EBUÖMER (ZÜCCACİ) Şöyle dedi: enim beşeriyet vücudüm- dan bir damlanın erimesi, su üze- rinde yürümek gibi bir kerametten daha sevgilidir bana... EBÜLHASAN (KAVŞENCİ) — Tasavvuf, zamanımızda, ha- kikati olmayan bir isimden ibaret... Tasavvuf, hakikat olduğu zaman, bir isim değildi. . ##* — Zarif insan, zatiyle, ahlâkiyle vefiilleriyle hafif ve zahmetsiz olan: dır. ! — Dünyada, bir menfaat için sevgi gösteren insandan daha aşa- ğısı yoktur. HOCA HASAN (ENDAKİ) Öyle bir vecde düştü ki, bütün yeryüzü vazifelerini ve dünya iş- lerini göremez oldu. Halbuki çoluğu ve çocuğu, evi ve ocağı, ondan gayret ve teşebbüs bekliyordu... Bu hali: gören Büyüklerden biri ona nasihât vermek istedi: — Siz fakirsiniz ve çoluk çocuk sahibisiniz. Zaruri işlerinize bizzat teşebbüs etmek borcundasınız. Bunu size hem Şeriat emrediyor, hem de akıl... Hoca Hasan, derinliklere, dip- sizliklere, sonsuzluklara kaçmış göz- lerini, kendisine nasihat veren Bü- yüğe çevirip ağlarcasına fısıldadı: - le bir hale düştüm ki, başka hiç bir işe tâkatim kalmadı. . Nasihati veren, Hoca Hasan'a biraz sertçe sözler söyledi. Aynı gece, nasihatı veren ve Hoca Hasan'ı paylayan Büyük; rü- yasında, Allahı gördü ve şu hitap karşısında kaldı: “Biz sana akıl göziyle görmeyi bağışladık, ona da hem akıl; hem de gönül göziyle görmeyi..., geceden sonra *bu Büyük, Hoca Hasan'ı son derece aziz tuttu ve artık kendisine dünya işlerinden hiç bir şey teklif etmez oldu. | İSMAİL ATA Halk, başlangıçta onun aleyhin- de bulunuyor ve söylemediği söz bırakmıyordu. İsmail Ata bu sözleri kendisine ğetirenlere şöyle karşılık veriyordu: EB — Benim bunlardan haberim yok... Bize; bulâfları edenlerin aşını YAZAN “pişirmek ve davulunu çalmak dü- şer... Canım feda olsun onlara... N ***k kl 1 Trk zi EE Z1001715ı Müslümanlar Şam önünde... Mu- hasara... Şehirdeki hiristiyanların ba- şında (Toma) isimli bir kumandan... Sabahın en erken saatinde rahibler, haç taktılar. Haçın altına İncil oldu- ğunu iddia ettikleri bir kitap koydular, (Toma) elini bu kitabın üzerine koydu — İlâhi, bizim dinimiz haksa bize yardım et! Biri düşman eline düşürme! Boğuşma başladı. (Toma), her ta- rafa sağındaki zehirli oklardan yağdı- rıyordu. Bu zehirl! ok, müslümanlar- dan Eban'a değdi. Eban, yarasını ba- şındaki tülbentle sarıp cenge devam etmek istedi. Fakat yapamadı, çadırına götürülürken şehit oldu. Eban'ın zev- Ne tek damla yaş, ne n kavuştunl.. Ben de senin intikamını alıp sana kavuşacağım!.. Ve kocasının oklarını ve yayını alıp cenk saflarına koştu. Kadının at- tığı bir okla (Toma) nın arkasındaki hiristiyan bayrakdar yere serildi. Bay- artık bayrağın peşini bırakarak (To- ma) yı şehire taşıdılar. Nihayet, 70 gün süren muhasara- dan sonra Şam düşecek; #İlâhi, bizim dinimiz haksa bize yardım et!,, diyenin mümessilleri Ebuubeyde hazretlerini ziyaret edecek; oda islâmın bütün yer kabul rip de hir sözü bildirir bildirmez biraz evvel kabul etmiş olduğu şart- lara baş eğecektir. Ve büyük zafer haberini almadan muazzez ruhunu teslim eden Hazreti Ebubekir, sonsuzluk âlemine göçeceği gece, baş ucundaki Hazreti Ömer'e diyecektir ki: — Hiç bir engel, sizi dininizin vazifelerinden ve Allahın emirlerinden alıkomasın!.. Şamın fethi tamamlanınca Irakın askerlerini yerlerine iade et!.. Böyleyken?.. Ş Adıdeğmez gn : PE ADIDEĞMEZ. i Halka şefkat yolunda diyordu b; — Güneşte onun gölgesi ola- caksın; soğukta hırkası, açlıkta ek- meği... Tefsirci: — İsmail Atanın bu sözü, her şeyi toplayıcı ve birleştiricidir. kok Bir dervişe nasihat ediyordu: — Ey derviş; seninle tarikat kardeşi olduk. Bizden bir öğüd ka- but et! Bu dünyayı bir hayal per- desi diye al ve kendinle Haktan başkasını yok bill.. Ve o kadar zikre düş ki, tevhit galip gelsin, ve sen de aradan çık ve yalnız Hak kalsınl., MUHAMMED (DİNURİ) Ömrünün son günleri... İhtiyar... Günlerce yememiş ve içmemiş. yol- culukta... Bir kasabaya varıp oranın mescidini öğren ve gidiyor. Mesciddeki bir kaç kişi bu yaban- cıya donuk gözlerle bakıyorlar. Ne hatırını soran, ne derdini araştıran... Yatsı namâzından sonra herkes, aynı donuk gözlerle çıkıp gidiyor. İhtiyar tek başına mescitte kalıyor ve o gece, belki de açlıktan, ölüp gidiyor. Sabahleyin mescide gelen aynı insanlar bu yabancı müslümanın öldügünü görünce vazifelerini ya- pıyorlar. Onu techiz ve tekfin edi- yorlar. Yıkıyorlar, bir kefene sarı” yorlar, namazını kılıyorlar ve gö- müyorlar. Bir gün sonra mescide geldikleri zaman müthiş bir manzara: Mihrapta bir kefen... Kefenin üstüne bir kâğıt iliştirilmiş... Kâgıtta şu yazı: “Biz size aziz bir misafir gön- derdik. Yorgun ve aç... Kadrini bilmediniz. Onu misafir etmediniz, yedirip içirmediniz. Keteniniz de sizin olsun, istemiyoruzl,, Ax» Müridlerine dedi ki: — iyimler ve süsler sizi gurura düşürmesin... Sade dışlarını süslemek isteyenler, içlerini harap etmeden bunu başaramaz. efsirci: — Biz, yakınlarımıza giyim ve kuşam süsü ve zâhir âlâyişi öğret- medik.. Yalnız iç ve bâtın mamur- luğunu öğrettik. Allah razı olmasın, o kimseden ki, posta, hırkaya, taca, külaha ve seccadeye bağlanıp her şeyin başı olan bâtın zenginliğini bir tarafa bırakır. Böylelerinin dış süslerini görenler de muradı bir gö- rünüşten ibaret sanıp ökseye dü- şerler, yoldan kalırlar.