Zavallı Türkçe! Çocukluğumda Selânik Askeri Rüşdiyesinin son. sınıfında Cevdet Paşanın (Tertibi Cedid Kavaidi Osma- niye) sini oku- muştum. Hocamız, idadinin Edebiyat muallimi iken askeri rüşdiyenin de (Kavaidi Osmaniye) muallimliğine ta- yin olunan rahmetli muallim Cudi idi. Bu zat, zamanının güzel yazarla- rından biriydi; şairdi de... Nesrinden bir kaç satır örnek vereyim... Bana okuttuğu bir nutuktan ezberimde kal- mış bir parça «Hayat, ki insanın iradesine tâbi olmayan bir cereyandan . ibarettir, Bahrımuhiti mazinin ağuşu âmikına piveste ve insibap etmektedir. «Enharı hayatı beşeriye muhtelif safahattan güzereyler, ki safahatı mez- n İş ve Hedef: Eski bir eser Şehzadebaşından Vefaya Sine yolun sağ köşesini, büyük vezir İbr paşa- nın hayratı süsler: Nefis bir ei veri bir çeşme, gayet güzel bir mescit, bir kütüphane ve önü İikişme bit (darülhadis), ortade bir şadırv: Doğduğu köyü “Türkiye harim ag bir Ünkyasikd yapan ve kendisi de Tür- kiye kütüğünde ilk Nevşehirli yea vata- nımıza binbir hizmeti arasında matbaayı getiren bu büyük teceddüt adamının kabride, hayratının bir köşesinde, cadde tarafındaki armaklıkların önündedir. Sebil, emsali gibi muattaldır. Çeşme akar, teknesi yerle bir olmuş; mescit mâmur- dur; kütüphane galiba bir depo olarak kullanılıyor... (Darülhadis) e gelince... Bu gün bir harabedir; ve bu harabenin şöyle hazin bir tarihçesi vardır: Beş yıl evveline gelinceye kadar bir kaç hücresinde, kimler olduğu meçhulüm bir aile barınırdı... Kubbelerin kurşunları da cokts> s0 1 bul d siri yoğ seli m ve beki i ve menahili bir vaz'-ü şekilde imtidat etmeyip lâtif vâdiler, münbit sahralar, bihişti mâmureler, firdevsi meşcereler, mütebessim güneşli çemen- zarlar, giryan bulutlu kühisarlar, şelâ- lemsi vartalar, inhinalı giriveler, ivicaclı rudklardan geçer ki, biz bu menazırı area eyyamı hüz-ü sürur deri Ne ağdalı ibare değil mi? Fakat bu nutuktur ki bende, daha o yaşta, edebiyata heves uyandırmıştır. Biz, bu ibaredeki kelimeleri, izafi, tavsifi eler mürekkep sıfatları biliyor- Böyle olmakla beraber, açık Türk- çe yazmayı daha tabii buluyordum. Gel zaman, git zaman, 1919 da Selâ- nikte Ali Canibin çıkardığı (Genç Kâlemler) de beg lisan) meselesi gö- rününce, oradaki yazı yazan arkadaş- larımızın e hepsi, bu cereyana k. vardı ki, bunları Ziya Gökalp billür- epi Bu prensiplerden biri: «Bir . başka en kelime alabi- lir, Kaide alamaz.» dı. Gerçek, dün- yanın meni. dilhağidon hangisine baksanız, önda başka dillerden alınma bir çok kelime görürsünüz. Halk dilinde türkçe karşılığı bu- lunan kelimeler, halk diline girmemiş ise türkçede “hayat hakları vo (El) varken Arapça (yedi), rsça (dest) kelimelerine elbette rr yer olmamalı lir (Şeyhülislâm), (nazarı dikkat) gibi artık herkesçe bilinen klişe terkibleri kullanabilecektik. Fakat «<ha- yatın akışı» demek varken, «cereyanı hayat», «mecralar n <mecari> «kıyilar» varken <sevahil gibi terkip. leri, cemileri kullanamazdık, Balkan Savaşından sonra (yeni lisan) dâvası aldı yürüdü. O zamanın genç yazarları çarçabuk bu cereyanı benimsediler. Türkçemiz günden güne daha güzel bir şekil Mia başladı; ifade unsurları zenginleşt Lâkin karşımızda yine eskisi gibi Arapça, Farsça kelimelerle terkipli dil kullananlar yok değildi. Bunların için- de kültürleri, kalemleri kuvvetli ya- zarlarda vardı. Bunların dili artık an- laşılamıyacak bir hale gelince, (yeni lisan) güzelliğini, sadeliğini artıracak, yazma dili ile konuşma dili arasında, ayrılık azalacaktı. rken karşımıza atıp, dilin, ölü kelimeleri dirilterek, yahut eski bir yeni, alışılmamış kelimeler Kii bütün akıcılığını kurutmak istediler Tasfiyeci dediğimiz bu dil işe ları, bir kaç yıldanberi sathi bir fere ulaşmış gibidi eld Yalnız halkın değil, okur yazarların bile anlayama- dıkları kelimeleri, güzelim Türkçenin pi doldurdular, Bir zamanlar, ben e bir moda gibi önüme çıkan bu tec See pi fakat yapayım beni Türk dili Aa rak YAĞA kadar kula- ğımı kemiren bir çok kelime kar- şısında, gerçek yola, halk Türkçesine d zorunda kaldım. «Verim» gibi, «önem> gibi hoşuma giden keli- meleri terviçten geri durmadım. Türkçe, güzelliğini, kaypaklığını, , medeni bir dil olmak kabiliyetini kay- bediyor; ve devirler ve asırlar bo- yunca, hep bir efendiden öbür efen- dinin İamağine yer değiştirerek kendisi daima köle ve sömürge hayatı sürüyor. Bizi İstiklâl Savaşiyle (mekân) da kurtaranlar, (zaman) da kurtarmak şöyle dursun, ne yaptıklarını biliyorlar Ruhun İstiklâl Savaşı dilde başlar! Yılların tonlarla döktüğü yağmur ve karı sünger men bu kubbeler bir gün çökmeğe mahkümdu. Yapılacak iş, onları elimizle indirmek, yenisini ördürünciye kadar, asıl yapıyı ve bu arada bilhassa revakların gayet güzel mermer sütunla- rını tehlikeden kurtarmaktı. Gelip gören olmadı, . yazılanları okuyan bulunmadı. Nihayet Gi yıllarda İstanbulun kışı şid- detli oldu, beler yarım metre- çöktü; çökerken dayandığı kemerleri ve sütun başlıklarını sarsıp kanırttı,.. Kemer dağılıp çöktü, o canım mermer sütunlar o param parça oldu. eski ve nefis eserlere karşı ter- biye ve ötdzeki miz! Ropat Ekrem KOÇU 243 Adesenin göziyle her hafta bir iş ve hedef: çısı diyor ki: «Maymunlardan Lay bizi, en gerçek ve en soylu İslâm a aşağı (Büyük Doğu) fotoğraf- Garp kopyacılığı, ölü ve ölüm karşısında an'anelerimiz yerine işte bu en çirkin ve en gülünç çiçek ve bando mızıka Br ŞE sürükledi.»