Bir imi EÇEN gün, işimin başına gider- fı ken, serin olsun diye çatısı al tından: geçtiğim eski bir han i- çinde geniş bir mağaza gözöme çarptı. Burada o kadar çok para kasası vardı ki, bir kısmını: içerde yer olmadığı için ka- pının önüne yığmak zorunda kalmışlardı. ihtiyar bir adam, -her halde bekçi w- lacaktı- bu boş kasalara kimsenin el sür- miyeceğine, el sürse de alıp. götüremiye - ceğine emin olmanın verdiği derin rahat - lık içinde horul. horul uyuyordu. Kaza - lardan çoğunun kapağı ardına kadar a - çıktı. Ve hepsi de, ma alâmetini bir saltanat tacı gibi alınla- ayni fabrikanın fir- rının üzerinde taşıyorlardı. Kasanın kulağına «eğilip. sordum: — Nasıl? Sen de ağabeylerin gibi yal- nız mideni doldurmağa mı bakacaksın ? Kapağının iç: tarafındaki firması, bir sorğüç gibi sallandı: — Ne sandın ya? Bir kasanın vazife- DİLIMIZE GİREN ECNEBİ KELİİ İMELER Lüyatçemiz em I (Kabul, tamam) Oz Baki aap 3 (Daktilograf - ya). DAMPİNG: 2 D ANS: 2 DANSÖR: 1 (Danscı erkek) DANSÖZ: 1 (Danscı kadın) DANTEL: 3 (Dantele) DARVİNİZM: 2: (Darvinizma) DEBARKMAN: | (Tahliye) DEFİNİSYON: 1 (Târif) DEĞUTAN: | (Kötü, iğrenç) a şam I (Mütereddi) — Asla kullanmayacaklarimiz. Kütgulık- ii gösterilmistir, 2 Aynen b p halk sivesine tasli ede: cok > ei 3 MEN DİLCI. salk. tan türkeli alihi. Şekilleri > Salâhaddin GÜNGÖR si, sadece dolup taşmaktan ibarettir. E- ğer biz de Aynoz küpü gibi içimizdeki - leri dışarıya sızdırmış olsaydık, taklarımız suç Or- kaçacak delik bulamazla”dı! Bereket versin ki; Ne . sahiblerimiz kulağımız işitir; bir balık gibi sessiziz. hakkında' söylenenleri ne de biz ağzımızı açıp kimseye bir sır ifşa ederiz!.. Sırasında anahtarlarımızı cebinde gez diren adam bile . sa ığımız servetin nereden gelip nereye gittiğini farkede - mez!., Harbi insanların başına açan kimdir? : Diplomatlar mı? Askerler mi? Totali - ter rejimler kurarak milyonlarla insanı esir gibi çalıştıran büyük şefler mi? Ha- yır, hiç biri değil, dövüş devrini de ba - rış devrini de, 'biz açar ve biz kaparız! Doğudan batıya, kadar, ocaklarını, bizim idare ettiğimizi hâlâ an- güneyden kuzeye yeryüzünün. bütün hile ve' fesad layamadınız mı? Filistinde arabla yahu- diyi birbirine kim düşürdü? Mısırda fel- lâhları kim ayaklandırdı? Amerikada bü- yük kitle gırevlerini kim hazırladı? Hin- Ydistanda İngiliz düşmanlığını kim doğur- du? Rusyada bugünkü durumu kim kur- du? Şurada şu ihtilâlin, burada bu karga şalığın oötede şu felâketin tohumlarını kim ekti? Boşalan Alman kasaları kar- şısında dehşete düşmeseydi (Hitler), o çılgınca harekete cesaret edebilir miydi? Habeşistanı dağlarında “altın bulabilmek ümidi olmasaydı (Musolini): saray bal - konunda .nutuk söylemek dururken, o meşhur ordusuyla (Negüs) avına çıkat mıydı?.. Bize hor bakma dostüm! Ka : sa, dünün dünyasına olduğu gibi yarının dünyasına da hükmetmekte devam ede - cektir. İstanbul halkının altına Gök hücum ettiğini görmüyor musun? Zaferlerin bü “tün tılsımı, küvvet ve kudretin bütün sihri bizdedir! i Direktifimizi dünya kurulduğu gün şey tandan. aldık. :Akıl hocamız hâlâ odur. Kime nereden bir fenalık. gelirse. bizden bil in, Kocasını aldatan kadınlar ilk der- si, zengin âşıklarından bir kasanın başın: da aldıklarını inkâr edebilirler mi? Ka- sa, yaratılmaşaydı, kese sahipleri hiç: şüp- / he yok ki şimdikinden çok daha Mesut olacaklardı. Kesenin dibine dari eken biz olduk. Bır gün beni de, ötekiler gibi, bii müşteri beğenip yazıhanesine götülecex Ben de öteki kasalar gibi dolup dvlup reketini; belli ticaret kaidelerine uydu - rup kâr hadleriyle kanaat edecek olursa, çok geçmeden yeni bir sahip. değiştir - mek zorunda kalacağıma züphe etmiyo - rum. Belki de bir takım zavallılraı eline düşüp en sonunda işe yaramaz bir mal haline geleceğim. Yok, eğer talihim ya- ver olur da büyük bir madrabaza kapı- lanacak olursam, yaşadım gitti, Ahl Çek- meceletimin içini pırıl pırıl altınlar, saşıl ışıl mücevherler, büyük kâr getiren tah - villerle tıklım tıklım görecek miyim? ş kasa, boşboğazlığını belki de da- ha uzatacaktı. Fakat bekçi çarpılan boy- nunu düzeltmek ihtiyacı ile uyküsundan u i yanmıştı. Şu dakikada bana öyle geldi ki, içi harp suçlulariyle dolu bir mahke- me salonundayım. Ve bütün bu içi boş kasalar bir ağızdan haykırıyorlar: ski — Onların ne suçu var! Asıl büyük - suçlu biziz. Dünyanın düzelmesini isti - yorsaniz bizi ortadan kaldırın!.. Derken: bir dostüma rastladım; bir bankada kasadar bir dost... Kendisine böş kasalardan dinlediğim nutku anlat- tım. Ne dese iyi: — Sorma birader! Bana da her gün bizim içi dolu kasalar ne diye bağırıyor bilsen: «Aptal! sodece bizi açıp kapa - mak salâhiyetinle, eline haremin namu'u emanet edilmiş bir ameliyatlı ağadan ne farkın var?» MERE Mukabil şart EÇEN hafta, kabul günlerinde ev sahi“ bine ait şartları hülâsa ettik; şimdi de mukabil, yani, ziyaretçi cephesine bağlı epi mutlâa edelim: 1 — Meclislerde daima sözün ve alâkanın merkezi olmak isteyen MAYİ ve çek ler ğe - Eşyaya ve eve kârş ıtecessüs çirkin” ür. — İlk tanıştığı insanlarla yersiz lâüha- iler ve birini ötekine yersiz tercih ve, tak- tim vaya çirkindir. a vakar ve herkesin aka v — Daima v kd merkezleşmek. 5 -— Herkese hal-ve- asiye sü ki ayrı alâka... - Arada bit zârif, nadir ve e trene ev “sâhihlerini memmun etmek... — Temiz ve 'soylu giyim. zarafet; “asa” let, peri ve sıkmavıci -sohbeti.. . “ Neslihan KISAKÜREK ig