Kahvehane gençleri arasında ye şebrinin içinde bir de kahvehane hayatı varki, onun da kendine mahsus bir yaşama şekli mevcud... Eyüple Maltepeye, Yeşilköyle (Rumelikavağına kadar şehrin her mahallesinde bir, iki tane bulunan; Tophane, Üsküdar, Şehza- debaşı, Türbe gibi yerlerde beş oi tanesi bir arada ve her yeri dolu olan bu kahvehanelere kimler gelir, orada ne yapar, ne kadar müddet oturur, kaç para harcarlar, yaşları, meslekleri, ruhları, mizaçları nedir? Bü- tün bunları merak edenler her halde olmuştur. İçimde bu merak, İstanbulun eski meşhur kahvehanelerinin bulun- duğu Şa ye gittim. Oradaki kahvehanelerden birine girip, gelenleri, gidenleri tetkike koyuldum. Vakit öğleye doğru... Salon tabii bir odanın üç misli büyüklükte... Eşyası tahta masalar ve tahta sandalyelerden iba- ret... Dekor, duvarlardaki bön man- zara resimleri... Işık caddeye bakan camlardan içeriye sızdığından salo- nun arka tarafları loş... 20 ye yakın masanın 15 kadarı dolu. iin mü- tekaid tipli, yorgun memur yüzlü adamlar kadinin patırtılı, hiddetli, küfürlü iskambil ve tavla oynayan gençler... Salonda konuşma yok... Her oyun masası şuuru susturmak için kurul- muş intibaını veriyor. Bu gençler sa- bah sabah nereden geldiler, nasıl bir- leşip oyuna oturdular, işleri güçleri yok mu? Talebe iseler o canım tatil- lerini bu kasvetli yerde nasıl heba ediyorlar? İşsiz iseler ne diye iş ara- mazlar? Fakirseler vakitlerini neden buralarda boş geçirirler? Zenginseler neden yaşamasını bilmezler ? Beş altı masa bu gençlerle dolu... Yüzlerinde renk yok. Ekserisinin ki- yafeti bozuk... Yakalar açık, fakat saçları itina ile taranmış... Ço ğu ka ay- tan bıyıklı... İskambil oynayanların gözü iskambillerde, tavla oynayanla- rın zarda... Arada sırada ağızların- dan çikan sözler kısa ve şunlardan ibaret: «Hay Allah belâsını versin, yine gele geldi be I», «tuh, kozu kay- bettikl, «Bana bak Arif, hile yapa- yım demel>, «Hadi oradan ulan, sen yapmal» Ve hemen hepsinin ağzında birer sigara... “C, MÜFTÜOĞLU Öğle vakti yeni yeni gelenler var. Bunlar yemek paydosu yapan memur ve işciler... İçeriye gelir gelmez ga- zete soruşturanlar, günlük siyasi ha- berler üzerinde çene çalanlar oldu. Onların bu aceleci ve mütecessis halleri oyuncu delikanlılarla şu mis- kin ihtiyarların yanında çok sevimli... Yeni gelenlere karşı tavlayı lâ- netle kapatarak iten, borcunu öder- ken garsonla da ik ar çıkıp giden delikanlılar... üdavi leri içeri girerken birbirleriyle selâm- laşmadıkları halde giderken etrafa veda ediyorlar. Eskiden kahvehane- lere her giren «selâmıaleyküm» der BM Zar atan genç ve selâmı iade edilirdi. Şimdi giren giriyor, çıkarken de bir iki kişiye veda ediyor. Bir ara münakaşa oldu. Saçlarını değirmende ağartmiş hissini veren bir adam bağırd edir bu parti mücadeleleri?. Halk Partisiyimiş, Demokrat Partisiy- miş, ve an bana ne? Var mı mide partisi? yl gezi okuyan bir me- mur cevap verdi: — Bütün ie mücadeleler eninde sonunda mide içindir. en git de onu Marko Pa- şaya i anlati k İş adamları birer birer dağıldılar. Arka taraftaki gençler de tenhalaş- “ mış. Cam önünden caddeyi seyreden iki üç mütekaid hâlâ yerlerinde... Ka- pıda birden, sabahki gençlerden bir kaçı göründü, yaşları 20 ile 25 ara- sında... Yüzlerinde tebessüm ve kan yok. 255 Garsonu çağırarak sordum: — Bu kahveye benim teyzeza- dem Ali geliyormuş, sabahdan beri kendisini bekliyorum. Talebedir, belki şu gençler tanır, onlar da talebe de-. gil mi? — Bazısı talebe... Bazısı mektebe yazılı ama gitmez. Hele bir sorayim! — Yok yok, sen târif edemezsin, bir tanesini çağır da ben sorayım. Garson etrafına bakınarak oyun seyircilerinden bir genci çağırdı. Bu, 19-20 yaşlarında bir delikanlı... Yü- zünde, yaşının tabii icabı kadar bile bir tecrübe ifadesi yok. Bomboş göz- ler, heyecansız, aptal bir yüz... Me- raksız, heyecansız, lâkayd bir halle geldi. Oturmasını rica ve bir sigara ikram ettim; hemen oturdu ve he- men sigarayı aldı. — Benim bir haylâz teyzeoğlum var... Bu kahveye çıkıyormuş... Adı Ali... Lise talebesi... Belki tanırsınız diye size sormak istedim. O «acaba hangi Ali> diye Sarı Çizmeli Mehmed sn emel ben kendisini tetkik ediyo Bıyıkları itina ie kd edilmiş, dişleri temiz, gömleği de temiz ama yaka altında gizli bir yaması var... Onun görünmesiyle . üzülüyor gibi boynunu yama üzerine doğru eğiyor. Pantalon ütülü, fakat lâciverdi par- lamış... İstekle imkânsızlık arasındaki mücâdele bu genç adamın her halin- den, her şeyinden akıyor. — Her gün Sa gelir misiniz? Sualini Sahilde — Eh... Hemen hemen.. Başka ne- reye “gideveği ? — Demek sınıfınızı sözüni. İk- male çalışmak filân lâzım değil!.. Delikanlı oyun masasındaki ar- kadaşlarına sr ve sigarayı bir üfürdükten sonr — Biz mektebi bırakalı yıllar oldu ağabey. Ama buraya gelen mek- teplileri tanırız. 9 da iki kere çakdık, şimdi askerliği bekliyorum... Sizin Ali- yi arkadaşlara bir sorayım!.. Kalkmak isterken bir sual daha . w ni boş mu gesiğ ote senii üç, dört sen — Hani iş, meri? (Arkülağı larını göstererek) Nah hepimiz boş- dayızl Aramadık yer bırakmadım, anam bile soruşturmadık ahbap bı- rakma — Demek hem mektebe gitmiyor, hem gali yi hem de ana baba eğmeği yiyorsun Genç adamın bakışlarında bir ân kımıldanma oldu. Bu başkalıkta hid- det görseydim vay a akat <ne lüzumu var gibi, çed lâkaydi okudum. Öğle da şu oldu: ver, ağabey, sen beni bı- — Boş rak da bağla adam etmeğe bakl.. -