i: utoüuitıy E > . 20 îkfncîfeşrin 1936 Adanada büyük bir stadyom yapılıyor 100 bin Hra sarfile yapılacak olan stad, Ankaradan sonra Türkiyenin en güzel spor yeri olacak Bir kadın esrarengiz bir surette öldürüldü Adana (Hususî) Belediye tarafından vücude getirilip Cumhuriyet Halk Partisine devir ve ferağ edilen bugiinkü stadyom, spor faaliyetinin icab ettirdiği birçok evsaftan mahrum olduğu için Parti, bunu modern bir hale koymak maksadile teşebbüslere girişmiş ve bir de proje hazırlatmıştır. Bu projeye nazaran 100,000 liraya yakın masrafla vücude getirilecek stadyom, Ankaradan sonra bugiinkii Türkiyemizin hiçbir yerinde eşi bulunmıyan bir eser olacaktır. Büt çedeki 10,000 liralık tahsisata, merkezce de yapılması vadedilen 10,000 lira eklenerek hemen inşaata başlanacak ve kısım kısını tahakkuk ettirmek üzere bütün inşaat birkaç yıl içinde bitirilmiş olacakbr. Bu yıl sahanın, projeye göre fennî şekilde hazırlanması işi yapılacak ve müteakıb yıllarda da diğer tribünler, pistler, tenis kordlan, koşu ve atlama yerleri tamamlanacaktır. Gerek hipodrom veK gerekse bu güzel stadyom projesi birkaç yıl içinde tahakkuk ettirildikten sonra Adanamızın spor çehresi birden değişmiş olacaktır. liraya malolacak bu hipodrom için projeler yaptırılmıştır. Bu projenin tatbikı hususunda icab eden tahsisattan şimdilik elde bulunan 17,000 lira ile hipodromun inşasına başlanacak ve kısım kısım tahakkuk ettirmek suretile bütün inşaat birkaç yıl içinde bitirilmiş olacaktır. Hipodrom için, şimdiki tütün fabrikasınm garbinde ve Adana Şakirpaşa şosesinin cenubundaki geniş saha ayrılmış ve istimlâk muamelesi de bitirilmek üzere bulunmuştur. Yeni Hipodromda müteaddid pistler, ahırlar, büfe ve kazino ve sair tesisat bulunmaktadır. Vilâyetin giriştiği ve başaracağma da şüphe olmıyan bu eser, Adanamızm modern bir kazancı olacak tır. Dün, salı günü akşamı Beyoğlunda Fransız tiyatrosunda şefdorkestr Seyfinin idare ettiği Konservatuar orkestrasile Bethovenin şaheserlerinden olan bir senfonu dinledim. Az zaman zarfmda hayli çok, ve hayli güzel terakki eseri gösteren Daily Expressin, müzisyenlerimizi ve bilhassa viyolonist Mentone muhabiri L. Amari, şefdorkestr Seyfeddin Asalı tebrik ederim. San'atkârın ruhuna nüfuz gazetesine Riviera etmiş olduklarını müziğin ekzeküsyonunekspresindeki tüyler daki meharetlerile ifade ettiler. Arala ürpertici cinayet hakrında bulunan genc müzisyenlerden bir kında şu tafsilâtı ikisinin borulannı veya nefesli sazlannı vermektedir: mezürden ve zamanından biraz evvcl Bu sabah genc üflemiş olmalarından bir iki kere de vakannesine mülâki olti geldiği halde notalarını atake edememak üzere Kan is melerinden gayri kusuru bulunmıyan bu tasyonuna gelen on konser anlıyanlar için bir gıda, meraklıyaşlarında bir erkek ları için kulaklar okşıyan bir safa oldu çocuk, anasının Ri Madam Garola gitti. Tekrar ederim; teşekküre ve tebriviera ekspresinden çıkmadığını görünce ke sezadır. biraz daha yalnız başıma yaramazlık Yalnız, bu güzel geceyi geçirirken, ederim diye sevinerek zıplıya zıplıya mütehassıl neşeyi rencide edecek ufak bir gardan aynlmıştır. Tren Kandan hare ket ettikten epey sonra ve Montekar eksikliği görmemek rrasib olamadı. Memloya yaklaştığı sıralarda biletçi kompar leketimizde pek nadir olan bu gibi gecetimanların birinde bir köşeye çekilerek lerde gönül isterdi ki şehrimizdeki ope kolları ve bacaklan zincirle bağlanmış, ret tiyatrosu artistlerinden bazıları daHi yüzünde klorform maskesi bulunan bir bulunsun, konseri dinlesin. Azim kalabalığın ortasında Bediadan başka, bir ferd kadın cesedile karşılaşınca korkusundan görmedim. Göremedımse bu teessürümü donakalmıştır. Bu, otuz beş yaşlarında tesliye ederim. Yok görmedimse?.. OraSuzanne Garola isminde bir kadındı. da mevcud değil idiseler, itiraf ederim Biletçi ayni kadını sabahleyin saat yemahzun olmağa değer. San'at sahnele dide kompartimanının önünden geçerken rinden her biri ayn ayrı her türlü san'atüstü kaplan derisi bir örtü ile örtülü ola kârı enterese eden kıymettedir. Ve bu rak uyur görmüştü. Bundan sonra birkaç kıymeti takdir edebilenlerdir ki takdir odefa daha geçmiş ve kadını hcp bu hal lunurlar. de görmüştür. Nihayet son defasında Gelecek konserlerimizde operetçi arkadının yanına yaklaşarak elile dokun tistlerimizin dahi merakmı ve musiki zevmuş ve kadının kıpırdamadığını görünce kini görmekle neşelenmek isteriz. Yoksa örtüsünü kaldırmıştır. O zaman kadının inkisarı hayalimiz payansız olur. elleri arkasına götürülerek zincirle bağlı olduğunu, ayaklarının da keza gene bir zincirle sıkıca bağlandığını müşahede etmiştir. Klorform maskesi de sımsıkı yü züne bağlanmış bulunuyorelu. Kadının bavulları açılmış, el çantası da bomboş bir halde bulunmuştur. Maamafih kolundaki elmas bir bilezik ile parmağındaki kıymettar bir yüzüğe el sü rülmemişti. Tren Montekarlo istasyonuna vâsıl olduğu vakit, mahallî polis cinayetin başka bir toprakta işlenmiş olduğunu ileri sürerek işe el koymaktan istinkâf etmiş tir. Katar Mentona vâsıl olunca cesedin bulundugu kompartıman tecrid edj)mij £, tir. Cesedi muayene eden doktor cina.yetin trenin Marsilyadan hareketini müteakıb saat beş raddelerinde icra edil • diğini bildirmiş, fakat, ölümün ne suretle vukua geldiğini tesbit edememiştir. Riviera treninde müthiş bir cinayet îlk konser İRÂNDA Yazan: MURAD SERTOCLU 14 Şiraz ve Sadinin mezarı İki şairin ebedileştirdiği şehir Büyük ölü, küçük türbe Sadinin fikirleri Sadinin Şirazdaki mezarımn karşıdan görünüşü Sabahleyin güneş daha doğmadan otomobillerle Isfahandan hareket etmiş tik. Akşamüstü güneş battıktan bir müddet sonra Şiraza vardık. iki şehir ara sındaki mesafe 350 kilometro kadar tutuyor. Koynunda yetiştirdiği Sadi ve Hafız gibi iki büyük şairin ebedileştirdiği ve bütün dünyaya tanıttığı bu şehrin çok sevimli ve çok güzel bir manzarası var. Oraya bir dağın yamacından inilerek giriliyor; etraf gülistanlık ve bağlıkmış. Yalnız biz gül mevsiminde gitmediğimiz için maalesef gülleri göremedık. Yalnız bağlarında yetişen üsümlerden yapılmış nefis şarabından içtik. Ertesi sabah erkenden ilk işimiz Sa dinin ve Hafızın türbelerini ziyaret et mek oldu. Bu şehirde herkes şair, herkes Sadinin ve Hafızın meclubu. Indiğimiz otelin adı Misafirhanei Hafız, üzerinde bulundugu sokağm ismi Hıyabanı Sadi. Bızi şehirde gezdiren arabacı, Hafızın bütün şıirlerini ezbere biliyor. Otelin kapıcısı Sadi hakkında birçok menkıbeler anlatıyor. Şehirde mağazaların çoğunun ismi ya Gülistan, yahud da Busitan. Elhasıl Sadi ile Hafız, Şirazı hem manen, hem maddeten zaptetmiş bulun•makUıdırlar. Jsfahanda, Tahranda Sadi ile Hafız, Firdevsi ve Hayyamla beraber anılmakta olmalarına rağmen Şirazda Firdevsi ve Hayyamdan eser yoktur. Onlardan bahsedildiği zaman kızıyorlar ve insanın yüzüne istihfafla bakıyorlar. Arabamız Şirazdan çıktı, gül bahçe leri ve bağların arasından ilerledi. Artık şehri tamamile arkamızda bırakmıştık. Uzaktan etrafı demir parmaklıklarla çevrilmiş bir katlı küçük bir köşk yavrusu gördük. Araba kapının önünde durdu. înerek bahçeye girdik. Büyükçe bir bahçe.. Ortasında bü tün îran bahçelerinde olduğu gibi bir havuz ve yüksek ağaçlar var. Rehberimiz elile işaret ederek: Işte! dedi. Sadi burada yatıyor. Heyecanla, üç basamak çıkarak binaya girdik. Küçük bir oda. Eni, boyu ancak dörder metro kadar var. Yerde mermer bir sanduka duruyor. îşte şiirleri ve fikir lerile kendisini ebedileştiren koca adam, bu mermer sandukacığın altında yatıyor. Sandukanın üzerine güzel yazılarla ka* bartma olarak kendi şiirlerinden bazı mısralar işlenmiş. Duvarlara da gene kendi ölmez şiirlerinden bazı kıt'alar taşıyan levhalar asılmış. Insan dimağında büyütmüş, çok bü yütmüş olduğu bir şeyi böyle gözünün önünde ufalmış ve maddı şekilde tebellür etmiş görünce garib bir sukutu hayale su mâni oldu. Zaten o sırada bunu yapsa kime inandırabilirdi? Bu evde işi ne? Sandığa neden saklanmış? Bu suallere verilecek cevab yoktu. Onun için san dıkta onu bulamamaları ümidine kapılarak beklemeğe karaj verdi. Odaya giren kimse sağa sola. gitti; sonra sandığın önüne geldi ve üstündeki üç anahtarla bu koca sandığın kapağını kilidliyerek çekildi. Fahri sandıkta mahpus kalmıştı. Sandığı kilidliyen adam ki Fahri bunun da bir polis olduğunu anlıyordu dışarı çıkınca merdiven başından seslendi: Adem efendi, çabuk olun, vakit geçiyor. Kimseyi bulamadınızsa nafile aramayın. Onlar çoktan sıvışmışlardır... Fahri artık emniyet getirdi: Gelenler memurdular ve kendısi bir hırsız yatağına düşmüştü. O halde buradan nasıl kurtulabilirdi? Memurlan nasıl inandırabi lirdi?.. Saf ve sefil delikanlı sandığın içinde işin nereye varacağını düsünürken sabretmekten başka çare bulamıyordu. Kapmm önünde bir araba durduğunu işitti. Etrafında üç beş adamm toplandığını anladı. Derken içlerinden biri: lArkası var] Semih Mümtaz S. Doktor Afifenin ölümü nasıl oldu? N i ş a n t a ş ı nda, Emlâk cadde sinde Hasanbey apartımanında otu ran Düşkünler Evı doktoru ve General îzzetin kızı Afıfe n i n apartımanın penceresinden dü şerek öldüğünü yazmıştık. Yaptığımız tahkikata göre, bu Feci bir kazaya kurıfeci kaza şu suretle ban giden doktor cereyan etmiştir: Afife Afife o akşam her zamanki ğibi normal bir halde yatmış ve sabahleyin saat 6,30 da kalkmıştır. Sabah tuvaletini yaptıktan sonra annesile birlikte kahvaltı etmiştir. Apartıman Nişantaşınin kırlık bir yerinde olduğundan geceleyin açık bulunan pencereden elektrik ziyasına doğru gelen haşerat ve sineklerle birlikte bir Je kelebek gelmiştir. Geceden pencere kenarında kalan bu kelebeğı gören Afıfe; « A... annecığim, ne güzel hay van» diyerek kelebeği tutmak üzere pencereye doğru gitmiş, kelebeğe doğru u zanmıştır. Lâkin hayvan birdenbire uçunca A fife de pencereden sarkarak tutmağa davranmış, fakat muvazenesini kaybet tiği için acı bir çığlık kopararak pence reden kaybolmuştur. Zavallı anne bu hal karşısında olduğu yere yıkılmış ve: Afife gitti, diye uzun bir feryad koparmıştır. Diğer odada tıraş olmakta bulunan doktorun kardeşi bu feryad üzerine an nesinin yanına ve oradan da Afifenin düştüğü yere koşmuş, genc kızın beyni patlıyarak öldüğü anlaşılmıştır. Doktor Afifenin cenazesi evvelki gün merasimle kaldınlmış ve genc kızın feci ölümü arkadaşlan arasında ve muhitinde büyük bir teessür uyandırmıştır. Belki fakir bir işçi... O zaman aklına şu elbiselerle maymuncuk ve anahtarlar geldi. Başını eline dayıyarak uzandığı sandıkta bir müddet beklemeğe karai verdi. Ayak sesleri, gidip gelmeler, fısıltıîar arasında işittiği yalnız (Murad) hitabından ibaret kaldı. Zaten onlar yalnız avluda ve mutfakta dolaşıyor, koşuşu yor, fakat sandığın bulundugu odaya hiç girmiyorlardı. Biraz dışarıda ayak seslerinin ve fı sıltıların pek telâşlı bir hal aldığını ve birisinin ağzından (polis) kelimesini isitir gibi oldu. Fahri titredi. Yanlış mı anlamıştı?.. Derken sokak kapısı tak. tak! vuruldu. Tekrar, tekrar vuruldu. Evin içinde ses sada kesilmişti. Gelen kim? Poiis mi? Evdekiler kaçtı mı? Fahri bunları düsünürken kapının zorlanarak açıldığını ve içeriyi bir takım adamların bastığını duydu. Bunların bir kısmı yukarıya çıktılar. Diğerleri asağıda dolaşmağa başladılar. Fahri bir tanesinin de odaya girdiğini farketti. O zaman Fahri, hemen sandığın ka pağını kaldırarak ortaya çıkmayı ve hakikati anlatmayı düşündü. Fakat korku Büyük şair Sadi uğrıyor. Ne bileyim, meselâ Benim, dimağımda Sadiye yakıştırdığım türbe en aşağı yirmi metro uzunluğunda, on metro genişliğinde ve otuz metro irtifaında idi. Büyük Sadiye ancak böyle bir ebedî yuva yakışırdı. Eski Türklerin ulularınm mezarlarını niçin gizli yerlere yaptıklarını, niçin gömdükleri yerleri büyük bir kıskançlıkla gizlediklerini o zaman anladım. Bugün meselâ Cengizin, meselâ Attilânın gö mülü olduklan yerler malum olsay di, bu büyük adamların iskelet • leri meydanda bulunsaydı muhakkak surette içimizde işgal ettikleri büyük mevkiler güçülürdü. Hatta boyları nihayet bir metro yetmiş santimetro olan bir takım büyük adamların gömülü olduklan yerler üzerine kocaman türbeler, cami • ler inşa etmek te bunların manevî bü " yüklüklerini maddî şekillerle ifade et mek gayreti değil midir? însan ne de olsa gene insandır. Ufak odada uzun müddet kaldık. Yerdeki mütevazı mermer sandukayı uzun uzadıya seyrettik. Dışarı çıktığımız zaman hakikî bir «Sadi mütehassısı» o • lan türbeciye sordum: Iranlıların yahud Şirazlıların Sadinin en çok beğendikleri, en çok sev dikleri şiirleri, kıt'aları ve mısralan hangileridir? Havuzun başında tahta sıralara otur duk. Türbeci bir müddet elini şakağma koyarak düşündü. Sonra ağır ağır söy • lemeğe başladı. Bunların aynen tercü meleri şudur: « İnsanlar, birbirlerinin tamamlayıcılarıdır. Yani bir vücudün azaları ve parçalarıdırlar. Allah onları ayni cevherden yaratmıştır. Tıpkı hastalanan bir insanın azaları gibi bunlardan biri ıstırab çekerse diğerleri de mustarib olur. Eğer siz başka birisinin ıstırabına aldırmazsanız insan değilsiniz.» « Arpa tanesi taşıyan karıncaya fenahk yapmayın. Çünkü hayat o nun için de çok hoştur.» « İnsanın şerefi elbisesinde, teninde değil, kendisindedir. İnsanın vücudü çok çirkindir. Ve elbise onu örtemez. İnsanın insanlığı vücudünde, yüzünde, kasında, gözünde olsaydı ve görünseydi, insanlıkla resim arasında hiçbir fark olmazdı. Resim de insan olurdu. Insan öyle büyük bir makama yükselebilir ki onu bazan diğer insanlar göremez. Fakat Allah onu görür. Eğer siz insan iseniz düşen bir insana yardım etmeniz lâzımdır.» « Başkalannm ayıbını ve kusurunu söylemek insanlık değildir. Kendi kendinize bakın, göreceksiniz ki siz de bir hata ve ayıb içinde bulunuyorsunuz. Hangi yüz akile cennete girmek istiyorsunuz? Kitabınız siyah ayıblarla doludur. Cennete gidebilmek için şu üç yoldan yürümelisiniz: Fazıl, kerem, ihsan. Bunlardan hangisine maliksiniz?» Bursa stadyomu tevsi ediliyor Bursa (Hususî) Ankara stadını yapan muhendis Viyetti Viyali şehrimize geldi. Stadyomumuzun her spor şubesine mahsus sahalannın yapılarak genişletilmesi üzerinde tetkikler yaptı. Hipodrom için yaptlan proje Bu. tetkiklere göre, stadyomumuzda Şehrimizin büyük ihtiyaclarından biri yüzme havuzları, yarış pistleri, tenis, Biletçi Madam Garolanın Marsilyaolan modern bir hipodrom için vilâyetçe voleybol ve diğer oyun sahaları da ya hazırh§a başlanmış ve takriben 100,000 pılacaktır. dan trene bindiği zaman sahanlıkta bir erkekle konuştuğunu gördüğünü söyle mektedir. Almanya İtalya maçmdan intıbalar Polis ciyaneti son derece dikkatle araştıracaktır. Bu cinayet te iki üç sene evvelki seri halinde cereyan edip failleri bulunamıyan cinayetleri andırmaktadır. Madam Garolanın seyahat etmekte ol • duğu vagonda çok az yolcu bulundugu gibi bunlann da hüviyetleri tesbit edilmiş, calibi şüphe bir halleri görülmemiştir. Maamafih cinayetin bu şekilde iş lenebilmesi için iki şahsın birlikte hareket etmeleri lâzım geldiği tesbit edilmiştir. Cinayetin altı kilometro imtidadındaki ve Marsilyanın 20 kilometro garbinde kâin Ron tünelinde ika edildiği zannedilmeKtedir. Madam Garola trene Liyonda bin miştir. Kadın Kanda bir şekerlemeci firBerlin Olunpiyad stadyomunda oynanan Almanya İtalya millî maçının masmın direktürü idi. Hareket etmeden 22 ye berabere bittiğini ve bu maçın bütün tafsilâtını yazmıştık. Yukarıki resim, bu maç oynanırken, tribünleri dolduran Italyan seyircilerini, ellerindeki İtalyan evvel oğluna kendisini trende beklemesi için telgraf çekmiş bulunuyordu. bayraklarını sallıyarak oyunculannı teşçi ettiklerini göstermektedir. Pendikteki beyaz ev Zabıta romanımız: 85 Avluya indikten sonra da sağını, so lunu, hatta yer odasmı araştırdı. Ne bir kimse, ne de bu evde üç beş kişinin o turduğunu gösterir bir eşya vardı. Ka pıya atıldı; kilidliydi. Zaten açhktan ve soğuktan ürperen vücudünün garib bir korku ile sarsıldığıııı duydu. Bu bilmediği evde mahpus muydu? Buraya onu kim getirmişti ve burada kimler bulunuyordu? Kendisinin alâkası ne? Gizli bir his bulundugu vaziyete bir hayır sahibinin delâlet edemiyeceğini ve bu işte şeytanın parmağı olduğunu fısıl dıyordu. Şimdi ne yapacaktı? Geriye döndü. Merdiveni ve yer o dasını geçti, bir mutfağa girdi. Burada ne bir teldolab, ne kömür, ne odun vardı. Eşya namına duvarda asılı bir deste anahtar djkkatine çarptı. Anahtarların hepsi yeni ve küçüktü. Bu evin anahtarlan olamazdı. Hele içlerinde bir de maymuncuk görünce Fahri durakladı. Sonra ocağa baktı, ocağın altında kömür konacak yerde bir paket gözüne ilişti. Bunu çekti, iplerle bağlıydı. Kâğıdını yarım açarak içindekine baktı: Siyah, temizce bir kostüm. O zaman kendi ken dine: Vay canına, dedi. Tam yerine düşmüşüz. Acaba beni buraya getiren Murad mıdır? Muradm bana bulacağı işin kapısı şu anahtarlarla mı açılır? Öyleyse benden paso... Diye mırıldandı ve adeta kaçar gibi mutfaktan çıktı. Taşlığı geçti. Gene kapının önüne geldi. Kilidi açmak için e peyce zorladı; kabil değildi. Yukan ka* ta çıkarak bir pencereden atlamağı gö ze aldı. Fakat uyandığı odanın pencerelerinde demir parmaklık olduğu gibi di ğerlerinde de olması ihtimalini düşündü. O halde?.. Yer odasına girdi. Büyücek bir de mir parçası, bir keser bularak kilidi kır mağa karar verdi. Fakat bu odada da yalnız bir kerevet ve büyücek bir sandık vardı. Boyasız, tahtası rendelenmemiş ve içine iki insanı ferah ferah alabilecek bir sandık. Fahri kilidi açık olan bu sandı ğirı kapağını korka korka kaldırdı. îçinde bir hayli kadın ve erkek elbisesi, çarşaf ve yastık vardı. Bunlar sandığın yarısını doldurmuştu. Fahri bunlardan birşey anlamıyarak, fakat birçok şeyler şüphe ederek kendi akıbetile meşgul olmağa karar vermışti ki yukarıda bir gürültü işitti. iki kişi, belki üç kişi koşuşuyor ve e vin bütün döşemeleri gıcırdıyarak sarsı lıyordu. Merdivenleri o kadar hızla iniyorlardı ki Fahri titremekten kendini a lamadı. Gizli bir his onu nefsini müdafaaya sevketti ve ihtiyarsız olarak, ka pağını açtığı sandığa girdi, kapağı çekti; yavaşça kapadı. Ayak sesleri yaklaştı. Telâşlı konuş malar arasında: Murad! ismini duydu. Demek dün kendisini meyhanaye da vet edenin evinde bulunuyordu. O halde bu kadar telâş etmesine sebeb ne? Bu adamın kötü bir adam olduğu mu hakkak mı? Hayır. MURAD SERTOĞLU