Onu (Atatürkü) görüyor, resmine bakıyor. Ne olurdu ben de bir kerecik olsun onun sesini duyabilsem!» Kedi davası T gene Avrupa kıt'asının, hakkı olan ted ricî inkişafa, dünya istıhsaline iştirak imkânını bulamazsa erişemiyeceği keyfiyetidir. Avrupa için en büyük tehlikeyi, bol miktarda sun'î endüstriler yaratan bu gelip geçici refahlarda ve bunların tevlıd ettiği, yığınlarla gelip geçici mesleklerde ve bunları takib eden fabrika kapılarının kapanışında, gitgide daha korkunc ma hiyet almağa başlıyan işsizlik buhranlaBu devre içinde memlekete getirilecek nnda görüyorum. Bu gıbi sarsintılara, göçmenlerin miktarı 25 bini bulacaktır. Amerika gibi genc memleketler taham Bunların 15 bini Romanyadan, 10 bini mül edebilirler, fakat ihtiyar Avrupa için de Bulgaristandan geleceklerdir. bu, tehlikeli olur. Romanyadan gelecek ırktaşlarımız Bu mülâhazalardan şöyle bir netice Marmara Ereğlisine, Bulgaristanlı göç çıkarabiliriz. Avrupa memleketleri, şimmenlerden beş bini Urlaya, 2500 ü Tuzdiye kadar, kendi millî menfaatleri ceplaya, mütebakisi de Edirneye yerleştirilehesinden çalışmış olmakla beraber, u ceklerdir. fuklarını genişletmeleri ve Avrupa menafii cephesinden çalışmaları zamanı gel rin, bunları eski Alman müstemlekeleri miştir. Maamafih, bir intikal devresi geçiri gibi, Milletler Cemiyeti tarafından mu leceği muhakkaktır. Endüstriyel Avrupa rakabe edilen mandalar halinde idare etmemleketleri sun'î iptidaî maddeleri ke meğe muvafakatleri; bu müstemlekelere seye uygun fiatlarla ve icab eden mık sahib sıfatile değil, Milletler Cemiyeti tarlarda istihsal edinciye kadar ve Av tarafından nasbedilmiş bir nevi yedi rupa yeni sisteme dahil oluncıya kadar, emin sıfatile idare etmeleri merkezinde aradan zaman geçmesi şarttır. Şayed, o dir. zamana kadar, bu endüstriyel memle Gene bazı kimseler, bu yolda tedbir ketlerin bugün maruz bulundukları za lere lüzum bile olmadığı, hedefe ulaş ruret sefalete inkılâb ederse, o zaman bu mak için, müstemlekeler hakkında açık afetin tekmil meş'um meyvalarının ye kapı siyasetinin tatbikı kâfi geldiği mü şerdiğini, kemale erdiğini ve arttığını gö taleasında bulunuyorlar. Fakat böyle bir receğiz. Bu tehlikeyi çok iyi müdrik o siyaset, ne müstemlekelerle serbest mübalan hüsnüniyet sahibi insanlar, Avrupa dele sistemine, hatta ne de daha büyük nın atisi için hayatî bir ehemmiyet alan bir mübadele serbestisine muadıl olabi bu meseleye, bir çare aramakla meşgul lir. Belki, gümrük resimlerinin umumî sudürler. rette tesavisi manasını tazammun edebıSun'î müstahsalât henüz kâfi miktara lir. yükselemedıği cıhetle, iptidaî maddeler Bütün bu mütalealar aranılan hal çahususunda milletler göze batacak bir mü resinin birer unsurudur; fakat bizzat o savatsızlık içinde çırpınıyorlar. Buna na hal çaresi değildir. Manda altında bu sıl bir çare bulunabilir? Bu iptidaî mad lunan memleketler hakkında tatbik edıdelere sahib olan toprakların endüstri lecek hal çarelerinden hiçbirisi, iptidaî yel memleketler arasında yenibaştan, maddeler meselesinin halline kâfi gele dostane bir hal tarzile taksimi mi isteni mez. Niçin? Çünkü, manda altında buliyor? Ben, kendi hesabıma, Birleşik A lunan memleketler iptidaî madde bakı merikanın, Britanya lmparatorluğunun, mından çok fakirdir. Demir, bakır, kö Sovyet Rusyanın, Fransanm, Portekizin, mür, çinko, kalay, sülfür ve petrol istihİspanyanın ve Holandanın, iptidaî mad salleri sıfırdır. Yüzde 1,74 nisbetinde de bakımından zengin topraklirını diğer kurşun, yüzde 0,12 pamuk, yüzde 0,28 endüstriyel memleketlerle paylaşmağa a yün, yüzde 0,31 ipek, yüzde 4,27 zey made olduklarına dair birşey işitmedim. tinyağı, ve yüzde 0,40 nebatî yağ verırŞu halde, Avrupanın, harbden veya ip ler". tidaî maddeler tedariki için başka ça Tamamen ikinci derecede kalan iptireler aramaktan gayri yapacağı birşey daî maddelere gelince, gene bu müstemkalmıyor demektir. lekeler, yüzde 4,25 fosfat, yüzde 0,14 Daha başka çareler ne olabilir? Bazı ketentohumu, yüzde 0,20 kenevir, yüz. kimseler, hususî şahısların elindeki ipti de 0,71 susam, yüzde 8,23 kobra ve daî maddeler ticaretini alıp devletîere yüzde 0,85 ceviz istihsal ederler. vermeği ve bu devletlerin de, bu ticareti, Teklif edilen hal çareleri, müstemle beynelmilel şekilde yenıden organize e kelerin ve himaye altındaki arazinin he dilecek bir Milletler Cemiyetine devret mesini teklif ediyorlar. Fakat, buna mu yeti umumiyesi hakkında tatbik edilmek kabil ileri sürülen mütalealar, on yedi şartile ancak faydalı olabilir. Çünkü senedenberi, eski Alman ve Türkiye müstemlekeler ve himaye altında bulu müstemlekelerini idareye memur Millet nan arazinin heyeti umumiyesi, iptidaî ler Cemiyeti Mandalar komisyonunun madde itibarile çok zengindir. Yukanda tecrübelerinden hasıl olan neticenin, ko zikrettiğimiz gibi, iptid*.î maddeye sahib misyonlar esasına müstenid bir idare tar olan memleketler şimdiye kadar, diğer zının semeresizliğini gösterdiği iddiasını memleketlerle müsavi bir taksim yapmak taşımaktadır. Muhtelit komisycnlar va yahud, iptidaî maddelerden mahrum sıtasile idare sisteminin de ayni şekilde memleketlerin, bu maddelere bol bol safaydasızlığı, yalnız Mısırda değil, Yeni hib olan memleketlerin servetine iştirak Hebride'de dahi sabit olmuştuı. edebilmelerini mümkün kılacak derecede Başka bir fikir daha var. Bu fikir, el geniş bir ticaret serbestisi. [*] Bundan evvelki makaleler 7 ve 8 halerinde müstemlekeleri bulunan devletleziran tarihli nushalarımızda çıkmıştır. STEPHEN OSUSKY okadh Kâninin kediler ağzından arzuhal sunduğunu ve bu arzuhalin Hürrename diye edebiyat tarihine geçtiğini biliyorduk amma kedi yüzünden mahkemelere arzıhal edildığini duymamıştık. Son günlerde bunu da işittik ve üç renkli bir kedi davasınra adliye sicilline geçtiğini gazetelerde okuduk. Âşik Veysel saz çalar ve duygularınt anlatırken Yirmi beş yıldır elindeki bağlamasile yurd içinde bucak bucak gezerek halkın kalbini ve ruhunu terennüm eden Şarkışlanın Sivrialan köyünden âşık Veysel, dün bize de uğradı. Görmiyen gözlerile bu yüzün hiçbir manası yoktu. Fakat kıpırdıyan kupkuru dudaklanndan sızan yanık ses beliğdi: Artık kasabalara, şehirlere de ge liyoruz işte... diyordu. Ya eskiden? diye sorduk. Eskiden... Köy hududlarından ötesi haramdı bize. Kendi sesimizi kendimiz dinler gibiydik. Ve hiç aklıma gelmezdi ki, günün birinde bizi şehirlere davet edecekler, radyolarda, plâklarda, aklı başında insanların toplandığı yerlerde çaldırıp söyletecekler ve yüzlerle, binlerle o kumuş, yazmış şehirliler, bizi gökten inen bir sese kulak verir gibi dinliyecekler... Nasıl oldu dersin bu iş? Görmek, birşeyler görmek ister gibi göz kapaklarını kırpmağa uğraşarak, ellerini açıyor ve: O yaptı.. diyor, herşey gibi bu inanılmaz şeyi de O, Atamız yapb. Ve başını eğerek, kendi kendine konuşuyor: Nasıl yaptı?.. Nasıl oldu da* daha düne kadar bir sivrisinek zınltısı sayılan üç telli sazım ve ona uyan sesim, şimdi halkın sazı ve halkın sesi diye seviliyor. Oyle seviliyor ki... Sen de seviyor musun, seve seve mi söylersin? Sevmesem çoktan bu sazı kırıp atardım... Sevmesem hâlâ sabahlara kadar tek başıma çalar ve söyler miydim? Geceleri mi çalarsın? Gündüzleri başkalarına çalarım.. Fakat gece olunca, nerede bulunursam bulunayım, tenha bir köşeye çekilir, kendi kendime, yalnız kendim için çalanm ve işte o zaman içine gömüldüğüm sonsuz karanlık yavaş yavaş silinir ve ben bambaşka bir âlemde yaşadığımın far kına vannm.. Kollarım kopacakmış gibi ağrıymcıya kadar, parmaklarım sızlıymcıya kadar, ve sesim kısılıncıya kadar çalar, çalar.. ve söylerîm. Meselâ, neler çalarsın, en çok sevdiğin parçalar hangileridir? Hepsini.. Hepsini severim. Sevmediğimi bellemem ki.. Seksen, doksan parça bilirim. İnanın bunların hepsi birbirinden güzeldir. Ve sazını eline alıyor. ne düşündüğünüzü bilmek istiyorum. Şimdiye kadar bunu anlamağa çalıştım, fakat sözden daha sarih bir işaret olamıyacağmı gördüm. Açıkça konuşmadan, kapah tesirlerle anlaşmak ümidimi feda etmem lâzım geliyor. Benim tabiatim buna müsaid değil. Tabiatim ve mesleğim. Çünkü muallim soran, cevab alan, söyliyen, izah eden ve izah istiyen bir insandır. Sözle alâkası fazladır. Bundan başka işaretler ona kifayetsiz görünür. Birkaç türlü tefsire imkân bırakmıyan, tek manalı, sarih ve mantıkî söz. Onun için sizinle tanışmaklığımın mukadderatını gene sizinle açık konuşmaya karar ver dim. Bu karar şimdi içime doğdu. B a na cesur olmamı tavsiye etmiştiniz. Bu, müphem bir vaiddir. Neye karşı cesur olayım? Tehlike ne tarafta? Bilmiyo rum. Bana yol gösterir misiniz? Hak kımdaki fkirlerinizi açıkça söylemekten başlayınız. Size karşı benden evvel yapılmış tecrübelere çok dikkat ettim: Ali Haydar, Bahri, Rüştü beyler... Fakat bunların arasında kendi vaziyetimi tayin edemiyorum. Siz söyleyiniz. Vedia durdu ve yarı karanhkta koyu kül rengi alan gözlerini kırpmadan, Orhanın gözlerinden ayırmıyarak ona uzun uzun baktı, derin bir nefes alıp bı raktı, tevekkül ifade eden bir hareketle başını sola doğru hafifçe eğerek yola Odaya bir akşam saatinin hüznü çöküyor. Biz, gözlerimizi yumarak, yeşil dallann ardındaki görünmiyen bir serin suya damla damla düşen gözyaşlarının sesine kulak verir gibi susuyoruz., Mecnunum Leylâmt gördüm Bir kerecik baktı geçti Ne sordum ne de söyledi Kaşlarım yiktı geçti Soramazdım bir çift sözü Ay mıydı, gün müydü yüzü Sandım ki Zühre yüdtzı Şevki beni yaktt geçti Bu garib davaya aid haberleri gözden geçirirken ilkin şu meşhur fıkrayı hatırladım: Ömründe kedi yüzü görmiyen bir çöl çocuğu yağ satmak üzere şehre doğru yol aldığı sırada o aslan minyatürlerinden bir tanesine tesadüf eder ve misli göriilmemiş bir hayvana rasladığını tevehhüm ederek kediceğizi hemen ya kalar. Herifceğiz memnun mu memnun. îlk uğradığı aşiret çocuklarmın kediyi birbirlerine göstererek « hürre bak, hürre bak» diye bağırmaları üzerine bu memnunluk artar. İkinci bir aşiret yavrulannın: «Kut, Kut, Kut» diyip kediyi albşlamaları ve üçüncü bir aşiret miniminilerinin hayvanı sinnevr adile anmalan bedeviyi memnuniyetten ayırır, hulyalara diişürür. Artık o, yakaladıgı hayvamn çok kıymetli birşey olduğuna ve bol para getireceğine kanaat getirmiştir. Fakat şehre ulaşıp da kediyi pazara çıkarınca ve bir pul dahi etmediğini görünce derin bir inkisara uğrar, hayvamn boynunu kopanp hiddetini şu şekilde haykınr: Mel'un hayvan. Bin adın var, bir paralık değerin yok. Seni bağnma basıp taşıdığıma yazık. pantolonundan, kalaKalık bir mecliste hemen daima emniyetini, ahengini ve güCumhuriyetin edebî tefrikası: 97 zelliğini kaybeden tavırlannın becerik • sizliğine varıncıya kadar, ailelerden te varüs edilmiş birçok şekil manzumeleri arasında kendisine aid üslubun kifayet sizliğini düşündü. Eline geçeceğini um Yazan: Peyami Saf a Biraz tabıî umumî olarak. tecessüslerden biri de şu idi: Genc kızın duğu servetin şekle aid eski itiyadlarını Ne diyor? onunla Rüştü arasında yaptığı mukaye ne derece tashih edebileceğini kestiremi Herşeyde, herşeyde aynyız. Mü seden aldığı neticeyi anlamak ihtiyacı. yordu. Birdenbire içinde bir hamle doğdu ve zikte o neşeli havaları sever, ben klâsık Şimdi başka bir adam Vediaya Orhan leri; o hikâye anlatmaktan hoşlanır, baş hakkında düşündüklerini sorsa alacağı kendi kendine: «Artık yeter! dedi, vaziyetini tayin et. Bu kızdan ne istiyor ka birçey konuşmaz, hele başkalarını hiç cevab ne olacaktı? dinlemez, ben dinlemeği de severim, her«Benim için Orhanla yaşamağa im sun? Onu seviyor musun? Hangi nevi şeyden bahsedılmesini de. O yalnız se kân yoktur. O herşeyin içini görmek için bir ruh tecrübesi içindesin ve sonu ne zayahat kitablarile eğlenceli romanlar o kabuğunu kırıyor, şekillerin hayatını ih man gelecek? Seni babana isyana sev kur. Şürden hoşlanmaz. Siz bana ani mal ediyor. Onunla anlaşamayız.» gibi keden bütün eski davalarını unuttun. verserimde o güzel şiir antolojisini hedıye sözler mi? Eğer böyleyse, Orhan için, Hiçbir meslek heyecanı duymuyorsun. ettiniz. Başucumdan ayırmıyorum. Rüştü hayatının o saatine kadar aile terbiyesi Bu kızın yanmda, bir iki gün sonra gi bana bir pudriyer getırdi. Şık, güzel... ve sefalet yüzünden ihmale mecbur ol deceğin Elâzizi ve oradaki işleri de haFakat iki obje arasındaki farkı ben his duğu bu noktayı tekemmül ettirmeğe im tırlamak istemiyorsun. Fakat ondan ne setmez miyim? însan, hayatında birçok kân yok muydu? Zihninde bir kelime istediğini de bilmiyorsun. Sor bakalım, o pudriyerler kuîlanır; birini alınca ötekini alev aldı: «Elbise...»; fakat bu kelime, ne istiyor senden, ne bekliyor, sor. Açık atar. Fakat sizin getirdiğiniz şiirler her yalnız üstümüze giyilen bir kumaş değil, konuş biraz, açık.» zaman taze... Vedia da önüne bakarak düşünce ruhumuzun üstüne geçirilmiş bir deri gibi BİZ İNSANLAR Orhan durdu ve Vedanm elini öptü. Genc kızın kolunda biraz daha fazla nüvazişlere davet eden bir gevşeklik vardı. Orhan onu kucakladı ve alnından öp tü. Orhanı Vediaya bağlıyan bütün ihtiraslarımızı kırıntılarına varıncıya kadar derleyip toplıyarak ona estetik bir nizam veren kalıbların sembolüydü. «Görünüşün üslubu» tabirini hatırladı. Sonra Eminönünde bir Ermeni terziye taksitle yaptırdığı kötü elbisesinin ütü çizen büyük gileri hep sağa sola kaçan dar ve zibidi içinde yürüyordu. Orhan ona sokularak, birşeye karar vermiş adamlarm tok ve ciddî sesile dedi ki: Vedia Hanım, sizi tanıdığım gündenberi aramızdaki muarefenin alabile ceği şekiller üstünde hergün düşünüyo rum. Fakat bu kâfi değil elbet. Sizin de Fakat kedi, o çöl çocuğunun cahil havsalasına sığmıyacak kadar kıymetli Ateşinden duramadım dir. Çünkü aslan, kaplan, leopar, jaguar, Ben bu sırra eremedim panter, kougar, vaşak gibi her biri ayn Seher vakti göremedim bir değer ve hayvanat âleminde yer alan Yudız gibi aktı geçti mahluklar kedi familyasına mensubdur. Ve, kendinden geçmiş. bir halde şöyle Sonra kedi, islâm dininde hayvan severbitiriyor: liğin remzi gibi tanılmış ve kedileri sevYâr zülfunü kemend etmiş mek imandan gelir hadisile kutlulanmış Boynumuza taktı geçti tır. Hatta ashabdan biri bu hayvana Sazını bir kenara bırakırken ona sor müfrit muhabbetinden dolayı ebi hüreyre lâkabmı almış ve tarihe bu suretle geç dum: Dünyada en büyük dileğin nedir? miştir. Acı acı gülümsiyerek başım kaldırdı: Türk dilinde ve Türk edebiyatında da Dünya dediğin nedir... Dünya?... kedinin yeri vardır. Kedi ne, budu ne, meBen dünyada, dünyaya hasret yaşıyan seli onun hakkında biraz küçültücü mana biriyim. Amma, dileğim yok mu?.. Var.. taşır gibi görünürse de Kâninin yukanda Benim de, hem bir tek dileğim var... işaret ettiğimiz Hürrenamesi, Namık KeBana doğru biraz daha cğiliyor, bir malin kediye taalluk eden mersiyesi, esır verir gibi fısıldryor: diblerimizin onunla candan alâkalandık ... Bir kerecik olsun (O) nun se lannı gösterir. sini duymak! Osmanlı lehçesinde bir şütür gürbe tabiVe ağır ağır devam ediyor: ri de görülür. Şütür malum olduğu üze Herkes onu görüyor, hiç olmazsa re deve, gürbe de kedi demektir. Ikisi resmine bakıyor. Ben ki, bu saadetlerin bir yere gelince kanşık, uygunsuz mef hepsinden mahrumum, ben ki sade sesle humunu ifade etmektedir. Bu tabirin yaşıyan bir zavallıyım, ne olurdu, bir de manasını örnekle tebarüz ettirmek lâznnfacık onun sesini duysaydım... Hiç unut sa yeni şiirleri ortaya sürmek münasib mam, bir gün, bir bayram günü, onun olur! radyoda bir nutuk söyliyeceğini duy Bahsi bitinnek için bu hayvamn kedi muştum. Yanımda arkadaşım yoktu, öyayası, kedi otu nesnelerle nebatat, dag leyken tek başıma yollara düştüm, ona kedisi ve misk kedisi gibi mahlukata kenbuna çarpa çarpa, döşe kalka yürüdüm, di adını vererek hayvanat ilimlerine de yürüdüm... Meğer yolları kaybetmişim, girdiğini söylemek gerektir. Fakat bü şehir dışma, kırlara düşmüşüm, bu bahttün bu sözler, Fatihli sirkeci Ahmedin üç sızhğıma hâlâ yanar dururum. renkli pisipisisinin pisipisine elden gitmeBahsi değiştirmek istedim: sini telâfi ve o zavallıyı müteselli eder mi, Köy mü, şehir mi, hangisi hoşuna bilmem. gider? M. TURHAN TAN Köyüm.. diyor, orada hep aşina sesler vardır. Ve orada her köşeyi görür gibi tanınm. Dilediğim kapıyı açar gire mediğim hiçbir şey yoktur orada.. Meselâ? rim. Ne otomobil, tramvay korkusu, ne deniz, ne telâslı insan vardır. Hele bil Elektrik.. Tayyare, kalorifer, tiinel, asansör, sinema.. Bütün bu yeni döndü ve yürümeğe başladı. isimler bana hiçbir şey söylemezler, sade Birdenbire tekrar durarak sordu: merak, sonsuz bir merak verirler. Çünkü İlkönce siz benim için ne düşün yedi yaşıma kadar gözlerim açıktı, gö düğünüzü söyler misiniz? • rürdüm ve o zaman bu isimleri hiç işıt Orhan silkindi: memiştim. Şhndi, şehirdeyken, ikidebirde Hay hay! dedi. kulağıma çalınan bu isimler beni şaşırtıFakat biraz düşündükten sonra: yor ve üzüyor.. Bakın meselâ radyoda Bu kolay birşey değil, diye mırılsöylerken «şimdi senin sesini binlerle indandı, fakat hulâsa edeceğim: Eksik, belki de biraz yanlış olacak. Durunuz san işitiyor» derlerdi. Ben de Bay Mesud Cemile sorardım, «bu nasıl oluyor?» bakalım. diye. O da bana «kaç senedir bu işin Yutkundu ve devam etti: içindeyim, ben de hâlâ akıl erdiremedim»' Çok güç hakikaten... Ben sizde şimdiye kadar hiçbir kadında raslama derdi. Ve sazını kılıfma yerleştirirken, ona: dığım bir fikir olgunluğu ve anlaşılmaz Günün birinde bu bağlamanı elinbir hassasiyet nev'i görüyorum. Pek hususî bir güzelliğiniz de var. Sokaklarda den alsalar ne yapardın? diyorum. asla tesadüf edilmiyen bir yüzünüz var. Hemen elinden gidiyormuş gibi sazı(Fakat duyduklarıma nazaran bu söy na sarılıyor: lediklerim hiçbir şeydir, ben tasvir san Ağlardım... atına vâkıf değilim. Bir de yüzünüz, vücudünüz, sesiniz o kadar çok değişiyor ki hangisini söyliyeceğimi şaşırıyorum.) Yalnız intıbaırru söyliyeyim: Yanmızda vaktin nasıl geçtiğini bilmiyorum ve siz GUzide edib İsmail Habibin den ayrılınca sizi çok arıyorum. Hassa 1920 23 senelerinde yazıp şimdi siyetinizin nev'inden korkuyorum. Sizhv kitab haline getirdiği eser çıktı. le meselâ evlenmek gibi sabit bir alâİnkılâb tarihinde tnühim ve heyecanlı safha ve sahneleri canlandıka tesis etmeği çok istiyorum amma, karan bu kitab bütün kütübhanelerde rarsızlığınızdan endişe ediyorum. Sabii satılır. Karilerimize hararetle tavşekillere isyan eden bir ruhunuz var gasiye ederiz. liba. Hayır. Bazan öyle geliyor bana. (Arkası var) O Zamanlar