3 Vm 1935 ! Cumhariyet '• LİYON MEKTUBLARIt Venizelosun Yaptıklan Yazan: Sablk Intellices Servis Şefi Sir Bazil Tomson Tarihten kırpıntılar; Müselles ve muz şerbeti! Halil Rifat Paşa, ikinci Abdiil • hamid devrinin kıymetsiz sadra zamlarmdan biridir. Fakat o, eh liyetli valilerdendi. Eğer kendisi lâyık olduğu yerde bıtrakılıp ta lâyık olmadığı yerlere getirilmesey di memlekete faydalı bir adam o lacaktı. Nitekim onun valilikle bulunduğu yerlerde bıraktığı eserler, bugün de adının anılmasına vesile teşkil ediyor. lşte bu adam elli yıl evvel Sıvas vaüsi idi, şoseciliğe büyük bir ehem miyet veriyordu. Daha doğrusu Anadoluda ilk şoseyi o yapmaya başlamıştı. O tarihte vîlâyetler, eyalet gibi bir şeydi, çok genişti. Sıvas ise en büyük ve nüfusu çok vilâyetlerdendi. Bir taraftan Trabzon, Erzurum ve öbür taraftan Ankara, Harput, Kastamonu vilâyetlerile ve Maraş sancağile sınırlanmıştı. Halil Rifat Paşa, Sıvas şehrini bütün bu vilâyet hududlarına ve vilâyet kasabalarmı da biribirine bağlıyan müketmnel bir şose ağı ördü. Uç bin kilometroya yakın bir uzunluk taşıyan bu yolların yapıl • ması kolay bir is değildi. Halil Ri fat Paşa, Osmanlı devletinin daima : tamtakır bulunan müflis hazines nden on para almadan bu müşkül işi becermeğe savaşıyordu. Köylüler, kasabalılar ortaya konulacak ese • rin kıymetini takdir ettikleri için canla başla çalışıyorlardı, yolları sıra sıra toprağm üstüne işliyorlardı. Halil Rifat Paşa, seyyar bir işbaşı vaziyeti takınmıştı. Durmadan, dinlenmeden dolaşıyordu, bazan amele arasına kanşarak taş kırıyordu, bazan kum taşıyordu. Bu suretle şevka getirdiği ameleyi de geceleri davul zuma çaldırarak eğlendirmekten geri kalmıyordu. Bu dolaşmalar sırasmda bir gün yolu Koyulhisara düştü, orada da ayni şeyi yaptı, amele sayvanları arasında çadır kurdurarak neş'eli bir çalışma âlemi yarattı. O, gündliz yorgunluğunu akşamlan rakı sofrasmda çıkarırdı. Koyulhisarda da gün batar battnaz çadırına çe • kiliyordu, kadeh kadeh üzüm su • yu çekip keyif kuruyordu. Koyulhisar kadısı ham sofular • dandı. Valinin akşamcı olduğunu işitince gevezeliğe başladı, ötede beride atıp tutmağa girişti. Yerin kuiağı var, demezler mi ya?.. Ha • Hl Rifat 'Paşa da aleyhinde söyle nen sözleri işitmekte gecikmedi ve bir gün kadıyı akşam yemeği • ne davet etti. Valinin sarhoşluğu nu dile dolayan kadı, şimdi ağzını değiştirmişti, paşanın nezaketin den, asaletinden detn vuruyordu ve bol sirke içip midesini vali sofra sındaki nimetleri kucaklamağa hazırlanıyordu. Ziyafet gecesi paşa, kerliferli vc boy kürklü misafirini çadır kapt sından karşıladı, üst başa geçirdi, büyük bir saygı ile halini ve hatt rını sordu. O sırada küçük bir tepsi üzerinde kendinin rakısı da getirilmişti, yanına konulmuştu. Paşa, mini mini sofraya yan gözle baktı, utanıyormuş gibi davrandı: Efendi hazretleri, dedî, bel • ki günah işliyorum. Huzurunuzda bu günahı işlemekle de ayrıca veb&Ie giriyorum. Fakat iptilâ, bir çeşid hastalıktır. Beni mazur görmenizi rica ederim. Kadı, fetvayı vermekte tereddüd etmedi: Zaruretler, haramı mubah kılar. Hastaya ilâç olarak şarab da verilebilir! Paşa kadehini doldurdu, yudum yudum içti, mezesini tatlı tatlı çiğnedi, gülümsiyerek misafirinin yiizüne baktı: Zatıâlinize de bir müselles getirsinler! Yobaz kadı, müselles denilen bir nevi şerbet bulunduğunu ve gene bu adı taşıyan bir boyadan da bahsolonduğunu işitmiş olmakla beraber onların ne yüzünü görmüştü, ne kokusunu duymuştu. Bu sebeble hık, rnık diyemedi, kaba ve cahil görünmekten ürktü, paşanın em rile önüne konulan büyük bir bardağı ağzına götürdü, içindeki suyu son cür'asma kadar yuttu. Bu konyakla viskiden, apsentten yapılmış berbad birşeydi, iki dakika içinde kadıyı çakır keyif edip bırakmıştı. Halil Rifat Paşa ikramını tatnarnlamak için bir de nargile getirtmişti. Tönbekisine esrar kanştırılmış olan bu nargileyi, yarı sarhoş kadı höpürdetirken eline bir bardak daha sunuldu. Vali, bu ikinci kadehi muz şerbeti diye yutturuyordu. Halbuki o da evvelkinden daha ber bad bir likördü. 5 Konservatuar Oda musikisi konseri Bu sene bir slra halinde ve muvaf fakiyetlerle başarllan Konservatuar konserlerinin on dördüncüsünü de per scmbe günü, zevkle dinledik. Bu kon ser tamamile oda musikisine tahsis edilmiş ve bu sebeble de Bethovenin pi yano ve ağlz sazlarlndan Oboi, Klâr net, Fagot, Korno için bir kenteti ile Goldmarkln piyano ve tellilerden iki keman, viola ve cellodan müteşekkil bir kenteti programa konmuştu. Bethovenin bizde hemen ilk defa işitilen bu sekildeki eserinde, Konserva tuarln ağlz sazl hocalarile piyanoda Ferdi Von Statzeri çahcl olarak gör duk. Mıbemol majör tonunda ve üç klsimdan ıbaret olan bu eserin birinci Allegrosunda çallş itibarile pek fev kalâdelik görünmemekle beraber Korno artistinin partisindeki güç bir geçi di gayet temiz surette bitirdiği göze çarplyordu. Eserin ikinci klsml olan Andantecantabile başladığl zaman tamamile Bethoveni dinlediğimizi anladlk. Birbirini takib eden .sololarla gü zel bir konu«uş şekli alan bu beş saz birbirlerile canlı bir ahenk ve beraberIik temin etmişlerdi. bilhassa bu nefis kontrepoini hakkile yaşatanlarln ba slnda klârnet san'atkârlmiz Cemil Cevdetle oboi muallimi Koblingeri gördük. EUerin sonuncu parçaslnl teşkil eden Rondo tamamile muvaffakiyetli ve tatlı bir canllllkla nihayetlendiril di. Programln ikinci ve son kismlnl Goldmarkln piyano, telli kuartet ken teti teşkil ediyordu. Goldmark memleketimizde hemen hemen tanlnmamlş, bir bestekâr oldu ğu gibi sibemol majör tonundaki bu eserini de ilk defa dinlemiş olduk. Bu münasebetle, eserin nasll çalindlğlnl anlatmazdan evvel biraz olsun kendi sinden bahsetmeği muvaflk buldum. 1830 da Romantizmin atesli kuca ğ'nda gözlerini açan Goldmark, bu slcak ve hulyall musiki âleminde binbir renk ve şiir dolu bir genclik geçirdik ten sonra 1915 te ölmüş, tamamile Romantik üslublu yüksek bir best<" • kârdlr. Oda musikisi sahaslndaki yüksek varllklarlndan maada onu drama tik sahada da muvaffak olmuş görü TÜZ. Bilhassa (Saba Melikesi) adll o pcrasl bu klsimda en başta gelen eserlerindendir. Oda musikisi için de yazdığı eserlerinin en başlnda piyanolu kenteti görürüz. ilk defa olarak dinlr digirhiz bu kentet/dinteyiciler üzerin de çok tatlı tesirler blraktl. Hiç şüp hesiz ki bunda çallcllarln mühim bir rolü vardl. Âli Sezai, Ferdi Von Stat zer, Muhiddtn Sadlk, Laşinski ve Irzet Nezihten müteşekkil olan bu grup bi zi eserin yazildlğl tarihlere kadar uzattl. Romantik devrin slcak ve şiirli musikisinde bir lâhza olsun yaşlyabildik. Dört klsimdan ibaret olan eser baştan nihayete kadar tam bir muvaffakiyetlc çallnmlştlr. Daha ilk başlanglcda gü zel bir beraberlik ve anlaşma göze çarplyordu. Birinci klslm ıhtirasla titriyen tellerin, tezadlarla vurulan mukabille rile canll bir surette bitti. Adagioya Çellonun, cana yakln ve temiz bir çallnlşile giriIdL Biraz sonra birinci ke manln da buna mukabele eden ayni güzellikle ortaya girdiğini ve diğer saz larin da iştirakile bir nevi baş döndü rücü musiki konuşmasi meydana ge tirdiğini gördük. Eserin en hulyall o lan bu klsmlnda muvaffakiyetli ve duygulu bir çallnlş göze çarplyordu. Üçüncü klslm olan Sehrzo da ayni güzellikle nihayetlendikten sonra neş'eli bir final bizi bu güzel eserin sonuna erdirdi. San'atkârlarln hususî kabili yetlerile bir kat daha canlandlrllan bu kentet dinleyiciler üzerinde derin bir tesir blrakmiştlr. Nuri Sarni Harbe girmekte ısrar eden Venizelos, Kralın barid cevabı önünde istifaya mecbur olmuştu! Sonraları, Venizelos yıldızına güveniyordu lelerle reddetmhlerdi. Bahriye IsYunanistandaki İngiliz Yunanistanın siyasî istikbalini tayin için 24 saat kâfi idi; fakat Venizelos bu kadarcık bile bekliyemiyordu ve beklemedi. Giridli, Yunanistanın, İstanbula girmekte çok geç kalacağından fena halde en • dişe ediyccdu. Onun içieı hamen ttilâf sefirlerine müracaat ederek «Yunan hükumetinin bitaraflığını tcrke» ve Türkiyeye karşı ileride yapılacak harekâta iştirake karar verdiğini bildirdi. Iah Heyetinin ikinci reisi deniz miralayı Cacdale kendi âmiri olan Amiral Mark Kerre yazdığı hususî bir mektubda şöyle diyordu: «Lord Kiçner, 1915 ikinciteşri ninde, Mundrosta bulunduğu za • man ingiliz Akdeniz filosu kumandanı Amiral dö Robek, beni Lord Nelson zırhhsına çağırarak Lord Kîçnerle görüştürdü. Lord, bana Kral Kostontinin Alman taraftarı mı, yoksa ltilâf devletleri tarafta rı mı olduğunu sordu. Ben de cevaben Lord Kiçnere, Kralın ne Alman dostu, ne de ltilâf taraftarı olma • dığını ve tnemleketinin menfaatine en muvafık olan şekilde harekete çalıştığını söyledim. Sonra, Lorda Atinaya giderek Kralla göcüşmesini ve bilhassa Çanakkale meselesini münakaşa etmesini teklif ve kendisini buna ikna ettim. Kral Kostantinin siyasetinde tenkid ve muahaze edilecek hiçbir sey olmadığı fikrinde bulunduğumu Lorda anlattım. Kral Kostantinle görüştük • ten hemen sonra Lord Kiçneri gördüm. O zaman Feld Mareşal bana şu sözleri söyledi: Cardale hakkı • nız var. Kral Kostantin merd bir adamdır. Ben kendisile askerce konuştum. Ne zaman istersek bizimIe beraber harekete hazırdır. Krala, 1916 da tekrar kendisini gör meğe geleceğimi söyledim.» Fransada ecnebi talebe aleyhine nümayişler Liyon niçin başka şehirlere benzemez? Otellerde sekizden sonra uyumak yasak! Fransız kadını ve hayatı • Haberleri bedava veren gazete Paris, Londra ve Petersburgda ki sefirlerine verdiği talimatta da nezdinde bulundukları hükumet lere ayni beyanatta bulunmalarını emretmişti. Venizelos, büyük erkânıharbiyenin mümessili miralay (şimdi General) Metaksas ile görüsürken ona şu sözle<~i söylemişti: < Teşebbüsiimün çok cür'et kârane olduğunu biliyorum. Fakat yıldızıma güveniyorum.» 6 mart 1915 te Venizelos saraya giderek Kralın karannı öğren • mek istedi. Kral Kostantin bir kararsızlık ve endişe günü geçirdik ten sonra nihayet kararını vermişti. Başvekil Venizelosun, sadece, ltilâf donanmalarınm Çanakkale B'»jazını zorlıyacaklarına istinad eden plânından vaz geçmek lâzım geldiğine kanaat hasıl etmi'ti. Kralla Başvekil arasındaki hararetli gcrüşmede Venizelos, keadi delillerinin, Kralın fikir ve kararını değ'ştirtemiyeceğini anlamakta ge cikmedi Iki adam arasında, feci ve uzun bir sükut başladı. Kral pen • cerenin önünde ayakta durmuş, sarayın bahçesnde tngiliz usulünde yeni yaptırdığı tenis kortiarını seyrediyordu. O esnada Yunanistanın talihi, bu iki adatnın arasında oy • nuyordu. Evvelâ Venizelos sükutu ihlâl etti: Haşmetmeab, anlaşamıyaca • ğımızı görüyorum, dedi. Kral sükunetle cevab verdi: Hiç olmazsa anlaşamıyacağımız noktasında anlaşmış bulunuyoruz, , ,, % . Venizelos hemen istifasını ver • di ve meb'usan meclisine kabine n!n sukuhınu bir etnri vaki olarak bildirdi. Kcallık Şurasında iki mü him îçtimaa sebeb olan meselelerden p?<rlâmentoda bahis bile e • dilmedi. : Ltyondan bir manzara Liyon: Mart Etudiant? Bon.. Laissezle Vasser. Paa de controle! Ve ben valizlerimi açmağa ha zırlanırken, gümrük memuru bir baş işareti ile «lüzum yok» diyor, geçiyorum. Fakat arkamden gümrük salonuna giren yol arkadaşla rım üç Türk tüccarını yirmi daki ka beklemeğe mecbur oluyorum. Onların yalnız eşyalarımı değil, iç çamaşırlarına kadar her tacafları nı aracnışlar... Fransa, okumak için gelen ec • nebi talebeleri böyle karşılıyor. Fransa toprağına ayak bastığım zaman böyle hususî bir muamelcye uğramıştım. Bugün onun üzerin den tam bir sene geçti. Ayni Fransa toprağında, ayni ecnebi talebe • ler için nümayişler yapıldığını görüyoruz. Gazeteler sütun sütun yazıyor. Halk eadişe içinde birbirine soruyor. Her kafadan bir ses... Ö • tede Fransız talebeler tabur ha • linde ellerinde bayraklarla sokaklarda dolaşıyorlar. Ve: A ba* les meteques! (Kah rolsun ecnebiler) Diye bağırıyorlar. Her büyük şehrin fakültelerinde grevler yapı • lıyor. Derse giren hocaları zorla sınıftan dışarı atıyorlar. Ne oluyor? Ne istiyorlar? Fransaya okumağa gelen ve herbiri senede bu metnle kete on binlerce frank para bıra • kan ecnebi talebeleri kovmak mı? Hayır... Bu bir düşüncesizlik ve münasebetsizlik olur. Ya ne? Çok basit: Bu ecnebi talebeler tahsil • lerini bitirdikten sonra Fransada yerleşmesinler. Milyonlarca Fran • sız aç ve işsiz dolaşırken, onlar iş bulup ekmeklerini ellerinden al masınlar. Yerden göke kadar hakları var. Hiç ahnmağa, gücenmeğe lüzum yok.. Kendi işimize baka • lım. Burada talebe grevi nasil ya • pılır, merak mı ettiniz? Bir hoca siniftan nasll atılırmiş? Tuhafmiza mi gitti? öyle ise anlatayım: Islıkla, yuha ile ve tebeşir yağmuru altın • da.. İsterse çok muhteretn, kıymetli bir profescr ve bütün Ftransanm kendisile iftihar ettiği bir alim ol •un; talebenin isteği ve hürriyeti önünde iğilmeğe, talebe cemiyetle • rinin tertib ettiği grevlere iştirak etmeğe mecburdur. Fakat haksız • lık etmiyelim; o talebeler yerine göre bu değerli ve ulu hocaya hürmet «tmesini de bilirler. Böyle bir profesör, dünyaca tanınmış bir a • lim ders verirken çılgınca alkışla • rın karşısında beş dakikada bir sözünü kesmeğe mecbur olur. Büyük kimya alimi (Grignard) m ders programı içinde kendi mühim ke şifleri büyük bir bahis teşkil eder. Her sene uzvî kimyada ders bu bahse geldiği gün Liyon fakülte sinde adeta parlak tnerasim yapı lır. Bütün Universite talebeletri o gün amfiteatrde toplanır. Hoca delice alkışlarla sınıfa gierer. Heye can içinde geçen bir dersten sonra daha çılgın tezahürler arasında kürsüden iner, gider. Fakat ayni profesör, ayni muhterem alim er • tesi gün zil çaldığı zaman sözünü bitiremezse ve dersi beş dakika uzatmağa mecbur olursa, ayak pa • tırdılan, sıralann yumruklanma • sından doğan gürültülerle zorla sınıftan çıkarılır. Liyon Fransanın en meşhur tah sil şehirlerinden biri olduğu halde ve hemen Paristen sonra en fazla talebeyi barındırmasına rağmen bu nümayislerde büyük b«r rol oyna madı. Bunun sebebini, ecnebi dostuğlundan ziyade Liyonlulann so ğukkanh tabiatlerinde aramalıyız. Evet, Liyon halkı diğer bütün Fcansızlardan aykırı olarak ciddî ve a ğır başlıdır. Fransızların bellibaşlı tabiatlerinden gevezslik, eğlence ve sefahet düşkünlüğü, aşırı sami miyet Liyonda pek göze çarpmaz. Belki soğuk ikiliminin tesiri.. Li • yonlu için biricik meşgale: KenJi mesleği, biricik meşgele: Kendi mesleği, biricik hırs: Para, biricik zevk: Müziktir. Burada Başvekilir. nutkunu gidip kimse alkışlamsz. Fakat büyük bir müzisyen geiip konser verse daha iki hafta evve linden tek bir yer bulunmaz. İçin • de müzik bulunan bir filmi görm^k için halk birbirini ezer. Nitekim (Bitmemiş senfoni) filmi yirmi ha.Ttadan fazla hiç ara vermeden gös terildifi halde gene her defa:ın da halk caddeye kadar sinemryı dolduruyordu. Burası bir tahsil şehvi olduğu kadar, Franranın en mühim sanayi ve iş merkezlerinden biridir. Livonu dolduran şu sekiz yüz bin kişi hiç durmadan çalışır. Bir sabah altı buçukta sokağa çıkarsanız, te lâşla işleri başına giden gene, ih tiyar, kadın, erkekten mürekkeb bir selin caddeden aktığıaı görür • sünüz. En geç saat sekizde herkes iş başında; talebe sınıfta, amele makinesi önünde, memur masasın • da, patron yazıhanesinde hazırdır. Bir otelde yatıyorsanız bu saatten sonra size uyku yoktur. Çünkü sa bah sekizde bütün otel boşalır. Ve garsonlar derhal odaları toplamağa başlarlar. Hem de müthiş gü rültü yaparak, şarkı ile veya ıslık la opera parçaları söyliyerek... Eğer sabah uykusunu seviyor da yatak içinde biraz keyif ypmak isti • yorsanız elbette küfürü basarsınız. Fakat o garscnu terbiyesizlik ve küstahlıkla ithama hakkınız yok.. Çünkü bu saatten sonra bir kim senin uykuda bulunacağını o h.z bir zaman hatırına getiremez. Fransız çahştığı kadar eğleamesini de biliyor. Akşam üzerleri. pastacılarda, çalgılı kahvelerde tek bir boş iskemle bulamazsınız. Zengin, faklr her sınıf halk bu saat lerde bütçesine göre bir yerde o ; turur ve (aperitif) ini alır. Bl yük kahvelerin önünde, bütün kaldıcrı mı kaplıyan tentenin altında dizili masalar yağmurlu ve karlı hava lrda bile • çok soğuk olmmak şartile hmcahınc doludur. Burada kahve hayatı garib bir hususiyete bürünmüştür. Bizimki leden en aykırı olan farkı müşteri lerinin ekseriyetini kadınlarm teş kil etmesidir, Bu kahvelerde; ailelerile beraber oturan en kibar, en ciddî kızların yanıbaşında adi so kak kadınları tuhaf bir tezad teş kil ederler. Fransanın meşhur (Poul de luxe) leri.. Sonra beri tarafta hassas, zeki, malumatlı, se vimli, temiz aile kızları... Tabiî her zaman kahvede otu rulmaz. Farzedelim ki, ay sonu • dur ve cebinizde tek metelik bile yok.. (Ayıblanmaz ya.. Talebelik bu!) O halde bedava bir egîerce bulmalı.. Şurada muhteşem bir binanın alt kat holünde müthiş bir kalabalık toplanmış. Binanın an tresini dolduran halk caddeye kadar taşıyor. ttişip kakışarak uğulduyor.. Haydi o tarafa gidelim. Burası Liyonun en büyük gazete lerinden (Le Progres) nin idacehanesidir. Mutlak gene mühim bir haber var.. Ya Almanya yeniden bir takım haklar iddia etti, yahud malî sıkmtı yüzünden kabine düsr.ek üzere, yahud da dünyanın bir tarafında büyük bir adama sui kasd yaptılar; isyan hatta h'b çı kabilir! Bütün bu kalabalık o meraklı haberin tafsilâtını resimlerile be raber adım adım takib etmek için gazete idarehanesinin önünde bekleşiyor. Çünkü burada, sabah ga zete çıktıktan sonra gece yarısma kadacr her yeni gelen haber ve telgraf idarehanelerin alt katında Lu geniş holdeki kara tahtalara dakikmsında yazılarak ilân edilir. Halk ta gece yarısma kadar bu salonu doldufarak bütün dünya haberle rini ilk vasıta ile öğrenmiş olur. Bu\LiitJen sahtfeyı çevtrtnizi Yunanistanın yardımı faydasızdı Yunan donanmasının ıslahma memur Bahriye Heyetinin reisi A miral Kerre, Çanakkalede bir Yu • nan fırkasının kullanılması ne dereceye kadar faydalı olacağı hakkındaki fikir ve mütaleası sorulduğu zaman Amiral şu cevabı ver • ınişti: • Yunanistanın, Bulgaristan harbe girinciye kadar, bitaraf kalması ttilâf devletlerinin tncnfaati itîbarile birinci derecede mühim bir meseledir. Almanya ve Avusturya • » Macaristan tarafından yardım gör*n Bttlgaristana karşı, bizim de Yunanistana yardım edebileceği miz bir vaziyet hasıl oluncıya kadar, bu bitaraflık devam etmeli dir. Eğer Yunanistan, hemen şim • di ttilâf devletlerine iltihak ederse Selânik iki ay içinde Almanların eline düşer, AlmanJar biraz sonra da bütün Yunanistanı istilâ eder ler. O zaman, Yunan limanlarını üssülhareke ittihaz eden Alman denizaltı gemileri de Akdenizdeki İngiliz nakliye gemilerini tevkif edip batırırlar. Kral Kostantinin, Bulgaristanın hakikî niyet ve maksadlan hakkındaki bilgisi, sonraları çok garib bir şekilde tahakkuk etmişti. 1914 ağustosu sonlarında Atinadaki Alman ataşemiliteri, Yunan büyük erkânıharbiyesinin mümes sili miralay Metaksası ziyaret ederek, Almanya, Avusturya Maca ristan ve Bulgaristan, beraberce Sırbistana hücum ettikleri takdirde, Yunanistanın ne yapacağım sor muştu. Miralay «derakab sefer berlik yaparız» cevabını vermişti. Alman ataşemiliteri, miralayı »e lâmlamağı bile unutarak kasketi ni kapınca çıkıp gitmiş, Metaksas, Alman zabitinin Alman «efaretha • nesine doğru koştuğunu görmüştü. Birkaç saat sonra, Bulgar ordusu, Sırb hududunda askerî manevralar yapmağa başlayınca Kral Kostantin, Almanya Imparatoruna bir telgraf çekerek Bulgar manevraları devam ettiği takdirde Yunan or • dusunu seferber edeceğini bildir • mişti. (Arkavt vari Rusyanın da, Yunan stanın da nöz'erı istanbulda idi Çanakkale seferi esnasında Yu nan kuvvetlerinin ttilâf devletle rine yardım etmemiş olması gerek harb içinde, gerek harbden sonra Kral Kostantine karşı bir hücum vesilesi olarak kullanılmıştır. Onun için, bu tneselenin bir tarihçesini yapmak lâzımdır. Garib b'Ir tesadüf neticesi olarak Venizelosun ltilâf donanmalarile beraber Türki • yeye hücum hususundaki teklifi ltilâf payıtahtlarında malum olduğu gün (6 mart 1915), Londrada, In giltere, Fransa ve Rusya arasında bir muahedename imzalanıyor ve bu muahede ile tstanbul Rusyaya veriliyordu. Fransız vesikalarıcıa göre, Çar • lık, Fransız hükumetine, eğer İs • tanbul kendisine vadedilmezse, Rusyadan ümid kesmek lâzım geldiğini bile bildirmişti. Bu, bir nevi diplomasi şantajı idi. Bu suretle, o tarihte, Rusya, İstanbula aid mese • lelerde hakem oluyor ve Yunanistanın, ltilâf devletletile beraber harbe iştiraki teklifini kat'î surette reddediyordu. Londrada imzalanan ve Istan • bulu Rusyaya vecen muahede gizli olduğu için, ltilâf devletleri, Yunanistanın teklifini, diplomatça cüm Amerikada eski muhariblere yardım Vaşington 2 2 (A.A.) Mümessiller meclisi 107 reye karsı 180 reyle eski muhariblere, yeni para çikararak iki milyar dolarîık bono verilmesi için teklif edilen patman kanununu kabul etmiştir. Ermeni cemaatinin balosu Napolide hava manevraları Napoli 22 (A.A.) Hava hücumlarina karşı müdafaa tecrübeieri yapilmiştir. Bütün sehir ve liman karanlık • lar içinde kalmiftır. Halk, büyük bir düipiin göstermiştir. rişti, sıçradı, hopladı ve nihayet düşüp sızdı. Ermeni cemaatinin evvetki akşam Tokatlıyan salonlannda ver • diği balo çok güzel ve neş'eli olmuş, sabaha kadar eğlenilmiştir. Re«mimiz bu vatandaşların toplanbsından bir sahneyi gösteriyor. Koyulhisar kadısı o gecenin sa • bahında kırgın ve bitgin gözlerini açınca başına gelenleri şöyle bir düşündü, müsellesle muz şerbetin den doğan rezaleti yarım yamalak hatırladı ve hemen sandığını sırt Iadı, bir katıra atladı, kimseye görünmeden tstanbula kaçtı. Bu ses* Kıvamını artık geçirmiş, cıvık bir hale gelmiş olan kadı oturdu ' siz kaçış Halil Rifat Paşaya haber verildiği vakit tecrübeli vali gü ğu yerde sallanırken dışanda da lümsedi: vul zuma başlamıştı, amele top Her geveze kadıyı kâğıd yatop raksedip eğleniyordu. Kadı, anzıp, tel çekip şikâyet edecek deği • cak üç beş saniye bu ahengi dinliliz ya. Bazan o gibilerin eline iki yebildi.. Ve birden yerini bırakabardak şerbet tutu?tururuz. Kendirak fırladı, kürkünü ters giydi, çalerini yolcu ederiz. Bugün giden yodırdan dışarı çıktı, amelenin ara baza da uğurlar olsun!.. sına karıştı, göbeğini kıvıra kıvıra M. Turhan TAN ve sakalını titrete titrete oyuna gi