7 Mayıs 1937 Tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 5

7 Mayıs 1937 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 5
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Pamukçuluğumuzu nasıl inkişaf ettirebiliriz ? Çukurovada istihsali 500 bin balyeye çıkarmak birçok derdlerin halledilmesile kabildir, bunun için de bir kongre toplamak lâzımdır Adana (Hususî muhabirimizden) Geçenlerde «Cumhuriyet» in temas ettiği ve burada «Türk sözü» nün de bunu vesile yaparak bahseylediği çok mühim bir mevzu hakkında ben de realiteye ve bilhassa rakama dayanan bazı «pamuk» malumatı vermeyi, Çukuoravanm ve daha ziyade Türkiyenin iktısadî menfadtı bakımmdan çok faydalı buluyorum: Bir kere Çukurova, bugünkü haiüe yılda takriben eski ölçüye göre iki müyon dönümü geçen bir arazi üzerinde pamuk zeriyatı yapmaktadır. Normal şart lar içinde bu kadar geniş bir ekim sahasından vasatî olarak 200,000 balye pamuk istihsali lâzımdır. Fakat mevcud baz' imkânsızlığa binaen bu miktarda bir rekolte elde etmek mümkün olamıyor ve maatteessüf Çukurovanın belli tarihinde böyle bir rakama da tesadüf edilemiyor. Halbuki Çukurova bir hamlede lâakal 500,000 balye pamuk yetiştirecek evsaf ve kabiliyette, çok feyizli bir yurd parçasıdır. Birçok milletler, kırac ve tabiaten gayrimüsaid topraklannda, pamuk gib; bugünkü dünya ekonomisinin esaslı mih verlerinden biri olan bir maddeyi yetiş tirmek hususunda binbir çeşid mahrumi yetlerle çarpışarak muvaffak olurlar ve bizim cennet kadar güzel Çukurovamız • da, her türlü tabiî imkânlar önümüzde serilip dururken bunu başaramayışımız ve hâlâ emekleyip duruşumuz; cidden tetkike değer bir mevzudur. Pamuğun Çukurovada bir ihrac mad des halini alması, 1884 tarihinden sonra mümkün olmuştur. Çünkü o tarihte Adana Mersin demiryolu yapılmıştı. Mev cud ıstatisriklere göre 40 yıl önce Çukurovanın pamuk rekoltesi yalnız 2000 balye idi. 1905 tarihinde 45,000 balyeyi bulan bu rekolte müteakıb yıllarda muhtelıf seyir takib etmiştir. zamanında toplamak, büyük bir amele kütlesinin vücudüne mütevakkıfken bu miktan daha fazla çoğaltacak olursak, amelesizlik yüzünden mahsulün tarlada fırtına ve yağmura kurban gitmesi tehli kesile daima ve kuvvetle karşılaşabiliriz. Şu halde Çukurovada bilhassa iyi cıns pamuk yetiştirip, memlekete büyük mikyasta döviz getirecek şekilde ihracat yapabilmek için en önce halledilmesi lâzım gelen mesele amele meselesidir. Çapa ve toplama işleri için komşu ve biraz uzak yayla ve vilâyetlerden gelen ameîe, ağustos ortalarında, klevland pamuğunun tam kemale geldiği bir sırada, kendı köylerindeki mahsulün hasadı için Çukurovayı terke mecbur oluyorlar. Bu vaziyet karşısında Çukurova pamukçusunun nasıl zorluklara uğrıyacağı kolayca tahmin edilebilir. Binaenaleyh Çukurova pa mukçuluğunun, beklediğimiz inkişafında en mühim unsur olarak ameleyi ele almak ve buna bir çare bulmak lâzımdır. 2 Kredi meselesi; bugün ne Ziraat Bankasının, ne de diğer bankalaıın bir sürü kayıdlarla pamuk müstahsiline ya pacağı krediler, pamuk mahsulünün idrakinde büyük rol oynamazlar. Çukurova pamukçuluğunun en büyük kredi kaynağı, kanunlann murabahacı adını verdiği ve bütün ağır şartlarına rağmen çiftçi için cankurtaran simidi gibi kapısına başvurulan sınıftır. Eğer Çukurovada bu smıfın yardımı olmasa, bugünkü muvaffakiyetli pamuk rekoltesini elde etmek imkânsız olurdu denebilir. Bu sınıfın yardımı, v5kıa mahsulün idrakinde çok müessir olu yor amma, müstahsilin eline bu rekolteden ne kaldığını, hatta çiftçi de değil; ancok Allah bılir.. Binaenaleyh, kredi mevzuunu da, amele meselesi kadar ehemmiyetle kavfayıp tedbirini almak icab ediyor. . Beyaz altın davası 7 Mayıs 1937 CUMHURJYET San'ata dair Anadoluda Ressamlara aylık Akademiye getirilen mütehassıs profesör Levy'in Kültür Bakanlığına yaptığı bir teklif, üstünde münakaşalann randevu verdiği bir mevzu oldu. Ressamlanmızın midelerine bir dilim ekmek müjdesini veren bu teklif, sanıyorum ki lâyıkile anlaşılmış değildir. Bana bu şüpheyi veren şey, ressamm ve resmin himayesi meselesinde aleyhinde söylenen sözler ve yapılan neşriyat olmuştur. Açıkça «biz de pay isteriz» diyen kıskanc ihtir^slardan sarfınazar, ressamm alacağı parayı sadaka derekesine indirenlerin ve oturdukları yerde ressamlann ceblerini dolduracaklarını sananlann ileri sürdükleri mütalealar Leopold Levy'nin teklifile alâkası olmıyan bir yanlışlığm ifadesidirler. Bütün bunlardan bu Vıimaye meselesinin henüz tamamile izah edilmemiş olduğunu görüyorum ve bildiğim, anladığım kadar bu mevzuu biraz eşelemek istiyoGeçenlerde Hem Nalına Hem Mıhına sütununda Abidin Daver bu davayı en canh ve isabetli tarafından alarak resmin rağbetsizliği yüzünden ressamm para kazanmak için resimden başka işlerle uğraştığını ve böyle olacak olduktan sonra A kademiye bu kadar para sarfetmenin yazık olduğunu söyledi. «Ar» mecmausındaki ankete verdiği cevabda Vedad Tör de bir misyon sahibi olması lâzım gelen ressamın böyle bir himayeden hürriyetini kaybetmesi tehlikesi üzerine dikkat nazarlarımızı çekti. Ressamın lâzım geldiği kadar verimli olamamasında başka işlerle meşgul olup resim yapmağa vakit bulamayışı sanıyorum ki makul bir mazerettir. Şimdi isteniyor ki ayda 60 lira gibi gayet cüz'î bir para ile ressam atölyesine kapatılsın ve resme çalışması temin edilsin. Sonra bu ressarrtların yaptıgı işler, üç ayda bir sergi halinde yanyana getirilsin, anlayışlı, bitaraf bir jürinin seçeceği resimler hükumet tarafından satın alınsın. Görülüyor ki bu, Türkiyede ressamm değil; resmin himayesi demektir. Yoksa boğaz tokluğuna çalıstırılacak olan ressamın refahı mevzuubahs değildir. Işte mütehassıs Levy'nin Kültür Bakanlığına yaptığı teklif budur. Yalnız Vedad Törün isabetle üstüne parmağını koyduğu ressamın hürriyeti meselesi ehemmiyetle üzerinde durulacak bir noktadır. Zira resimleri satın alacak olan hükumetin resım seçmek için göndereceği jüriye eser beğendirmek hususunda ressamm yapacağı gayret, onun kendi işinde serbest kalmasına mâni olabilir de. rum. San'at tetkikleri Palavra! oğazıçi mecmuasmın son sayısı da, bütün evvelki sayılar gibi, faydalı ve cazibeli yazılarla çıktı. O yazılar içinde benim dikkatimi en çok çeken Hüseyin Cahid Yalçmın Baron dö Tott'tan üzüle üzüle tercüme ettiği bir hatıra parçasıdır. Fakat ben üstad gibi üzülmedim, sadece güldüm. Okuyucularımı da güldürmek için keyfiyeti izah edeyim: Hüseyin Cahidin tercüme ettiği yazıda Baron de Tott, bir Boğaziçi gezintisini anlatıyor ve o arada kanuna, nizama aykırı olarak Hisarlar önünde silâh attığını, alâkadar zabitlerin kendisini yakalamak istemeleri üzerine böbürlendığini, tüfeğini nişan alma vaziyetine koyup onlan korkuttuğunu, sonunda Bostancıbaşıya müracaatle vazifelerini yapmıya teşebbüs etmiş olan Hısar başmuhafızına dayak attırdığını söylüyor. Ustad, böyle bir vakıayı elemli bularak hayıflanıyor. Fakat ben, o hikâyeyi masal ve daha doğrusu palavra sayarak güldüm. Çünkü Baron dö Tott'un îstanbula muallim mühendis sıfatile getirildıği sıralarda Babıalinin de, Yeniçeri ocağının da taşıdığı zihniyet «yedi düvele» meydan okumak, Rim Papanın tacını pabuc yapmak, Kızılelmaya akın yapmak esasına dayanıyordu. Birçok ağır inhizamlara, haysiyet kıncı muahedelere rağmen bu zihniyet henüz diri ve dipdiri idi. Babıalinin Avrupaya ve Avrupalıya karşı nasıl bir görüş taşıdığını anlamak için o devir Hariciye Nazırlanndan Abdi Efendinin elçilere yaptığı muameleleri hahrlamak kâfidir. Reisülküttab adını taşıyan bu nazır efendi elçileri huzurunda ekseriya oturtmaz ve bir uşaktan farklı tutmazdı. Hatta bir gün Ingiliz sefiri Porter'in oturacağı arkahksız iskemleyi gizli bir işaretle kavaslara çektirmiş ve adamcağızı sırtüstü düşürterek kahkahalarla gülmüştü. Işte Baron dö Tott böyle işlerin pervasızca yapıldığı sıralarda îstanbula geldi, kadirgalarda küreğe konulmuş otuz Türkün Babıaliden gönderilen kısa bir haber üzerine Fransa Kralı Onbeşinci Lui tarafından hemen serbest bırakılarak İstanbula gönderildiğini ve onlan Fransız elçisi Vergennes'in giydirip kuşandınp Babıaliye yolladığmı gözile gördü. Maltalılar eline düşmüş bir Türk kalyonunun gene küçük bir haberle Fransa hükumetince kurtanhp al çuhadan örtülerle süslenmiş olduğu halde îstanbula gönderildiğine şahid oldu. Prusyanın ittifak ricasile Îstanbula gönderdiği Rexim adlı elçinin kapı kapı dolaşıp boyuna yüzsuyu döktüğünü ve kimseye derd dinletemediğini yakından temaşa fırsatına erdi. Böyle bir zamanda Baron dö Tott'an Boğazda uluorta silâh atması, Hisar muhafızlanna kafa tutması, silâhlandırdıgı Rum kayıkçılarına güvenip o muhafzlarla kavgaya yeltenmesi mümkün ım'iydü? Bunlar, şarka yapılmış bir seyahatin hatıralarını kendi yurddaşlarına cazibeli göstermek ve okutmak endişesile Baronun uydurduğu masaldır ve düpedüz palavradır. Tott İstanbulda bir topçu mektebi açtığını, riyaziye derslerine ehemmiyet verdirdiğini, köprücülük smıfı kurduğunu Klân anlatsa yurddaşlan onun yazılarına ehemmiyet vermezlerdi. Fakat böyle palavralar savurursa onlan meraka ve heyecana düşürüp eserini biner biner satabilirdi. O halde küçük mikyasta bir Markopuloluk yapmış olan Baron dö Tott'a üstad Hüseyin Cahid de gücenmesin. Gülüp geçsin. AMİD YOLUNDA Diyarbekirde Osmanlı eserleri 27 Diyarbekire Os manlı mimarisi bütün inceliklerile ve tam olarak gire memiştir. Bu devrin abideleri an sanbl ve umumî kompozisyon iti barıle Osmanlı olabilmişse de detaylarda ve mimarî tezyinat cihetin de Selçuk an'anesine sadık kalmıştır ki mimarî ta rihimizi alâkalan dıran bu hâdiseyi tahlile ve bu çarpışmanın içyüzü nü tebarüz ettir meğe uğraşacağım: Malum olduğu üzere Yavuzun Çal dıran zaferi dönü şünde kumandan larından Bıyıklı Mehmed Paşa tarafından bu havalide bazı mühim şehir lerle birhkte (Di yarbekir) Amid şehri de fethedil mişti. Bu fetih hâdisesi üzerine Amid şehri yeni bir adese ile Türk dünyasına gözünü açtığı vakit Osmanlı mimarisi de ta Behrampaşa camisi kapısında istılâktitler rihe en kuvvetli sözünü ğe ve cihan medeniyetine söyleme olan bademler bir türlü anlaşılamıya göz kamaştırıcı abideler yaratmağa baş rak yerleri gene Selçukkâri boş bıra lamış bulunuyordu. Bu fethin san'at ta kılmıştır. Bu halile bu istilâktitler bir rihimizdeki kronolojik mevkiini tesbit bakımda Osmanlı tarzmı hatırlatabiliriçin şunları hatırlatayım ki, Mimar Sise de aslında gene Selçuk kalmıştır. nan Çaldıran seferine genc bir asker olarak iştirak etmiş ve İstanbulda Be Bütün binalarda daha bunlara benzer yazıd camisi yapılalı dokuz yıl olmuş tezadlar çoktur. Mimar: tu. Tam bu sırada fethedilmış olan Diyarbekir şehrine elbette ki Beyazıd caSEDAD ÇETİNTAŞ misindekı yüksek mertebeyi bulmuş olan san'at kudreti vâsıl olacaktı. NiteMahkum olan hırsızlar kim böyle olmuş ve o tarihten sonra Geçen ramazan ayında Fatih ve Edirbütün abideler burada da Osmanlı tar nekapı civarında dokuz ev soyulmuş ve zında yükselmeğe başlamıştır. faılleri bulunamamıştı. Zabıtanın yapFatihpaşa camisi dedikleri Bıyıklı Mehmed Paşanın yaptırdığı ilk eserden tutunuz da Mimar Koca Sinanın Edir nedeki Selimiyesüe beraber hulâsa Osmanlı mimarLsinin en yüksek bir dev resinde yapılmış (H. 980) 1572 olan Behrampaşa camisme kadar bütün Osmanlı eserlerinde bu çarpışmamn, stil ankşamamazlığınm ısrarla devam et mekte olduğu görülür. Meselâ Behrampaşa camisi duvarları, kemerleri ve bunlarla kubbesinin te rekküb ve teşekkülü, sütun, başlık kemer ve kubbelerile soncemaat yeri en mükemmel bir Osmanlı tarzı olarak yapılmıştır. Fakat detaylara gelince, sütun pabuçlan Osmanlı tarzımn incelikleri ve karakterile münasebettar değildir. Başlıklar istilâktitsiz ve çıplak kalmıştır. Caminin kapısınj mütalea ettiğimiz vakit ana hatlarda Osmanlı tarzında yapılmıştır. Fakat iki taraftaki kum saatleri Osmanlı tarzındaki kum saati olamamış ta Selçuk mimarisindeki (başlıklı yarım sütun) halinde ya pılmıştır. Kapı nişindeki istilâktitlerde, Osmanlı istilâktitlerine vasfı mümeyyizini kazandıran püsküller tatbik edilebilmişse de bundan daha ehemmiyetli Sonra Rüştüden özür dileyerek salon kapısına doğru yürüyen Bahriyi takib etti. Dışan çıkar çıkmaz Bahri merdiven başmda durdu: Orhan Bey, dedi, affedersiniz... Maksadım size kütübhaneyi göstermek değil. Bu gece hava güzel. Canun koruya çıkmak istedi. Daha doğrusu gene sı kıntım var. Biraz benimle beraber gelmenizi rica edecektim. Orhan hemen yürüyerek: Maalmemnuniye! dedi. Merdivenleri süratle indiler. Bahçede, vaktinden evvel gelen bir bahann ılık havasırta kuvvetli bir toprak ve odun kokusu kanşıyordu. Soluk bir ay ışığı vardı. Henüz uzakta kalan sedler, taş merdiven, kameriye, bahçe duvan mavi yün tesiri veren bir yumuşaklık içinde idi. Orhan bunlann hiçbir yere dayanmadan boşlukta hareketsiz durduklan vehmine kapıldı. Sanki bir rüzgâr hepsini dağıtabilirdi. Bahri önde ve hızlı yürüyordu. Sokağa çıktılar ve korunun kapısından içeri girdiler. Genc zabit henüz bir kelime söylememişti. Sık ağaclar arasmdaki dik ve dar yolu tırmandılar. Hiç rüzgâr yoktu. Her tarafı ağaclarla çevrili küçük bir mey dana geldiler. Ortada bir demir kanape vardı. Ay ışığı ancak bu meydanı aydmlatıyor, deniz tarafındaki ağaclar, sismsitığı esaslı araştırmalardan sonra bu hırsızlıkların bir şebeke tarafından yapıl dığı anlaşılmış, Bürhaneddin ve Hüsameddin admda iki kişi yakalanmıştır. Çalman malları satm almak ve baş kalarına satmakla suçlu olarak ta İsmail ve Muharrem adında iki kişi de bunlarla beraber muhakeme altına almmışlardır. Hırsızların, ramazanda halkm teravih namazı için camiye veya gece ziyaretlerine gittıği sıraları gözliyerek boş kalan evlere türlü desiselerle girmek suretıle bu hırsızlıkları yaptıkları anla şılmış. bunlardan dokuz ev soyan Bürhaneddin 3 sene, 2 ay 6 gün hapse, Hü sameddin vak'aların ikisinde gözcülük ettiğinden dolayı 7 ay hapse, Muharrem de çalman malları alıp sattığmdan 7 gün hapse ve 7 lira para cezasına mahkum olmuşlardır. İsmailin suçu görülmedi ğinden beraet etmiştir. i 3 Sulama meselesi; Seyhan, Ceyhan ve Berdan ırmaklarımn zaman zaman ika ettiği zararları önlemek ve bu sul?n Çukurovanın bağrında bir feyiz ve bereket kaynağı haline getirmek için Cumhuriyet hükumetimizin aldığı son tedbirlerin faydalı neticelerine intizaren bu hususta şimdılik söz söylemiyeceğim. Yalnız Çukurovanın sulanması imkânı hasıl olŞu halde resîm intihabında san'attan duğu takdirde çiftçi, tabiî âfetlerin en biiAncak bu her yıl artan rekolte karşı yüğünden kurtulmuş ve mahsulüne daha başka bir gayenin aranmamasmı temin smda, atı için hayallere kapılmak yanhşemniyetle bakmak imkânını elde etrnış o etmek lâzım geliyor demektir. Bunun için tır. Çukurova çıftçısinin imkânsızhgı ye lacakhr. biz bu teklife şu ilâveyi yapmak isteriz: nen kabiliyeti de nihayet çaresiz kaUcak 4 Muzır haşerelerle mücadele me Bu jüri yalnız ressamlardan mürekkeb bir devreye girecektir; eğer yarm için selesi; bilhassa pembe ve yeşil kurtlar, olmalıdır; amma yalnız ressamlardan. şımdiden tedbir alınmazsa. Çukurova pamukçuluğu için bugüne ka Çukurovada pamukçuluğumuzun !n EUF NAC1 dar kuraklıktan daha çok zarar verici unkişafı ve 500,000 balyeyi bulup hatta aşması ıçın hallı icab eden bazı mühim sur olmuşlardır. Pamukçuluğumuza em niyetli bir inkişaf imkânı vermek husu verlerince zaten bilinen bu derdleri, dâha meseleler vardır. Bunlar arasında: sunda tedbir alınırken bu haşerelerle mü şümullü ve daha esaslı bir şekilde ortaya 1 Amele meselesi; bugün Çukurcadele işini de ön plâna almak zanıreti atıp bunu bütün bir vatan pamukçuluğu ovada ekilen pamuk sahasınm takriben vardır. davası haline sokmak lâzımdır. Bu ise, üçte birine, yani şöyle böyle 75,000 hekŞimdi.... yukarıdaki maddeleri daha ancak hükumetimizin bir «pamuk kcngretara yakın kısmına Amerikan pamuğu olan klevland ekilmektedir ve bu, Çukur ziyade çoğaltmak imkânı vardır. Lâkin si» toplaması ve mes'ul devlet adamlan ova için bugünkü şeraite nazaran bir rö bütün bu mevzulan böyle günlük bir ga mızm huzurile bu davanm münakaşası ve kor olacaktır. Bugünkü şeraite nazaran zete sütununda sayıp dökmekle umular iyi bir neticeye bağlanması ile mümkündiyorum, çünkü bu kadar geniş bir sahada faydayı elde etmek mümkün olmaz. Çu dür, kanaatindeyim. Çukurova pamukçuluğu son otuz yıl içinde üç büyük sarsıntı geçirmiştir: U mumî Harb, Fransız isgali, pembe kurt afeti ve buhran... Fakat Çukurova rnlkınm felâket ve mahrumiyetten yılnryarj yuksek karakteri bütün bu sarsıntılara mukavemet etmeyi bildiği için son yıilarda pamukçuluk yolunda gene müterakkı a dımlar atıldığını görüyoruz. yetişecek klevland pamuğunu bile kurovanın bütün alâkalı çiftçi ve münev Amerikan meclisi bir kısım bahrî tahsisatı vermiyor \Vashington 6 (A.A.) Tasarruf lar lehinde yapılan son mücadeleler dolayısile mümessiller meclisi bahriye en cümeni, muavin harb gemilerinin inşası için derpiş edilen 180 milyon dolar miktarrındaki tahsisatı reddetmistir. yah bir küme halinde ufku örtüyorlardı. Yalnız, geldıkleri yolun boşluğundan Boğazm dar bir parçası görünüyordu. Bahri oturur oturmaz yakasını çözdü. Orhan bir sigara yaktı ve sordu: Rahatsız mısmız? Bahri yakasını çözdüğü halde bir darlıktan kurtarmak ister gibi boynunu uzatarak başmı iki yana çekiyordu. Sonra ceketinin bütün ön düğmelerini çözdü: Orhan Bey! dedi, tasavvur edebileceğinizden çok daha fena bir haldeyim. Bütün o mecliste en yeni tanıdığım insan sizsiniz; garibdir ki en fazla da size itimadım var. Ciddisiniz de ondan. Bir de güzel düşünüyorsunuz. Hem de bu cemiyetin hususî yaşayışma henüz karışmadınız. Bitaraf kalabilirsiniz. Ancak size söyliyebilirim ki çok fena bir haldeyim. Geçen gün de halinizden belliydi. Orhan Bey! Bu gece yalnız sizi görmeğe geldim. Anlayışlı bir adama ihtiyacım var. Hayatımda sizden başka iyi düşünen bir adama rasgelmedim dersem inanır mısmız? Ne yazık ki pek geç tanıştık. Teşekkür ederim. Pek geç. Fakat gene de size açılmıya karar verdim. Zaten gözönünde: Ben gıdım gıdım boğuluyorum. Niçin biliyor musunuz? (Arkası var) K. M. can her an duyulur. Insan severse tabiî... ve bu çok rahatsız eder. Vedia sordu: Zevkleri de yok mudur? Rahatsızlığı fazla. Bahri tasdik etti: Evet. Bahri ellerini arkasına koyarak grup tan ayrıldı, salonun kapısına kadar gittî, durdu. Ali Haydar Safiyeye bir hikâye anlatıyor, taklid yaparak kadını güldürüyordu. Bahrinin hareketine yalnız Vedia ve Orhan dikkat ettiler. Salon kapısı Rüştünün arkasına düşüyordu. Bahri geriye döndü. Onlara yaklaşırken gözleri Orhanın üstünde idi. Sonra yürüdü, balkona çıktı. Rüştü Londra tiyatrolanndan bahsediyordu. Safiye de Ali Haydan bırakarak onu dinlemeğe başladı. Genc zabit balkonda fazla durmadı. Ağır adımlarla Orhanm yanına geldi, Rüştünün sözünü keserek: Orhan Bey! dedi, siz Halim Beyin kütübhanesini gördünüz mü? Hayır! Görmek ister misiniz? Bahrinin gözlerinde müspet cevab istiyen anlaşılmaz bir ısrar panltısı vardı. Orhan kendisine göz kırpmadan bakan zabite: Cumhuriyetin edebî tefrikası: 69 BİZ İNSANLAR Yazan: Peyami Safa yaklaştılar. Rüştü tabakasmı Orhana uzatafak: O başka, dedi, yoksa güzel bir oyundur. Manasız pasyonları çok severim ben. Bakınız neden: Masanın başından kalktmız mı bir daha kâğıdı düşünmezsiniz; fakat bir kadının yanmdan aynhnca böyle olmaz. Hayali sizi rahatsız eder. Ali Haydar sordu: Ya senin gibi masa başından kalkamıyanlar? Rüştü gülümsiyerek ve sükunetle: Mubalâğa ediyorsunuz, dedi, meselâ şimdi masa başında değilim. Ve Ali Haydarla konuşmaktan hü, memnun olmad'xını başını ansızm Orhana çevirerek hissettirdi: Evet, kendisine yaklaştığmız za man sizi saran, uzaklaştığınız zaman unuttuğunuz bir nasyon. Fakat, dedi Orhan, kuman sevenler oynamadan duramazlarmış, Bu her za man onu düşündüklerini ispat etmez mi? Evet; yalnız içine girmeden heyecana düşmezler; kadm meselesinde heye Af, TURHAN TAN Şehzadebaşmda, dedi. Canlı bir yer orası değil mi? Tiyatrolar filân varm:ş. Ben pek bilmem. Şimdi o kadar yok... Harbin baş langıcına kadar çok canlıydı, sanırım. Ben de bir iki aydanberi orada oturuyorum. Siz... avukatsmız, değil mi? Hayır mu; llim. Pardon... bizde fena bir âdet vardır: Ekseriya insanları birbirine takdim ederken mesleklerini söylemezler. Orhan tekrarladı: Muallim. Konuşma zincirinin kopmaması için, isteksizlikle sordu: Siz? Ben Londrada ekonomi politik okudum. Fakat monşer, bu memlekette insan ne iş yapar? Şimdilık bekliyoruz. Poker bilir misiniz? Hayır. Güzel bir oyundur. Vaktim yok. Vedia, Bahri ve Ali Haydar onlara Turgudluda bir de stadyom yapılıyor Turgudlu (Hususî) tçtima Vıalinde bulunan Şehir Meclisi yalnız inşa malzemesine 20 bin lira sarfedilmek üzere büyük bir stadyom yaptırmağı kararlaştırmıştır. Şehrin en mutena yerinde ve Alankoyu mezarlığı namile maruf arazi bu işe tahsis edilmiştir. Sporcu genclerin derhal faaliyete geçmeleri için şimdiden sahamn tesviyei türabiyesi yapılacak ve önümüzdeki sene beton tribünlerin inşasına başlanacaktır. Konser Konservatuar Harmonie'si şef Cemil Dölenerin idaresinde, 9 mayıs pazar günü akşamı saat 21 de Fransız tiyatrosunda bir konser verecektir. Rossini'nin Güllaume Telle ouverture'ü, J. Massenet'in Scenes pittoresques [Suite] i, Mozart'ın L'enlevement au Serail [ovverture] ü, Bach'ın Canon Double Fugne, Weber'in L'invitation i l« Valse't. Gâbrel Paret'in Marche Trompette'i vardır. îsterim, dedi.

Bu sayıdan diğer sayfalar: