23 Nisan kutlu olsun IBaştaraft birinct tahifede) 23 Nİwm 1935 Cmnharİr** araya gelişi idi. Bu yepyeni bir hükumet ve yepyeni bir devlet demektL Ulusun bağnndan fışkıran bu yeni hayatın nasıl dalbudak salarak kökleşti* ği ve yükseldiği çok alanda bir gerçekliktir. Sonradan bu 23 nisanı biz Türk çocuğunun büyiik bayram güaü de yapbk, iki iş arasmda büyiik bir bsnzeyiş olduğu için: 23 nisanda yeni Türk devleti doğmuştu. Çocuksa hayata hergün doğan, böylelikle ona süreklik veren körpe bir varhkür. Biz 23 nisanı ayni zamanda Tiirk çocuklannın bayramı yapmakla bu körpe varlığın, gürbüz bir varlık olması temelini de koymuş oluyorduk. Görüşteki doğruluğu bclirtmek için uzun sözlere yer olmasa gerektir. UIus. ulusal teklerin (ferdlerin) bir araya getirdiği bir toululuktur. Tekler olmaJıdır ki topluluk bedenleşmiş olabilsin. Insan ise çocuk fidamndan boy salan güzel bir ağacdır. Ağacın çok gür ve güzel olabilmcsi, fidanın cins, sağlam ve gürbüz olmasına bağlıdır. Işte her ulus bu yaratık (tabiat) kanununa dayanarak ayakta olabilir. Bereket versin yarabk kanununa. Çünkü ulusun çocuktan büyüdüğü gerçekliğini ortaya koymakla birlikte, biz, bugünkü varlığımızın dahi yaratığın kendi kendini koruyan kanu nuna dayanabildiğini söylemeğe borcluyuz. Belirttiğimiz doğrulugu henüz biraz da kendi elimizle yürüyen bir gerçeklik haline çıkarabilmiş değilizdir. Doğan çocuklann daha ilk çağlarında öliip gidnlerinden ardakalanlan büyüyerek ulusu sürdürmekte ve yaşatmakta bulunuyorlar. Yoksa biz ulusça ulusal bir iş olarak çocuk sorumunu (meselesini) henüz gereği gibi ele almış olmaktan çok uzak olduğumuzu söylemekten geri duramayız. Biz aklımızın erdiği bu işten şimdilik gücümüzün yettiği kadannı mı yapıyoruz acaba? Gerçeklik budur ki bütün bir ulusal hayahn ilk kaynafı o!an çocuk devrine henüz yeter sayılacak bir özenle bakamamaktayız. Gerçekten ulusal bir bavram olan bu günde bu gcrçckliği bütün Türk ulusunun gözleri önünde dimdik yükseltmeği kendimize kutlu bir yüküm (vazife) biliyoruz. E £ « T u r K an»^" 11 "» •: , Ui. , Uanmızdan birçoklannın türlü bakımsızlıklar yüzüoden ölüp gitmemelerini sağlamakla kuvvetlendirilse Türk nüfusu yalnız bir dölde (nesilde) bir kat dana artmış olurdu. Ulusal hayatta nüfusun en gerçek zenginlik olduğunu bilenler bu alandaki eks:klİ3İmizin nekadar yaman olduğunu kuşkusuz yüreklerinin en derinliklerinde bütün acıhğile duyarlar. Küçük çocuğun ulusal hayattaki büyük yerini anlamakhgımız nekadar kutlu bir anlayış ise bu çok önemli (ehemmiyetli) işe hernedense hâlâ gereği olan özeni verememekte olmaklığımız o kadar aa bir eksikliktir. Bütün uîusça bu eksikliğin ortadan giderilmesi için elbirliği etmek yükümündeyiz. I Ulusal bir bayram olan 23 nisanı yeni Türkülüğün en kutlu ve en mutlu günlerinden biri ve belki onlann birincisi sayıyoruz. Onun bu yıldönümünde dahi yüreklerimiz sevinc ve kıvanc ürpermelerile doludur. Ayni zamanda Türk çocuklarma parlak bir tan yeri ve sağlam bir beşik olmasını istediğimiz bugünün bizi o bakımdan dahi kendisine verilen amaca götürmesini gönüllerimizin bütün coşkunluğuyla istiyoruz. Yannın adamlan olan bugünün çocuklan bu kendi bayram günlerini kutlu sevincler içinde geçireceUer. Bu görünüş karşısmda yürekleri sevincler ve kıvanclarla dolmıyacak tek Türk erkek ve kadını bulanamaz. Biz biraz daha ilerisine giderek gözleri okşıyan çocuk kaynaşmasının hemen arkasındaki perdeyi kaldınyoruz: Yoksulluğun ve bakmsızhğın kara gölgesi karsısmda gübnesini unutmuş yavrular... Ölümün kanlı pençesi önünde güz yaprağı gibi titreşen bu çocuklar, eğer biz onlara bakmasını bileydik, Türk ulusunun yarmlannı içinden geçilraez ormanlar halinde alabildığine çoğaltacak ve sıklaşhracakü. Biraz aaya çalan bu sözlerimizîe şu güzel bayram gününde kimsenin sevincine zehir katmak btediğimiz yoktur. Bu bayram günlerinin sevincleri içinde bu gerçekliği görmek ve göstermek bizim için biraz Uth «ert ayn bir yüküm oluyor. Çocuklanmızm gülen, kayna|an, avıldaşan sevinclerinden sonsuz zevkler alırken eğer bakılamıyan Türk y»vrulanna da, onlardan bir teki dışanda kalmamak şartile, bakabilseydik bu mutluluğumuzun nekadar büyük ve yüksek olacağını düşünebüiriz. Türk ulusuna bu yolda daha büyük bayramlar dileriz, ki bu da ancak bütün Türk çocukluğunun korunmasile elde edilebilir. Görüşler ve Görünüşler Samimiyet mi, zâi mı? Dünya kadınlan, güneş manzumesinin üs tünde toplanmış şehab selsebilleri gibi, Yıldızda ordugâh kuralı beş nissimizi birden bir kere daha topuklanna taktılar. Onlan öğmek için çene yanstırarak en büyük ihtısaslarmda kendilerini geride bıraktığımızı iti raf etmek lâzuru (Ama itiraf bize mi düşer, onlara mı, bilmem!) Bir arkadaş Fransızlar, diyordu, «kadının istediğini Allah ta istor> demkle bizim zâfımıa ve onlann kudretini tabiatin oluşuna bağlıya rak ne güzel hulâsa etmişler. Ama muadelenin hal tılısımı isteyişte vey» isteyişin hakklığında değil, isti yende olsa gerek! Dillerini bilnıiyo ruz; belki sakızkabağı da hanımeli olmak ister, ve bu hırsm gayretile nihayet san bir çiçek te açabilir. O kadar... Anlaşılan zarif Fransız, o sözunü Allahı erkek farzederek söylemîş olacak! Kadın hareketleri ileriemiş mem • leketlere bakınca hakikatin pek te böyle olmadığmı görüyorouz. Mese lâ birkaç sene evvel Avam kamarasında bir kadın saylav kürsüdeki erkek hatibe sinirlenerek yerinaen haylnrmıştı: Kann olsaydım mutlak seni zehirlerdim! Erkek saylav gölumsedi: Telâş etmeyin Misis, dedi, Allah esirgesin öyle bi^s.ey olosaydı ben zaten intihar ederdim! Zâhir bu işler pek te erkeklerin iradesi ve samimî muvafakatile olu yor deŞil!.. iii reiimi Talebimiz Şark meselesini tekrar ortaya çıkarmış! Bir Fransız muharririnin yanhş düşünceleri 18 nisan tarihli Jurnal gazetesin de, Sen Bris ioızalı şöyle bir makale çıkmışnr: «Yeni diplomasi metodlannm, hali hazırd?ki meselelere filî birer netice teminine kadir olduklannı gösterme lerine inbzaren, maziyi uyandırmak hususunda pek büyük kabiliyetlere malik bulunduklarını müşahede ediyo ruz. Mahud (karşıhkh müzaheret) kombinezonlan bizi dosdoğru Bismark siyasasına sürüklediği gibi, şimdi de askerî uhudun tadili münakaşası Ce nevrede Boğazlar meselesini ve hatta bütün şark meselesini yeniden ortaya çıkardı. Stresa mukarrerahnın, Avusturya, Macaristan ve Bulganstanın sılâhlan malannı derpiş eylemekte olduğunu haber alan Türkiye Hariciye Vekili: «Memleketim, tek başına kuyud al tmda kalamaz!» dedi. Ve Tevfik Rüştü Aras, bu meseîeyi Uluslar Kurumu konseyinin huzurunda kat'iyet le mevzuu bahsetmek için ilk fırsattan istifade etti. Kemalistlerin zaferi Sevr muahedesini yırtmış ise de, Lozan muahedesi nin tahmil ettiği Boğazlann gayrias kerî bir şekle ifrağı mecburiyetini bertaraf edememiştir. Rus donanmasına Bahrisefide mahrec vermemek kaygu sile, yarım asır, Boğazlann kapah tu tuhnası için mücadele etmiş olan tngiltere, îstanbulu toplannm tehdıdi al tmda bulundurmanın muhassenatını idrak etmiştir. Yeni Türkiyeyi, açık bir payıtahh terkedip te Anadolu yaylalanna çekilmeğe mecbur eden de budur. Boğazlann tahkimini istemek, Türkler için, bilhassa mürur serbesti sini temin edeceklerini de söyleyince, müc'afaa müsavaünın en mantıkî tefsiridir. Meselenin en şayanı dikkat ciheti, Rusyanm Avrupa siyasasına avdeti dir. O vakit te yeniden doğan Türkiyenin etrafmda, vaktile hasta adamm da etrafında kaynaşan ayni rekabet lerin tekrardan alevlendiğine şahid oluyoruz. Ve bu suretledir ki, mesele mevzuubahs olur olmaz, Rusya ile Ingilterenin karşılaştıklannı gördük. Zira Boğazlann anahtarlannı elinde tutan ulus, çarkta hakimiyetinin tefevvukundan emin olabilir. Bu anahtan ceblerine atmış bulunan îngilizler, onu belki Türklere iade edebilirler; fakat Türklerin arkasmda Büyük Petronun heyulâsını görüncedir ki tereddüd ediyorlar. Güniin bulmacası 1 1 2 3 4 e1 f I 1 !• • 6 1 1 !•!• 1 ! •! 1 | • 1 •İBİ 1 !•1 1 1 1 1 1 1 İBı 1 1 1 1 \m\ |8 1 1 JJ. M 1 II IBİ rnİBİ•1 1 1 1 ı»r 1 1" I 1•1 1 1 1 m İBİ S 4 » fi 1 8 9 m\ 1 1 S ! •II 1 I I seîâ bunlardan birisi şunu yazıyor: Göring bir tımarhaneyi ziyaret etmiş ve bir kenarda kendini tanımı yan bir hasta görerek yaklaşmı?: Hey vatandaş benim kim oldu ğumu biliyor musun? Hayır... Ben Hermann Göringim! ?ı Evet Prusya Beşveküi Hermann Göring. »! Göring diyorum, Hava Göringî ^j Nazırı 9 10 YUNUS NADt •** Bugünktt mereura Bugün 23 nisan Hakimıyeti Mil liye ve Çocuk bayranu müna»ebetile iki merasim yapılacaktır. Sabah saat 10 da çocuklar Fatih parkında toplanacaklar ve otomo billerle önlerinde Şehir bandosu olduğu halde sıra ile Beledlye, Fırka, Halkevi, Çocuk Esirgeme kurumu, Vilâyet ve Istanbul kumandanlığım ziyaret ederek 12 de Taksimde Cumhuriyet abidesi önüne çıkacaklardır. Bu saate kadar abide önünde toplanacak olan fırka, hükumet er kânı ve yüksek tahsil gencleri, izciler ve talebeler yerlerini alacaklar dır. Saat tam 12 de Şehir bandosu lstiklâl marşını çalacak ve direğe Türk bayrağı çekilecektir. Bundan sonra Fırka, Halkevi, Belediye, Ço cuk Esirgeme kurumu ve Millî Türk Talebe Birliği tarafından abideye çelenkler konacak ve Halkevi üyele • rinden îffet Halim Oruz çocuklara bugünü anlatacaktır. Burada mera sime hep birden söylenecek Cumhuriyet rrarşile nihayet verilecektir. Diplomat ihtiyatı Diplomatlann en esrarlı ve cazib taraflan, ağızlannın gizli müzakereler haricinde in safszca ihtiyatlı oluşu dur. Bir memleketin, birkaç devletin, hatta dünyanm mukadderatı üzerinde konuşup ta bunu cihantn en nadir haznesi gibi kafada ve dudaklarda saklamak; sonra tek kelime almak için çırpınan gazeteciye ve onun arkasmda kulağı açık beî> liyen efkârı umumiyeye sadece bir tebessüm sarkıtmak.. Kim bilfr bu lâf ve müsvedde fabrikatoru adamlann hayatta en büyük tesellileri de bu durL Bizim sevimli Hariciye fiakammız da biraz böyle değil midir? Bulgar hududuna kadar sözlerinde müthiş müsrif olan Tevfik Rüştü Aras, Sivilingraddan sonra dudakları nı sadece dostça sözler ve birkaç öğün yeme^i için kullanır.. Neyse, bunlan Bulgar meslektaşlanıruza gıpta ettiğimizden değil, sözü başka tarafa gdtirmek üzere kullanıyoruz zaten... Fransızlann meşhur diplomatla rından Jül Kanbon doksan yaşına girmiş. Kutlulanıyormuş. Bu vesile ile Kanbonun nüktelerini işaret e den bir Fransız gazetesi şu fıkrayı anlaüyor: Kanbon 911 de Berlin sefirimiş. Kongo meselesi için talimat almak üzere Parise gelince bir bö lük gazeteci kendisini abluka etmiş. Fakat inadcı diplomat sualleri cevab yerine hep yayvan tebessümile karşüamış. Nihayet bir gene muhbir yalvarmış: Fakat ne olur muhterem sefir, bir tek kelimecik söyleyiniz, sizde insaf yok mu? Hay hay küçüğüm, demiş Kan bon, işte sana bir değil hatta altı Oh çok jükür, gene karanlığa ka njbm. Soldan sağa: 1 İiLsarun dişisi, vazilenin karşıhğı. 2 ÖB türkçe fikir, öz türkçe muhte rem. 3 Jozefin Bekerin çehrimiade aon g«çen tllmlnln lsml. 4 Öz türkçe umuml, evin üstünü kapatan kısım, 5 Evlenmemiş kadın, nıaça «evet». 6 Garbi Anadolunun garbindefci deniz, emmekten emir, taman, 7 Yemekten enür, franaııca <n*>, 8 Arabca «ge . ee>, <yalnız> ın karşıhğı gibi kullanan blr sart edatı, 9 Mukcmmel, nota, 10 Kaduıın haklarını almasına ta raftar. Yuk&ndan aşagı: 1 Toplanti, labrdı, 2 Senenin on Ikide blri, 3 Zaman, arabca «günler», 4 ÖJ türkçe «aahib», bir kumaşa aonradan llAve olunan kısım, yüzler rakamının yarwı, 5 Fazla naz eden, zs . man, 6 Külhanbeykrin birblrlcrinin »özlerile alay için söyledikleri kelime lerden biri, kafadaki kavrayif vasıtası, 7 Surat, ah?kın, 8 İnadcı, midesi boç, 9 Etrafı au ile çevrilmls kara par. çası, Iskambüde birü, 10 HiUerin meleketlisi, lnce uzun kayık, Prusya Polis müdürü G&ing. Alman devletinin en mühim adarru. ?j Harb tayyarecilerinin en meş huru Göring. Göringim ayol, hftlâ mı tanı madm? Eski Rayiştag reisi Göring! Deli merhametle başım sallamış: Zavallı adamcağız, demiş, bu menhus hastahk bende de böyle başlamıştı! Atlanamıyan mania T Evvtlki bulmacanuı haUedilmiş ş*kli 1 « I I » I 7 I » 10 II ti S| t |Y|AİSTA •!S|E]KI 1IR Z l7îrR"!"ÛiRl¥lP¥rtTLTl"ÎK Z'OM •İEİLJBİKIÎ İTSIB A'BK j | I KrA"'L!ArS|B!RlTlF"A"|T| R!EİYjB|Stl!PjE!R!BlL|U ETflliKi"gO>lB'TTA''VUlS kelime: Eli ve cebi boş rum! olarak dönüyo i üniversite salontmda Mfflî Talebe Birliğinin burada hazırladığı merasime 14,30 da İstiklâl marşile başlanacaktır. Evvelâ kıy metli ediblerimizden tsmaü Habib Sevük bir nutuk söyliyecek ve kendine has derin görüşile bu bayramm manasmı tebarüz ettirecektir. Sonra Münir Müeyyed bir şiir okuyacak tır. Müteakıben Millî Türk Talebe Birliği başkanı Rükneddin Fethi ve i kinci başkanı Labid Yurdoğlu birer, gene Millî Türk Talebe Birliğinden tsmail Hakkı, Pakize ve Osman bi rer hitabe söyliyeceklerdir. tstiklâl marşı da bir ağızdan söylenerek merasime son verilecektir. Bugün çocuk bayramı için îstan bulda ve Üsküdarda muazzam şenlikler yapılacaktır. Çocuklar tramvay larla bedava gezdirilecek, Gülhane parkında gazino kısmmda öğleden sonra çocuk eğlenceleri, müsamere ler tertib edilecektir. Şehremininde ve diğer yerlerde de eğlenceler hazırlanmışür. arih tekerrürden ibarettir, derler. Ancak bu tekrarlan ma bazan hafif tertib çeşid degiştiriyor. Büyük Harbden evvel; bir Fransızla îtalyan dereden tepe den konuşurken lâf muharebeye dökülmüş. Kuru söz de olsa harbe dair olunca ne olacak; tabiî alevlenmiş. Kalabralı centilmen hasır şapkasını masava fırlatarak: Si Senyör! demiş, bir harb patlamıya görsün. Yoksa îtalya ordusu bir günde Fransız hudvdunu geçer! Fransız serinkanlılıkla cevab ver miç: îmkânı yok! Niçin? GOmrükleri tmutuyorsunus! Bu^ünlerde, Fransanın Nis şehrinde pek çok memleketlerin süvari zabitleri arasında atlama müsabakala n yapıhyor. Söylendiğine göre Katdazorun çividî semaa altmda döst, düşman bir sürü dünya binici leri kolkola gezip duruyorlar ve gündüzleri atladıklan maniaların yor gunluklarını akşamlan Nis kıyıla rında dinlendiriyorlarmış... Geçen gün gazetelerde Uluslar ^Curumunun Almanyaya dair son kaTarını okuyan bir Italvan süvari bin $jaşısı, RajTi kenanndan, gelen meş hur bir Alman zabitine dSnmüş: Zannederim, zabit arkadaş, demiş, bu sefer maniayı atlıyamıya caksınız! Göring ve Mazhar Osman Gazeteciler ve hele mizahcılar arasıra Mazhar Osmana çatmağı çok severler; bütün hayatmda kafadan gayri müsellâhların b o z u k yerlerini düzeltmekle u^ra^.ığı için bu uzun meşguliyetten, ona da üremiş alışkmlıklar arai'lar. Meselft derler ki; Mazhar Osman bir ziyaretçiye Tımarhaneyi gezdiri yormuş. Birisini göstermiş: <Me?a lomani vardır, demiş. Kendini En ver Paşa zanneder.> Ve sonra ilâve etmiş: İşin garibi nedir bilir misin? Hiç kimse de bunun farkında değildir: Haküd Enver Paşa benim! Bu bahiste üstad kadar bizim gazeteci de mubalâğa etmiş ya, ney se... Bunun gibi Fransız gazeteleri de Almanların meşhur generali Gdrin gi lıicvetmekten pek hoşlanırlar. MeAyaklanmı bir Buda heykeli gibi topladım. Kâğıdlan dağıldı... Bana bakı yor... Yüzüne küstah küstah gülü yorum. Sakin bir sesle yaramaz, şımank bir çocuğunu çok seven bir baba tevek külile soru/ir: Bir şe. *ni istiyorsun?.. Hayır bu * istemiyorum, yal nız... Yalnızî.. Ellerimi omuzlanna dayıyorum... Şüphesiz bol kollu pijamam, kü çük vücudüm birbirinden uzak in ve çekik gözlerim, ince kaşlanmla bir Asya ilâhesine acayib, fevkalbeşer bir mahluka benziyorum. Yalnız, diyorum; seni yakın dan görmek, bir zamanlar bir çılgın gibi sevdigim yüzüne hayretle bak mak istedhn. Yüzü bir tokat yemiş gibi kızan yor. Sakinleştirmeğe çok uğraştığı bir sesle: Kâğıdlanmı kanşürdın... dıyor. Ne zaran var?.. Senin için öyle... Bu dakika senin için de öyle... Niçin yalan söylüyorsun?.. Niçin benimle oynuyorsun?. Bana çektirdiklerin kâfi değil mi? Hapisten daha mı müessir? n ufak değişmeler bile muhakkak o hareketin sal mahiyetini bozuyor. Bu nun için değil mi ki bazan merhamet ızrar, himaye işkence kesilin çıkar! îspanyanın Barselon şehrinde bir serseri yakalamıplar ve üzerinde 1500 frank bulmuşlar. Bele dive reisi olbabdaki! nizama göre herifi kendi memleketine iadeye ka rar vermiş. Fakat «madem yol paraa var, sunu bir adama benzeteyim barı!> demiş. Herifceğizi hamama yollamış, yıkatmış, sarlannı kestirmiş; yeni çamasır ve elbise aldırtrmş. Başma bir fötr şapka, koltuğuna bir kamıs baston, eline de birinci mevki bir bilet sıkıştırmış. Lâkin bu lüks mağaza camekânlanndan fırlamış mankenler kadar ş:k esbak serseri ye de ne kalmış biliyor musunuz? 50 frank! Bu usul belki serserileri hapse mahkum etmekten daha tesirlidir, mi dersiniz? Kalın parmaklan saçlanmı çeki yor: Sen nasıl bir kadınsın Suzan? Gene mi kavgaya başhyorsun?.. Kim basladı? Belki ben... Fakat buna sebeb sensin.. Ben mi?.. Ben sana ne dedim?.. Daha ne diyeceksin?.. Bir zamanlar seni bir çılgın gi bi sevdiğimi söyledim. Bunu inkâr edemem ki Nihad!.. Sen benim haya trmın yegâne çılgınlığı, yegâne sev dası, yegâne heyecanı oldun. Seni sevdim, hem öyle çok sevdim ki... *** Ona yavaş yavaş sokuluyonım... Başım omzunun üstünde, bakışım gözJerinde, ellerim ellerini okşuyor: Bana bunlan niçin hatırlatıyorsun Suzan?.. Senin biraz daha muhakemeli ve makul olmanı ve beni anlamanı iste diğim için... Yahud daha doğrusu hiç birşey Utediğim için değil... İşte öyle aklımdan geçiyor ve sana söylüyo rum... Hareketsiz duruyor... Gözlerinin içi kanlı, yüzü çok bzarmış: Bana karşı sanki büyük bir kinin var... Gözlerin ne fena bakıyor. Sana fena mı bakıyorum?.. Belki... Senin aşkut bir zamanlar beni o kadar herşeyden uzaklaştırdı, beni öy CUMHURlYET: Sen Brisin bu yazısında yanlışhk gösterdiği baslıca nokta fark meselesinin tekrar ortaya çıktığmdan bahseiliği yerdir. Şark meselesi Osmanlı Imparatorluğu demektL Yeni Türkiye imparatorlukla bera ber bu meseîeyi de ebediyen ortadan kaldırmıştır. Boğazlann anahtarına gelince bu anahlar Boğazlann topraklan gibi Türklerin elindedir üe sonuna kadar bu böyle olacaktır. le aldı, zaptetti, küçülttü, mask:.ra etti ki... Onları hatırladıkça sana bir parça hayret ve belki de kinle bakı yorum... Bir zamanlar benim için her şey, her zevk, her ihciyac senin a^kın olmuştu. Senden başka, sen olmıyan, sevgin olmıyan herşeyi ihmal etmeğe başlamıştım. Ne eserlerim... Ne dünya, hiç, hiçbirşey beni alâkadar etmiyordu. Sanki ben eski suzan yalnz, san'at aşkı ve muvaffakiyet hırsile coşkun eski Suzan değildim. O zamanın Suzanına öyle fıasret çekiyorum ki... Sen o zaman ya!nız kadmdın... O zaman öyle güze!..* Öyle çıldırtıcı ve güzeldin ki... îtiraz etme yavrum... Kadm herşeyden ev>el kadmdır. Kadın olmalıdır. San'atkânn sinci olmaz Nihad. San'atkânn erkeği, kadmı olmaz... Sen bunlan anlıyamryorsmf... Anhyamazsm... Benim şimdi nekadar men> nun olduğumu bilmiyorsun. Seni sevmek, başka birşey düşünmiyecek kadar seni sevmek zâfmdan kurtuldj gum için nekadar memnun olduğumu tasavvur edemezsin... Şüphesiz seni hâlâ begeniyorum.. Hâlâ dağlar gibi vücudünü, bu iri, bu pazılı kollarını, muntazam çizgi lerile bu ilâh başım zevkle* seyredi yorum. (Arkası var) Edebi tefrika: 3 2 Yazan Suad Derviş iki günlük hulâsa [Nihad çok tanılmış bir ressam olan Suzanı görüb tanıdiktan sonra kendi karısından aynlmiş, çocukîa rını da terkederek onunla evlenmiştir. Mes'ud bir aşk senesi geçirdikten sonra Suzan yeniden eski san'atk&r hayahnın muhitine dönmüştür. Böyle dostlarvn arasından avdet ettikleri bir gece yataaında yatan Suzanın yan^na gelen kocası onu uyandmp bir kıskançhk sahnesi yapmaktadır.] Eğer bukadar muazzeb isen, bu kadar bedbaht oluyorsan beni bı rak... Seni bırakabilecek kwwetim olsa sana bütün bu sözleri söyler miydim çocuk... Eğer senden aynlabilsem. Öyle ise benden aynlamıyor san... Benden aynlamıyacak kadar beni seviyorsan, beni olduğum gibi kabul et... Beni bir san'atkâr olarak tanıdın. Şimdi bir zevce gibi sevme, hayatı hem kendine, hem bana zehir etme, bu kavgaların bu dar kafa lıklannla beni kendinden o kadar u zaklaştmyorsun ki!.. ••• Ona daha fazla yaklaîiyorum. Nefeslerimiz biribirine kanşıyor. Senden her gün biraz daha soğuyorum. Yerinden kalkıyor, saçlanmı inci terek başımı elleri arasında sıkıyor: Yı'lan!.. Yılan!.. Parmaklan gevşiyor, ve adeta ko şarak yatak odamdan tuvalet odasına doğru gidiyor. Işığı söndürmeği unutma. Sesimin ne sakin bir ahengi var. Boncuk perdeler hızla açıldığı için sallanıyor. Elektrik düğmesi çevrildi. tpek bir perde hışıldtyor. Arbk odasında... Yataklığımm perdelerini «kı sıkı ortüyorum. Sabırsız parmaklarun • • iektnk düğmeuni çeviriyor. Tüylü, sırma işlemeli, yeşil terlikli ayaklanmı sedirin üstüne çekiyorum. Pijamamm yeşil ipliklerinden çıkan kollanm, ensemde kilidlenmiş, çenem dizkapağımda. Gözlerhnin renginde ki uzun ağızlığımla sigara içerken ona bakıyorum. Yazıhanenin üstüne iğilmiş birşey • ler yazryor. Henüz »imokinini çıkar marruf. Yeşil abajurlu lâmbanın ışığı o kadar hafif ki... Ancak yazıhanesinin üstündeki birkaç kâğıdla yüzünün bir tarafım aydınlabyor, odanın başka yerleri hemen hemen karanhk... *** Acaba elindeki iş mi bitmiyor?... Yoksa benimle konuşmamak için mi böyle meşgul... Bu kadar meşgul... Duvardaki büyük saat sabırsızlaş rıran bir yeknasaklıkla işliyor. Saatler ne bunaltıcı, ne uzun, ne sıkıcı... Koyu nefti duvarlarda nefti perde* lerin loşluğunda kocaman ceviz kü tübhanelerin sessizliğinde havayı ze hirliyen, boğan birşey var... Yerimden kalkryorum. Sundı y^yfh^n^nın üstündeyun.