MADDE DERDİMİZ ÖY Ensti- kurulduğu yıl- dı. Bir iş için Antalyaya git- tim. 1925 Ey- lâlünde Kıbri- se iderken vapurumuz Antalyaya uğradıydı; dı- şarıya çıkarak bir iki saat kaldım. Üze- rimde ilk yaptığı tesir, yarı Arap eski bir kasabada bulunduğum oldu. Fakat bu seferki gelişimde birkaç gün kal- dım, şehiri iyice gezdim. Gerçekten Antalya çok güzel bir yer; tabiat buraya (zenginliklerinin o birçoğunu yığmıştır. Tevekkeli değil, iki bin yıl önce, ta Çanakkaleden tutunuz da, İskenderuna kadar Adalar Denizi, Akdeniz kıyıları (site) lerle dolmamış... Antalyanın on üç kilometre kadar doğusunda, Aksu dedikleri yerde Köy Enstitüsü kurulmuştu. Buraya bir de kız hekim verilmişti. Enstitüyü tülerinin İş ve hedef: TENKİT Cafer SENO Çuvala sığmasına imkân bulunmı- mn keskin ve sivri ucu artık hiçbir mugalâtaya meydan bırakmaya- cak şekilde gözlerimizin önüne dikilmiştir. Eğer, (demokrasi) iddialarımız zamana uyan bir fantazyadan ibaret değilse, milli mürakabenin birinci şartı olan ten- kidin zaruretini kabul etmeliyiz. Altı yıldanberi hatadan hataya, mu- düştüğümüz, bütün teikitlere rağnieri aksaklıkları düzeltmekten âciz kaldığımız gözönüne getirilirse, aynı halin devamı, yarının müşkül şartları içinde, bizi hakiki bir. başarısızlığa sürüklemiyeceğini kim temin edebilir? ktidar mutlak değil, vazifeye istinat eden bir haktır. Bu vazife lâyıkiyi pılmadığı takdirde hak da kendiliğinden sakıt olur. Vazifenin ifasında mesuliyeti tayin edecek vasıtalardan birini teşkil eden tenkidin bu husustaki müsbet rolü inkâr edilemez. Dahili politikaya ait kusur ve bece- riksizliklerimiz saymakla tükenmiyecek dereceyi bulduğu, (realite) nin bir neti- cesi olarak kabul edildikten sonra, ten- kidin samimiyetinden şüphe etmek için makul bir sebep kalır mı? Ne mümkün! Tenkit, hakiki yurtseverliğin neticesidir. Şimdiye kadar zararlı neticeleriyle m geleceğin müşkül ve tehlikeli yollarında, memleket için nasıl bir muvaffakiyet talii ümid edebiliriz?! Bu iş, kapıları sonuna kadar açıp : — Buyurun izine serbestsiniz | Demeden halledilem: gözerken çocukların bir çoğunda, bu mıntakaya daha derin saldıran ve yer- leşen sıtmanın acı izlerini gördüm. Hekim bana ara sıra köylere de git- tiğini, çoğu kadın hastaları görüp ilâç verdiğini söyledi. Sonra beni aldı, yol kıyısında, hasta bakım yeri yap- tığı iki odalı bir. yere götürdü. Orada birkaç köylü kadın, hekimi bekliyordu, İç odaya girdik. Uzunca bir masayı hastaları yatırıp muayene edebileceği . bir biçime koymuştu. Köylü kadınlardan birini çağırdı; bu masanın üstüne yatırdı; kar- nını saçtı. Kadıncağız belki otuz ya- şında bile değildi; fakat sıtma, yaşını bile göstermiyecek kadar kendisini yıpratmıştı. Karın muayenesi, dalağın bütün karın boyunca katı bir halde büyümüş olduğunu gösteriyordu. İçim sızladı. «E, doktor, dedim, bunu erit- mek sana düşüyor.» Kızcağız <ne yazık ki birşey yapamıyacağım; çünkü (tüberküloz) u. var» dedi. Teessürümü belli e&tmemeğe çalışarak Oradan açtım Bir yıl sonra, Mersin- Silifke - Gülnar - “Kilindir yoliyle Anamura git- B Oranın bayındır bir belde olduğu zamanlarda dolaylariyle beraber üç buçuk milyon kadar insanı yaşattığı söyleniyor ; bugün bütün İçel Vilâye- tinin nüfusu 385 bin ile dörtyüz bin arasındadır. Yolda saatlerce gidersi- niz de büyücek bir köydeğil, bir köylüye bile rast gelemezsiniz! Fakat şunu iyice biliniz ki, buraları, bugün de, gözleri parlatan, içi açan, ancak e derinden derine acındıran yer- erdir. Niçin böyledir? Sıtmadan ve bakımsızlıktan.. Memleketimizin en iyi veen temiz muzunu yetiştiren Ana- mur, daha neler yetiştirmez. Yer fıstı- ğının yılda iki defa ekilebildiğini bir düşünün. Fakat buralarda yaşıyan insanların çalışmağa isteği, olsa âleti yok. İsteği yok, çünkü hastadır ; âleti yok ; çünkü fakirdir. Köylüler, denize doğru 45” meyille akan Torosun kaya- lıkları üzerinde kocaman: birer tepsi gibi harman yerleri yapmışlar, bura- lara çoluk çocuklarını, hayvanlarını iple indirip harman yapıyorlar! Dağ- lar üzerinde ormanlar arasındaki tah- tacı köyleri, taşları ayıklıyarak yap- tıkları tarlalarda, bahçelerde buğday, arpa, çavdar, üzüm, incir gibi türlü mahsuller yetiştiriyorlar, Bu köylerde- ki kadınların, sırtlarına bağladıkları tulumlarla üç dört saatlik yerlerden içecek, yıkanacak su getirdiklerini de iğ bir düşününüz! Bu, bin metreden yu- karı dağlarda bile sivrisinek ve sıtma vardır. Sağlık Bakanlığı, bütün devlet bütçesini dahi “alsa, buna çare bu- lamaz. Bu Bakanlığın “elindeki para, tek bir'vilâyetimizi bile hastalıklardan kurtaramaz; halkı iyi besliyemez, te- mizliyemez, giyindiremez. Halk, belki kendi başına bir şeyler yapmağa çalışıyor; fakat pazar yeri ya kendi, ya hayvanı sırtındaki yükle yürüyerek en az üç dört saat uzakta isene yapılır ? Bütün bunları gözlerimle gördüm; o vakit ne kadar acındıysam, bugün onun. yüz misli acınıyorum. Kime ne söylersin? (Koordinasyon) Hey'eti, Bakanlıklar arası memleket işlerini değil, tüccarı düşünüyor ve bu yolda kararlar alıyor. 510 numaralı karar- name yerine, - milleti bu iç dertlerin- den kurtarmak, memleketi bayındır- lamak için Bakanlıklar arası işbirliğini sağlayacak kararnameler o yapmak lâzım değil miydi? o Sanıyorum ki (Koordinasyon) Hey'eti bunun için kurulmuştu. Bilindiği sanılan ve yapıl- ması kolay görünen işler yanında böyle zahmetli işleri düşünmeğe, yap- mağa nasil girişilir? Elzemi lâzıma tercih etmenin zamanı ne vakit gele- cek ve bu zavallı Türk milleti ne vakit «oh/> diyecek? Ruhumuz bir tarafa ; sadece mad- demize üşüşen basit dertler bize (restl) çekmek üzeredir. Adesenin göziyle her hafta bir iş ve hedef: (Büyük Doğu) fotoğrafçısı diyor ki: “ Şu ânda açlık çeken Batı dünya- sına yardım etmeği e hakikatte aç kimdir diye de düşündük mü ?,,