————— İNCELEME ———— KÂİNAT atm Prof. Mustafa-Şekip TUNÇ İSLÂM tasavvufçularının o «Nüshai Kübrâyı Âlem» dedikleri koca kâinat, eğer hakikaten bir nüve (çÇe- kirdek) etrafında (Proton) ve (Elektron) gibi müsbet ve menfi elektriklerin mahreklendiği minicik atomlarla ve (Foton) denilen ziya 'dalgalariyle ku- rulmuş bir yapı ise, bizi, kaba ke- reste ve taş malzemeleriyle yaptığımız en büyük âbidelerle kıyas kabul et- miyecek bir hârika karşısında bulunu- yoruz demektir. Ondaki hârikalik, adece uçsuz bucaksız bir yapının (mikroskop) la bile doğrudan doğruya görülemiyen bir elektrik manzumeciği ve ziya dalgaları vasıtasiyle yapılma- sında kalmıyor; sonsuz mesafeleri dolduran sayısız manzümelelerin ezeli ve ebedi oluşları ve mütemadi topla- nışve ayfrılışlariyle nasıl bir Yaradanın elinden çıkabileceği sırrını da -saklı- yor. Ohaldeki, hiç kimsenin erişeme- diği biricik varlığı bilmediklerine ina- nanlar, bildiklerini o zannedenlerden daha iyi tanıyorlar. Çünkü hiçbir hav- salanın alamadığı bir bilinemezi tanı- mak, ancak bilinemiyeceğini itiraf et- mekle olur. (Narsisist) olan insanlar için bu itiraf bir sukut ise, ayni za- manda bir kendine geliş de olmak lâzimgelir. Kaldı ki, ilim kafasının 2500 yıldanberi karşılaştığı kâinat yapısı meselesinin halli, bir (akvaryum) da bulunan zeki bir kırmızı balığın, hem içinde yaşadığı (akvaryum) u, hem de aşamıyacağı bir engelle ayrıldığı (ak- ğe savaşmasını beraber insan zekâsının, binnisbe çok kısa olan bu zaman zarfinda kâinat yapısı hakkında elde etmeğe müvaf- fak olduğu bilgilerin, bilhassa son elli sene zarfında kazandığı hiz vefethet- tiği zaman ve mekânlara bakılırsa, bilebildiğimiz varlıklar arasında bu işe en müsteit bir idrâke ancak insanın sahip olduğunu tasdik etmemek de kabil değildir. Filhakika küçümsene- miyecek kadar mühim olân bu idrak dolayısiledir ki, eski tasavvufçular ona <Nüshai Sugrâyı Alem>, yâni âlemin küçük bir nüshası demişler ve onu-bu derece büyük görmekten korkmamış- lardır. Bütünlüğiyle aslâ bilinemiyecek gibi görünen bu koca âlemin hakika- ten küçük bir nüshası olabilir miyiz, bilmiyorum. Yalnız, insanın kendi ça” pına göre ameli bir âlem inşa ettiğini ve bu inşasını günden güne ilerletti- ini görüyoruz. Hattâ şimdiye kadar vücude getirdiği 350.000 çeşit kim- yevi terkipten mâda, atomların yapı- larını da değiştirmek, bozmak tecrü- belerinin tam bir muvaffakiyeti takdi- rinde suni atomlar vücude getirerek yukarıdaki kimyevi terkiplerin adet ve tesirlerini daha bir o kadar arttır- ması ve fazla olarak hayat tohumları üzerinde hevileri değiştirecek tecrübe- lere kadar muvaffak olması ihtimalleri olduğu kaydediliyor. Ayni zamanda saniyede 250.000 kilometre kateden ziya süratiyle bizden yüz elli milyon sene uzak olan yıldızları görebilecek (teleskop) lara ve bunlatdaki atom- ların bildiğimiz atomlar nevinden ol- duğunu tayin eden bir tekniğe de sahip bulunüyor, yüzbinde bir seyyare- de hayat olması ihtimali olduğunu tahmin ettirecek ipuçlarını da elde etmiş bulunuyoruz. Bütün bunlara rağ- men, içinde yaşadığımız manzumenin nasıl teşekkül ettiğini, bunca faraziye- lere rağmen, hâlâ kestirmiş değiliz; çünkü bu faraziyelerden hiçbiri ayakta durabilecek kadar sağlam olmamıştır. Yalnız kâinatın teşekkülünde Ziya dalgalarının başlıca hâdiselerden biri olduğu söyleniyor. Buna göre kâinatta hiçbir noktanın ziya dalgalarından hâli olmaması ihtimali vardir. Netekim yeni fizik ilminin tecrübelerle bul- duğu en hayrete şayan hâdise, müs- bet ve menfi (elektron)ların birleşe- bildikleri ve bir ziya dalgasına isti- hale ettikleri gibi, bunun aksi de vaki olduğundan kâinatın teşekkülünde madde unsurunun ziya dalgalarından bizzarure daha temelli birşey olma- diği anlaşılmaktadır. Bundan başka kâinatın her tarafını dolduran Ziya ay DAY >> Dallarda yine bahar, Yine her şey 'bu yerde iyi. Eteklerinde senin, serin bir. rüzgâr, Ve bende bir şafak kimsesizliği... Bu dünya bizim için, sevmek için u ömür, Yalan! Bu çiçeklerin kandan kızardıkları. Bir bahar içindesin artık, sevgilim, Asüde ve hür!.. Rıza BEŞER W dalgaları onun bir noktasındaki mad- deden gelebildiği gibi, henüz keşfedil- memiş ve ne olduğu belli olmıyan başka bir noktadan da gelmiş olabi- lir ki, bu takdirde kâinat yapısı tam mânasiyle büyük bir sır oluyor. Yalnız biz kendimizi ilim göziyle maddi bir şey görüyor; dikkatimizi de en çok hayatın maddi taraflarına çevirmiş bulunduğumuz için maddi bir cismin diger maddi bir cisme olan tesirini ancak şu iki tarzda görerek diyoruz ki: Bu tesir, ya temasla, yâni ne ka- dar hakikat olursa olsun, iki şeyin bi- ribirlerine (o tokuşmalariyle, yahut da esasen “esrarlı olan cazibe sahası, elektrik -sahası, (manyetik) saha dedi- gimiz muhitler dahilinde bulunmasiyle vaki oluyor. Ziya dalgalarından ibaret olan bu sahalar evvelce bizzat eşyaya, yâni maddeye atfolunurdu, Halbuki madde, yahut eşyayı ziya dalgasına atfetmek de bugün imkânsız görünme- diği için, vâkıanın en doğru telâkkisi nedir? Yâni bunlardan hangisi asıl vâkıadır; bunu söylemek güçleşmiş bulunuyor Öyle ki, bu telâkkilerden hangi- sini kabul edersek edelim, kâinatın son derecede karışık bir yapıya sahip olduğu ve emsalsiz bir kudret örneği arzettiği görülüyor, Çünkü bu kudre- tin bir kısmı madde şeklinde billür- laşmış ise, diger kısmı elektrik sahası, (manyetik) saha ve cazibe sahası şek- linde vücut bulmuş görünüyor. Şimdi fizik ilminin verdiği bu bil- gilerden felsefe bakımından alınabi- lecek ders nedir? Kâinat yapısını tamamiyle kucaklamak istiyen fizik ilminin yaptığı bunca tecrübe ve gay- retlere rağmen onun bütünlük halin- : deki mevcudiyeti daima elden kaç- mıştır. O halde kâinatı ister mefkü- reci filozoflar gibi yalnız zihinde mev- cut mefhumlarla inşa edilmiş olarak tasavvur edelim, ister ilim adamı veya (realist) filozof gibi düşünerek asıl hakiki dünyayı bildiğimize inanalım; kâinatın bütünlük halindeki mevcudi- yetini bilmedikçe bu dünya telâkkile- rinden birini digerine kati surette tercih edebilecek gibi değiliz. Böyle olunca da artık ne saf bir idealizma, nede saf bir realizma tutunulabilecek gibi değil... Teslim edilecek bir haki- kat varsa, insanın kâinat hakkındaki ilk bilgilerini fevkalâde genişletmiş olduğu ve bu sayede zihnen katettiği mesafenin ve bu hususta bulduğu yeni teknik ve üsullerin çok vaadli oldu- &udur. Gelecek yazımızda (Aynştayn) ın, yâni: (İzafiyet) nazariyesinin gözlüğiyle kâinat yapısını inceleyeceğiz. ) m