Üp MUAMMASI Mahmut Yesari (Büffon), «üslüp, insandır! de- mişti. Recaizade Ekrem, bunu, dilimi- ze müseccâ olarak tercüme etmiştir : «Üslübu beyan, ayniyle insandır.» Üslübu inkâr etmek, insanı inkâr etmektir. Evet, üslüp «bizatihi in- san» dır. Fakat bunun edebiyattaki mevkiini, kıymetini, kuvvetini biraz ayarlamak lâzımdır. Her muharririn bir üslübu, daha açık bir anlatışla, bir yazı tarzı var- dır. Edebiyat çerçevesine girmeyen- lerde bile bu, görülür. Buna <billür- laşma> da diyebiliriz. Bu, kaçınılmaz bir KYA azılar ya (sübjektif) enfüsi, > hut Gin âfaki olur, Fakat neviden olursa olsun, hiçbiri Pin çeşnide yazılmaz. vet, kuvvetli muharrirler, aynı fi- kirleri, aynı mevzuları, kendi çeşni- Nesir: Cocuklar kşam odamda oturup sokaktaki ço- cukların oyunlarına, neşe ve ciddiyetic oynayışlarına bâkarım. Esiralmacalar, birdirbirler, kaydıraklar, köşekapmaca. rmış gibi şımıza benzer ocuklar da bizim gibi, kazanırlarsa sevinir, kaybederlerse küsüp ağlarlar, dünyada her mahlük, ne büyük bir ihtirasla kendi istidadı icaplarının esiri... Döğüşen kedi, hayatının en mühim hadiselerinden birini işlediğine kanidir; keskin tırnakları, sivri dişleri ile hasmı- na saldırıp kulağını yırtmak, gözünü kör etmekten daha büyük hangi zaferi kaza. nabilir? Bilmez İri, bu kanlı kavgaların en kıziştığı Anda bir insan ayağının tekmesi bu zafer ve hazimet dâvasını ne kati bir hükümle istihfaf edebilir. caba biz de mücadelelerimizi sey. reden ve onlara bir tek darbe ile hâkim - ciddiyetle oynayı. vincimizi, kederimizi bunların cezr ve meddine terketmek safdilliginden kur. tulacağız! Samiha AYVERDİ leriyle yazabilirler. Fakat hep, şahsi temayüllerine göre yazarlar. Fikirler, mevzular, çok değişiktir. Muharririn (karakter)ine isyan eden fikirler, mevzular olur. Bazı istisna- ları - meselâ (Şekspir) - dışarıda bı- rakırsak, orta muharrirlerin değil, de- hâların bile (karakter) leri dışında sen- delediklerini, kısırlaştıklarını (o görü- rüz. (Rasin), (Korney, bunun en canlı misalidirler. Komedyaları, tracedyala- rının yanında cüce kalır. Fuzuli, Ruhii Bağdadi, Nef'i, Baki, Nedim, Şeyhi Galip, Ziya Paşa, Fikret, Yahya Kemal, üslüpları tebellür etmiş şairlerdir. Süleyman Nazif, şiir de yazmıştır; fakat, şiirlerinde Süleyman Nazif yok- tur. Ahmet Haşim, hem şiirde, hem nesifde ayrı ayrı üslüp sahibiydi. (Viktor Hügo) gibi... (Moris Bares)in şiirleri, nesri kadar kuvvetli değildir. «Du sang; de la volupte et de la mort» muharriri, nesirinde, şiirlerinden daha çok şairdir. «Vilye dölil Adam» dahi hem şiirde, hem de nesirde kuvvet- lidir. Fakat böyleleri, parmakla gös- terilecek kadar azdır. Muhakkak ki, muharrir, üslübiyle doğar. Bilhassa sanatta, zorlamak ol- maz; «tasannu> sanatı öldürür. «Üslübu beyan, ayniyle insandır» diyen Üstadı Ekrem, «Araba Sevdası »n- da, «Demdeme», «Zemzeme> şairi de- ğildir. Türkçede ilk mizahi roman «Araba Sevdasısdır. Eğer devrin ica- batından olan ağdalı yazış tarzına da sapmayıp konuştuğu ve düşündüğü gibi yazmış olsaymış, Üstadı Ekrem, hakikaten «üstad» olacakmış... Eşref, heccavlıkta, Süruri'ye ya- kındır. Fakat Süruri kadar hususiyeti yoktur. Nef'i, «Sehamı Kazasında eş- sizdir. Ziyâ Paşa da «Zafername» de, <Zafername Şerhi»nde öyledir. Gelge- lelim, biri «Divanında, öbürü «Tercih ve Terkibi Bend» inde olduğu kadar kuvvetti değillerdir. Bazı muharrirler, zorla üslüp do- gurmak istiyorlar. Üslüp, kendiliğin- den tekevvün eden bir kuvvettir. Me- selâ Refik Halid'in kalemi «satir po- litik»>e yatıyor. Fakat, romanlarında, hikâyelerinde girift, dolambaçlı bir üslüp kullanıyor. Acaba, hangisini edebiyat farzediyor? Evliya Çelebi'nin üslübunu inkâr edemeyiz. Bizde, Tanzimattan sonra dahi, gerçek üslüp sahibi, tek muhar- rir çıkmamıştır. «Üslüpkâr» sanılan- ların üslüplarındaki şahsiyet, sun'i tertiplerden başka bir şey değildir. Mevzuun emrettiği bir üslüp var- dır. Üslüp sahibi muharrir, üslübunu mevzua intibak ettirebilendir. 0 pl Fıkra, küçük hikâye, büyük hikâ- e, roman, hâtıra, seyahat, komedya piyes, tracedya, şiir, tenkit ve saire ve saire, başka başka üslüplarla ya- zılmak mecburiyetindedir. Bir hikâyeci, her hikâyesini aynı üslüpla yazamaz. Yazabilir, amma, mevzuun ruhunu öldürür. Şahısların konuşmaları, vakaların gidişi, hepsi, hepsi ayrı şartlar içindedir. Muhatrir, mevzu ne kadar gözünün önünde olursa olsun, mevzua tahakküm ede- mez. Çünkü, vakayı ve şahısıları ta- sarladığı halde, vakalar ve şahıslar yalnız kendisinin mahsulü olmadığı, hilkatin malı olduğu için, tamamiyle kendisinin değildir. Bir «vodvil», bir tracedya üslü- biyle yazılamaz. Fuzuli «Şikâyetna- me> sini, kendi «yanık âşık» diliyle yazmış olsaydı, bugün okuyan ol- mazdı, Üslüpçuluk, bir doğuş kuvveti ol- makla beraber, çok tehlikeli bir can- bazlıktır. Bu kuvveti, maharetle kul- lanmak lâzımdır. Mevzu, üslübu yener ve üslüp yenilince, muharrir de yenilir. Bir muharririn yazılarında üslüp nasıl dekovil, nasıl teessüs eder?. u, bir inoadımadir, Sun'iliğe kapı- lanlar, aldanırlar. Bizde, neden üslüpçu yetişmiyor?. Lisan istihalelerini de biraz gözönün- de tutmalıyız. Fakat, buna rağmen yetişebilirdi. Yetişmemesinin sebep- lerinden biri, en başlıcası «tasannwu sanat sanıp yaptıkları işde muvaffak oldüklarına inanmalarıdır. Reklâmlar ve arkadaşlık gayreti güdülerek ya- zılan tenkidler de bu kanaati destek- lemekte ve körüklemektedir. Üslüp muammasını, ne zaman hal- ledeceğiz ? Gelecek nesillerden bunu bekliyoruz; ve lisanımız son istihale- sini geçirdiği için artık bunu bekle- mek de hakkımızdır. Öz ve hakiki Türkçenin üslüp ma- yalaşmasını da bize (Büyük Doğu) getirecektir. MAHMUT YESARİ Bundan tam bir yıl evvel dün- yaya gözlerini yuman Mahmut Ye- sari, eski (Büyük Doğu) zamanında, onun mihrakı etrafında toplanmış olanlardandı. Ölümünün yıldönümü münasebetiyle geçenlerde mezarı başında toplanılan Mahmut Yesari- nin, bu fırsattan faydalanarak vak- tiyle bize verilmiş yazılarından bi- rini neşrediyor; ve kendisine, bütün mümin ölmüşler arasında rahmet ve gufran diliyoruz.