(Baş tarafı sayt 43 de) Beyoğlu kalabalıktı. (Neon) reklâmları renk renk, insanların yüzlerine türlü ihtiraslar işliyor- du. Sağ tarafa geçerek Tünele eder, çarpıl- mak tehlikesinden kurtulurdum. Konuşa konuşa Yüksekkaldı- rımı indik, köprüyü geçtik. Sa- dık, harıl harıl, Yunanistanday- ken (Korfu) adasında nasıl bir tü. tün tarlası yaptığını, hususi bir (Havana) çeşidini elde edemediği- ni anlatıyordu hızla Babıâliye gelmişiz. Mecmuanın yeni taşındığı binanın merdivenlerini de tırmandıktan sonra, kapısını vurdum. İçerden vpn ses : Buyurun ! Dedi. Sadıkla Girdik ama, dev d rabat ve yavaş hareketlerle gidip, herzamanki yerine kurulmasına mukabil, ben, kapının yanında bir ân yüke and Bu, gününe gö- re Es bir ektile makinesinin önünde, beni kâğıt komisyoncusu zanne- den kızeağız oturuyordu. — Gel yahu, nerelerdesin ? Hani resim? Feryadıyle ister istemez, ma- saya doğru OEM Fi verdim, Pita ilk sözü: — güzel Deme ek oldu. İhtiyarsız bir hareketle, Sadığa bakmışım. O, gözleri duvarın kireçleri üstünde, hayali bir (fresk) çizmekle meş- guldu. Biraz konuştuktan sonra, daba fazla kalamıyacağımızı bissetti- gimden, kalktım. Sadık da kalktı. (Patron), bu gidişten memnun, bizi kapıya kadar geçirdi. Girer- ken dikkat ettiğim bir sandal- yaya şa bu arada. Zira ak- lm alacağım parayla daktilo kız arasında boçalıyordu Kendimizi sokakta bulduk. Sa- dık sord — Vermez öyleyse.. — Bilmem... Bir ân durduk. Dönsek... Tek- midemizin — Mi sırasını buldun şim- di... Bu akşam olur mu yahu dık, o sessiz sezişiyle dü. şüncelerimin esintisini sinsi sinsi /t izlemişti, O da benim fikrim- deydi. , dedi, yarın sa- > dokundu” ee gel. Bulu- Ne yapacağzı» diye sormak bile aklıma gelmedi. Yapılacak tek şey vardı : Yürün ek. Köprü. yü geçmek, Yüksekkaldırımı çık- mak... Gittikçe artan kalabalıkta itile kakıla beşinci kata kadar varmak... Yürüdüm. Ortalık iyice karar. sesleri (o kulaklarımda baş ağrısı verecek kadar gürültü ediyordu, Köprüden geçerken, vapurlardan biri düdük çalmağa başladı. Gözlerim sulandı. Ne acı sesti bu yarabbi | Beşinci kata vardım. Ke dimi divanın üzerine elbisemle bırakıverdim. Gözlerim camlar- dan tavana vuran kızıl, leylâk rengi ışıklarda, bir müddet nefe- simi ayarlamakla uğraştım, Uyu. muşum, . Küllük, Beyazıt camiinin Ak- alâkalı olup da Küllüğü bilmeyen bir kimseye rastlanamaz denebilir, ortalığı razi parçasını canlı, kımıltılı bir uzviyet haline ZAVİR GÜVEMLİ koyuyordu. Islak iskemlelerden a w ledim. Beklemeğe başladım Ancak üç saat sonra camiin sert köşeli duvarını dönerek, Sadık göründü, Her zamankinden daha yavaş, her zamankinden daha iyi ; yabut, bana öyle geldi. Tramvaylar sık sık işliyor, Beyazıt durağı âdeta müsavi fa- sılalarla benekleniyordu : Renk ren ım genç kızlar, şap- kalı, şapkasız erkekler.. | Havaya rağmen şapkasız gezen- ler çoktur. Fakat, Sadık gelince, etrafı göremez oldum. Dostumun tarih öncesi hayvanlarını andıran dü- şünceli ve yavaş bareketli bali beni meşgul etmeğe yetti. Göz- görmediğim bir dalgınlıkla izah etti : — Efendim, akşam, yine bu- ralardaydım. Gece yağmur yağdı. iyice ıslandı. dım bu saba dar epey vakit geçti. Daha mü- himi, evinde oturduğum adam dün bir iş kazasına kurban git- arısı üç yetimiyle benim banisi kaldı. Ne yapacağımı bi- lemiyorum. Evini hiçbir arkadaşının bil- mediği, en mahrem ruh halleri kadar yaşadığı dekoru da gizle- yen bu ellilik arkadaşıma baktım. Bunca hayat tecrübesine rağmen, rinde nemleniyordi yazdığı Fransızca şiirleri okudu. Heygidi Sadık | Birlikte kalktık, Kapalı Çarşı- a gidecek, oradan Babiâliye ge- cek ve <bir yksek bakacak- > işin. Sahaflara çıkan eşiği atlarken, erk “halinden umul- mayan bir kat'ilikle, sol taraftaki kitapçıya bakıp «bir mısra» söy- ledi : «Döner kebap dönmez olsun!» e bu mısra, sonradan, baş- kalarının ağzında şöhret kazandı. Nuruosmaniyeye çıkarken gün- lük gazetelerden birinde çalışan bir arkadaşımıza rastladık. —Aman, dedi, seni arıyorlar... Cemil birdenbire (omemleketine . Gazetede birkaç ay için bir EN ressamına ihtiyaç var... Hem uğrayıver İ.. Ve uğradık. İş oldu. O gün, Sadığa bir ziyafet çektim, Filibeli Sokağa çıktığımız sırada : — Muvakkat de olsa bir bal- tanın sapısın. yi müddet görü- yemiyesakiar. - Neden iğ pl m? — Ahbaplığı iler e m de ondan. sip i iş- diüler arayacağım. — Lâtife ediyorum, Bir iki lerin «bir çaresine» bakarım... Koca Sadık! Dedelerinden kalan birkaç parça malı mülkü olmasaymış, b şa kadar nasıl gelebilecekmiş? Yetimlerin talii- ne gıpta ederek ayrıldım ondan. Bütün gün, evs hiç uğrama- dan, başıboş dolaştım. Bunun zevkini herkes bilmez. Dünyada kendini yalnız hissetmek, hürri- yetinin sağlamlığını bilmek ve tmak her zevke benzemez ! ben yorgun, İstanbul sokakları İİ bezgin bir hale gelince, Nuruosmaniyeye çıkarak gazeteye döndüm, Günlük gazetelerin birbirine (o benzeyen merdivenleri, birbirine benzeyen rika, günün meselesi falan, filân... İcap eden malzeme de, nadir gö- rülür bir isabetle, bir başkasının çalışmakta gr gunu âdeta unutmuştum.. Bu tar çalışmaya yabancı da eliniz rşiv memuru olduğunu son- yalnızdık .odada. Bir iki saat sonra, resimlerimi kılişeye gön. dermek üzere zile bastım. Gelen hademenin arkasından, bir genç kız da odaya girdi. Ka lâmba o kadar pis v derece hafifti ki, birdenbire, ya (Daha dört sayı devam edecek)