ULTAN Abdülmecid, devletin si- yasi işlerini (idarei maslahat) la yürütmek ister, bunun içinde, ecnebi sefirlerin yüzlerine gülerdi. Böyle ol- makla beraber sefirlerin, istedikleri zaman saraya giderek Padişahın huzu- runa çıkmaları âdet değildi. Hünkârla görüşmek isteyen sefirler, birkaç gün evvel (Babiâli) ye bir mektup gönde- rerek ziyaret gününü bildirirler, ogün de saraya giderlerdi. Huzura kabul meselesinde buka- dar usule riayet eden Padişah, sefir- leri daima büyük bir samimiyetle karşılardı. Sefirlerin (mesul) dedikleri (ayak üstü konuşma) ları lâzım / gelir- ken Sultan Mecid onları oturtarak uzun uzadıya lâfa tutardı. Esasen kendisi, konuşmayı pek severdi. Muh- telif bahisleri birbirine ekleyerek bilâ fasıla yarım saat ve hattâ daha fazla konuştuğu daima vakidi. Bilhassa, İngiltere sefiri (İstran- ford) dan pek hoşlanırdı. Onunla ko- nuşmaktan adetâ zevk alırdı. Hattâ ona, şahsen 'bazı -imtiyazlar bile ver- mişti, Diger sefirlerin teşrifata riayet etmelerine rağmen bu zat, birgün ev- vel, Babıâliye sadece bir tercüman gönderir, ertesi gün de saraya gidi- verirdi. Sultan Mecid, hem şahsen kendi- sinin,hem de o sırada devletin KA lüğüne rağmen pek cömertti. En kü- çük vesilelerle sefirlere hediyeler ver- meyi âdet edinmişti. Bunun, iki sebebi vardı: Biri, se- firletin gönüllerini hoş ederek onlar- dan taraftarlar kazanmaktı. Digeri de, deyletin nişanlarını sefaret erkânına ibzal ederek ibtizale uğratmamaktı. Fransa sefiri (Lavalet), ancak üçüncü rütbeden 'bir Mecidiye nişanı alabil- mişti, Hattâ, memleketine avdet eder- ken, bunun daha yüksek bir rütbeden nişanla tebdilini lemiş ise de bu ümidi boşa çıkmış, ancak kendisine pırlanta işlemeli bir cıgara kutusu ile zevcesine ii pe bir çift şal he- diye edilmi ehil nü sefirine, elmaslı bir çerçeve içinde kendi resmi ile zevcesine iri taşlı pırlantalarla müzey- yen bir .bilezik ve altın üzerine mine işlenmiş çiçek vermişti. Bilezikle çiçe- ğin kıymeti, yüzbin kuruşu müteca- Sultan Abdülmecid, Paris Kongresi münasetiyle Fransa devleti murahhas- larına nâdide “hediyeler göndermişti. Aynı zamanda kongre riyasetinde bu- lunan (Valafeski) nin zevcesine yüzyir- mi bin, Fransanın ikinci murahhaşı ile hariciye müsteşarı ve kongre baş- kâtibi ile Avusturya elçisinin madam- Şahane Hediyeler Ziya ŞAKİR larına yetmiş beşer bin kuruş kıyme- tinde birer gerdanlık göndermekle beraber kongrede bulunan diger ikin- ci ve üçüncü derecede şahsiyetlerle zevcelerini de, mevkileriyle mütenasip hediyelerle taltif etmişti. Fakat bu meselede dikkate şayan olan bir ci- het vardır ki, oda, İngiliz murahhaslâ- riyle maiyetlerinde bulunanlar hiçbir hediye kabul etmemişler, bundan do- layı da özür dilemişlerdi. ; O tarihte Babiâli ile Fransa hü- kümeti çok hoş geçiniyorlardı. Bunu da hükümdarlar arasındaki dostane münasebet kuvvetlendiriyordu. Hattâ, iki hükümdar arasında da vakit vakit (yadigâr) namı altında hediyeler teati ediliyordu. Sultan Abdülmecit, İmparator (Na- polyonun) böyle bir yadigârını tak- dim eden Fransa sefirine, üzeri (tas- viri hümayun) ile müzeyyen, onbeşbin kuruş kiymetinde bir enfiye kutusu, baş tercüman (Mösyö Şefer)e de kıy- mettar bir saat ihsan etmişti. Osmanlı Padişahının bu lütufkâr- lıklarına İmparator (Napolyon) da mu- kabeleye mecbur oluyordu. O da se- faret erkânına hediyeler veriyordu. Netekim, sefir Veliyyeddin paşaya (sevr) fabrikası mamulâtından bir sof- ra takımı gönderdiği gibi, sefaret er- kânına da derecelerine göre hediyeler vermişti. Lâkin bunlar, Sultan Mecidin hediyeleri gibi, yüksek kiymeti haiz olan şeyler değildi. Abdülmecid, Fransa İmparatori- çesi, (Öjeni) yi de taltif etmek istemiş; tahminen yediyüz elli bin kuruş. kıy- metinde pırlanta ile müzeyyen bir gerdanlık göndermişti. Bu gerdanlığı, sarayın kuyumcubaşısı Bogos bey, tam üç ayda yapıp bitirebilmişti. Eski saray adamlarından biri, şöyle bir fıkra nakletti : Sefirlerden biri, son derecede şal meraklısı imiş. Nadide bir şal görün- ce, adetâ kendisinden geçermiş... Gü- nünün birinde, o sefirin hükümeti ile Babıâli arasında .bir ihtilâf zuhur et- miş... Gitgide.büyüyen mesele, adetâ v müşkül bir ri girmiş. Ve sadra- zam saraya gelerek : Ben bu işin içinden çıkamıya- cağım. İstifa ediyorum. Demiş. Fakat Padişah, istifayı kabul et- memiş : — İşi bana bırak. Diye meselenin hallini bizzat de- ruhde etmiş... Sadrazam gittikten sonra, bir bahane bularak saraya gel- mesi için sefire haber göndermiş... Sefir gelmeden evvel, aratmış ta- ratmış; son derecede nadide bir şal buldurarak satın almış. Bu şalı, sefiri kabul edeceği salonda bir kanapenin üzerine gelişigüzel AYRİ Sa- ray teşrifatcısına da — Sefir gelir ekle kendisini doğruca bu salona getiriniz. Siz de, derhal salonu terkediniz. Diye tenbihde bulunmuş... Sefir gelmiş; salona girmiş, şalı görür görmaz, adetâ kendinden geç- miş, hemen almış, evirip çevirerek tetkika başlamış... Padişah, tam o sırada içeri gir- miş. Tatlı bir tebessümle: — Zannederim ki, şal hoşunuza gitti... Cidden enfes ve ender bir şey- dir. Pederimin kıymettar bir hatırası olmak üzere muhafaza edilmektedir. Demiş... Sefir, dayanamamış : ,— Şevketmeab!.. o Kolleksiyonu- mun içinde böyle bir parçanın bulun- madığına cidden müteessifim, Acaba bunu, zâtı şahanelerinden istemek ce- saretinde bulunabilir miyim ?.. Demeye mecbur kalmış. Derhal sefir ile Padişah. arasında .pazarlık başlamış. O şal parçası mukabilinde sefir yumuşamış... -İhtilâf mevzuu da çarçabuk ortadan kalkmış... Hikâyenin, doğru olup olmadığı- nı bilmem, Fakat, Tanzimat devrinden sonra gelen Osmanlı hükümdarlarının böylece şahane hediyelerle en güç işleri kolaylaştırdıkları ve (idarei mas- lahat) siyasetiyle, pamuk ipliği ile bağ- ladıkları muhakkaktır.