ya yüzündeki bütün sakatlıkları, namussuz- Birçok evin camları onun.tarafindan kirılmış- tır. Evler hava “alsın, içeriye biraz temiz hava girsin diye bu işi yaptığını karakolda söylemiş, imza atamadığı için parmağını kâ- ğıda basmıştır. alnız Beyoğlundaki sinemada bir ce- ketin ver karıştırdığını yüz defa inkâr etti, — dağda dedi, Ayşenin başına yemin edörim, ben yâpmanmıştım.. Doğru! Doğru! «Güzel Buyan» pastahanesinden, hani o çok ayaz yapan kışta bir palto aşırdım, doğrul... (Filim) in bunları yapmaması daha doğ- ru idi. Ama mademki yaptı. Mademki bir seneye yakın yattı, cezasını çekti. yır diyeceğim (Filim Hayrı) kötü işinin cezasını çekmiştir. Ondan öte (Filim Hayrı) müthiş (sempatik) tir, Bazan onu kış günü başı ustura ile tıraşlı, sırtında kolalı, yarım yazlık bir gömlek, onun üstünde ren- gi, yünü, pamuğu meçhul, belkide suni ipek- ten bir kazakla görürsünüz. Bir hafta sonra bir lâsivert elbiseyle mahalleye damlar. Ben: hep bunları sonradan öğrendim. O akşam yaptığı mühim bir şey değildi, Bir polis sordu * — Seninkinin evinin camlarını kırmışsın? — Kırarım efendim. Tabıi kırarım. Ka- rım li. n dayolsa kiramazsın ya? Karın deği, E ir mininiz? ayır, evli değiliz ama karım sayılır. — Sen saydıktan sonra — Ya kim sayacaktı? >— Şimdi bırak onu... Kırdın mı? — Kırdım efendim. — Sebep? — Eve adam almış. Genç polis garip garip baktı : — Alır a bir ader, Orası umumi ev oğ- lam. O da kahbe. — Yok efendim, orasını affedersiniz. Katiyen kabul etmem. de arım orospu doru Katiyen kabul etmi zamana kadar a ie Dae (Filim Ml yı getirmiş olan İstanbal çocuğu açık- göz bir - : ğru, memür bey, dedi, katiyen öyle ire lenin — Anlamıyorum yahu! Kerhanada be! Bekçi gin (Filim Hayrı) da bağırıştılar : — dei Bekçi isik verdi : — Çok iyi bir kadındır. Ama bu herif gok kıskanç. Bu kadına birisi baktı mı kati- yen müşteriye çıkmaz. Eh zaruret! Herif bı- rakırsa ne yapacak? Namusuna namuslu ka. rıdır. (Filim Hayrı) : — Kabahat bende, dedi. İki hafta ihmal etmişti: kli adam içeriye girdiği zaman beni defterin öbür taraflarını okuyor buldu. Gül“ dü. Ben defterime bir takım notlar almıştım. Sildirdi. — er yazmasanız, dedi. — Hayir, hayır, dedim. Bir şey yazmak” için değil. Bu zihniyet hoşuma gitti de... Si- zin bizzat şahit olduğunuz bir hakiki vaka olduğunu tahmin ediyorum. İnsanları bilme» İlyiz, anlamıyaa çalışmalıyız, değil mi beye- fendi? Yâni (konformist) olmam rin, ahlâkların, her şeyin dığını, hattâ taşın, toprağın bile aşınıp şekil değiştirdiğini bilmeliyiz. —Hakkıaız var, dedi. Bakın ben ne hale geldim? Halbuki ben de yarı külhanbey, yarı (entelektüel), yarı deli, yarı akıllı, hayatın içinde var olduğumu anlıyor, anlatiyordüm! Şimdi köpeklepimle... Bir ağ sözünü kes Yok, dedim, e melânkoliye âdetle düşmek Yeliz Köpeğine bakıp sustu. Bir iki dakika sustuk. Sonra yine o başladı bu sefer ko- nuşmağa : — Bir akşam vakti her zamanki içtiğim birahâneye bir erkekle iki kadın girdiler. Burası üç katlı bir birahane idi. Ben orta katında mihmandım. Buranın garsonu elli yaşlarında, babacan, tatlı bir adamdı. İki insanı birbirine tanıştırmaktan ayrıca bir zevk duymasa bile bunda bir mahzur görmez- di. Bu işi para ile de yapmazdı. Her zaman- ki bahşişe beş kuruş bile ilâve edilmeden... Gelen kızlardan birisi donuk beyaz yüzlü, çok genç çehreli, bir azize halli, gözleri çe- durgun bir kızdı. Yanlarındaki Öteki kiz, biraz hizmetçi halli, kara yağız, kestane rengi gözlü, fevkalâde oynak, uzun boylu, çok genç, biraz iri bacaklı, boynunda bakır bir haç parıldayan, yaman çapkın bâ- kışlı bir mahlüktu. Her akşam yalnızdım. Param vardı. Onunla içmek, eğlenmek, gez- mek, oturup kalkmak kadar leziz hiçbir şey olamayacağı içime doğdu. Hemen o akşam ahbap olduk. Benden ayrılırken, gizlice, iki lira istedi. «Yarın akşam gelirim» dedi; at- lattı gitti, Gidiş o Kendisini günlerce göremedim. Garson Yaniyi sıkıştırıyordum, «Gelmiyecek mi?» diyordum. «Gelecek, bugün muhakkak gele- cek,» Onu bir hafta deli gibi bekledim. Gel- sin de beraber yiyelim içelim, sonra onu bir sokağın başına kadar götüreyim, benden yine iki lira istesin, ben bir defa öpmeyi teklif edeyim; «Aman görürler» desin, sol yanağın- dan hafifçe öptürsün, kaçıp gitsin; diye... Bir akşam geç kalmış, her zamanki ma- biraz yorgun oturmuştum ki, garson «Şimdi burada idi, gitti, dedi, ama yarın ak- şam muhakkak gelecek». Ertesi akşamı iple çektim. Bir sürü ka- dın erkek uğradı. O uğramadı. Artık ümidi. > kesmiştim. Yalnız ara sıra garson Yaniye m Yani, diyordum, şu Yorgiya gelmeye- — mi?» Garson da artık alışmıştı. Ben sor- madan o sorardı «Yorgiya gelmeyecek mi?» Gülüşürdük. Bir akşam çıkageldi. Beni gö- rünee güldü. ma çağırdım. Dışariya tum. o Mandalinalar, portakallar, şu kız- memesi dedikleri şeylerden... Sözünü kestim : — Tâbiri mazur görün: gibi... Aci acı güldü * — Öyle imiş meğer, dedi. yone İmişim meğer. Hayır azizim. Bir saadet duyuyor- dum. Anlatamıyorum. > or ram vid beraber yaşama havası, hiç olmazsa bir » Bu rasını geçelim canım | "Ne dediğimi Tee de bilmiyorum. Hal. Üç dört tane de muz als el Haci ağalar Sait Faik dim. Elma aldım, İki (bonfile) ısmarladım. Bir şişe kırmızı şarap açtık. Küçük mahalle kizi pürneşe idi. — Kaç yaşındasınız madmazel, dedim. — On dokuz, dedi. Siz? — Otuz beş. — Babam yerindesiniz. — Olsun... Fena mı? Seni hem baba, hem sevgili, hem ağabey gibi severim, Daha iyi ya! dedim. O akşamdan sonra artık ayrılmadık. — Paralar suyunu çekinceye kadar, de. gil mi? ma na dum. — z rica ederim, dedi. Otü nasıl beklediğimi iban bilemez. Bir insan nasıl beklenir? kapıdan girmesiyle şimdiye kadar içimde hapsettiğim insafsızlık, huzursuzluk, (melânköoli) uçup giderdi. İnsanlar birdenbire içimin mahallösinin, caddelerini, meyhaneleri- ni doldururlardı. Bir hafta sonra onun mahâl: lesini, hayatını, her şeyini öğrenmiştim. Bu hikâye tamamen uydurmadır ama böyle bir şey sevgilim hakkında pek âlâ variddi. Okuya- yayım ister misiniz? Yoksa siz mi okursunuz? — Verin ben okuyayım | * — KURABİYE — İstanbulda (tifüs), memlekette zelzele, dışarda harb, ben sana âşıkım * İşte senesinin 2İ Haziranının gece yarısından son- ra saat üç buçukta uyanık, beyaz şimşeklerin oi ye bir gecenin sana tebliği : Beyoğlunda idim. Saat yedi ile suları idi. Ortalıkta güneş olma- dığı, hava yine bulutlu olduğu halde, tatli bir aydınlık vardı. Bununla beraber biraha- neler ışıklarını yakmıştır. Bira: bardağı ne kadar cazipti. Caddede ne güzel şeyler var- dı! Hele bu kızların bacakları insanı insana ne kadar yakınlaştıriyordu ! , esmer, uzun, çalâk ae âdeta aylığı caddede sanki hiçbir şe yoktu : Dünyada harb, memlekette (üifüs), Bende dert şimdi gelir, şimdi yi Bir aralık ortalık iyiden iyiye karardı. Millet, rakısının başına oturm Oh1.. deta mesut dolağırkek bir genç kız gözüme ilişti. Çocukluk, esmerlik,; temizlik, tat, koku... Ne desem fayda yokl.. Ona «Genç kız» demekten başka çare yok. Peşinde de- likanlılar vardı, Ona bir şeyler söylüyorlardı. Ben aklımca o delikanlının ağzından şöyle ein rr : — Canım madmazel, buyurun şu mu- ballebisiye girelim. Beraber birer dondurma yeriz." Sizi tabağımdaki dondurma eriyince- ye kadar seyredeyim, yeter. Sonra elini ö öpüp, seni evine bırakayım.» Genç kız eve geç kalmış gibi hızlan- mıştı. Arkasındaki çocuk denecek kadar genç adam, dalgalı saçları, itinalı kıravatı, kalın ayakkaplariyle Türkiyeliden çok Amerikalıya benziyordu. buraya filim çevirmeğe gelmişti. Hattâ ben kendi kendime gizli bir hayaline düştüm. Bu filimin mevzuunda yalmız iyilikler, kahramanlıklar, küçük temiz macera lar vardı. (Arkası var) 13