olumı başka şeylere verdim. (Geçeri sayıdan devam) i AHVECİ Memiş, dışı mavi boyalı, geniş ağız- 4, toprak bir fincan içinde köpüklü ve okkalı kahvemi getirdi. Dumanı tüter kah- veden höpürdeterek, keyifli . bir yudum çektim. Adam, kahveyi höpürdetmemle bir- likte, bana bir daha göz ucu ile bakıp tekrar güldü. Ve ben bu gülüşüne mâna veremedimse “de, bir kahve ısmarlıyabilmenin 'verdiği gerek, diye düşündüm, ak- Kahvenin tavanı örüm- cek ağlarından gözükmü- düşen kara sinekleri kıs- kıvrak bağlayıp kanlarını emiyorlardı. Tavanın tam ortasından. sinek ölüleriyle dalu bir sinek .kâğıdı sar- kıyordu ve hemen yânında, yine sineklerin pisleyip ka- rarttıkları kalın bir toz ta- / bakâsiyle örtülü, şapkasız bir elektrik lâmbası, asılıydı. Badanası sigara dumanla- ırndan sararmış ve yer yer “dökülmüş küflü çivi yara- larını taşıyan duvarlara köşelerinden (o raptiyelerle tutturulmuş basma resim- ler, insanı yaşadığı günden , “ayırıp uyuşturuyor ve eski zamanlara, felâketli bir tarihin acıklı günler me. zârlığına atıyordu. Bir ta- elleri ve kolları tombul ve kuğu boyunlu, kabarik göğsünün üstünde bir beşibirlik ışıl- dayan, entarisi al üzerine kırmızı gül işlemeli, alnını Türk bandırasiyle sıkmış bir kadın oturuyordu, Gü- zelim boynunu bir kütüğe koymuştu, Ayakta duran Yunanlı bir zâbit de kılınçla kadının başını uçurmaya hazırlanıyordu. Onun ya- li resimde de İzmir anıy yüzünü Üzellen alevlerin arasından -kadın, çoluk çocuk kaçışı- yordu. “Yanan > İzmirin al- tında, bir İsviçre ineğinin resmi; beyaz dişlerihi -gös- tererek hayvanın memele- rini kavramış, oldukça gü. zel, —— kıyafette e 'bir k ylü kadını. sal ni Bir yk Re halar. ve (natür mort) lar... “adam yeleğinin' DİŞİ BELÂ HİKÂYE : Kahvemi daha bitirmeden, cebinden parasını çıkarıp verdi. Pa. rayı verirkende Memişe ahbapca bir göz attı, gü- lüştüler. Adam gazetesini buruşturup cebine soktu ve kahveden dışarı çıktı. Bu adam kimdi? Ne diye bana kahve 1smarlamışti ? Bir türlü sebebini bulama- dım. Kahve, içimde köpürdü durdu. ' Yağmur sokak aralarına ve teneke siperin üstüne “aynı hızla yağıyor, eye makta vlan akşamla gürültüleri, dünyada Yibir olan bi? adam için, daha ezici ve yürek burkucu bir hal alıyordu, Akşam üstüne doğru, adam, peşinde bir. kadınla tekrar kahveye girdi. Ka- dının elinde yazlık, ; sarıX zemin üzerine koyu kırmızı karanfil basmalı, yırtık bir şemsiye vardı, Kadın şem- siyeyi o kapatır < kapat. maz, sarı bez buruştu, yağmur suları bezin aralık- larından sızıp: kahverin es- ki tahta döşemesini ıslattı, Kadın, pm mete “iki yana çarpıtı bir kemerle sıktığı, en Otura otura parlamış siyah, “etekliğinin altından kıvıra- rak, tabanı kalkmış ve to- Faik BAYSAL pukları dış tarafından yen. miş çamurlu papuclârını sağa sola, daha ziyade bas- tığı tarafa yamultarak iler. ledi, Kahvenin içine, simlere, bana, kollarını önü- ne bağlamış salta duran bir köpeği andıran Memişe, ağlamış kanlı gözlerle baktı: Altına hasır bir sandalya çekip âğır gövdesini kalça etlerinin üzerine oturttu, Bana kahve ısmarlıyan üs. tü başı ıslanmış adama, Eskişehir işi beyaz iki bi leziğini 'göstermek “istiyen bir bareketle elini döndür- dü, bileziklerini şakırdattı, aki gelip : oturmasını işaret etti, Bu esnada da diger e'i ile yanına bir “iskemle çekip ilâve etti ; — Geberecoğim kocam, bizimkisi de yaşamak mı ki?.. Etlerim VE dl gibeyor. gunlukta Bunu mim eteğinin kaldırıp cansız gibi duran adama beyaz kalça etini gösterdi ve plâtin dişinin arkasmdan gençliğini ve bütün genç kızlık ümitle- rini haleti ruhiyesiyle, kendine acındırmak isteyen ai hisle gülümsedi ve sözüne de- vam etti: içim üşüdü; Vallahi! Ferman, ne dersin? 398. va kaybetmiş bir insan “ Gebereceğim, Vallahi ku- zum! Ferman' dudaklarını kı. pırdatı, fakat söyleyecek bir şey bulamadı. Gözlerini kadının inip kalkan göğ- sünde ve aynı noktada dalgınlıkla tuttu, Bir müd- det sıkılan, mahçup insan. - ların bubranını geçirdi, yü- zü kızardı, terledi, nedense sanki. yerin dibine geçti. Kravatiyle oynadı, etrafına can sıkıcı nazarlar fırlattı, emir kulu gibi ayakta bek. liyen-kahveciye seslendi : — Memiş, sıcak bir çay yap! Adam, çayı ısmarlar 1s- marlamaz, başını önüne dü şürdü, kadına bir daha bak- madı, Nedense iskemleler- den, duvarlardan, resimler. den bile utanıyordu Ken- dine dahi açık bir yürekle bakamıyordu. Kendi ken. dime, «insan bir muam- madır» diyenlere hak ve- riyordum Öyle suçlar var- dır ki, Meydana vurulmadıkları için zamanın içinde mezarları yoktur. Daima ayni halde, yumuk gözle ve hırçın birer yürekle yaşarlar, Kendile- rini meydana “getirmiş olan kalpte, ehemmiyetlerinden fazla tahribat ve hasar ya- parlar, Efendilerini sivri dişlerle içerlerinden kemi. rip yavaş yavaş bir insan şekline girerler. Ne kadar zorlansalar da, bu Suçlu in- sanların tuttukları yol me- zarlığa gider, Halbuki cemi- yet daha anlayışlı olsa ne olur ? İnsanlar, akıllarının menettiği ve ho or gördü- ğü suçları işleyecek kadar zayıf; ve suç işleyen aynı yürekle iyilik yapacak. acı- yacak, ağlıyacak kadar, bü. yüktür. Kendi kendisini ne- damet dufarak affeden bir insanı, aşağı yukarı aynı insanlardan vücut bulan bir cemiyet, aralarında affedil mez bir suç işledi ei niçin affetmesin ? Adalet yerini bulacaksa; ilk örci ii Kn doğan insanları zehirliyen cemiyetleri cezalandırmak ma Potas, et, pıhtı, kan e kemik olandan her şey siir Beklenen her şey kötü de olsa, affolun- maya e ıktır (İki ia sonra bitecek)