13 Mayıs 1935 Cumhuriyet I m <d 5 D o D a a aa D İLİ Mİ Z üzerinde çalışma Tîirkiyede köy davası Rızede portakal ağaçlarmın hali! Ağaçlara arız olan hastalık mahsulü mahvediyor Rize (Hususî) Memleketin biri • cik verim kayna^ım teşkil eden portakal, mandarin ağaçlannı son za • manlarda mahvedici hastalıklar kan lamıştır. Ağaçlan yaprağmdan, gövdesinden ve bilhassa portakallan kökünden kemirip kurutan bu hastahk» lara tutulmıyan bir bahçe kalmamif gibidir. Bu hal hemen iki üc senedenberi devam etmekte ve gittikçe artmakta dır. Bahce sahiblerinin bu hastalık larla akıllarınm erebildiği kadar tecrübe ettikleri ilâçlarla yaptıklan mücadele hiçbir semere vermemektedir. Bu hal bövle devam ederse bes on sene içinde Rize portakal ve man dannacılığına veda etmek lâzım ge lir iddiasını ileri sürenler ve bu söz lerini günden güne tahribatını artıran bu hastalıklann mahiyeti hakkırtda vermekte olduklan izahatla kuvvet lendirenler vardır. Fidanlık bahçemizdeki aŞaçlarda da ayni hastalıklar vardır. Fakat burada biraz daha fazla özen olduğu için azdır. Her sene bu bahçeden halka meccanen yüz binlerle Narinciye fidanı tevzi edilmektedir. Fidanlan alan ve bunları çok emek vererek ve para sarfederek bahçelerinde yetiştirmive çahşan bahçeciler bu korkunç has talıklar karşısmda çok ümidsizliğe düşmüşlerdir. Buradaki ziraatçilerimiz bahçe sahiblerini pek haklı olarak endişeve düsüren bu hastalıklarla ciddî bir surette alâkadar görünmektedirler. Bahce sahibleri kendi varlıklarmm baŞh bulunduğu bu bahçelerini her türlü afetten korumak ve agaclannın evrismini artırmak için hiçbir feda kârlıktan çekinmedikleri halde ken dilerine bu hususta yol gösterenler bulunmamaktadır. Hatta bazı mevva ağaçlarile fındıklarda ve fasulyelerde de hastalık vardır. Mücadele için umumî muvazeneden ve yahut hususî idareden tahsisat vermek imkânı olması bile ziraatçi ler tarafmdan merkezde ve köylerde toplantılar yaparak halka bu hasta • bkların doğuşile bunlann imhası ça relerini ve ilâçlarını anlatmak, bak mak ve tarif etmek her halde para sız mümkün olan şeylerdir. Bizde sosyal kurumu Teîevizyon nedir, telsizle Kılavuz için dersler başaracak teşkilât resim nasıl nakledilir? 2 Radyomuzda yüzünü görmediğimiz bir însanın yalnız sesini işitmeğe tahammül edemiyeceğimiz giin pek yakmdır (Ulus) arhadaşımızm türkçe yeni kelimelerin kullanışmı gösiermek için açtığı dersleri, okurlarmızın haztrlık larına yardım olmak üzere biz de Veri' yoruz: , Aciz = Eksin ı Aciz = Eksinlik Aciz duymak, aciz kalmak = Eksinmek İrde = Irade Devrim, eksinlerin işi değil dir. En büyük eksinlik, irde eksikliğinden gelir. Devrimciler, büyük zorluklar karşısmda, eksinmek değil, şevklerini artırmalıdular. *•* Cemiyete gerçek idiyolojisini verecek terkibci detodlara sahib bir ilim istiyoruz! 5 Köy davasımn ilimsel sistem ve metodlarla halledilebileceğini bundan önceki yazılarımda söylemiştim. «î limsel sistem ve metod» la ne demek istediğim sorulabilir. Gene evvelki yazılarımda şöyle demiştim: Bir sistemden hareket ede rek değil, bir sisteme doğru gitmek üzere ilkönce sosyal hâdiselerin tah lil ve terkibi icab eder. Şu halde bir sistem hazırlarken başlangıcda yapılması gerekli ne gibi işlerimiz vardır ve bu işleri başarmak için vasıta olarak kullanacağımız ilmî metodlar nelerdir? İşte bu son soru ile sosyolo jik bir mesele karşısında olduğumuz anlaşıhyor. Şimdiye kadar sosyal hâdiseler ü • zerinde müşahedeler, tahliller, ter kibler yapinış ve kendi zamanlann da birer sosyoloji sistemi kurmuş olan tanınmış âlimlerin hepsi de kendi sistemlerinin ilimsel karakteri ol duğunu öne sürmüşler ve bunları ispat etmek gücile pek çok şeyler yazmışlardır. Eflâtundan başhyarak son asra kadar gelen devirler içinde ıslâhatla ve yahud asıl sosyal ilimlerle uğraşan birçok fikir adamlan, bilhassa Spen ser, A. Konte, Marks, Set Simon, Dürkhayn, Amerikalı Rose Gidding gibi filozof veya sosyoloğlar kendi sistemlerini bir ilim yapmak kaygusile işletmişler ve bu ilimlerinden aldıkları neticelerle de sosyetenin «terakki ve tekâmül» kanunlarını aramışlardır. Burada ütopyacılarla ve meselâ Gustave le Bon gibi ampirik çalışan mütefekkirlerden bahse lüzum yoktur. Her memlekette, her devirde ortaya çıkan sosyete reformacılan içinde pek çok bulunan bu gibi insanlar daha ziyade halk tabakasının hayal ve arzularına cevab verirler. Bugün ilimsel karakteri haklunda pek az münakaşa edilen sosyolojinin «saf ilim* halinde işlendiği, öz metod ve prensiplerinin çerçevesi içinde gittikçe kuvvetlendiğini görüyoruz. Biyoloji, fizık, kimya... gibi sosyoloji tam bir ilim haline gelmiş sayılamazsa da kendine mahsus prensip ve metodlarile sosyetenin sosyal bünyesini ve karakterini tesbit etmekte, insan topluluklarmm kökünü, bunların teşekkül ve ilerleme hallerini, ilimsel terimile istatik ve dinamik du rumlarını ve sosyal hâdisenin, tabiî hâdiselerde olduğu gibi, sebeb ve netice münasebetlerini, yani kanun dediğimiz devamlı ve zarurî tekerrürleri müşahede ve izah edebilmektedir. Sosyoloji mektebleri dediğimiz türlü sosyete telâkkileri arasmda mühim ayrılıklar varsa da bu ayrılıkların çoğu, evvelce de söylediğimiz gibi sosyolojinin «enfüsilik» karakterin den yani sosyoloğun mensub olduğu ulus ve devrin telkinlerinden kendini kurtaramıyarak sosyal hdıseye şahsî unsuru katmasından üeri gelmektedir. İşte sosyolojinin bir ilim haline gelebilmesine 'engel olan bu mühim a milin mümkün olduğu kadar ortadan kaldınlmasını haklı olarak istiyen sosyoloğlar şu metodu güderek bu ilmi daha sağlam bir temel üstüne kurmak istiyorlar: Biliyoruz ki ilimler şu suretle tasnif ve hemen herkesçe kabul edilmiştir: Matematik, heyet, kimya, fizik, biyoloji, sosyoloji. Bu tasnif ilimlerin doğma ve inkişaf devirlerine ve metodlannm karakterine göre yapılmıştır. Her ilim kendinden bir öncekine bağlıdır. İlk öncekiler nekadar sabit ve genel metod ve prensiplere malikse sonrakiler de bundan o derece faydalanır ve kendisi de o nisbette «tam» olur. Biyolojinin bugünkü dereceye gelmesi için kimya ve fizik ilimlerinin «tekemmülü» lâzımdı. Biyolojinin tetkik ve tecrib usullerini ve ilimsel araştırma malzemesini, kendinden önceki ilimlerin «müspet doneleri» temin etmiştir. En karışık hâdiselerin izahını üzerine almış olan sosyoloji de temelini kurmak için kendinden önce kurulan ve ortaya birçok müspet doneler koyan biyolonden muhakkak surette faydalanacak ve hatta ilk zamanlarda bu ilmin bir şubesi halinde bile çalışacaktı. Nitekim Espinns gibi âlımler sosyolojik hâdiseyi biyolojık hâdise ile izah etmişlerdir. Geçen asrm sonlarmda revacda olan bu telâkki bugün pek az taraftar bulmaktadır. Zira: Hayvan sosyeteleri için az çok doğru olan, hatta insiyak ve âdetlerin, hâkim bulunduğu ilk insan sosyeteleri hakkmda yürütülebilen bu izah tarzı, bugünkü yüksek sos yetenin izahmda pek eksik ve geri bulunuyor. Burada şimdi bunun sebebini münakaşa edecek değiliz. Sözü hem kısa kesmek, hem de amacımıza göre devam ettirmek için diyebiliriz ki: Sosyetenin temeli biyolojik unsurlar üzerine kurulmuş olmakla bera ber, medeniyet hali, teknik, kültür, zekâ yükseldıkçe, derece derece biyolojik unsurlar sosyetedeki hakimiyetlerini psikolojik unsurlara vermişlerdir. Bu itibarla, bir sosyete ne yalnız maddenin, ne de yalnız ruhun değil, fakat her ikisinin karşıhklı, devamlı, sabit münasebetlerinden doğan kanuniyetlerle idare olunmuş «terakki ve tekâmül» etmiştir, etmektedir, diyoruz. Bu noktaya gelince sorulabilir: Şu halde psikoloji, sosyolojinin temeli olmuş oluyor. Buna evet diyeceğiz ve şunu ilâve edeceğiz: Bugünkü insan sosyetesinin men'şei, sosyal kuvvetleri, kanunları, kaideleri, prensipleri izah ederken, ilimsel smırdan ve metoddan ayrılmamak, metafiziğe düş memek şartile, bundan başka yapacağımız birşey yoktur. Tabiî bizim burada kullandığımız psikoloji terimi şimdiye kadar herkesin bildiği ruhiyat, ferd psikolojisi değildir. Bilhassa Amerikalı W. Jamsla tekemmül etmiş olan psychologie fonctionelledir. Amerikada ve son zamanlarda Avrupada fazla revac kazanan bu sosyolojik görüş ve telâkki yeni bir sosyete ilmi meydana getirmiştir. Pragmatik zihniyetin hâkim bulunduğu bir memlekette, sosyeteye inmek; hâdiseleri yerinde, yakından görmek; onun yürüyüşünü adım adım kovalamak; her ferd ve zümrenin gerek tek tek, gerek toplu bir halde yaşarken sosyeteye müessir olması bakımından her tarafını didik didik tetkik ve tahlil etmek; en hayatî meseleler üzerinde pratik bir çalışma tarzına yol açmak; hulâsa sosyetenin reformasını yapacak unsur ve malzemeyi hazırlama, çalıştırma, organize etme bakımlanndan pek çok istifade ler temin etmek için en sağlam ve objektif metodlar veren bu «Psycho Sociologie» bizim de muhtac olduğumuz ilimsel çalışmaya en yararlı yardımlarda bulunacaktır, sanıyoruz. Hiçbir metafizik düşünceye müsaade etmiyen, ne maddeci, ne ruhcu olan, yalnız «terkibci» bir karakter taşıyan bu sosyoloji sistemi, asıl ilmî sosyolojinin herhalde ruşeymidir, diyebiliriz. Önceden söylemiştim, sosyolojiden subjektif karakteri atmak mümkün olamıyor. Fakat bizim buradaki subjektifliğimiz bizzat ilim yapmış olmak için değil, ilmin bu son mütekâmü şeklini ulusal ideolojimize, ulusal sosyolojimize bir vasıta ve hareket noktası olarak almak içindir. Bu sosyoloji bize sosyetemizin men'şeini, biyolojik ve psikolojik karakterini tanıtır. Sosyete içinde ferdlerin ve grupların «karşılıklı ruhî münasebetlerini ve bunlaruı «nizam ve ahenği» nin derecesini gösterir. însiyaklarımızın, itiyadlarımızm, an'anelerimizin; taklid, telkin, rekabet... gibi ruhî vasıflarımızın, zekâmızın, kanun ve mües seselerimizin istatik ve dinamik hal lerini; din, ahlâk, terbiye hususlannda sosyetenin dayanacağı biyolojik ve psikolojik unsurların ve her müessesenin diğerlerile olan münasebetlerinm derecesmi, «terakki» nin ne gibi şartlarla mümkün olabileceğini, hulâsa sosyal nizamm «refah ve saadet» e götürecek tarzda kuruluş ve işleyiş prensiplerini bize öğretir. Böyle ilimsel bir sistemden doğma «devrim ideolojisı» ne malik olmıyan bir genclik için sosyal ıslahat alanmda verimli iş görmek imkânı var mıdır?. Meselâ içinde yaşadığı muhıtın sosyal hâdiselerini az çok kavrayışü bir gözle göremıyen, halk psikolojısini, bir grup içindeki müesseselerın doğma ve büyüme şartlarını bümiyen, halkın idare ve terbiyesile uğraşan bir memur veya muallimin işi ne olabilir? Üniversite binasından çıkıp halk arasına karışan nice gencler tanırız ki daha ilk çalışmalarında, «kıtabcı bir zihniyetle» hareket ettikleri için, yaşıyan vak'alar karşısmda şaşırıp kalmışlar, ya menfî bir rua hali kazanmış, yahud passif bir halde ömür sürmeğe karar vermişlerdir. Halbuki hayatın yaşıyan vak'alan kitabda okunmaz. Fakat hiç olmazsa bu gibi vak'alarla daha mekteb sırala rmda karşılaşmayı öğrenen bir gene, halk ve köylü arasma girince şaşırıp kalmaz, «ferdci», «hodbin» karakterinden uzaklasmağa çalışır. Böyle bir karakter sosyolojik bir terbiye ve tahsille elde edilebilir. Şimdiye kadar ilim namına yalnız tercüme ve iktibaslar yapıyorduk. Yıllardanberi devam eden neşriyata bir göz gezdirirsek fikir dünyamızda göreceğimiz boşluk bizi ürkütür. Gencliği basma kalıb ilim nazariyelerıle besledik. Avrupanın kendi iç varlığın Âdap = Edevler Adabı muaşeret = Yaşama toreni Tören = Merasim Adabı umumiye = Utsal törii > Törii = Örf ve taamül Yetki = Salâhiyet 1 Törütüm Teşri Torütgen yetgi = Salâhiyeti teşriiye Törümlü = Meşru Törümsüz = Yol yöntem, sıra saygı • Deyim = Tâbir ' Terim = Istılah Uyum = Ahenk Edep kelimesi türkçedir: Fakat adap karşısma onun aslını aldık: Edevler. Çünkü her hangi bir işte adap, edil mek lâzım gelen şeylerdir. Odenmek lâzım gelen şey, ödev (vazife) olduğu gibi, edilmek lâzım gelen şey de, edevdir. O halde diyeceksiniz, adabı muaşeret karşılığı olarak yaşama edevleri de diyebiliriz. Yalnız bu kadar değil, geçim edevleri deyimini de kullanabilir • siniz. Fakat asıl terim yaşama töre nidir. Adabı tnuaşeretteki yumuşak ve gevşeklikle, yaşama törenindeki keskin ses oyununu kıyaslayınız. Tören! Merasim'den yalnız daha güzel değil, daha asil, anlamı daha ye rinde bir kelimedir. Merasim'in nereden geldiğini ve ne demek olduğunu bil mezsiniz. Fakat Tören size hemen Türeyi hatırlatacaktır. O zaman Törümlünün nasıl meşru anlamuıı karşıladığım da sezeceksiniz. Meşru karşılığmm şeriat yerine Türk Türesine benzemesinden daha tabiiğ ne olabilir? Londrada bir at yarışı filminin televizyonla abonelere verili» Sesli sinema ve radyodan sonra telsiz telgrafla resim alma ve keza tel siz telgrafla sinema nakletme de ar lık pratik sahaya giriyor. Ingiltere ve •Amerikadan sonra diğer memleketlerde de uzak yerlerde olmuş vak'alann resimleri yanm saat sonra her tarafa yayılmıya, verme istasyonlannda gösterilen bir filim radyo aboneleri tara fından evlerinde seyredilmiye başlaneL Bu münasebetle bu ameliyelerden herbirini herkesin anlıyabileceği bir tarzda anlatmıya çalışmak hiç te faydasız olmıyacaktır. denilen müspet ve katod denilen menfi elektrik cereyanı verilecek olursa ka todda bazı panltılar hasıl olduğu görülür. Sonra bu panltı muntazam fa sılalarla sönüp yanmıya başlar. Bir müddet geçince de temadi eden bir ziya şekline girer ki buna «müspet sü tun» derler. Eğer bu tecrübe havadan ve gaz lerden tamamile tahliye edilmiş bir tüp içerisinde yapılacak olursa menfi ziya fazlalaşır ve tüpü tamamile kaplar. Bu ziya elektronlardan müteşek kildir. Eğer anodda bir delik açılıp ta hasıl olan ziya oradan geçirilecek olursa bir ekranı istenildiği derecede aydınlatabilir. Bu suretle ekranın üze rinde düz bir katod şuaı husule gelir. Işte bu şua tanzim edilerek ve ob İektiften secirilerek ekran üzerine kuv Telsiz telefonla resim Telsiz veya telli telgrafla resim verme ameliyesinin esası bir foto elek trik höcresinin faaliyete getirilme sinden ibarettir. Yani öyle bir höcre ki elektrik cereyanile ziyayı bir taraftan öbür tarafa verebliyor. Esasen alelâde bir resim nedir? Bazı nokta lan koyu, bazı noktalan açık mmtakalardan teşekkül etmiş bir tabaka, değil mı? O halde bu resim kısmen siyah, kısmen de beyaz noktalara taktim edilebilir. Gazete resimleri per tevsüzle tetkik edilecek olursa fotoğraftan alınarak bu esasa istinaden vücude getirilmiş olduklan pek güzel anlaşılır. Böyle bir resmin nokta nok ta nakledilmesi için onun önüne bir foto elektrik höcresi koymak lâzımdır. Ziya resimde bazan karanlık, ba2an aydınhk mmtakalara tesadüf e deceği için kısmen kuvvetli ve kısmen zayıf tesirlere maruz kalacaktır. Bu tesir ister telli, isterse telsiz telgrafla bir alma istasyonuna verildiği zaman oradaki lâmba bazan kuvvetli, bazan da zayıf yanacaktır. Bu lâmbanın bu muhtelif ziyalan hassas bir safha ü zerinde temerküz ettirilirse oraya kısmen karanlık, kısmen aydınhk noktalar resmedecektir. O halde verme is tasyonundaki resim, ayni alma istas yonunda tesbit olunabilecektir. Yalnız bir mesele var. Her noktanın nakli o anda mümkün olmakla beraber, resmin hepsinin nakli çarçabuk kabil olmuyor demektir. Bunun için birçok saniyeler, hatta birçok daki • kalar lâzımdır. Binaenaleyh bu usulle yalnız sabit ve muhtelif hatlara, nok talara taksimi kabil resimler nakledi • lebilir. «Telefotoğrafi» dedikleri da ha mükemmel şekle geçebilmek için bu nakil müddetinin saniyenin 25 te birine, yani sinema resimlerinden herbirinin alınması zamanına indirilmesi İcab ediyordu. İşte, bugün, bu mesele Buvaffakiyetle icra edilmektedir. . Amerika deniz kuvvetlerinin manevralan Nevyork 12 (A.A.) Dört büyük uçak gemisi, Pasifik deniz manevralannda müstakil bir filo teşkil ede • ceklerdir. Bunlar, düşmanın üzerine 270 tane uçak saldıracaklardır. Bu filoya Amiral Butler kumanda edecektir. Bu dört gemiden, en yollu iki ta nesi olan Leksington ile Saratoga, otuz üçer bin tonluk gemiler olup, saatte 34 mil gitmekte ve her biri 100 tane uçak taşımaktadır. Bu filo, Aleutiven adalanna hü cum eden harb filosunun hareketini kuvvetlendirecektir. Büyük amplifikatörlerle mucen hez televiziyon verme makinesU nin heyeti umumiyesinin gö'rünüfü veü' müsavi ve. gayrimüsavi elektron bombardımanlan yapmak sayesindedir ki sinemanın hayalleri vücude getirilebilmiştir. Binaenaleyh bu muhtelif kuvvetteki elektromanyetik şuaını hususî bir ahizeye aksettirerek saniyenin 25 te birinde 40 bin noktayı, saniyede bir milyon noktayı başka bir tarafa nakletmek mümkün olmaktadır. Torütgen yetgi, işte size, çocukla rınıza bir türlü anlatamadığmız, ve söyletemediğiniz salâhiyeti teşriiye'nin karşılığı! Parti programınm bir maddesinde ?unu göreceksiniz: «Kamutay törütüm yetgisini, doğrudan doğruya, kendi kullanır!» Kamutayın törütüm yetgi sinin ona ne gibi haklar vermekte olduğunu yurd bilgisi kitablannda görür sünüz. Aramızda, utanmak kelimesini bilmiyen yoktur. İşte ut bu kelimenin kö küdür. Adabı umumiye bir sosyetenin ut örf ve taamüllerinden başka nedir? Utsal törii her memlekete ve halka göre değişir. Utsal törünün hiç bir memleket ve halk için değişmiyen bağzı esaslan da vardır. Törümlü ve törümsüz sözleri meşru ve gayrimeşru kelimelerinin terim olarak tam karşılığıdır. Fakat kullanma dilinde biz yollu ve yolsuz kelimelerini de, gene bu arab kelimelerine karşı kullanmaktayız. Adele = Kası Eğitim = Terbiye Beden eğitimi ile kasılarınızı kuvvetlendiriniz. ce süren yanşları, hükümdarlann iz divac resimlerini, meclislerin müzake relerini takib edebileceğiz. Ses ile bizi teshir eden san'atkârı, san'atine hayran olduğumuz aktörü göreceğiz. Bütün cihan sade sesile değil hayallerile de ayağımıza gelecek. Fakat bu iş henüz îngiltere, Al manya ve Amerikada tatbikat saha sına geçmiştir. Holivudda da bir sinemada teîevizyon neşriyatı yapılmak üzere vücude getirilen tertibattan bahsolunmaktadır. Şim^ihk bunlardan istifade etmek pek zenginlere ve bazı neşriyat müesseselerine münhasır kalacaktır. Lâkin 1936 da istifadenin u mumileşeceğ tahmin edilmektedir. Avusturyada tevkifat Viyana 12 (A.A.) Brnoda çıkan ve Avusturyada yasak olan Arbeiter Zeitung gazetesini gizlice da ğıtan bir idarehanenin meydana çıkanlması üzerine zabıta, 39 kişi yakala « • mışhr. Bunlardan 25 i, kısaca sorguya çekildikten sonra ağır hapis cezalanna çarptınlmışlardır. Yurda hiyanetle müttehim olan öbürleri mahkeme ha oisanesindedirler. dan doğan ve ancak oradaki sosyetenin bünyesine, tekâmül yürüyüşüne uyan fikir ve telâkkileri taklidcı bir zihniyetle bizde de tatbika kalloştık. Yalnız metod ve yalnız ilimsel prensiplerin de alınması kâfi değüdir. Bunlar içinde hangilerinin bizim «terakki ve tekâmül» derecemize uygun ve bizim için «yaratıcı» bir malzeme olarak kullanılabileceğini de ayırmak gerekti. Bu sebebledir ki vaktile Ziya Gökalp «tahsil ve irfahı» birbirinden ayırmış, Avrupada tahsil etmeyi fakat kendi yurdunda «arif» olmav» gencliğe tavsiye etmişti. Bundan maksadı tanzimatın düştüğü derin uçuruma zamanmın da düşmemesini temindi. Binaenaleyh ister köycü diyelim, ister halkçı veya yurdcu, gencliğin sosyal ahlâkını kuvvetlendirecek ve onu sosyete içine götürecek, ona gerçek ideolojiyi verecek, sosyete hâdiselerini dar ve ferdci değil, fakat «terkibci», sosyolojik bir görüşle kavramayı ve ona göre «devrim hamlelerini» idareyi öğretecek sapasağlam bir «ilim» lâzımdır. Ankara: SALÂHATTİN KANDEMtR [Not: Dördüncü makalede köy dirimi teşkilâtı denecek iken dirimî yanlışhkla verimi dizılmistir. Düzeltiriz.] tsin tatbikatı sahasına geçişi îki senedenberi îngilterede Baird ve İtalyada Marconi bu esas uzerin de bir takım tetkik ve taharrilerde bulunuyorlardı. Her iki taraf yekdiğe rile anlaşarak bu hususta sükutu muhafazayı ve hiçbir neşriyatta bulunulmamasını temin etmişlerdi. Halihazırda Londralılar radyo merkezindeki teîevizyon neşriyatından istifade etmektedirler. Yalnız televiz yon neşriyatım alabilecek tertibatm elde edilmesi oldukça pahalıya yani, 6080 İngiliz lirasma mal olmakta dır. İlk günlerde teîevizyon neşriyab bütün telsiz telefon abonelerini endi şeye düşürmüştü. Teîevizyon neşri yatınm alelâde radyo neşriyatım in tizamsızlığa uğratacağı zannedilmiş ti. Mesele basit bir şekilde halledildi. Teîevizyon neşriyan daha kısa dalgalar üzerinden yerilerek telsiz telefon abonelerinin rahatsız olmamalan te min edildi. Henüz uzak yerlere teîevizyon neşriyab yapmak kabil olmuyor. Fakat alelâde telsiz telefon neşriyatımn u zak mmtakalara verilebilmesi imkânı nasıl çarçabuk hasıl olduysa bunun da yakmda muvaffakiyetle yapılacağı ümid olunmaktadır. Bir gün gelecek ki hiçbir telsiz te lefon abonesi televizyonsuz kalmıya cak, küçük kutudan yüzünü görmediği bir adamın sesinin çıkmasına tahammül edemiyecektir. Bundan sonra orurdugumuz kol ı t tuktan kımıldamadan alü gün alü ge İlk televiziyon tecrübeleri , Bundan birkaç sene evvel ilk tele yizyon tecrübelerini yapan Baird is minde bir Iskoçyahdır. Bu adam, çok basit bir tarzda işe başlamış olmakla beraber bugün Londrada amelî tele yizyon tecrübeleri yapan cemiyete kendi ismini verdirtmeğe muvaffak olmuştur. Bu zat fotoelektrik höcreleri nin ziyasmı süratle dönen delikli bir plâktan geçirerek diğer tarafa hare ket halinde olan bir cismin fotoğrafi sini verebilmek ümidlerini besliyordu. Wellen namında diğer bir âlim Ba irdin esasını kurmuş olduğu bu naza riyeyi tamamladı. Muhtelif aynalar ye dönen bir üstüvane. ile bu işi yap mıya muvaffak oldu. Fakat mühim bir mesele ortaya çıkb. Üstüvanenin hareketi o kadar fazla gürültü yapı yordu ki, hayalle birlikte ses verme nin imkânı kalmıyordu. Elektro manyatik nakil Evvelâ çu esası hahrlıyalım: Bir tGpün içine çok az kesif bir gaz ko nup ta içine muhtelif kuvyette anod