TYLER OPORTANARMIZ. dll Kaysı Gecesi (Üniversite) hayatının en cazibeli ve en unutulmaz tarafı, şüphesiz ki son derece rağbet gören ve muhte- lif vesilelerle tertip edilen gezintiler, çaylar ve balola da Biz de, beş on kız ve erkek ar- kadaş, geçen Pazar günü; havanın iyi olmasından istifade ederek Büyük- ada'ya bir gezinti “tertip etmiştik. (Hiristos)ta bir müddet eğlendikten sonra, ben, arkadaşlarımdan ayrılarak çamlar arasında dolaşmağa çıkmış- tım, Dalların yeşilliğiyle kaynaşarak ruha kadar uzanan denizin pırıltılı maviliğini seyretmenin sonsuz zevkini duymak, yudum yudum: tatmak is- tiyordum. Tabiatın'târife sığmaz azap- sız güzelliğiyle: sarhoş gibiydim. İçim- de renk ve ışıkla örülü bir neş'e vardı. “Dudaklarım bir aslıkla öpüşü- yordu... Sonra uzun ve derin bir: sü- kutl... İnsan “ruhunun “ulviyetle konuş- tuğu bu yerde, bir aralık; çam dalları arasından “süzülerek bana kadar gelen bir ses, bir davul sesi: duydum... Kim ne derse desin, bu seste, insanı bü- yüleyen, saran, * eriten ve yıllarca gerilere sürükleyen “bir kudret var! Evet, 'yıllarra önce de, Ramazanın karlı gecelerinin derin sessizliğini yır- tandavul sesini, yatağımda duyduğum zaman, anlamadığım ve çözemediğim bir heyecanla bu sese kulak verirdim... Hafızamda kalan bu hâtıralardan çok uzakta olduğum bir'ânda, derinden, çok derinden gelen bu davul sesi, bana çocukluğumu ve Anadoluyu hatırlattı... Ve ben o sese doğru, hattâ gayrı ihtiyari olarak ilerledim.. Yak- laştıkça büyüyen davul sesine bir de zurna'nın âhengi karıştı... Nihayet as- falt yola çıktığım zaman; (halay) oy- nayan bir gurupla karşılaştım. Bün- lar, (Kaysı Gecesi) ne: hazırlanan Malatylı (Üniversite): gençleri idi. * Büyükada'da gördüğüm sevimli Malatya çocuklarının (Kaysı Gecesi)n- de bulunmak üzere Taksim Belediye Gazinosu'na gittiğim -zaman, kapıda Malatya Talebe Yurdu müdürü arka- daşım Şeref Yücel'in güler yüzü ve sıcak alâkasiyle karşılaştım. Salon “mı, diyor, haydi git, Mithat ÖZKÖK tamamiyle dolmuştu, Hattâ ayakta ka- lanlar görülüyordu. Davetlilerin çoğu Malatyalı... Baş- örtülü hanım ninelerle tuvaletli torun- insana antika dükkânını hatırlatıyor. Yanımdaki masada, ikisi epey güzel olan üç genç kadın arasında beşlik simit gibi kurulmuş otuzluk bir erkek oturuyor. Kıyafeti oldukça iyi. Habire içki, habire meze getirtiyor. İki portakala üç dörtlira veremeyip saba- ha kadar (beleş) kaysı yiyerek midesi bozulan benim gibilere nazaran müthiş kalkmadığına göre anlaşılan dans da bilmiyor (Şu hacıağalara rastlanma» yan hangi eğlence yeri var, bilmem * kil) Kadınların üçünün de gözleri et- rafta... «Dansa kaldıran yok mu?» der gibi talebelere bakıyorlar... Çok geçmeden bir genç, bunlardan birini kaldırıyor. Hacıağa bu tepeden inme harekete çok içerlemiş olmalı ki, ma- sasında kalan diger iki kadına - kaş- larını çatarak - bir şeyler söylüyor. Ve biraz sonra, kadınlardan bir di- gerine talip olan gence dönerek, alev saçan gözlerle: — Seninle bir tanışıklığımız var başımı belâya mal Ve genç, mahçup, uzaklaşıyor. Durumu bilmiyenler birer birer (re- füze) oluyorlar. Fakat hacıağa da- si- nir küpü olarak - gecenin saat 3 nde kadınlarla birlikte salondan ayrılmağa mecbur kalıyor... Maamafih, ağamızın bütün ihtiyat tedbirlerine rağmen, genç bir talebe, tuvalet yolunda, ka- “ . dınlardan birinden iki gün sönrağı için (randevu) almış bulunuyor! Cazın âhengine uyan çiftler dans- ediyor... (Pist)te bir çift daha alacak yer yok! Ve danstan sonra, tâ Malatyadan gelen meşur davulcu Hasan'ın tok- mağı hemşerilerine (halay), (üçayak (derilo) ve (lorke) oynatıyor. Ankara Radyosunun eski sanatkârlarından Mahmut Karın- aş, sesiyle ve alaylı konuşmalariyle davetliler için bir neş'e kaynağı olu- yor... Mikrofon başındaki genç: — Şimdi, diyor, kıymetli halk şarkıları okuyucumuz Hacer Buluşl.. Ve alkışlarar asında üç şarkı söy- leyen Hacer Buluş'tan sonra Zehra Bilir dâvet ediliyor. Fakat o, masa- sında sakin sakin oturmaktadır. Aca- ba kalkmıyacak mı, diye herkes merakta... Mikrofonda bir ses, Mahmut Karındaş'ın sesi: — Zehra, diyor, biz adamı altı. okka yapmasını da biliriz Nihayet, genç banisi kır- mak istemiyen Zehra Bilir'i sahnede görmek nasip oluyor... O söylüyor, gençler oynuyor. Herkeste neş'e ve hareket var... Alkışlar arasında ve takdim edilen (buket)le, Zehra sah- neyi terkediyar. Beş dakika sonra, alaz genç: — (Buketjler geç geldiği için, kıymetli ses san'atkârımız Hacer Bu- luş'a (buket) takdim edemedik; huzu- runuzda kendisinden özür dileriz, de- mek mecburiyetinde kalıyor. Maama- fih bu sözlerde gizlenen mânayı her- kes anlamakta gecikmiyor. Işıklar sönüyor ve titrek mum ışıklariyle aydınlanan salonda bütün hususiyetleriyle (kına gecesi) yapılı- yor. Taksim Belediye Gazinosu, Ana- doluda asırlar seyrince kökleşmiş bir merasimi ilk defa görüyorl.. Bir müddet sonra «Malatya oku- muşu çoğaltma ve okuyanı koruma kurumu> menfaatine bir sepet kaysı açık artırmaya konuyor ve 1100 lira- ya satılıyor. Sabahın saat 6 sında, böyle bir gece geçirmenin memnuniyeti içinde ve fakat çok kaysı yemenin midede yarattığı fırtına ile Taksim Belediye Gazinosundan ayrılıyoruz. Bu eğlenceler; dans, caz, şarkı, oyun hepsi hepsi güzel; lâkin Tak- simde ayazda tramva taksi beklemek, şoförlerle anlaşmak neka- dar zor, bir de bana sorunl.. mikrofonda 15